Site Yöneticisi
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
|
Ata'nın rivayetine göre İbn Abbas, "Bu ayet Velid b. Muğîre hakkında nazil olmuştur" derken, Kelbi ve Mukatil, bu ayetin İbnu'l-Esed b. Kelde b. Useyd hakkında nazil olduğunu söylemişlerdir. Zira bu kimse Hz. Peygamber (s.a.s)'e vurmuş, Cenâb-ı Hak da bu kimsenin cezasını hemen vermemiş ve bu ayetini indirmiştir. (Razi; el Mefatihu’l Gayb)
Ayetteki “Rabbine karşı seni aldatan şey nedir?” sorusunun tek cevabı vardır. O da, bu tür insanların ahmaklığı, cahilliği ve aptallığıdır. Zira ahiretin ebedi hayatı karşısında bu dünyadaki geçici zevkleri tercih ederek yanlış bir hayat yaşamanın kabul edilebilir hiçbir mazereti yoktur.
Ey insanlar! Hiç şüphesiz, Allah’ın vaadi gerçektir. Onun için bu basit yaşam sizi aldatmasın. Ve sakın o aldatıcı, sizi, Allah ile aldatmasın. (Fatır/5)
Ve O, göklerdeki ve yerdeki Allah’tır. O, gizlinizi ve açığınızı bilir. Kazandığınız şeyleri de bilir. (En’am/3)
Ve hani Allah size iki taifeden birinin kesinlikle sizin olacağını vaat ediyordu. Siz ise şanı ve şerefi olmayanı istiyordunuz. Hâlbuki Allah, kelimeleriyle hakkı yerine oturtmak ve suçluların hoşuna gitmese de gerçeği ortaya çıkarmak ve batılı yok emek için kâfirlerin arkasını kesmek istiyordu. (Enfal/7, 8)
Ve beğenmediklerini Allah için kılarlar. Ve dilleri, en güzelin kendilerine ait olduğunu, yalan yere söyler durur. Hiç şüphesiz onlar için ancak ateş vardır ve onlar, önden itileceklerdir. (Nahl/62)
“O halde içinde sürekli kalanlar olarak cehennemin kapılarına girin!” denir. İşte, büyüklük taslayanların yeri ne kötüdür! (Nahl/29)
Ad ve Semûd’u da [kavimlerini de helak ettik]. Bu [Onların helaki], onların meskenlerinden [yurtlarından] size kesinlikle besbelli olmuştur. Ve şeytan onlara kendiişlerini süsledi de onları yoldan alıkoydu. Hâlbuki onlar görüp anlayan kimselerdi. (Ankebut/38)
Kur’an’a baktığımızda, Allah’ın rahmeti gereği mühlet vermesini, Allah’ın rahmeti gereği mühlet vermesini, değerlendirmeyip, aksine buna aldananların varlığını görmekteyiz. Hâlbuki Rabbimiz mühlet vermesine rağmen, aşağıda A’raf suresinden yapılan alıntıda görüleceği gibi tedricen azabı yaklaştırmaktadır.
Ve Bizi, ayetleri [mucizeleri] göndermekten ancak öncekilerin onları yalanlamış olmaları alıkoydu. Ve Semud’a, açık, gözle görülebilir biçimde o dişi deveyi vermiştik de onun sebep olmasıyla zulmetmişlerdi. Ve Biz, o mucizeleri ancak korkutmak için göndeririz. (İsra/59)
Ve insanlara yol gösterme gelince, kendilerinin iman etmelerine, sadece “Allah bir beşeri mi elçi gönderdi?” demeleri engel olur. (İsra/94)
Ve kendilerine doğru yol [kitap, elçi] geldiği zaman insanların iman etmelerine ve Rabblerinden günahlarının bağışlanmasını istemelerine sadece “evvelkilerin sünnetlerinin kendilerine gelmesi ya da önlerine azabın gelmesi” engel oldu. (Kehf/55)
O halde Bana bırak bu sözü [ilâhî mesajı] yalanlayanları! Biz onları bilmedikleri yerden yakalayacağız. Ve Ben, onların iplerini uzatırım [süre tanır, mühlet veririm], çünkü benim fendim/tuzağım zordur/sağlamdır. (Kalem/44, 45)
Bazı insanlar Allah’ın rahmeti gereği mühlet vermesini değerlendirememiş, dünya hayatının nimet ve şaşaasına aldanıp şımarmışlar ve fırsatı heba etmişlerdir. A’raf suresindeki şu ayetler Rabbimizin insana mühlet vermesinin nedenini açıklamaktadır:
Ve ayetlerimizi yalanlayanları, bilemeyecekleri yönden derece derece [yavaş yavaş] helâke yaklaştıracağız.
