Tekil Mesaj gösterimi
Alt 29. March 2009, 07:08 PM   #9
Umar
Uzman Üye
 
Umar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Nov 2008
Mesajlar: 157
Tesekkür: 33
17 Mesajina 28 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 18
Umar will become famous soon enoughUmar will become famous soon enough
Standart

ab. Kültürel Miras


Türkiye, Cumhuriyetle birlikte, çok hızlı bir kültür değişikliğine sahne olmuştur.
Harf inkılabı, geçmişle köprüleri yıkıp atmıştır. Selçuklu ve Osmanlı’nın kültürel mirası, sadece şifahî olarak yeni nesillere aktarılmıştır. Cumhuriyetle birlikte gerçekleştirilen inkılaplar, daha çok kültür değişikliğini amaçlamıştır; böyle bir amaç olmasa bile, en azından otaya çıkan sonuç, böyle bir amacın hedeflendirdiğini düşündürmektedir. Kültür değişikliği, sosyal değişmenin kaçınılmaz bir sonucudur. Ancak, kültür değişikliğinin sağlıklı olabilmesi için, önce, hedeflenen istikamette bir zihniyet değişikliğine ihtiyaç vardır. Tarih boyunca, doğrudan kültür değişikliğini hedef alan faaliyetlerin, uzun vadede kalıcı başarı elde edemedikleri gözlenmektedir. Sağlıklı bir zihniyet değişikliğini müteakip ortaya çıkan kültür değişmesi, daha kalıcı, daha tutarlı olmuştur.


Bunalımlı dönemlerde, insanların gözleri maziden bir şeyler aramaya başlar; çıkış yolu, daha çok mazide aranır. Bu durum, hızlı kültür değişikliğinin yaşandığı dönemlerde, hem kimlik arayışı, hem de değişikliğe direnme arzusunun tezahürü olabilir. Türkiye Cumhuriyeti, Türk insanında, sağlıklı bir zihniyet değişikliğini gerçekleştirememiştir. Bugün, sağ eğilimli aydın da, sol eğilimli aydın da, bir türlü “demokrat” olamamaktadır; çünkü kültürümüz, kültürümüze bakışımız tutarlı değildir. Geçmişi, eleştiriye tabi tutmadan geleceğe taşımak isteyen insan da, geçmişine düşman olan insan da, geçmişin ağırlığı altında ezilmeye mahkûmdur. Bu durum, bir tür fanatizm doğurur. Fanatizmin, *****lığın, sağ, ya da sol eğilimli kimselerdeki niteliği arasında çok ciddi farklar yoktur.


Gerekli zihniyet değişikliği gerçekleştirilmeden girişilen hızlı kültür değişimi, her ikisi de sağlıksız olan iki uç eğilimi beraberinde getirmiştir: Birincisi, geçmişin idealize edilerek eleştiri dışı tutulması, bir anlamda, kutsallaştırılması ve tabulaştırılması. İkincisi, geçmişin, yok farz edilerek eleştiri dışı tutulması. Kutsallaştırmak da, yok farz etmek de, insan gerçeği ile bağdaşmamaktadır.


Hiç kuşkusuz, kültürü üreten insandır; ancak, bireyi ve toplumu şekillendiren de kültürdür. Hızlı kültür değişimi, değerler alanında kargaşayı beraberinde getirir ve kişilik bunalımının bireysel ve toplumsal planda hız kazanmasına sebep olur. Sonuçta, kendi kültürünü kutsallaştırarak, ya da kendi kültürüne düşman olarak kendini yok etmeye çalışan, bir tür intihar psikolojisi ortaya çıkar.


Türkiye’de, devlet ve toplum olarak tarihimize ve bir bütün olarak kültürel mirasımıza bakış konusunda, sağlıklı ve gerçekçi bir bakış açısının geliştirildiğini ve toplumun geleceği, birlik-beraberliği göz önüne alınarak bunun gereklerinin yerine getirilmeye çalışıldığını söyleyebilmek, maalesef pek mümkün değildir.


ac.Dinî Miras


Osmanlı İmparatorluğu, altı yüz sene, farklı dinlere mensup insanları bir arada, çoğu zaman da barış içinde yaşatmayı başarmıştır. Duraklama dönemi ile birlikte, topluma dinamizm kazandıran din anlayışının donuklaştığını, dinin toplumun değişik kesimleri tarafından çeşitli amaçlarla kullanılmaya başlandığını görmekteyiz. Din hayatın bütün alanlarında etkili bir kurum olduğu için, din alanındaki donuklaşma, dinamizm kaybı, toplumun her tarafından hemen etkisini hissettirmektedir.


Türkiye Cumhuriyeti Devleti, Osmanlı’nın nüvesini oluşturan taban üzerinde kurulmuştur. Ancak, Osmanlı’dan intikal eden dinî miras, halk bazında kendi kaderine terkedilmiştir. Tekke ve Zaviyelerin kapatılması, halka alternatifi gösterilmediği için, meydanın din istismarcılarına açık hale gelmesine yol açmıştır. Din alanındaki bilgi boşluğu, tahribatı derinleştirmiştir. Bu boşluk, daha sonra, sırf Kur’ân’ın yüzünden okunması amaç olarak alan Süleymancılığın toplum katmanlarında yer tutmasına yol açmıştır. Tarikat grupları bu boşluktan yararlanarak palazlanmışlardır. Nurculuk, bu boşluğun ürünüdür.


Aydınlar, Osmanlı’nın son dönemlerinden itibaren, belki de Aydınlanmanın etkisiyle, dinle ve dinî değerlerle çok sıcak bakmamışlardır (Bk Şerif Mardin, Türkiye’de Din ve Siyaset, 164). Osmanlı’nın son dönemlerinde, din alanında, ciddi bir tefekkür ortamı ve sağlık belirtisi olan arayışlar ortaya çıkmıştı. Geniş bir yelpazede ortaya çıkan bu arayışın bir ucunda, din alanında yeniden yapılanma çabaları bile vardı. (Ş.Mardin, aynı eser, 17-19). Cumhuriyet dönemi aydını, bu birikimi görmezlikten geldiği gibi, bunun yeni kuşaklara aktarılması için de hiç bir ciddi çaba sarfetmedi.


Çok Partili döneme geçildikten sonra, halkın politikacılara baskıları sonuç vermiş (İsmet Parmaksızoğlu, Türkiye’de Din Eğitimi, Ank.1966, 28); 1949 yılında Ankara Üniversitesi İlahiyat Fakültesi açılmıştır. Daha sonra İmam Hatip Okulları açılmıştır.


Türkiye’de hemen hemen bütün İmam Hatip Okullarının binaları, halk tarafından yaptırtılmıştır. Bu okulları, normal dindar insanın, her şeye rağmen Devletle barışık olduğunun bir göstergesidir. Okul binalarını hazırlayanlar, bu binaları okulların açılmasına karşılık devlete devretmişlerdir.


İmam Hatip Liselerine yoğun bir ilgi olduğu ortadadır. Öyle ki, pek çok İmam Hatip Lisesi, öğrencilerini sınav yaparak seçmektedir. Halkımızın bu okullara yönelmesinin sebepleri doğru tespit etmekte fayda vardır. Her şeyden önce, Türk insanı, öldükten sonra arkasından bir Fatiha okuyacak bir nesil istemektedir. Ne çocuklarını İmam Hatip Liselerine gönderen ebeveynler, ne de o okullara giden çocuklar, İmamlık ya da Hatiplik’i bir meslek olarak düşünmektedirler. Zaten, bu okulları bitirenlerden çok azı, bu meslekleri seçmektedir.


Türkiye’de, dindar ailelerin çoğu, Cumhuriyetin ilk yıllarında, muhtelif sebeplerle çocuklarını okullara göndermek istememişlerdir. İmam Hatip Liseleri, bu bakımdan toplumun bütünleşmesine önemli bir katkıda bulunmuştur. Bu okullar,Müslüman Türk insanının, “öldükten sonra, arkasından bir Fatiha okuyacak nesil” özlemine cevap olmuştur.
Bugün, İmam Hatip Liselerinin de birtakım sorunları vardır. Bu okulların amacının ve programının yeniden gözden geçirilmesi gerekmektedir. Daha da ötesi, halkın ilgisinin “dini bilen nesil” arzusundan kaynaklandığı göz önüne alınarak, bu beklentinin bu okulların dışında da gerçekleşmesi sağlanmalıdır.


İmam Hatip Liseleri, Türkiye’nin içinde bulunduğu koşulların ürettiği okullardır. Bu konuda, doğru bilgiye dayanmadan yapılan tartışmalar ve spekülasyonlar, sorunun kökleşmesinden başka hiçbir işe yaramamaktadır.
__________________
Düşünüp, tutabilmek adına; 'oku'mak !
Umar isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla