| Uzman Üye 
				 
				Üyelik tarihi: Mar 2009 
					Mesajlar: 137
				 Tesekkür: 11 
		
			
				70 Mesajina 80 Tesekkür Aldi
			
		
	 
				
				Tecrübe Puanı: 18      | 
				 Gönül Damlasından, CENNETTEN GELİYORUM 
 
			
			CENNETTEN GELİYORUM
 
 Geç olmuş yatıyorum
 Fakat uyku tutmadı
 Ve kalkıp;
 Yakıverdim şamdanı
 Gecenin zülüfleri
 Seccademin püskülleri
 Yatıverdim pusuya
 Vakit gelmiş tavına
 Tecelliyat avına
 Kur’an dinliyordum Davut A.S.’dan
 Canım nasılda istiyordu zaten
 Zerrelerimin ihtiyacı kulağımı deliyor
 İşte sesler geliyor
 Hani bir de ağlamasam
 Ağlama canım ağlama;
 Ne kaldı o bayrama. Dedim de durdum
 Kur’an sesi gel diyordu peşimden.
 Ben de gittim
 
 Seyyah oldum o alemi gezerim;
 Ve peş peşe neler neler sezerim.
 Ufkum gitti yücelerin katına
 Ne güzelmiş binmek hayal atına
 Sanki canım kuş idi
 Seyahatin başlangıcı, birazcık yokuş idi
 Öyle bir yol, yeşillikler rahiyalar peş peşe
 Mızrak boyu yakıncaydı selam verdim güneşe
 Çayır çimen kilim sermiş geçiyorken piyade;
 Ilık rüzgar bülbül sesi, Kur’an daha ziyade
 Duygularım şahlanıyor kalben inlemek gibi
 “Olmaya devlet cihanda” Kur’an dinlemek gibi
 
 Şimdi ise nideyim?
 Düşündüm ki cennetlere gideyim
 Gittim de gittim
 Yaklaşınca nihayet
 Kulağımda şu ayet;
 “Hüve Mevlaküm”
 Bekçilerle karşılaştık.” Es Selamü aleyküm”
 Selamün Aleyküm tıbtüm Fe’d hulûhâ halidîn (59/73)
 “-Ebed kalıcılar olarak girin cennete” dediler
 
 Tevhid çekip ilerledim bakınıp şaşkın şaşkın
 Dünyanın hiç tadı yokmuş ne Leyla’nın ne aşkın
 Anlatması mümkün değil; cennete ayak izim
 Tarifinden acizim
 Her taraf ışıl ışıl
 Cam göbeği ve yeşil
 Yürüyordum ileri
 Görecektim neleri
 Ayağım çıplak
 Kadife toprak
 İşte Tuba dalları
 İşte irem bağları
 İşte güller, bülbüller
 Lal kesiliyor diller
 Ağaçlar meyve yüklü
 Terutaze her yemiş
 Katiyen beklememiş
 Tanışıklık veriyordu Dünyadan
 Fakat çok farklı
 Tatlı mı tatlı
 Mayhoş mu mayhoş
 Anlatamam; boş
 Güneş vardı, gölge vardı, birbirinden hoş
 Ağaçların sesi;
 Kuşların sesi
 Ve yolun cazibesi yürüyordu beni
 Ayak izleri çoktu
 Ne güzel toz da yoktu
 
 Selsebilden su içtim
 Sonra bir yere geçtim
 Üç beş arşın aralıklı nehirler;
 Kenarında sedirler;
 Şarap akar su akar;
 Süt akar;
 Biri bal;
 İstediğin kadar al.
 Ne bıktırır ne yakar
 Hep akar
 Birisine Nil dediler
 Birisi Seyhun,
 Bir diğeri Fırat imiş, öbürsü Ceyhun
 Etrafından mü’minler
 Hüdhüdleri dinler
 Uzanınca eller,
 Çekirdeksiz meyveler iner
 Bir meltem üfül üfül
 Rengarenk gül
 Süslü süslü koltuklar var iskeleti altın
 Bir güzel ki yaşayışı cennetteki halkın
 Kimi şarkı okuyor
 Kimi gergef dokuyor
 Kimi çelenk takıyor
 Kına kokuyor
 Ab-şar akıyor
 Biri dalmış bakıyor, o da ben
 
