Uzman Üye
Üyelik tarihi: Nov 2008
Mesajlar: 157
Tesekkür: 33
17 Mesajina 28 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 18
|
III. Din Alanındaki Sorunların Tarihsel Arkaplanı
Osmanlı İmparatorluğu’nun duraklama dönemine girmesi, Batı’nın yavaş yavaş kendi “OrtaÇağ”ının karanlıklarını yırtmaya başlaması anlamına gelmektedir. Rönesans, Reform, Aydınlanma, Sanayî Devrimi, Fransa İhtilali, Batı Medeniyeti’nin teşekkül sürecindeki önemli köşe taşlarıdır.
Batı, Sanayî Devrimi ile birlikte, teknolojik üstünlüğü yakalamıştır. Teknolojik üstünlüğü yitiren Osmanlı Devleti, din anlayışını yenileyememiş, eğitim alanında gayret göstermesine rağmen, köklü reformları gerçekleştirememiş, ekonomik açıdan Kapitülasyonların ağırlığı altında ezilmeye başlamıştır. Sonunda, Osmanlı Devleti, toprak kaybetmeye başlamıştır. İşin en kötü yanı, kaybedilen topraklar, Fransızların, İngilizlerin, İtalyanların ve Rusların sömürge alanı haline gelmeyi başlamıştır. Sevr anlaşmasından sonra, Anadolu bile Yunanlılar,İngilizler,Fransızlar, İtalyanlar ve Ruslar tarafından paylaşılmıştır. İstiklâl Savaşı, Anadolu’nun birkaç yıl içinde işgal kuvvetlerinden temizlenmesini sağlamıştır. İlk toparlanan Türk insanı olmuştur. Daha sonra, diğer İslam devletleri, yavaş yavaş bağımsızlıklarına kavuşmuşlardır.
Bu ortaya koyduğumuz tablo, 19. ve 20. asırların, Müslümanlar için, ilk defa Batı gerçeği ile karşı karşıya geldikleri dönemler olduğunu göstermektedir. Kelimenin tam anlamıyla bir kriz ortamı söz konusudur. Batının bilim ve teknoloji alanındaki üstünlüğü, göz kamaştırmaktadır. Batı kültürü, pek çok Müslümanın yüreğinin yağını eritmektedir. Fiilî sömürge durumu, bir yandan, Batı kültür ve değerlerinin etki gücünü arttırırken, diğer yandan da, bağımsızlık özlemlerini ateşlemektedir. Koşullar, doğal olarak bir kimlik bunalımını hazırlamıştır. Değerler alanı altüst olmuştur. Her şeyin meşruiyeti tartışılır hale gelmiştir. Müslümanlar, Osmanlı şemsiyesinden uzaklaşırken, hem kendi başlarının çaresine bakmak, hem de, tarihle hesaplaşmak zorundaydılar. Tarihî,sosyal, ekonomik, kültürel, askerî ve siyasî açıdan bir kriz ortamı söz konusuydu. Güç durumda kalan birey ve toplumlar, doğal olarak tecrübelerine baş vururlar. İşte, 19. asırdan itibaren İslâm’ın Müslümanlar için yeniden ön plana çıkması, kriz ortamından kurtulma çabalarının bir sonucudur. Tarih, Weber, Durkheim, Berger gibi Batılı sosyologların “sosyal ve ekonomik yoksulluğun dinî bağlarda bir artışa yol açtığı” şeklindeki tespitlerini (bk.Dale W. Wimberley, “Socio-ekonomic Deprivation and Religious Salience: A Cognitive Behavioral Approach”, The Sociological Quarterly 25 Spring, 1984,223-4) doğrulamış ve dinin, güç durumda kalan insanlar için vazgeçilmez bir sığınak olduğunu göstermiştir.
Ancak, “kriz dönemlerinde insanlar, özgürlükçü ve daha az tanıdık olan inanç biçimlerine veya köklü kültürel gelenekler ile değerler konusundaki denemelere kolay kolay yanaşmazlar. Tersine, değerler ile gelenekler konusunda iyi tanıyıp bildikleri esaslara tutunurlar. Çağdaş İslam toplumu da çeşitli başarısızlıklar içinde görüldüğü için, İslamcılar, sorunun temel nedeninin kesinlikle İslam’ın özünden uzaklaşılması olduğunu öne sürmektedirler.” (G.E.Fuller-Ian O.Lesser, Kuşatılanlar İslam ve Batının Jeopolitiği, çev. Özden Arıkan, İst.1996, s.96).
Osmanlı İmparatorluğunun yıkılmasından sonra, dünya haritası, yeniden, ama Batının istediği biçimde şekillenmiştir. Halkı Müslüman olan devletlerin çoğu, 1940’lardan sonra bağımsızlığına kavuşabilmiştir. Bu ülkelerde, İslâm, sömürgecilere karşı verilen bağımsızlık mücadelesinin simgesi olduğu gibi, kimlik arayışının da odak noktasında yer almıştır. Doğal olarak halk yeterli derecede bilgi sahibi olmamasına karşın dindarlığı tercih etmiştir; aydınlar ve idareciler de, -Suudi Arabistan hariç- Batı'ya ve Batılı değerlere daha yakın olmuşlardır. Bütün İslâm ülkelerinde bir aydın-halk sürtüşmesi ortaya çıkmıştır. Doğrudan dine bakış açısıyla ilgili olan bu sorun, halen varlığını çeşitli şekillerde devam ettirmektedir.
Sadece Türkiye, diğer İslâm ülkelerinden farklı bir yol izlemiş, Cumhuriyet ilan edilmiş, laik ve demokratik bir yapılanmaya geçilmiş, inkılaplar yapılmış, kısaca her şey tepeden tırnağa değiştirilmiştir. Bu bağlamda, 20. asır, Türkiye’nin, belki de insanlık tarihinde bir örneğinin daha bulunmadığı bir hızlı kültür değişimine maruz kalışına şahit olmuştur.
__________________
Düşünüp, tutabilmek adına; 'oku'mak !
|