Uzman Üye
Üyelik tarihi: Nov 2008
Mesajlar: 157
Tesekkür: 33
17 Mesajina 28 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 18
|
Öte yandan, insanoğlu, kendisini kolayca kandırabilen, doğru düşünmeyi başaramadığı zaman, her şeyi akla uygun hale getirebilen bir varlıktır. Her şeyi akla uygun hale getirmeyi bir alışkanlık haline getirdiği zaman, duyarsızlaşır; Kur’ân’ın ifadesiyle “kalbi mühürlenmiş” olur. Bunu önlemenin yolu, eleştiriye açık olmaktan geçer.
Eleştiriye açık olmak, gelişebilmenin, zenginleşebilmenin ilk şartıdır. Ne var ki, bizim geleneğimizde eleştiri, daha çok olumsuzlukların ön plana çıkartılması şeklinde gerçekleşmektedir. Bu da, insanların eleştiriden hoşlanmalarını zorlaştırmaktadır.
İslam dini, insanın kendisine karşı dürüst olmasını istemektedir. Bu ise, otokritik de denilen özeleştiri ile mümkün olabilir. Ancak, özeleştirinin muayyen bir seviye istediğini hemen belirtmeliyiz. İşte bu noktada, insanın “uyarılmaya muhtaç bir varlık” oluşu aklı gelmektedir. İnsan, yaratılışı gereği, uyarılmaya muhtaçtır. Bu ihtiyaç, aklın en iyi şekilde fonksiyonel kılınması ile ilgili olsa gerektir. Vicdan, ya da sağ duyu denilen şeyin de, aklın çelişkileri farketme özelliği ile yakın ilgisi olmalıdır. Kur’ân’da, ısrarla, Kur’ân’ın bir “öğüt” olduğu hususunun altının çizilmesi; Hz. Peygamber’in “insanları vahiyle uyaran bir uyarıcı“ olduğunun vurgulanması, onun “Din nasihattir” anlamındaki hadisi, “din”in insanların uyarılma ihtiyacına bir cevap olduğunu düşündürmektedir.
Doğru düşünmesini bilen her insan, doğru düşünebilmek için bile, zaman zaman eleştiriye, uyarıya ihtiyaç hasıl olduğunu iyi bilir. Eleştiri olmadan, ne bilimsellikten, ne de kalıcı başarılardan söz edilebilir.
Eleştiriye açık olmak, doğrular karşısında duyarlı olmak demektir. Türkiye’de, fikir üretecek, ülke sorunlarına çözüm getirecek herkesin hem bizatihî eleştiriye açık olması; hem de, insan ürünü olan her şeyin sonuna dek her türlü tahlil ve tenkide açık olduğunu bilmesi gerekmektedir.
c. Akıl ve İmanın Alternatif Kavramlar Olarak Algılanması.
Geleneksel din anlayışımızda, genellikle iman ve akıl alternatif kavramlar gibi algılanmaktadır. İman, hiç düşünülmeksizin kabul edilmesi gereken bir ön kabuller yığını, bir dogma olarak takdim edilmektedir. Oysa dinimiz İslâm, ancak akıllı olanı sorumlu tutmuş; Hz. Muhammed, “aklı olmayanın dini de yoktur” buyurmuştur.
Akıl insanoğlunun mümeyyiz vasfı olduğuna göre, insanın olduğu her yerde, en ileri seviyede etkin olmak durumundadır. Aklın olmadığı yerde insanlıktan söz etmek mümkün değildir.
İnsanın doğru düşünebilmesi ile, inanç alanı arasında önemli bir bağlantı vardır. Doğru düşünebilmek, inanç alanının aydınlık olmasına bağlıdır. Bu ise, imanın vahyî ve mantıkî temellerini iyi bilmek ve imân konuları hakkında doğru bilgi sahibi olmak demektir.
İnsanoğlu, yaratılışı gereği akılla Allah’ın varlığına inanabilen bir varlıktır. Araştırmaya dayalı imân, insanın doğuştan gelen bu özelliğinin vahiyle bütünleşerek açığa çıkmasıdır. Bu doğrultuda, akıl ve vahiy birbirinin tamamlayıcısı olmak durumundadır. Akıl ve imân da birbirinin alternatifi değildir. İmân akıl temeli üzerinde, vahye dayalı doğru bilgi ile, insanın hür iradesi sayesinde gerçekleşir. Akıl olmadan imân akıl temeli üzerinde, vahye dayalı doğru bilgi ile, insanın hür iradesi sayesinde gerçekleşir. Akıl olmadan imân olmaz.
İmânla ilgili yegane bilgi kaynağı vahiydir. Bir insanın İslâm dairesi içine girebilmesi için, neye, nasıl inanması gerektiğini Kur’ân belirlemiştir. Bir insan, Allah’ın varlığına ve birliğine, Ahiret gününe ve öldükten sonra dirilmeye, Peygamberlik kurumuna ve Hz. Muhammed’in peygamberliğine, Kur’ân’ın Allah katından Hz. Muhammed’e geldiğine inanıyorsa, mümindir, Müslümandır. Kur’ân, insanoğlunu bilerek inanmaya, bilerek yaşamaya çağırmaktadır. İman ve aklın alternatif kavramlar olarak düşünülmesi, Kur’ân’a aykırıdır.
__________________
Düşünüp, tutabilmek adına; 'oku'mak !
|