Uzman Üye
Üyelik tarihi: Nov 2008
Mesajlar: 157
Tesekkür: 33
17 Mesajina 28 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 18
|
e. Din ve Geleneğin Özdeşleştirilmesi ya da Geleneğin Dinleştirilmesi
Din alanında, geçmişi görmezlikten geldiğimiz zaman, içinde bulunduğumuz zaman dilimindeki gerçekleri anlama imkanını yitiririz. Çünkü, din olgusu, kökü insanlığın başlangıcına kadar uzanan, insanın olduğu her yerde karşımıza çıkan bir olgudur. İslâm dinini, diğer dinlerden bağımsız olarak ele almak ve anlamak biraz zordur. Üstelik İslâm, kendisini, Hz. Adem’e kadar uzanan vahiy geleneğinin son halkasında şekillenmiş bir din olarak görür. Buna ek olarak, İslâm’ın, Hz. Muhammed’in ilk vahyi aldığı andan itibaren başlayan bir tarihî bir süreci vardır. İslâm, on dört asırdır, kendisini Müslüman olarak gören insanların din ihtiyaçlarını karşılamaktadır. On dört asırlık süreç içinde, İslâm’ın damgaladığı kültürler ve bir İslam medeniyeti ortaya çıkmıştır.
Günümüz Müslümanının, inanç dünyasını şekillendiren temel ilkeler, teorik olarak Kur’ân’da mevcut olmasına rağmen, asırların imbiğinden süzülerek günümüze ulaşmıştır. Çoğu zaman, Kur’ân, Müslümanın hayatını doğrudan etkileme alanının dışında kalmıştır. Bir başka ifadeyle, Kur’ân, İslâm’ın erken döneminde Müslümanları doğrudan etkilemiş; onların inanç dünyalarını şekillendirmiş; dünyaya bakış açılarını vahye uygun hale getirmiş olmasına rağmen, daha sonra, bu etki günden güne azalmış, Kur’ân’ın yerini önce “hadisler”, daha sonra da gelenek almıştır. Kanaatımıza göre, İslâm kültür ve medeniyetindeki Kur’ânî boyut, erken dönem Müslümanlarının doğrudan Kur’ân’dan etkilenmeleri sonucu, Kur’ânî düşüncenin geleneğe düşünsel planda belirgin bir biçimde damgasının vurmuş olmasının doğal bir sonucudur. Ne var ki, Kur’ânî zihniyetin izleri, günden güne azalmış; din gelenekle bütünleşmiştir.
Geleneğin kutsallaştırılması, din haline getirilmesi, öncelikle onun doğru olarak anlaşılmasını engellemektedir. Gelenek, doğrudan, insanların neye, nasıl inanacaklarını, neye nasıl değer vereceklerini, kısaca, birey ve toplum olarak insanın geleceğini belirlemeye başlamaktadır. Kur’ân, geleneğin böyle bir nitelik kazanmasına “ataların dini zihniyeti” adını vermekte ve şiddetle eleştirmektedir. ”Onlara: ‘Allah’ın indirdiğine ve Allah’ın elçisine gelin!’ dendiği zaman: ‘Atalarımızı üzerinde bulduğumuz yol bize yeter’ derler. Ya ataları bir şey bilmeyen ve doğru yolda olmayan kimseler idiyseler! Ey inananlar! Siz kendinize bakın. Siz doğru yolda olduktan sonra, (yoldan) sapanın size bir zararı dokunmaz. Hepinizin dönüşü Allah’adır, O yapmakta olduklarınızı size bildirecektir” (Mâide, 104-5). “Onlara:’Allah’ın indirdiğine uyun!’ denildiği zaman: ‘Hayır,biz atalarımızı üzerinde bulduğumuz yola uyarız’ derler. Ya ataları bir şey düşünemeyen ve doğru yolda olmayan kimseler idiyseler!” (Bakara, 170).
Türkiye’de geleneğin kutsallaştırılması, sadece dindar insanın sorunu değildir. Bu açıdan bakıldığında, dindar olan insanla, dindar olmayan insan arasında, zihniyet planında belirgin farkların olduğunu söyleyebilmek, işin gerçeği hiç mümkün değildir.
Türkiye’de din, laiklik, demokrasi gibi konularda, ileri seviyede bir kavram kargaşası yaşanmaktadır. Bu durum, zaman zaman, dindar insanı, devlet düşmanlığı gibi, düşünülmemesi gereken uç noktaya doğru sürüklemekte; laiklik konusunda özel hassasiyeti olan kimseleri de, din düşmanlığı çizgisine doğru çekmektedir. Türkiye’de, temeli olmayan suni gerilimler ortaya çıkmaktadır. Bizler -sağcı, solcu, dindar, dinsiz, laik, laikçi, kim olursak olalım-, Türk bayrağının dalgalandığı Türkiye’de, bir arada yaşamak zorundayız. Öyleyse, birbirimize katlanmayı, birbirimizi anlamayı bir an önce öğrenmeliyiz. Bizim, sorunumuz, doğrudan zihniyetle ilgilidir.
Türkiye’de, Müslüman olmasına rağmen, dini, dindar insanlar gibi anlamayan, laikliği, demokrasiyi, insan haklarını söylemlerinin ana teması yapan insanlarımızın da, yine temelde din hakkında doğru bilgi sahibi olmamaktan kaynaklanan korkuları ve zihniyet sorunları vardır. Türkiye’de zaman zaman yükselen, sun’î laik- dindar gerilimi, bu bilgi boşluğundan kaynaklanmaktadır. Bu gerilimden çıkar sağlayan insanların “çanına ot tıkayabilmek” için, Türkiye’yi “sağırlar diyalogu cenneti”ne çeviren zihniyet sorunlarını aşmamız gerekmektedir. Ön yargılı olmak, eleştiriden korkmak ve kaçmak, değişimi algılayamamak, değişmemek için bilinçsizce direnmek, çelişkileri görememek bir zihniyet sorunudur. Bu çarpık zihniyete sahip olan insanın, Müslüman, Hıristiyan, dinli, dinsiz, laik, laiklik karşıtı olması fazla bir şey değiştirmez.
Türkiye’de, sorunların doğru tespit edilmesine, sağlıklı çözümler üretilmesine ihtiyaç vardır. Bunun için de, ne İslâm dininden, ne de demokrasiden vazgeçmenin mümkün olmayacağını göz önüne alarak, Batı standartlarının üstünde bir demokrasi oluşturabileceğimizi düşünerek, bir an önce zihniyetle ilgili sorunlarımızı aşmamız gerekmektedir. Dinin -en azından- bir sosyal realite olduğunu göremeyenlerle, İslâm’ın Batı standartlarının ilerisinde bir demokrasinin oluşmasına imkan sağlayacağını fark edemeyenler arasında, zihniyet olarak fazla bir fark olduğunu söylemek pek mümkün değildir. Birisi din konusunda ön yargılıdır; diğeri, demokrasi ve laiklik konusunda ön yargılıdır. Ortak nokta,ön yargılı olmaktır.
__________________
Düşünüp, tutabilmek adına; 'oku'mak !
|