ÜNİFORMA
Aynı yaz,
1963.
Jandarma karakolundan çağırdılar,
resmî yerdir diye
üniformamı giyerek gittim.
Hayal:
Komutanın odasına girdim.
"Beni çağırmışsınız komutanım."
Evet. Hoş geldiiin.
"Hayırdır."
Hayırdır hayır hayır. Haberler güzel.
"Okuldan?"
Evet. Kalan sınavlara çağırıyorlar. Subay olacaksın.
"Çok şükür."
Gerçek:
Koltuğu gösterdi, oturdum.
Eliyle üniformamı işaret ederek
"Bunu giymemen lazım" dedi.
Efendim?
"Eve varınca üniformayı çıkar.
Tebliğ etmemiz isteniyor,
disiplin kurulu okuldan atılmanıza karar vermiş."
O da üzgündü.
Kalktım,
tebliği aldığıma dair imzamı attım,
çıktım.
Cep defterimden kopardığım bir yaprakla başlayan
assubay-subay olma maceram böyle bitti.
Şöyle başlamıştı:
Pancar çapalıyordum.
El kadarcık bir cep defterim vardı. Çıkardım,
bir yaprak kopardım. Yazdım:
Konya assubay okulu müdürlüğüne,
okulunuza öğrenci alıyormuşsunuz. Ben assubay olmak
istiyorum. Anam babam razıdır. Kaydımın yapılması için
gerekli işleme izin verilmesini...
Bu dilekçeyi ciddiye alıp işleme koydular iyi mi. Fakat...
Sınava girmek için giriş belgesi almaya gittim,
memur olmaz dedi.
Neden?
Evrakından biri eksik.
Dünyam başıma yıkıldı.
Ben öyle üzgün oradan çıkarken
üst katın merdiven başında bir adam belirdi,
kırk yıllık tanıdığımmış gibi,
"Ne oldu?" dedi.
Sınava giremiyorum.
"Neden?"
Evrakım eksik.
"Sen dur orda."
İndi geldi,
kapıdan adama biraz da öfkeyle baktı: Verin buna sınav belgesini.
Memur ayağa fırladı, eğilip bükülerek, ellerini ovuşturarak: Onu
hazırlıyordum komutanım, derhal efendim, hazır.
Sonradan öğrendim, okulun müdürüymüş. Albay.
Sınava girdim, kazandım,
askerî üniformayı giydim.
Okulu bitirme vaktinde
genel kurmay başkanı orgeneral Rüşdü Erdelhun
galiba Amerika dönüşü
bizim okula da uğramış.
Önüne beni çıkarıp tanıttılar:
bu yıl okulumuzu birincilikle bitiren öğrencimizdir, komutanım.
Yüzüme babam gibi bakarak
"Benim bir Osman'ım vardı" dedi,
assubay okulunu birincilikle bitirdi,
liseye devam etmesini sağladık. Şimdi çok başarılı bir subay.
Hadi seni de göreyim.
-
Ödüller verdiler. Bir tanesi duvar takvimiydi,
aslında takvim şeklinde bir şiir kitabı. 365 yaprak. Her yaprağı-
nın ön sayfasında, arkasında dünyadan ve Türkiye'den şiirler
vardı. Su içer gibi kana kana okudum. Bir kısmı hala aklımdadır:
Bir gün rüzgar, su ve namus
saklambaç oynamaya başlamışlar.
Önce rüzgar saklanmış.
Onu bulmak kolay olmuş
yüksek dağların tepesinde.
Sonra su saklanmış,
o da kolayca bulunmuş
derin vadilerin içinde.
Sıra namusa gelmiş,
namus şöyle demiş:
"Bakın ben kayboldum mu bulunmam hiç bir yerde."
O gün bu gündür namus kayboldu mu
bulunmaz hiç bir yerde.
-
İlk yirmiye girenleri askerî liseye yolladılar,
subay olmak üzere askerî liseye böyle geçtim.
Şimdi harb okulunu bitirmeme yalnızca 1 hafta kala
üniformayı çıkar diyorlar.
Malum, askerde işler emirledir
ama emir var emir var.
Örneğin
size ölmeyi emrediyorum... asker olun demektir,
üniformayı çıkarın ise asker olmayın.
Madem öyle,
ben de çıkardım.
Garibim
bir süre odamın duvarında asılı kaldı,
sonunda babam mı attı ben mi attım
hatırlamıyorum.
MERHABA SİVİL DÜNYA
Yeniden okula başladım,
öğretmen olacağım.
Bir hocam "senin İngilizcen çok iyi" dedi,
"özel ders verir misin?"
Kabul ettim, aileme yük oldum diye
zaten içim içimi yiyordu.
Bir gün Bahçelievler'de derse giderken
az ötemde bir subay
(Harb Okulunda Almanca hocası)
durdu. Baktı. Tanımıştı.
Bir şey söyleyecek gibiydi
ama arkası gelmedi,
o yoluna devam etti ben yoluma.
Hoşça kal askerlik,
merhaba sivil dünya.
.
Konu Hasan Akçay tarafından (Dün Saat 01:48 PM ) değiştirilmiştir.
|