 Soğuk ta yok sıcak ta
 Uçar gibi ayakta, yürüyordum
 Ve köşkler görüyordum çevrede
 Saf şeffaf
 Aman ya Rabb ne tuhaf
 Aklımdan Belkıs geçti
 Gezdiği saray hiçti
 Binler kere yüzbinleri misli misli kar;
 Her bireri ayrı renkte yıldız var
 Bu ne güzel bir koku!
 Her şey var, yoktur “yok“u
 Geziniyor mü’minler
 Selamı yayıyor
 Göğüslerde yetmiş kokulu güller
 Sinelerde zahir olmuş görünmeyen gönüller
 Kullar mesrur, her taraf nur, her köşe şehr-i ayin
 Hurilerin terennümü köpüklerden mülayim
 
 İşte gelen bir dilber
 Üstünde tüller
 Yaklaştı durdu
 Hatırımı sordu
 Elinde kadeh var
 Sunuyor
 Hem içirdi hem içti
 Ne kadar gençti
 Ceylan gözlü derler ya
 Evet öyle
 Hem iri iri;
 Hem kuzguni;
 Hem meftuni
 Yürüdükçe inci mercan döküyor
 İliği gözüküyor
 Endam ekiyor
 Boyun büküyor
 Yürek söküyor
 Yürüdükçe etrafına, inci mercan döküyor
 Sanki düşmüş gökkuşağı kirpiğine takılmış
 Yanağında gamzeleri şu’le şu’le yakılmış
 Hele ki tebessümü;
 Unutturur ölümü
 Ağel takılmış zebercedden ışıldar
 Çevresinde pırlanta var, zümrütte var, elmas var
 Gönül ya bu; sevdalandı
 Aklım dolandı
 Arzum, sevgim koşuştu;
 Müşterekte buluştu
 Arzu ev’se, sevgi ona tavandır
 Sevgi yoksa, arzu zaten yavandır
 Dedim ona: - Düşte dahi sen gibisi yok idi
 Dedi bana : - Dünyadayken ibadetim çok idi
 Dedim ona : - Sizde vuslat var mıdır?
 Dedi bana : - Boş durması kar mıdır?
 Dedim ona : - Tutalım mı el ele?
 Dedi bana : - Cenneti bir gez hele.
 Dedi ve gitti
 Ordan seyirtti
 Hem ne kadar muazzam
 A’zam mı a’zam
 
 Dedim şimdi nideyim?
 Tefe’ülen birisine gideyim
 Bahçesinde yavaşça ilerledim
 Haşmetinden terledim
 Yaklaşınca merak ettim acep kimedir nasib?
 Kapısında yazıyordu;” Ya Hz.Cüleybib.”
 Altın kapı açılınca geriye
 Destur geldi “Giriniz” içeriye
 Merdivenler kırmızı tüylü halı
 Kim bilir ne pahalı?
 Duvarların yüzeyleri pür ışık
 Gözlerim kamaşık
 Ayaklarım dolaşık
 Yeşil ışık, kırmızı ışık lâmiâne birbirine karışık
 Pencereleri gümüş camları sırça;
 Bir ayet yazılı her yere bakınca
 “Mine’l mü’minîne ricâlün sadegû mâ âhedullahe aleyh
 Fe minhüm men gadâ nehbehû ve minhüm men yentezir
 Ve mâ bedelû tebdîlâ.”.
 Yükseltilmiş döşekler var, çevresi
 İncilerle müzeyyendi perdesi.
 Süslü süslü koltuklar;
 İhtişamlı tahtı var
 Hemen gittim Cüleyyib’in yanına;
 Huriler var taa girecek canına
 Gözlerini yalnız o’na hasretmiş;
 Sayıları, iki fazlası yetmiş
 Bir elinde kitap
 Hurilere hitap;
 Hikmet söz ediyordu;
 Allah diyordu
 O yüzünün ziyasını Güneş görse kıskanır
 Kamet görse kendisini üvey evlatmış sanır
 Bir elinde yetmiş kokulu güldü.
 Bana da güldü
 Dedim ona : - Ya Cüleybib, cennet ne kadar güzel!
 Dedi bana : - İhlas var ya; cennetten de güzeldir.
 Dedim ona : - Ya Cüleybib, bu köşk ne kadar güzel!
 Dedi bana : - Sohbet var ya; köşkten daha güzeldir.
 Dedim ona : - Hamza var ya, benden daha güzeldir
 Dedi bana : - Hamza nerde , hangi köşkte yaşıyor?
 Dedi bana : - Burda değil Afkan’da savaşıyor
 - Ne zaman gelir?
 - Allah bilir.
 - Canım ister ki görsün
 - Meydan da görüşürsün.
 Dedim ona : - Ammar nerde? Çok isterim göreyim
 Dedi ki : - Söyliyelim:
 - Annesi ve babasıyla nasıl karşılaştılar;
 - Geldiği gün sarıldılar hala ayrılmadılar
 Ne yüzünü gören oldu, ne de duyuldu sesi
 Cennetlerden tatlıcaymış ebeveynin sinesi
 - Öyle ise söyler misin İbn-i Erkam nerede?
 - Sohbet varmış “Gidiyorum” demişti şakirdlerde
 - Nerelerde bulunur?
 - Her sohbette bulunur, çayın şekeri olur
 - Ne zaman gelir?
 - Allah bilir
 - Ya Ebu Zerr?
 - Ha O mu; o hala yalnız gezer
 - Görmem nasıl olacak?
 - Meydanda bulunacak.
 - O’da gitti bir yere
 - Oralarda işi ne?
 - Acep şimdi yanda?
 - Görüşürsün meydanda
 - Meydan dediğin nedir?
 - Şu yoldan ötededir
 Bir meydan ki yemyeşil
 Nasıl anlatası dil
 Ortasında Ruhullahtan bir ağaç;
 Çevresinde yaprakları nur sirac
 Hafifte yamaç
 Bir ağaç ki nağmelerin ahengi;
 En güzel şarkı ne ki
 Bam teline geliyor sine deliyor
 Etrafını dolanmaya ne zaman ki başlanır;
 Devenin yavrusu olsa bitiremez yaşlanır
 Etrafında sahabeleri
 Musiki dinler
 Mest olur başlar
 Gezinir kuşlar
 Kim olsa yavaşlar
 Sen de yavaşla
 Huriler dolanır elinde bade
 Aklından geçene geçmiyor vade
 Sen şimdi yürürsün
 Gidince görürsün
 - Kimler vardı lütfen yine der misin ya Cüleybib?
 - Herkes orda hatta O’na Rabbi demiştir
 - Ne diyorsun!
 - Daha mı duruyorsun?
 - Selamün Aleyküm
 - Aleyküm Selam. Görüşürüz orda
 Huşu ile seyrederek her yeri
 İlerledim ileri
 Bir şehrah ki kenarları çiçeklerle müzeyyen
 Geçene selam diyen
 Ayağım çıplak
 Kadife toprak
 İnciden çakıl taşları
 Ne tümsek var ne yokuşlar
 Ağaçlardan birisiydi eğildi
 Elime bir nar geldi
 Yedime ilerledim
 Hafif güneşti
 Bir meltem esti
 Sarığım düştü
 Kuşlar gülüştü
 Kokuyordu buram buram zencefil
 Ne muazzam bir sebil
 Yürüdükçe gelincikler laleler
 Bana yüzünü döner
 Aynısıyla nilüfer
 
 Sağ cenaptan bir güvercin “gu” dedi
 Yaklaşınca “su”dedi
 Verdim içti hu” dedi
 İsteseydim su gelirdi, istediğim bu dedi
 O sıralarda bir zat gördüm nurani
 Sanki tanıdım hani
 Yolun sağında
 Ağacın yanında
 Fakat üzgün ve süzgün
 Ağaca yaslanmış
 Kirpikleri ıslanmış
 Dedim ; -Nedir kaygın?
 O yine suskun
 Hemi de yorgun
 Anladım ki bu nurani gönülden vurgun
 Ben sustum o sustu
 Sonra kendi konuştu
 Dedi : - Ne yana?
 - Gidiyorum meydana
 - İlk defa mı?
 - Evet
 - Ne mutlu sana
 - Sen de gel
 Yine sustu ; sonra konuştu
 - Bu kaçıncı buraya dek gelişim
 - Fakat gidemeyişim
 - Sayısını unuttum
 - Hevesimi hep yuttum
 - Cesaretim olamadı geldiğim yolu tuttum
 - “İçimden çok şeyler duyarım;
 - Çok heyecanlanırım
 - Fakat içimdeki bu heyecanları dile getirmeye muktedir değilim
 - Ben o nameden müteheyyicim ki;
 - Yoktur ihtimali terennümün
 - Ağlarım ağlatamam
 - Söylerim dinleyemem
 - Dili bağlı kalbimin. Bundan pek bizarım
 - Şehidim yok gömleğini hediyelik sarayım
 - Hizmetim yok hangi yüzle huzuruna varayım
 - Ben bir bahtı karayım
 - “Sine hahem şerha şerha ezfirak
 - Tabe güyem şerhi derdi iştiyak
 - Parça parça olmuş sine isterim
 - (isterim ki esas derdimi anlasın
 - Esas derdi dertli olan anlar
 - Şerha şerha sine isterim
 - İsterim ki anlasın
 - Ah Rabbim!
 -Ah Rabbim, küfür bir tekme vurdu,
 Senin adın üzerinde dalgalanan o bayrağı taa üç asır önce yıktı
 
 - Ah Rabbim!
 - Üç asırda beri köşede bucakta
 - Her yol kıvrımında sana küfürler savruldu
 - Seni temsil eden maarif çoktan Hak ile yeksan oldu, yerle bir edildi
 - Ah Rabbim! Biz sana Zahiren sahip çıkıyor gibi olduk;
 - ama sövüldüğün yerde ürpermedik
 - Hakaret edildiğin yerde kükremedik, ayaklanmadık
 - Verdiğimiz şeyleri, cimriler gibi sadece zekat ölçüsü içerisinde verdik şahlanamadık.
 - Küheylanlar gibi şahlanmadık”
 - Rabbim! Dedi ağladı
 - Sözü böyle bağladı
 - Çömeldi yere yine ağladı
 - Çok bekledim bitmedi
 - Eliyle “sen git” dedi
 - Söz dinlemem gerekti
 - Bu yolculuk benim için erek’ti
 - Başladım yürümeye
 - Muradımı görmeye
 - Kadife toprak
 - Ayağım çıplak
 - Bu yol ne kadar uzak
 - Bir kamçı kadar yeri Dünyaya bedel
 - Sümbül açmış iki cenah, hu çekiyor goncalar.
 - Ritm tutmuş sallanıyor beş yapraklı yoncalar
 - Uhuvveti var güneşle meltemin
 - Huzur veriyor, surur veriyor
 - Misk-i Amber kokuyor her yan
 - Acaba çok mu uzaktı meydan
 - İlerlerken ileri
 - Neler sezdim neleri
 - Bütün sahabeleri
 - Zübeyr’i görecektim. Huzeyfe’yi, Bilal’i
 - Asım Bin Hilal’i
 - Hanzala’yı, Talha’yı, Ebu Derda’yı
 - Sa’d Bin Ebi Vakkas’ı, İbn-i Abbas’ı
 - Muaz Bin Cebel’i
 - Abdurrahman Bin Avf’ı görecektim
 - Ve Kaab’ı, Mus’ab’ı
 - Selman-ı Farisin’i ve cümlesini. Radiyallahu Anhüm
 - Terennümle anmak bile yetiyor adlarını
 - Çok merak ediyorum Cafer’in kanatlarını
 
 Bir tahayyül geçiyor ki gözlerimin önünden;
 - Göz kapalı, seyretmesi gönülden
 - Ayni birlik, ayni dirlik
 - Mübarek beşibirlik
 - Ebu Bekir, Ömer, Osman, Ali’m
 - Aman Allah’ım aman! Aralarında ki kim!
 - O’na denmiş son resul
 - Ne güzelmiş nasibim;
 - Ki O’nu göreceğim;
 - Ve şöyle diyeceğim:
 - Elfü-elfi selatin ve elfü-elfi selamin aleyke Ya Resulallah
 - Anam babam sana feda olsun
 
 - Sen;
 - Gördüğüm şu cennetten
 - Başa konan devletten
 - Yığın yığın servetten
 - Kesrat ile hürmetten
 - İzzetten, lezzetten
 - Ve en güzel suretten, daha daha güzelsin Ya Resulallah!
 - Canım sana feda olsun
 
 - Sen;
 - Sine püryan şefkatten
 - İnsan üstü kuvvetten
 - Müjdeli son nefesten
 - Borcumu ödemekten
 - Arz’ı tutan melekten
 - Yanındaki semekten
 - “Oğlum oldu” demekten, daha güzelsin Ya Resulallah
 - Ciğer parelerim sana feda olsun
 