Ben onlara mühlet de veririm. Muhakkak ki Benim planım pek çetindir. (A’raf/182, 183)
Bu ayetlerde de görüldüğü gibi, Allah’ın ayetlerini yalanlayanlar, kendileri farkına varamayacak şekilde yavaş yavaş helâke sürüklenmektedirler. Bu yalanlayıcılar günah işledikleri zaman hemen cezalandırılmazlar; çünkü Allah onlara mühlet vermiştir. Buna karşılık, hemen cezalandırılmamaları sebebiyle şımarırlar ve içinde bulundukları durumun aslında kendileri için bir tuzak olduğunu fark etmezler. Öyle bir tuzak ki, hemen cezalandırılmadıklarını gördükleri için tutkularının peşinde koşmaya başlarlar, Allah’ı hiç düşünmez olurlar, hesap vereceklerini unuturlar ve bulundukları ortamı terk edemez olurlar. Bu hallerinden dolayı da, hiç farkına varmadan yaptıkları işlerin tutsağı olarak kendi kötü sonlarını hazırlamış olurlar. İşte, Allah’ın plânı, tuzağı budur. Üstelik bu plân, içine düşen kişinin helâke sürüklendiğini anlayamaması sebebiyle çok da çetindir.
Yalanlayıcılara hazırlanmış olan bu plân, En’am suresinde de dile getirilmiştir:
Derken kendilerine hatırlatılanı unuttuklarında, onların üzerlerine her şeyin kapılarını açtık. Öyle ki, kendilerine verilen şeylerle sevince kapılıp şımarınca, onları apansız yakalayıverdik. Artık onlar umutları suya düşenler oldular.
Böylece zulmeden topluluğun kökü kesildi. Ve hamd, âlemlerin Rabbi olan Allah’adır.
De ki: “Gördünüz mü / düşündünüz mü hiç; eğer Allah sizin işitmenizi ve görmenizi alır ve kalplerinizi mühürlerse, onları size Allah’tan başka getirebilecek ilâh kimdir?” Bak, Biz ayetleri nasıl açıklıyoruz da onlar [yine] sırt çevirip engelliyorlar?
De ki: “Ne dersiniz, Allah’ın azabı size ansızın veya açıkça gelirse, zalimler kavminden başkası mı helâk olur?”
Biz elçileri ancak rahmetimizin müjdecileri ve azabımızın habercileri olmak üzere göndeririz. Artık kim iman eder ve düzeltirse, onlara hiç korku yoktur. Onlar mahzun olmayacaklar da.
Ve ayetlerimizi yalanlayanlara, yapmakta oldukları fasıklıklar yüzünden azap dokunacaktır. (En’am/44–49)
Konumuz olan ayetlerdeki “seni yaratan sonra da sana bir düzen içinde biçim veren, sonra da seni dengeleyen, dilediği bir surette seni tertip eden” ifadesi, “senin her şeyini yerli yerinde yaratan” demektir.
Nefse ve onu düzenleyene;
-ki O, ona fücurunu ve takvasını ilham etti- [ant olsun ki,] (Şems/7, 8)
ki O, yarattı ve sonra düzene koydu (A’la/2)
Arkadaşı konuşarak ona “Seni topraktan, sonra seni bir damla sudan yaratan, daha sonra da seni olgun insan haline getireni mi inkâr ediyorsun? Fakat ben; O, benim Rabbim Allah’tır. Ve ben Rabbime kimseyi ortak koşmam. Kendi bağına girdiğin zaman: “Maşallah, la kuvvete illa billah [Allah ne isterse o olur. Allah’tan başka hiçbir güç yoktur]” deseydin ya! Sen her ne kadar beni, malca ve evlatça kendinden az görüyorsan da, belki Rabbim, bana, senin bağından daha hayırlısını verir. Seninkinin üstüne de gökten felaketler gönderir de o [senin bağ], kaygan bir toprak haline geliverir. Yahut bağının suyu yerin dibine çekilir de bir daha onu aramaya güç yetiremezsin” dedi. (Kehf/37)
Merhum Seyyid Kutub, insanın anatomik ve fizyolojik yapısındaki mucizevî dengeyi çok güzel açıklamıştır. Bu açıklamanın bir kısmını sunuyoruz:
İşte, insanın engin kerem sahibi olan Rabbi onu bu güzel sitemle uyarmaktadır. Bu güzellikle ona hatırlatmaktadır. Fakat buna rağmen insan yanlış şeylere dalmaktadır. Kendisini yaratan, belini doğrultan ve dengede tutan Rabbine karşı edepsizlik yapmaktadır.
İnsanın bu kadar güzel, düzgün, dengeli, şekil ve görev açısından mükemmel biçimde yaratılması gerçekten uzun uzun düşünmeyi, çok çok şükretmeyi, son derece edepli terbiyeli davranmayı ve kendisine bu güzel yaratılışı lütfunun, ihsanın ve korumasının gereği olarak bahşeden engin kerem sahibi rabbine derinden sevgi beslemeyi gerektirir. Çünkü yüce Allah insanı dileseydi başka bir şekilde de yaratabilirdi. Fakat O her şeye rağmen insan için bu güzel, düzgün ve dengeli şekli seçmiştir.
Şüphesiz insan, yapısı gerçekten güzel ve düzgün, özü itibariyle dengeli bir yaratıktır. İnsanın bünyesindeki yaratmanın Hayret verici güzellikleri onun anlama kapasitesinin çok üstündedir. İnsanın etrafında gördüğü her şeyden daha Hayret vericidir.
Bu güzellik, düzgünlük ve denge insanın hem bedensel yapısında, hem akli yapısında hem de ruhsal yapısında gözlenebilmektedir. Ve bütün bunlar insanın bünyesinde şahane bir güzellik ve düzgünlük içinde dizilmiştir, uyum içine girmiştir.
İnsanın organik yapısının mükemmelliğini, inceliğini ve sağlamlığını ortaya koymak amacı ile yazılmış çaplı kitaplar vardır. Bu yaratığın bünyesindeki Hayret verici güzellikleri burada geniş biçimde verme imkânımız yoktur. Biz burada yalnız bazılarına değinmekle yetineceğiz.
İnsanın bedensel yapısını meydana getiren en genel sistemlerin her biri hayret verici güzelliktedir. İnsanların karşılarında durup dehşete kapıldığı insan yapısı ile sanat ve sanayi güzelliklerinin bütün hayret verici ürünleri asla karşılaştırılamaz. Bunlar: İskelet sistemi, kas sistemi, cilt sistemi, sindirim sistemi, kan dolaşımı sistemi, solunum sistemi, üreme sistemi, bezler sistemi, sinir sistemi, boşaltım sistemi, tat alma sistemi, koklama, işitme ve görme sistemleridir. İnsanlar insan yapısı sanatlara yönelmekte fakat incelikleri, derinlikleri ve büyüklükleri her türlü takdirin üstünde olan bu sistemleri unutmaktadırlar! "İngilizce yayınlanan Bilimler Dergisinde deniyor ki: İnsan eli eşsiz, Hayret verici doğal güzelliklerin başında yer almaktadır. Sadeliği, gücü ve hızlı uyum sağlaması yönünden insan elinin işlevini görecek bir makineyi yapmak gerçekten çok zordur, hatta imkânsızdır. Mesela bir kitap okumak istediğinde onu elinle rahatlıkla alıyorsun. Sonra onu okumaya en uygun biçimde indiriyorsun. İşte onu doğru biçimde ve otomatik olarak yerleştiren bu eldir. Kitabın bir sayfasını çevirmek istediğinde parmaklarını yaprağın altına koyuyor ve üzerine basıyor. Hem de kâğıdı çevirerek derecenin ne altında ne de üstünde bir biçimde. Sonra yaprağın çevrilmesiyle baskıya son veriyor. Kalemi tutan ve onunla yazı yazanda eldir. İnsanın günlük hayatında kaşıktan bıçağa ve daktiloya varıncaya kadar tüm adet ve edevatı kullanan. Pencereleri açıp kapatan ve insanın her istediğini kaldırıp taşıyan da eldir. Her iki el yirmi yedi kemikten ve on yedi kas sisteminden oluşmaktadır."
"İnsan kulağının [orta kulak] küçük bir kesimi yaklaşık dört bin kadar ince ve karmaşık kıvrımdan meydana gelen, şekil ve hacim bakımından hayret verici bir düzene sahip bir kompleksten oluşmaktadır. Bu kıvrımların bir musiki aletini andırdığını söylemek mümkündür. Öyle anlaşılıyor ki, bunlar gök gürültüsünden ağaç hışırtısına kadar meydana gelen her sesi ve gürültüyü herhangi bir şekilde alıp beyne aktaracak biçimde hazırlanmıştır. Ayrıca orkestradan veya kendi düzenli bütünlüğü içinde her müzik aletinin çıkardığı tüm sesleri birbirinden şahane biçimde ayarlayacak yapıdadır."
"Gözdeki görme duyusunun merkezi, ışığı karşılayan yüz otuz milyon sinir uçlarından meydana gelmiştir. Kirpiklerle beraber göz kapakları onu, gece gündüz korumaktadır. Göz kapağının hareketi refleks halindedir ve gözü topraktan, mikroplardan ve yabancı maddelerden korumaktadır. Kirpikler meydana getirdikleri gölge ile güneş ışınlarının keskinliğini kırmaktadırlar. Göz kapaklarının hareketi, bu korumanın yanında gözün kurumasını da engellemektedir. Gözü kuşatan ve gözyaşı adı verilen salgıya gelince bu göz için en güçlü en etkili temizleyicidir."
"İnsandaki tat alma cihazı dildir. Dilin bu eylemi içinde epitelyum hücreleri bulunan tat alma hücrelerinin dilin üzerinde oluşturduğu kaygan dokularla gerçekleşir. Bu dokuların değişik şekilleri vardır. Bunların bir kısmı ipliksi, bir kısmı mantarsı, bir kısmı ise mercimeksidir. Bu dokular, tat alma sinirlerini ve dilin damarlarını beslemektedir. Yeme esnasında tat alma sinirleri etkilenmektedir ve bu etkiyi beyne iletmektedir. Bu cihaz ağzın girişindedir. Böylece insanın zararlı olduğunu hissettiği bir şeyi hemen dışarı atması mümkün olmaktadır. İnsan bu cihazla acı ve tatlıyı, soğuk ve sıcağı, tuzlu ve tuzsuzu, zehirli ve benzeri şeyleri hissetmektedir. Dil, küçük, ince tat alma hücrelerinden dokuz binini ihtiva etmektedir ve bu hücrelerin her biri birkaç sinirle beyine bağlıdır. Buna göre sinirlerin sayısı kaçtır, hacimleri nedir, tek olarak nasıl çalışırlar, beyinde duyuyu nasıl toplayıp oluştururlar, bilmiyoruz."
Vücudun her tarafını bütünüyle kuşatan sinir sistemi, vücudun her tarafından geçen ince ve kendisinden daha çok başkalarına bağlı olan ince, küçük duyarlılık hücrelerinden oluşmaktadır. Bunlarda, merkezi sinir sistemine bağlıdırlar. Vücudun herhangi bir tarafı etkilendiğinde isterse bu etkilenme insanı kuşatan havanın sıcaklığında ufak bir değişme olsun bu durumda sinir hücreleri bu duyguyu vücuda yayılmış olan merkezlere iletirler. Bunlar da duyuyu beyne iletirler. Böylece beynin gerekli tepkiyi göstermesi sağlanır. Sinirlerdeki işaretlerin ve uyarıların hızı saniyede yüz metreye ulaşır."
"Sinir sistemine baktığımızda onun bir kimya laboratuarındaki bir işlemi andırdığını görürüz. Yediğimiz yemeklere baktığımızda onların hayret verici maddelere dönüştüğünü fark eder ve orada meydana gelen işlemin gerçekten hayret verici olduğunu kesin anlarız. Çünkü burada midenin kendisi dışında hemen hemen her şey yenir.
Önce bu kimya lâboratuarına bir kaç çeşit basit yiyecek maddelerini koyalım ve bu konuda lâboratuarın kendisine ait düzenini hiç göz önünde bulundurmayalım. Sindirme kimyasının onları nasıl ayrıştırdığını düşünmeyelim. Biz birkaç et parçası, fasulye buğday ve kızartılmış balık yiyoruz. Sonra da bir miktar su içiyoruz.
|