Tekil Mesaj gösterimi
Alt 15. August 2009, 01:39 PM   #2
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

MEAL:
RAHMAN RAHÎM ALLAH ADINA
1- 4 – Hamd [tüm övgüler], katından şiddetli azaba karşı uyarmak, salihatı işleyen müminlere, şüphesiz kendileri için, içinde sürekli kalıcılar olarak güzel bir mükafat bulunduğunu müjdelemek ve “Allah çocuk edindi” diyenleri uyarmak için, kuluna, gözetici olarak, kendisi için hiçbir pürüz kılmadığı Kitap’ı indiren Allah içindir.
5 – Kendilerinin ve atalarının buna [Allah’ın çocuk edinmişliğine] dair hiçbir bilgileri yoktur. Ağızlarından çıkan söz ne kadar büyük! Onlar, sadece yalan söylüyorlar.
6- Sonra da sen onlar bu söze [Kur’an’a] inanmazlarsa, bıraktıkları eserlerden [yaptıklarından dolayı], üzüntüden neredeyse kendini harap edeceksin!
7- Şüphesiz Biz yeryüzündeki, ona süs olan şeyleri onların hangisinin daha güzel amel edeceğini sınamamız için yaptık.
8 – Ve şüphesiz Biz, yeryüzünde olanları kupkuru bir toprak kılacağız.
32 – Ve onlara, iki adamı örnek ver: Biz bunlardan birine her türlü üzümlerden iki bağ kıldık ve ikisinin [iki bağın] etrafını hurmalarla donattık. Aralarında da bir ekinlik kıldık.
33- Her iki bahçe de, hiçbir şeyi eksik bırakmaksızın, ürünlerini verdiler. Aralarında da ırmak yardık/ akıttık.
34 – Bu kişi [iki bağın sahibi] için ayrıca başka gelir de vardı. Bundan dolayı bu adam arkadaşına konuşarak: “Ben, malca senden daha çok, insan sayısı bakımından da senden daha güçlüyüm” dedi.
35, 36 – Ve bu adam, kendine zulmederek bağına girdi: “Ben, bunun hiç yok olacağını sanmıyorum. Ben Saat’in kopacağını da zannetmiyorum. Velev ki Rabbime geri götürüldüm, kesinlikle orada bundan daha iyi bir sonuç bulurum” dedi.
37- 41 – Arkadaşı konuşarak ona “Seni topraktan, sonra bir damla sudan yaratan, daha sonra da seni olgun insan haline getireni mi inkar ediyorsun? Fakat ben; O, benim Rabbim Allah’tır. Ve ben Rabbime kimseyi ortak koşmam. Kendi bağına girdiğin zaman: “Maşallah, la kuvvete illa billâh [Allah ne isterse o olur. Allah’tan başka hiçbir güç yoktur]” deseydin ya! Sen her ne kadar beni, malca ve evlatça kendinden az görüyorsan da, belki Rabbim, bana, senin bağından daha hayırlısını verir. Seninkinin üstüne de gökten felaketler gönderir de o [senin bağ], kaygan bir toprak haline geliverir. Yahut bağının suyu yerin dibine çekilir de bir daha onu aramaya güç yetiremezsin” dedi.
42, 43 – Ve o, serveti ile kuşatma altına alındı [bitirildi]. Bunun üzerine onda [bağında] yaptığı harcamalara karşı ellerini ovuşturmaya başladı. O [Bahçe], çardakları üzerine yıkılmış kalmıştı, O da “Ah n’olaydım! Rabbime hiçbir şeyi ortak koşmasaydım” diyordu. O kişi için Allah’ın astlarından yardım edecek bir topluluk olmadı. Ve kendisi de öç alacak biri değildi.
44 - İşte burada velayet/vilayet [egemenlik/ yardımcılık, koruyuculuk, yol göstericilik] ancak Hakk olan Allah’a aittir. O, ödüllendirme bakımından en iyi ve kovuşturma yönünden de en iyi olandır.
45 - Ve sen onlara basit hayatın misalini ver: O [basit hayat], gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, bu su sebebiyle yeryüzünün bitkileri birbirine karışmış sonra da rüzgârın savurup durduğu bir çöp kırıntısı oluvermiştir. Ve Allah her şeye muktedirdir.
46 - Mal ve oğullar, basit hayatın süsüdür. Bakî [kalıcı] salihat ise, Rabbinin katında, sevapça daha hayırlıdır, ümit bağlama yönünden de daha hayırlıdır.
47 – Ve Bizim dağları yürüttüğümüz gün; ve sen yer yüzünü çırılçıplak/dümdüz göreceksin. Ve Biz onları bir araya topladık. Böylece onlardan hiçbir kimseyi bırakmadık.
48 – Ve onlar, saf halinde Rabbine yayılmışlardır: “Şüphesiz sizi ilk önce yarattığımız gibi Bize geldiniz. Aslında siz, sizin için buluşma zamanı kılmayacağımıza batılca inanıyordunuz.”
49 – Ve Kitap [amel defteri] konulmuştur. Suçluların ondan korktuğunu göreceksin. Ve “Eyvah bize! Bu nasıl kitapmış ki, büyük küçük hiçbir şey bırakmadan hepsini saymış” derler. Ve onlar, yaptıklarını hazır bulurlar. Ve senin Rabbin hiç kimseye zulmetmez.
27 – Ve sen Rabbinin kitabından sana vahyolunanı oku/izle! Onun [Rabbinin] sözlerini değiştirecek kimse yoktur. Ve sen O'nun astlarından bir sığınak bulamazsın.
28 – Ve kendini, sabah- akşam [sürekli] Rablerinin rızasını isteyerek O’na [Rablerine] yalvaran kişiler ile beraber sabırlı kıl. Basit hayatın süsünü isteyerek onlardan gözlerini de ayırma. Ve de kalbini, Bizim zikrimizden gafil kıldığımız, hevasına uymuş ve de işi aşırılık olan kimseye uyma.
29- Ve de ki: “O hak [gerçek], Rabbinizdendir. O nedenle dileyen iman etsin, dileyen inkâr etsin.” Şüphesiz Biz zalimler için duvarları, çepeçevre onları içine almış bir ateş hazırladık. Ve eğer yağmur yağsın isterseler, erimiş maden gibi yüzleri haşlayan bir su yağdırılır. O ne kötü bir içecektir! Dayanma/sığınma yeri olarak da ne kadar kötüdür!
30 – Şüphesiz İman eden ve salihatı işleyenler; şüphe yok ki Biz, işi güzel yapanların karşılığını zayi etmeyiz.
31 - İşte onlar, altlarından ırmaklar akan Adn cennetleri kendilerinin olanlardır. Onlar orada koltuklarına yaslanmış olarak altından bileziklerle süslenecekler, ince ve kalın ipekliden yeşil elbiseler giyecekler. O ne güzel karşılıktır! Ve ne güzel kalma yeri!
9 - Yoksa sen, Kehf [Büyük Mağara] ve Rakim [Yazıt] Ashabı’nın şaşılacak ayetlerimizden olduklarını mı sandın?
10 - O yiğitler, Kehf’e [Büyük Mağara’ya] sığınınca: “Rabbimiz! Bize katından bir rahmet ver ve bizim için şu işimizden akıl gelişmişliği hazırla” dediler.
11 - Bunun üzerine Biz, onların kulakları üzerine o büyük mağarada nice yıllar vurduk.
12 - Sonra da iki gurubun hangisinin, onların bekledikleri süreyi daha iyi hesapladığını bilelim diye onları [Rakim / Yazıt Ashabı’nı] gönderdik.
13, 16 - Biz sana onların [Kehf ve Rakim Ashablarının] önemli haberlerini gerçek olarak kıssalaştıracağız. Şüphesiz onlar, Rablerine iman etmiş birkaç genç yiğitler idi. Biz de onlara kılavuzluğu arttırdık: “Mademki siz, onlardan ve Allah'tan başka taptıkları şeylerden ayrıldınız, o halde o büyük mağaraya sığının ki, Rabbiniz size rahmetinden yayıversin ve işinizden size rast getirip faydalı olanı hazırlasın.”
14, 15 – Ve Biz onlar ayaklanıp da: “Bizim Rabbimiz, göklerin ve yerin Rabbidir. Biz, O’nun astlarına ilâh olarak yalvarmayız, yoksa kesinlikle saçma sapan konuşmuş oluruz. Şunlar, Allah’ın astlarından ilâhlar edinen bizim kavmimizdir. Onlara dair açık bir delil getirselerdi ya! Allah’a karşı yalan uydurandan daha zalim kim olabilir?” dediklerinde onların kalplerini sağlamlaştırdık.
17- Ve sen, doğduğu zaman, güneşi, onların o büyük mağaralarından sağ yana yöneldiğini, battığı zaman da onları sol yandan keser-geçer göreceksin. Kendileri de ondan geniş bir boşluktadırlar. Bu, Allah’ın ayetlerindendir. Allah kime kılavuzluk ettiyse artık o, doğruyu bulmuştur. Allah kimi şaşırttıysa da, artık sen ona yol gösteren bir Yakın Kimseyi asla bulamazsın.”
18 – Ve sen onları [Ashab-ı Rakim’i] görseydin uyanık sanırdın. Hâlbuki onlar uykudadırlar. Ve Biz onları sağ yana ve sol yana çeviririz. Köpekleri de girişte ön ayaklarını ileri doğru uzatmıştı. Eğer sen onlara muttali olsaydın, kesinlikle, kaçarak onlardan uzaklaşırdın ve onlardan, ürpertiyle dolardın.
19, 20 – Ve böylece kendi aralarında soruşsunlar diye onları [yazıt ashabını] gönderdik. Onlardan bir sözcü: "Ne kadar durup kaldınız?" dedi. Onlar [diğerleri]: “Bir gün ya da günün bir parçası kadar kaldık" dediler. Onlar [Yazıt ashabından diğerleri]: “Ne kadar durduğunuzu, Rabbiniz daha iyi bilir. Şimdi siz birinizi, bu varakınızla [gümüş paranızla] medineye [şehre] gönderin de baksın, hangi yiyecek daha temiz ise, ondan size yiyecek getirsin. Ve çok nazik davransın ve sizi kimseye sezdirmesin. Şüphesiz onlar [şehir halkı], sizin üzerinize galip gelirlerse sizi taşlayarak öldürürler veya sizi kendi milletlerine döndürürler. O zaman da siz, ebedi olarak, asla kurtuluşa eremezsiniz.”
21 – Böylece, Allah’ın vaadinin hak olduğunu ve kıyamet gününde hiç şüphe olmadığını bilmeleri için, onlar üzerine haberdar kıldık. Hani onlar aralarında işlerini tartışıyorlardı. Dediler ki: “Üstlerine bir duvar [basit bina] yapın. Rableri, onları daha iyi bilir.” Onların işleri üzerine galip olanlar: "Üzerlerine kesinlikle bir mescit yapacağız” dediler.
22- 25 – “Onlar, üç kişidir, dördüncüleri köpekleridir” diyecekler, “Onlar, gaybi taşlamak olarak, beş kişidir, altıncıları köpekleridir" diyecekler, “Onlar, yedi kişidir; sekizincisi köpekleridir”, ve onlar, “Onlar, onların o büyük mağaralarında üçyüz yıl kaldılar” derler. Ve dokuza arttırdılar. De ki: “Onların sayılarını Rabbim daha iyi bilir.” Onları ancak pek az kimse bilir. Bu sebeple onlar hakkında zahir olan şeyden başkası ile bir münakaşaya girişme ve bunlar hakkında onlardan kimseye de bir şey sorma! Ve hiçbir şey için, “Allah'ın dilemesi dışında, şüphesiz ben yarın onu yapacağım” deme. Ve terk ettiğin vakit Allah'ı an ve “Umarım Rabbim beni, doğruya bundan daha yakın olana eriştirir” de!
26 - De ki: “Allah, onların ne kadar kaldıklarını en iyi bilendir.” Göklerin ve yerin gaybı yalnızca O’nun içindir. O, ne güzel görür, O ne güzel işitir! Onlar için, O'nun astlarından bir veli [yardım eden, yol gösteren, koruyan bir yakın kişi] yoktur. O [Allah], kendi hükümranlığına kimseyi ortak etmez.
50- Ve hani Biz meleklere, “Âdem’e secde edin” demiştik de İblis dışında hepsi secde etmişti. İblis, cinlerdendi. Sonra da kendi Rabbinin emrine ters düştü. Şimdi siz, Benim astlarımdan onu ve onun soyunu veliler [yol gösteren, yardım edenler] mi ediniyorsunuz? Hem de onlar sizin düşmanınızken. Zalimler için ne kötü bir değiştirmedir bu!
51 - Ben, onları, göklerin ve yeryüzünün yaratılışına ve kendilerinin yaratılışına şahit tutmadım ve Ben hiçbir zaman saptıranları yardımcı edinmiş değilim.
52 - Ve o gün O [Allah]: “Yanlış olarak inandığınız Benim ortaklarımı hadi çağırın” der. Sonra onlar da onları çağırdılar da onlar kendilerine cevap vermediler. Ve Biz, onların arasına ateşten bir engel kılmışızdır.
53 – Ve günahkârlar ateşi görmüşler de artık kendilerinin ona düşeceklerine kani olmuşlardır. Ondan kaçıp sığınacak bir yer de bulamadılar.
54 – Ve şüphesiz Biz, bu Kur'an'da insanlar için her örnekten evirdik çevirdik [geniş geniş açıkladık]. İnsan ise, tartışma yönünden her şeyden daha çok olandır.
55 – Ve kendilerine doğru yol [kitap, elçi] geldiği zaman insanların iman etmelerine ve Rabblerinden günahlarının bağışlanmasını istemelerine sadece “evvelkilerin sünnetlerinin kendilerine gelmesi ya da önlerine azabın gelmesi” engel oldu.
56 – Ve Biz, elçileri ancak müjdeciler ve uyarıcılar olarak göndeririz. Küfretmiş olan kişiler de hakkı, batılla iptal etmek [ortadan kaldırmak] için mücadele ediyorlar. Ve onlar, âyetlerimizi ve korkutuldukları şeyleri alaya aldılar.
57 – Ve Rabbinin âyetleriyle öğüt verilip/ hatırlatma yapılıp da onlardan mesafelenen ve iki elinin önden gönderdiklerini unutan/ terk eden [dikkate almayan] kimseden daha zalim kim olabilir? Şüphesiz Biz onların kalpleri üzerine, onu [Kur'ân'ı] iyice anlamalarına engel perdeler, kulaklarına da ağırlık kıldık. Sen onları doğru yola çağırsan da, onlar bu durumda asla hidayete ermezler.
58 - Bununla beraber senin rahmet sahibi Rabbin çok bağışlayıcıdır. Eğer O [Senin rahmet sahibi Rabbin], işledikleri günahlar yüzünden onları hemen yakalayacak olsaydı, onlara azabı kesinlikle acele verirdi. Aksine onlara vaat edilen bir zaman vardır. Onlar, O’nun astlarından bir sığınak asla bulamazlar.
59 – Ve işte, zulmettikleri zaman helak ettiğimiz kentler! Biz onların helâkleri için de belirli bir zaman kılmıştık [tayin etmiştik].
  • Ve bir vakit Musa, delikanlısına: “Ben iki denizin toplandığı [iki bilgin kişinin toplandığı] yere varıncaya kadar durmayacağım yahut senelerce gideceğim” demişti.
  • Bunun üzerine “iki denizin toplandığı [iki bilgin kişinin toplandığı] yer”e vardıklarında ikisi de hutlarını unuttu/ terk etti. O zaman o [hut], denizde, yolunu çekip gitmek edindi.
  • Bu şekilde geçtikleri zaman o [Musa], delikanlısına: "Getir kuşluk yemeğimizi; gerçekten biz bu yolculuğumuzda yorulduk" dedi.
63- O [Delikanlı]: "Gördün mü? O Kaya’ya sığındığımız vakit doğrusu ben hutu unuttum/ terk ettim; ve onu anmamı muhakkak şeytan unutturdu/ terk ettirdi. O [Hut], şaşılacak bir şekilde denizde yolunu edindi" dedi.
64- O [Musa], "İşte bu, aradığımızdı!" dedi. Hemen izlerini takip ederek gerisin geri döndüler.
65- Derken kullarımızdan bir kul buldular ki, Biz ona katımızdan bir rahmet vermiş ve tarafımızdan bir ilim öğretmiştik.
66- Musa ona: "Doğru yol konusundaki sana öğretilenden bana da öğretmen için sana tabi olabilir miyim?" dedi.
67, 68- O [Âlim kul]: “Şüphesiz sen benimle beraber sabra takat yetiremezsin. Ve kavrayamadığın bilgiye nasıl sabredeceksin!” dedi.
