Tekil Mesaj gösterimi
Alt 29. March 2009, 08:08 PM   #12
Umar
Uzman Üye
 
Umar - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Nov 2008
Mesajlar: 157
Tesekkür: 33
17 Mesajina 28 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 18
Umar will become famous soon enoughUmar will become famous soon enough
Standart

a. İslâm, Siyasî Meseleleri İnsana Bırakmıştır

Teorik çerçevede bakıldığında,Türkiye’de, İslâm dininden kaynaklanan, devlete yönelik bir tehdit, söz konusu değildir.

Çünkü:


aa. Müslüman insan, insanların insanca yaşayabilmesi ve insanlıklarını en iyi şekilde gerçekleştirebilmesini sağlayacak , adaletin hakim olduğu ahlâklı bir toplum oluşturabilmek için gerekli olan siyasî yapıyı kendisi üretmek zorundadır. Bu siyasî oluşum, Kur’ân’da dikkat çekilen sınırlı sayıdaki evrensel ilkeler -ki bunlar demokrasinin de temel ilkeleridir- doğrultusunda, sosyal değişme olgusunun doğurduğu yeni ihtiyaçları karşılayacak şekilde sürekli yenilenmek durumunda olan insanî bir sistemdir. Önemli olan adaletin sağlanmasıdır; insanların özgürlüğünün ve mutluluğunun temin edilmesidir. Hangi siyasî sistem bunu en iyi şekilde karşılarsa, İslâmî anlayışa en uygun sistem o olacaktır.


İnsanın yaratılış itibariyle sosyal bir varlık oluşu, siyasetin de insanla birlikte varolmasını beraberinde getirmiştir. İnsanlık tarihi boyunca varolan bütün insan topluluklarının siyasal bir netilik taşıdığı değişmez bir olgu olmuştur. ”İnsanlar arasında düşünce ve menfaat ayrılıkları var olduğu sürece bu ayrılıkların doğurduğu bir çatışma da var olacaktır ve dolayısıyla politika da var olacaktır. (M.Kapani, Politika Bilimine Giriş, 3) Politikanın özünde, değer dağıtımı ile ilgili bir görüş ve menfaat çatışması olduğu gizlenemez bir gerçektir. Ancak, politanın aynı zamanda bir uzlaşma olduğu da ortadadır.


Siyasetin odak noktasında “iktidar kavramı” vardır. ”İktidar, genel ve geniş anlamda, başkalarının davranışlarını kontrol edebilme olanağı olarak tanımlanabilir”. (Kapani, aynı eser, 27). ”Ülkenin ve toplumun bütünü üzerinde geçerli olan iktidara” siyasal iktidar denmektedir. (Kapani,aynı eser, 29).


Daha önce de ifade etmeye çalıştığımız gibi, İslâm dini,siyasî meseleleri insana bırakmıştır. Bu dinle siyaset arasında hiç bir ilgi yok anlamına gelmemektedir. İslâm, birey ve toplum olarak insanın olduğu her yerde etkin olan bir dindir. Bu etki, daha çok ana ilkeler çerçevesinde gerçekleşmektedir. Aksi takdirde, ontolojik anlamda hayatın bütününü din olarak algılamak gerekir ki, bu hem insan gerçeği ile, hem de İslâm’la bağdaşmaz. Sosyal değişme, inkar edilemeyecek kadar belirgin bir olgudur. Hayatın bütünün din gibi telakki edilmesi, sosyal değişme olgusu ile bağdaşmaz. İşte, İslâm’ın siyasî meseleleri insana bırakmış olması, Müslümanların, sosyal değişme olgusuna paralel olarak, insanların insanca yaşayabilecekleri ahlâkın ve adaletin hakim olduğu bir toplum meydana getirebilmek için, kendi siyasî yapılarını kendileri kurmaları anlamına gelmektedir. İslâm dini bu konuda, evrensel nitelik taşıyan ana ilkeleri belirlemiştir. Bu ilkelerden bazılarını şöyle sıralamak mümkündür:


Toplumda esas olan adaletin sağlanmasıdır(Nisâ,58; Nisâ, 105;Sad, 26). Siyasî iktidarın niteliği nasıl olursa olsun, adaletin olmadığı bir yerde İslâm’dan söz etmek mümkün değildir.
İnsanlar arasında yegane üstünlük ölçüsü, ilim ve takvadır, Allah’a saygıdır (Hucurât, 13). Bu ise, doğrudan bireyi ilgilendirir; bireyle Allah arasındaki bir meseledir. Soy-sop, zenginlik-fakirlik, güzellik-çirkinlik gibi hususlar, hiç bir şekilde üstünlük ölçüsü olarak alınamaz.


Toplumda işler, sıfatı ne olursa olsun, tek başına hiç bir kimsenin tekeline bırakılamaz. Kur’an, Hz. Muhammed’in bile işleri, diğer insanlara danışarak yürütmesini istemiştir (Şura prensibi) (Şura, 36-38; Al-i İmran, 159).
Bütün işler, o işi en iyi bilen ehil ellere verilmelidir (Nisâ, 58).
Hiç bir şey, körü körüne desteklenmemelidir (İsrâ,36).


Bunlar ve benzeri ilkeler, insana mutluluk getirecek bütün siyasî iktidarların vazgeçemeyecekleri, evrensel nitelik taşıyan ilkelerdir. Sosyal değişme olgusuna bağlı olarak ortaya çıkan yeni gelişmeler, bu ilkeler çerçevesinde yerli yerine oturabilecektir.
Öte yandan, Müslümanların ortaya koyacakları her türlü uygulama, sonuçta insanî nitelik taşımaktadır. Bu uygulamaların dinle özdeşleştirilmesi de mümkün değildir. Beşerî olan her şey, zamanla önemini yitirebilir. Kalıcı olan prensiplerdir.


Hz. Muhammed’in, kendinden sonra yerine kimin geçeği konusunda herhangi bir belirlemede bulunmadığı bilinen bir husustur. Nitekim,daha Hz. Peygamber’in naşı toprağa verilmeden, Müslümanların, kendilerine yeni bir lider seçmek için faaliyete giriştiklerini görmekteyiz. Herhangi bir tayin söz konusu olsa idi, herhalde tartışmaların seyri daha farklı olurdu.


İslâm’ın siyasî-idarî meseleleri insana bırakması, Müslümanlar arasında baş gösteren ilk ihtilafların siyasî olması gibi bir sonuç doğurmuştur. Bu durum, Müslümanların siyasî idarî meselelerin insana bırakıldığı gerçeğini pek anlamak istememeleri ve sorumluluktan kaçmaları ile ilgili olsa gerektir. Çünkü, Müslüman’a yaraşır bir siyaset teorisi üretememişlerdir. Şia, problemi Allah’a hallettirmek istemiş; Ehl-i Sünnet, uzlaşmacı tavrına uygun olarak, siyasî meseleleri Dört Halife Dönemi tatbikatlarını evrenselleştirerek, hilâfeti odak noktasına yerleştirmiş ve işi Kureyş’e bırakmıştır. ”Halifelerin Kureyş’ten olacağı”nı bildiren uydurma hadis, Müslümanların önünü tıkamıştır. Haricîler ise, bu konuda daha tutarlı bir çıkış yapmalarına rağmen, fanatik tutumlarıyla insan fıtratını zorlamışlar ve tarihin karanlıklarında gömülüp gitmişlerdir.


ab. İslâm dini, “din ve vicdan özgürlüğünün bir teminatı olarak anlaşılabilir.

”Dinde Zorlama Yoktur” (Bakara, 256) ilkesi, hem insanların Müslüman olmaları konusunda, hem de, İslâm’ı yaşamaları konusunda geçerlidir. Kur’ân, temel İslâmî ibadetlerle ilgili herhangi bir dünyevî müeyyideden söz etmez. Din temelde insanlar için bir tekliftir. İsteyen kabul eder, Tanrı’nın uyarılarına kulak verir; isteyen de tercihini başka yönde kullanabilir.


ac. Kur’ân, bir hukuk kitabı değildir.

Kur’ân’da hukukla ilgili âyetler vardır. Müslüman hukukçular, içinde yaşanılan ortamda hukukun üstünlüğünü temin etmek, adaleti hakim kılmak için, Kur’ân’dan da yararlanarak en sağlıklı hukuk anlayışını geliştirmek gibi bir sorumluluk taşımaktadırlar. Bu hukuk, ilke bazında vahiyden yararlanmasına rağmen, beşerî bir hukuktur. Ortaya çıkan teorik kurallar ve uygulama biçimleri din gibi telakki edilemez. Nitekim, İslâm tarihi boyunca, yüzlerce hukuk ekolü ortaya çıkmıştır. Bunların önemli bir kısmı, çağın ihtiyaçlarına cevap veremedikleri için, yaşama imkanı bulamamışlardır.


b. *****lık ve bağnazlık, ruh sağlığı yerinde olmayan her insanda ortaya çıkan bir davranış biçimidir.


Türkiye’de, İslâm dini hakkında doğru bilgi sahibi olmamaktan kaynaklanan, demokrasiyi ve laikliği tehdit edecek boyutlarda olmamakla beraber, sağlıklı din anlayışının oluşmasını engelleyen, yaratıcı yetenekleri körelten, kişiliği törpüleyen bir bağnazlık vardır. Bu, dinî eğilimleri güçlü olanlarda da, olmayanlar da, görülebilmektedir.
__________________
Düşünüp, tutabilmek adına; 'oku'mak !
Umar isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla