Uzman Üye
Üyelik tarihi: Nov 2008
Mesajlar: 157
Tesekkür: 33
17 Mesajina 28 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 18
|
Diğer taraftan,gerek Sünnî anlayışı benimseyen Aleviler arasında,gerekse Sünniliği İslâm’la özdeşleştiren kimseler arasında,Alevilerin Sünniliği kabul edip Müslüman olmaları gerektiğini söyleyenler de yok değildir.
Bu tespitler,”bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olmak isteyenlerin” ne kadar da çok olduğunu düşündürmektedir. Henüz Alevilik olgusunun hangi zeminde tartışılacağı bile açıklık kazanmış değildir. Bilgi boşluğu,tahmin edildiğinden çok daha fazla,çok daha ileri seviyededir. Oysa doğru bilgi olmadan fikir üretmek,çözüm üretmek mümkün değildir.
Alevilik olgusunun bugünkü durumu ile ilgili,Prof. Dr. Orhan Türkdoğan tarafından gerçekleştirilen,”Alevi-Bektaşî Kimliği” isimli,”sosyo-antropolojik” bir araştırmanın değerlendirme kısmında şu tespitlere yer verilmektedir:”Alevi-sünni teolojisini temsil eden yetkililerin bir araya gelerek ilmî bir seminer veya toplantıda tartışmaları gerekmektedir. Çünkü,hemen her Alevi Ocakzadeleri;Allah,Kur’ân ve Peygamber üçlüsünde birleştiklerini bize kesinkes açıklamışlardır. Bu nedenle İslâm’ın özünde,Alevî-Sünnî açısından bir sapma düşünülemez. Her Alevi Allah’a,Peygamber’e ve Kur’ân’a bağlı oldukları hususunda kararlıdırlar...Bu üç unsur,Alevî-Sünnî bütünleşmesinde temel taşı teşkil edebilir”.(Prof. Dr. O. Türkdoğan,Alevi-Bektaşi Kimliği, Timaş Yayınları, İst.1995,s.535).
Bu tespitlerin anlam ve önemini ortaya koyabilmek için,önce,bu araştırmanın nasıl yapıldığına bakmak gerekmektedir. Prof. Dr. Orhan Türkdoğan,1993-1995 yılları arasında, Türkiye genelinde Alevî-Bektaşî nüfusun yoğun olduğu 15 il ve bu illere bağlı 45 ocak üzerinde, Antropolojinin en yeni yöntemlerini kullanarak bir saha araştırması yapmıştır. Esas olarak,kendilerini Alevî-Bektaşî diye tanıtan kimselerin Alevîliğe -Bektaşiliğe bakışları ortaya konulmak istenmiştir. İşte,yukarıdaki tespitler,bu araştırmanın sonucunda ortaya çıkmıştır.
Bu tespitlerden yola çıkarak,kendilerinin Alevî-Bektaşî olduğunu söyleyen kimseler arasında,İslâm’ın özüyle bağdaşmayan birtakım görüşlerin,düşüncelerin olmadığını iddia etmek elbette mümkün değildir. Nitekim,araştırıcı da bunun farkındadır:”Bu gelenekli Aleviliğin iç yapısında;tarihî gerçeklere uymayan,İslâmî kültür kodlarıyla anlaşamayan bir takım bâtıl görüşler ve hurafeler de vardır”.(aynı eser,535).Bu tespitin,sadece Alevilik için değil,Sünnî anlayış biçimi için de geçerli olduğunu söylemek için fazla delile ihtiyaç yoktur. Din geleneklerle bütünleşip,gelenek din gibi algılanmaya başlanınca,hurafe ve batıl inançların yeşermesi için uygun bir zemin ortaya çıkmaktadır. Bu durumda, Alevî, Sünnî, Şiî, Haricî olmak fazla bir şey değiştirmemektedir. İşin ilginç yanı,Kur’ân,”Ataların dini zihniyeti” adı altında, atadan,dededen kalma anlayış biçimlerinin,genel anlamda “geleneğin” dinleştirilmesini şiddetle eleştirmektedir. Müslümanlar,Kur’ân’ın açık uyarılarına rağmen,bugün Kur’ân’ın bu sert eleştirisinin muhatabı durumundadırlar.
Alevî olduğunu söyleyen insanlarımız,açıkça Allah’a, Hz. Muhammed’in Peygamberliğine ve Kur’ân’a inandıklarını söylemektedirler. Bu,Alevilik olgusunun tartışılacağı zemin açısından oldukça önemlidir. Kendisini İslâm’ın dışında gören, açıkça Müslüman olmadığını söyleyen bireyler,elbette olacaktır. Hatta,bunların Alevî ya da Sünnî olmaları da gerekmez. Ancak, Aleviliği İslâm dışı görmek, ya da göstermeye çalışmak, hem mevcut realite ile bağdaşmaz; hem de, akla ve bilimsel anlayışa uygun değildir. Aleviliğin mevcut durumu ile ilgili tespitler, bu sonucu doğurmaktadır.
Öte yandan, içinde bulunduğumuz koşullar, bizlere, İslâm’ı anlama ve iyi Müslüman olabilme hususunda, yeni fırsatlar hazırlamıştır. Her insanın, doğrudan Kur’ân’dan hareketle kendi din anlayışını kurma imkanı vardır. Müslümanların İslâm’ı anlayışı biçimlerinden ve tecrübelerinden ibaret olan mezhepler ve 14 asırlık birikim, bu konuda bize ışık tutabilir. Bizden önceki nesillerin bilgi birikiminden, tecrübesinden yararlanmanın yollarını bulabilirsek, onların düştükleri hatalara düşmeyiz; onların yanlışlarını tekrarlamaktan kurtulmuş oluruz. Bunun için de, adı ne olursa olsun, mezheplerin insan ürünü olduğunu unutmamak gerekmektedir. Mezheplerin, her ne şekilde olursa olsun, İslâm dini ile özdeşleştirilmesi, İslâm’ın insan fıtratına uygunluğunu zedeleyeceği gibi, İslâm’ın evrenselliği ilkesine de ters düşecektir.
Alevilik olgusu tartışılırken, mutlaka bilimsel nitelikli bilgilere dayalı olarak tartışmaların yürütülmesi lazımdır. Sağlıklı bilgi olmadan, yapıcı tartışmalardan söz edilemez. Aleviliğin mevcut durumu ile ilgili olarak yapılan, saha araştırması niteliğindeki araştırmalar, Aleviliği İslâm dışı görmenin, ya da göstermeye çalışmanın, Alevilik gerçeğiyle pek bağdaşmadığını gözler önüne sermiştir.
Eğer, Alevilik olgusu dinî bir zeminde tartışılacaksa, öncelikle Aleviliğin kökeni, günümüze kadar ki tarihi seyri ve İslâm dini hakkında bilimsel nitelikli doğru bilgiye ihtiyaç vardır.
İslâm, gizlisi,saklısı olmayan şeffaf bir dindir. Ana kaynağı Kur’ân, gözler önündedir. Vahyin dışındaki her türlü bilgi, her türlü dinî oluşum beşerî olup, her türlü tahlile ve tenkide sonuna kadar açık olmak durumundadır. Mezhepler, tarikat ve benzerleri de beşerî oluşumlardır; asla İslam dini ile özdeşleştirilemez. Öyleyse,bir kimsenin Müslüman olup olmaması, kendi özgür iradesi ile vereceği karara bağlıdır. İslâm’ın Tevhid, Nübüvvet ve Ahiret gibi temel inanç ilkelerine kendi özgür iradesi ile inanan ve Müslüman olduğunu söyleyen bir kimseye,hiç kimsenin sen hangi mezheptensin, sen nasıl Müslümansın gibi sorular sorma hakkı yoktur. Kur'ân, insanların ne Müslüman olma konusunda, ne de İslâm'ı yaşama konusunda zorlanamayacağını çok açık bil dille şöyle belirtmektedir:
__________________
Düşünüp, tutabilmek adına; 'oku'mak !
|