69- O [Musa]: “İnşallah beni sabırlı bulacaksın ve senin hiçbir işine karşı gelmem” dedi.
70- O [Âlim kul]: “O halde eğer bana uyacaksan, bana hiçbir şey hakkında soru sorma, ta ki ben sana öğüt olarak ondan söz açıncaya kadar.”
71- Bunun üzerine ikisi [Bilgin kul ile Musa] yürüdüler; nihayet gemiye bindiklerinde o [Âlim kul] gemiyi yırttı; parçaladı. O [Musa]: “İçindekileri boğman için mi onu yırttın; parçaladın? Kesinlikle sen, şaşılacak bir şey yaptın!” dedi.
72- O [Âlim kul]: “Ben, ‘Şüphesiz sen benimle beraber olmaya sabredemezsin?’ demedim mi?” dedi.
73- O [Musa]: “Unuttuğum şeyle beni cezalandırma ve işimden dolayı bana güçlük çıkarma!” dedi.
74- Yine gittiler. Nihayet bir delikanlıya rast geldiler; O [Âlim kul] onu öldürüverdi. O [Musa]: “Bir nefis karşılığı olmaksızın tertemiz bir nefsi mi öldürdün? Kesinlikle çok anlaşılmaz bir şey yaptın!” dedi.
75- O [Âlim kul]: “Ben sana ‘Kesinlikle sen benimle birlikte asla sabredemezsin’ demedim mi?” dedi.
76- O [Musa]: “Eğer bundan sonra sana bir şey sorarsam, artık benimle arkadaşlık etme! Kesinlikle tarafımdan özre erdin [kovarsan darılmam].” dedi.
77- Bunun üzerine yine gittiler. Nihayet bir köy halkına varınca onlardan yemek istediler. Bunun üzerine onlar da, kendilerini misafir etmekten kaçındılar. Derken orada yıkılmak üzere olan bir duvar buldular. O [Âlim kul], onu doğrultuverdi. O [Musa]: “İsteseydin bunun karşılığında mutlaka bir ücret alırdın” dedi.
78- 82- O [Âlim kul]: “İşte bu, seninle benim aramızın ayrılmasıdır. Şimdi sana o, üzerine sabra takat getirmediğin şeylerin tevilini haber vereyim:
“Gemi olayına gelince; o, denizde çalışan birtakım miskinlerindi. İşte o nedenle ben onu kusurlu hale getirmek istedim. Ötelerinde de bütün gemileri gasp edip alan bir kral vardı.
Delikanlıya da gelince; onun anne-babası mümin kimselerdi. İşte o nedenle biz, onun, o ikisini azdırmasından ve inkâra sürüklemesinden korktuk. Sonra da ‘Rableri onun yerine kendilerine temizlikçe daha hayırlı ve merhamet bakımından daha yakınını versin’ istedik.
Duvara da gelince; o, şehirde iki yetim oğlanındı ve onun altında onlar için bir define vardı. Babaları da iyi bir zat idi. İşte onun için, -Rabbinden bir rahmet olmak üzere- Rabbin onların erginlik çağına ermelerini, definelerini çıkarmalarını diledi. Ve ben onu [duvar doğrultma işini] kendi görüşümle yapmadım. İşte senin, üzerine sabra takat getiremediğin şeylerin te’vili!”
83 - Ve sana Zülkarneyn'den soruyorlar. De ki: Size ondan, bir hatırlatma/ öğüt okuyacağım:
84 – “Şüphesiz Biz onun [Zülkarneyn] için yeryüzünde iktidar sağladık ve ona her şeyden bir sebep verdik.
85 – Sonra o, bir sebebe tabi oldu.
86 - Nihayet o, güneşin battığı yere vardığı zaman, onu [güneşi], kara bir balçıkta batıyor buldu. Bir de bunun yanında bir kavim buldu. Biz dedik ki: “Ey Zülkarneyn! Onları ya cezalandırırsın veya onların hakkında iyi, güzel davranırsın.”
87, 88 - O dedi ki: “Kim zalimlik ederse muhakkak ona azap edeceğiz; Sonra Rabbine geri döndürülecek, sonra O da onu görülmemiş bir azapla azaplandırır. Amma her kim de iman eder ve salihi işlerse artık buna da en güzel karşılık vardır. Ve Biz onun için emrimizden kolay olanı söyleyeceğiz.”