 - Sen;
 - Kardeşiniz Yusuf’tan
 - Kucak dolu yakuttan,
 - Memleketim Bayburt’tan
 - Mağripten, maşrikten
 - İçi dolu beşikten
 - Ağladığı geceden
 - “Mama” deyu heceden
 - Daha daha niceden, daha daha güzelsin Ya Resulallah!
 - Gelecek zürriyyetim sana feda olsun.
 - Diyeceğim
 - Evet öyle diyeceğim
 - Ne kaldı ki işte şurda görüşeceğim
 - O sırada önüm gözüm biraz aklaştı
 - Anladım ki yaklaştım
 - Biraz sonra gelecekti o meydan
 - Ne müthiş bir heyecan!
 - Zemin henüz gözükmemişti ama;
 - Üzerindeki sema;
 - Tasviri gayri kabil
 - Fakat yine bu cahil
 - Birkaç söz ediversin
 - Atmosfer tamamen nur
 - Büyük mü büyük
 - Nur dolu höyük sanki
 - Oralarda solunum nur mu olsa gerektir? Akıl etmeyecektir?
 - Ne talihli bir kulum
 - Var mıyım yok muyum düşünüyorum
 - Melekler semada sema ediyor
 - Halka halka dönüyor
 - Ne kallavi halkalar
 - Yan yana, dizi dizi ve saf saf
 - Sevgileri tavaf
 - Pırıl pırıl parlıyor,sevinç yıldızı gibi
 - Demek ki şimdi onlar, görüyorlar
 - Üstlerinde bir taç var
 - Meleklerin üstünde
 - Ve semanın üstünde
 - Nur üstünde nur
 - Direksiz bir sur sanki
 - Bu gördüğüm bir ayet
 - Okuyordum nihayet
 - Geçtiğim yerleri unuttum
 - Ceylan gözlü hurileri unuttum
 - Cennetleri unuttum
 - Fakat;
 - Unutamadığım bir şey var
 - Nedir içindeki bu nükte
 - Sevincin büyüklükde
 - Neden baştan beri hep bu yarı sevinç?
 - Alımızdan çıkmadı ki hiç
 - Niçin üzülüyordum?
 - Sorumun cevabını ben biliyorum
 - Her sözünü hatırladım heyhat!
 - Ne demişti O nurani zat?
 - “Parça parça olmuş sine isterim.
 - İsterim ki esas derdimi anlasın
 - Ah Rabbim! Ayaklanamadık
 - Küheylanlar gibi şahlanamadık
 - Hizmetim yok hangi yüzle o huzura varayım
 - Demişti
 - Evet öyle demişti
 - Peki, ya ben? Ya ben ne yapmıştım ki?
 - Ve şimdi ne yapıyordum?
 - Birden durdum
 - Vuruldum sanki
 - Ne kadar akılsızmışım
 - Parmaklarım ağzımda;
 - Çoktandır böyle ağlamamıştım
 - Ne yapayım şimdi?
 - Karşımda cennetin en güzel yeri
 - Nasıl döneyim geri
 - Nasıl döneyim
 - Bırakıp peygamberlerti;
 - “Ama yol bu. Erkan bu.”
 - Eli boş gidilmez ki,
 - Yakıştıramam kendime
 - O kadar da yüzsüz değilim hani
 - Ah beni gidi beni
 - Ah beni gidi beni
 - Ne yapsınlar seni
 - Boyunduruk seni
 - Düşmanlar içerde
 - Düşmesinler derde
 - Yiğitler seferde
 Sen şimdi nerde?
 -“Aç gözümü Allah’ım
 - Aç gözlerimizi Allah’ım
 - Görelim hakikati
 - Şeytan çarptığı zaman hemen aklımızı başımıza alalım
 - Yoo diyelim
 - Olamaz bu iş böyle
 - Bizim yerimiz cephedir ve mevzidir.”
 - Anladım dönmelidir
 - Daha durmakta nedir
 - Ve döndüm.
 - Başladım seyirtmeye
 - Attan hızlı gitmeye
 - Hızlı hızlı büyük büyük adımlar atıyordum
 - Yetişeyim diyordum
 - Gitmemişse o zata
 - Geldim ki ağaç yalnız, yok yerinde bir nişan
 - Ve dönmüş gidiyordu, kırık dökük perişan
 - Arkasından seyirttim
 - Yanı başına gittim
 - Eteğini tuttum
 - Gittiği yolu tuttum
 __________________
 
 
 
 |