89 - Sonra o [Zülkarneyn], bir sebebe uydu.
90- Nihayet, güneşin doğduğu yere vardı. Onu [güneşi] bir toplum üzerine doğuyor buldu. Öyle ki Biz onlar için, onun [güneşin] astından bir siper kılmıştık.
91 - İşte böyle! Ve Biz onun yanında olan şeyleri ilimce kuşatmıştık.
92 - Sonra o [Zülkarneyn], bir sebebe uydu.
93 - Nihayet iki sed arasına ulaştığında iki kavmin astlarından, hemen hemen hiç söz anlamayan bir kavim buldu.
94 – Onlar [söz anlamaz kavim] dediler ki: "Ey Zülkarneyn! Şüphesiz Ye'cuc ve Me'cuc bu topraklarda bozgunculardır. Onun için, bizimle onlar arasında bir sed kılman üzere [şartıyla] sana bir vergi versek olur mu?"
95 – O [Zülkarneyn] dedi ki: “Rabbimin beni içinde bulundurduğu imkânlar daha hayırlıdır. Haydin siz bana kuvvetle yardım edin de sizinle onların arasında çok sağlam bir sed kılayım.
96- Bana, demir kütleleri getirin / ince zekânızla hazırladığınız teklif metinlerini bana getirin.” Nihayet iki tepe /hedef eşitleştiği zaman: “Üfürün!” dedi. Nihayet onu [demiri] bir ateş haline getirince, ‘getirin bana üzerine su boşaltayım’ dedi.
97 - Artık onlar [o söz anlamaz kavim], onu [sağlamca yapılan sözleşmeyi] aşmaya güç yetiremediler, onu delmeye de güç yetiremediler.
98 – O [Zülkarneyn] dedi ki: “Bu [sağlamca yapılan sözleşme] Rabbimden bir rahmettir. Artık Rabbimin vaadi geldiği vakit de onu dümdüz yapacaktır. Rabbimin vaadi de haktır.”
99- Ve Biz, o gün [kıyamet günü] onları [şirk koşan kimseleri] dalgalar halinde birbirlerine girer halde bırakıvermişizdir. Sûr’a da üfürülmüştür. Böylece onların [şirk koşan kimselerin] hepsini bir araya toplayıvermişizdir.
100, 101 - Ve Biz, cehennemi o gün, Beni hatırlatan ayetlerimden gözleri bir örtü içinde olan ve dinlemeye [vahye kulak vermeye] güçleri olmayan kafirler için genişlettikçe genişlettik.
102 – Peki o kâfirler, Benim astlarımdan bir takım veliler edineceklerini mi sandılar? Şüphesiz Biz cehennemi o kâfirlere bir konukluk olarak hazırladık.
103 - De ki: “Ameller bakımından en çok zarara uğrayanları haber verelim mi?
104 – Onlar, kendileri sanat/sanayi olarak, güzellik ürettiklerini sanırken basit hayatta çalışmaları da boşa gitmiş olan kimselerdir.”
105- İşte onlar, Rabblerinin ayetlerini ve O’na ulaşmayı inkâr etmiş kimselerdi de bu yüzden yaptıkları bütün amelleri boşa gitti. Artık kıyamet günü onlar için hiçbir ölçü tutturmayız [hiç bir değer vermeyiz].
106 – İşte, inkâr etmeleri, Benim ayetlerimi ve elçilerimi alaya almaları sebebiyle, onların cezaları cehennemdir.
107, 108- Şüphesiz şu iman etmiş ve salihatı işlemiş kimseler; içlerinde sürekli kalmak üzere Firdevs bahçeleri onlar için ikram olunmuştur. Onlar, oradan hiç ayrılmak istemezler.
109- “De ki: Rabbimin sözleri için deniz mürekkep olsa Rabbimin sözleri bitmeden önce deniz tükenirdi hatta bir o kadarını daha getirsek bile.”
110 - De ki: “Ben ancak sizin gibi bir beşerim. Bana ilâhınızın ancak bir ilâh olduğu vahyolunuyor. Onun için her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa salih ameli işlesin ve Rabbine kullukta, hiç kimseyi ortak etmesin.”
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla