Tekil Mesaj gösterimi
Alt 4. March 2010, 12:52 AM   #32
Taner
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Jan 2009
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 234
Tesekkür: 60
55 Mesajina 155 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
Taner will become famous soon enoughTaner will become famous soon enough
Standart

İbn Abbâs'ın (r.a) şöyle dediğini rivâyet edilmiştir: “Hz. Peygamber (s.a), halası oğlu Abdullah b. Cahş el-Esedî'yi Bedir savaşı'ndan iki ay önce, kendisinin Medîne'ye gelişinden onyedi ay sonra sekiz kişi ile birlikte gazaya gönderdi ve bir mektup ile ahidnâme yazıp ona verdi. İki konak sonra bu mektubu açmasını, arkadaşlarına okumasını ve onda yazılanlara göre hareket etmesini emretti. Abdullah b. Cahş söylenen yere gelip de mektubu açınca şu ifâdelere rastladı: ‘Sana tâbi olanlarla birlikte, Allah'ın bereketi üzere git. Batn-ı Nahl mevkiinde konakla ve orada Kureyş kabilesinin kervanım gözle. Belki sen onlardan bize hayır [ganimet] alır gelirsin.’ Bunun üzerine Abdullah, ‘İşittik ve Peygamber'in emrine boyun eğdik. İçinizden kim şehidliği arzuluyorsa, benimle beraber gelsin. Ben Peygamber'in emrini yerine getireceğim. Kim de benden ayrılmak isterse, ayrılsın’ dedi ve yürüyüp gitti. Mekke ile Tâif arasında bulunan Batn-ı Nahl'e vardı.”

Tam o sırada, beraberinde üç kişi ile birlikte Amr b. el-Hadramî onlara rastlayıverdi. Bunlar, Hz. Peygamber'in (s.a) ashâbını görünce, içlerinden birinin başını tıraş ettiler ve böylece onlara, kendilerinin umre yapan bir topluluk olduğu vehmini vermek istediler. Sonra Abdullah b. Cahş'ın (r.a) yanındakilerden birisi olan Vâkıd b. Abdullah Hanzali (r.a) gelip, Amr b. el-Hadramî'ye bir ok atarak onu öldürdü. Abdullah b. Cahş ve beraberindekiler diğer iki kişiyi esir alarak, bunların kervanını içindekilerle birlikte sürerek Hz. Peygamber'e (s.a) geldiler. Bunun üzerine Kureyş gürültü koparıp şöyle dediler: ‘Muhammed harâm ayları, içinde korkanların bile emin olduğu kutsal ayları helâl sayıyor ve o ayda kan döküyor.’ Müslümanlar da bunu yadırgadılar. Bundan dolayı Hz. Peygamber (s.a), ‘Ben size harâm aylarda savaşmanızı emretmedim’ dedi. Abdullah b. Cahş (r.a) da, ‘Yâ Rasûlallah! Biz İbnü'l-Hadramî'yi öldürdük. Sonra akşam olunca Receb ayının hilâlini gözetlemeye başladık. Fakat onu Receb ayı içinde mi Cumade'l-Âhire ayı içinde mi öldürdüğümüzü anlayamadık’ dedi. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a) bu kervanı ve esirleri bekletip dağıtmadı. Bundan dolayı bu âyet nâzil oldu ve Hz. Peygamber de ganimetleri aldı.[215]

Bu soru kâfirler tarafından sorulmuştur, Bu görüşte olanlar şöyle demişlerdir: “Kâfirler Hz. Peygamber'e (s.a), harâm aylarda savaş yapılıp yapılmayacağını sordular. Eğer o, bu ayda savaşmanın helâl olduğunu söylerse, o ayda savaş yapmayı helâl sayacaklardı. İşte bunun üzerine Allah Teâlâ, Sana o harâm ayı (yani o ayda savaşmayı) soruyorlar. De ki: “O ayda savaşmak büyük günahtır. Fakat Allah yolundan ve Mescid-i Harâm'dan menetmek ve Allah'ı inkâr etmek bu savaştan daha büyüktür. Kâfirler, güçleri yetse, sizi dininizden döndürünceye kadar sizinle savaşmaya devam edeceklerdir... âyetini indirmiş ve kâfirlerin bu sorudan maksadlarının Müslümanlarla savaşmak olduğunu beyân etmiştir. Daha sonra da, Harâm ay, harâm aya bedeldir. Hürmetler karşılıklıdır. Onun için kim sizin üzerinize saldırırsa siz de, tıpkı onların size saldırdıkları gibi, onlara saldırın (Bakara/194) âyetini indirmiş ve müdafaa savaşının bu aylarda caiz olduğunu açıkça bildirmiştir.[216]

207. âyette de, harâm aylarda savaş meselesi zikredilmekte, 190-194. âyetlerde olduğu gibi burada da savunmaya yönelik savaşın gerekliliği bildirilmektedir.

Bununla birlikte, harâm aylarda, hele hele hacc mahallinde savaşmanın, orada İbrâhîmî eğitim-öğretim yapanların engellenmesinin Allah katında çok büyük bir suç olduğu beyân edilmekte; böylece de dünyanın neresinde olursa olsun eğitim kurumlarının önemine dikkat çekilmektedir.

Harâm aylarda savaşla ilgili âyetlerin nüzûl sebebi hakkında kaynaklarda şu bilgiler verilir:

İbn Ebî Hatim der ki: Bana babam... Cündeb ibn Abdullah'tan nakletti ki, Rasûlullah (s.a) başlarında Ebû Ubeyde ibn el-Cerrâh olmak üzere bir grubu savaşa göndermiş. Bunlar savaş için yola çıkmak üzere iken Ebû Ubeyde ağlayarak Rasûlullah'ın yanına gelip oturmuş. Bunun üzerine Allah'ın Rasûlü onun yerine Abdullah ibn Cahş'ı göndermiş ve ona bir mektup yazarak; falanca yere ulaşıncaya kadar bu mektubu okumamasını emretmiş. Sonra da şöyle buyurmuş: “Arkadaşlarından hiç kimseyi birlikte yürümeye zorlama.” Abdullah ibn Cahş mektubu okuyunca, “İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râciûn. Allah ve Rasûlü'nün emri başımla gözüm üstüne” demiş. Rasûlullah'ın emrini arkadaşlarına duyurup mektubu okumuş. İki kişi geri dönmüş, ötekiler kalmışlar. İbn el-Hadramî ile karşılaşıp onu öldürmüşler. O günün Receb mi veya Cemâziyelevvel mi olduğunu bilmiyorlarmış. Bu sebeple müşrikler; Müslümanlara, “Harâm aylarda adam öldürdünüz” demişler. Bu vaka üzerine Allah Teâlâ, Sana harâm aydan ve onda savaştan soruyorlar. De ki: “O ayda savaşmak büyük günâhtır” âyetini inzâl buyurmuş.

Süddî, Ebû Mâlik, Ebû Sâlim kanalıyla Abdullah ibn Abbâs'tan, Mürre kanalıyla da Abdullah ibn Mes'ûd'dan nakleder ki; Rasûlullah (s.a) bir seriyye göndermişti. Bu seriyye yedi kişiydi. Başlarında Abdullah ibn Cahş vardı. Bu seriyyede Ammâr ibn Yâsir, Ebû Huzeyfe, Sa‘d ibn Ebî Vakkâs, Utbe ibn Ğazvân, Süheyl ibn Beyzâ, Amir ibn Füheyre ve Ömer ibn Hattâb'ın müttefiki Vâkıf ibn Abdullah el-Yerbûi bulunuyordu. Rasûlullah Abdullah ibn Cahş'a bir mektup yazdı ve ona Melel vâdisine (Medîne'ye 17 mil mesafede, Mekke ile Medîne arasında bir yer) kadar mektubu okumamasını emretti. Melel vâdisine gelince, mektubu açtı. Mektupta, “Nahle vâdisine kadar in, arkadaşlarından ölümü isteyenler devam etsinler. Ve vasiyetlerini yapsınlar” yazıyordu. “Ben vasiyetimi yapıp Rasûlullah'ın (s.a) emri doğrultusunda yürüyorum” dedi. Ve yürüdü. Sa‘d ibn Ebû Vakkâs ve Utbe geri kaldılar. Bineklerini yitirmişlerdi. Buhrân denilen yere gelip bineklerini aramaya koyuldular. Abdullah ibn Cahş Nahle vâdisine doğru yürüdü. Orada Hâkem ibn Keysân ve Muğîre ibn Osman (ve Amr ibn Hadramî, Abdullah ibn Muğîre'yi) gördüler. Muğîre kaçıp kurtuldu. Amr öldürüldü. Onu Vâkid ibn Abdullah öldürmüştü. Bu olay Peygamber'in ashâbının elde ettiği ilk ganimet oldu. Medîne'ye iki esir ve elde ettikleri mallarla döndüklerinde, Mekke halkı iki esirin değiştirilmesini istedi. Rasûlullah (s.a), “Bakalım, diğer iki arkadaşınız ne oldu?” dedi. Sa‘d ibn Ebû Vakkâs ve arkadaşı gelince Rasûlullah iki esiri fidye mukabili salıverdi. Müşrikler buna karşı kötü davranarak dediler ki: “Muhammed Allah'a itaat ettiğini sanıyor. Hâlbuki harâm ayı ilkin helâl kılan o'dur. Ve o Receb ayında bizim arkadaşımızı öldürmüştür.” Müslümanlar, “Hayır biz Cumâde'l-Âhir ayında öldürdük” dediler. Denilir ki, bu Cumâde'l-Âhir'in son gecesi ve Receb'in de ilk gecesiydi. Receb ayı girdiğinde kılıçlarını kınına soktular. Allah Teâlâ bu âyeti kerîme'yi inzâl buyurarak Mekke halkını kınadı ve, Sana harâm aydan ve onda savaştan soruyorlar. De ki: “O ayda savaşmak büyük bir günâhtır...” Helâl değildir, ancak ey müşrikler topluluğu; sizin Allah'a küfretmeniz, Rasûlü'nü ve o'nun ashâbını Allah yolundan alıkoymanız, Mescid-i Harâm halkını oradan çıkarmanız, harâm ayda savaşmaktan çok daha büyük bir suçtur. Onların Hz. Muhammed'i (s.a) yurdundan çıkarmaları Allah katında savaştan daha büyüktür.[217]

Âyetlerdeki diğer ifadelerin açıklaması için, 190-194. âyetlere bakılabilir, zira aynı ifadeler orada da yer almıştı.

219-220. Sana hamrdan [aklı karıştıran/örten şeylerden] ve şans oyunlarından soruyorlar. De ki: “Bu ikisinde büyük bir günah, bir de insanlar için bazı menfaatler vardır. Fakat dünya ve âhirette günahları, menfaatlerinden daha büyüktür.” Yine sana neyi infak edeceklerini soruyorlar. De ki: “İhtiyaçtan fazlasını infak edin.” Allah, tefekkür edersiniz diye âyetlerini işte böyle sizin için ortaya koyuyor. Sana yetimlerden de soruyorlar. De ki: “Onlar için iyileştirme, en iyisidir. Eğer onlara karışırsanız, artık onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah, bozguncuyla iyileştiriciyi bilir [birbirinden ayırd eder]. Eğer Allah dileseydi, sizi zora koşardı. Şüphesiz Allah azîz'dir, hakîm'dir.”

Bu âyetlerde, uyuşturucu/sarhoş edici içkiler, her türlü kumar, neyin infak edileceği ve yetimler hakkında sorular ve bunlara verilen cevaplar yer almaktadır.

Pasajdaki söz akışından anlaşıldığına göre içki, kumar, infak ve yetimler hakkında soranlar mü’mindir. İlk soru “hamr” ve “meysir” hakkındadır.

HAMR

الخمر [hamr] sözcüğü, “örtmek, karıştırmak” anlamındaki, خمر[h-m-r] kökünden gelmiş olup aklı örten, karıştıran her şeyin ismi olmuştur.[218]

Bu sözcük ilk önce sadece üzümden elde edilen içkiye ad olmuşken sonradan aklı örten, karıştıran her türlü içki ve uyuşturucu maddenin adı olmuştur.

Âyette, Bu ikisinde büyük bir günah, bir de insanlar için bazı menfaatler vardır. Fakat dünya ve âhirette günahları, menfaatlerinden daha büyüktür buyurularak aklı karıştıran şeylerin yarar ve Zaralarının varlığı ve zararlarının daha büyük olduğu açıklanmıştır.

HAMRIN YARARLARI

İçki ve uyuşturucunun yararı hakkında; ticarî kazanç sağlaması, yemeği hazmettirmesi, cinsel gücü artırması, sarhoşluğu süresince cimriyi cömert yapması, korkağa cesaret vermesi, geçici olarak dertleri örtüp mutluluk vermesi gibi şeyler düşünülebilir.

HAMRIN ZARARLARI

Hamrın zararı hakkında; çirkin, yalan ve düşmanca söze, sövüp saymaya, sosyal hayattan kopmaya, zikrullah görevini yerine getirememeye, kaza ve cinâyetlere sebebiyet vermeye, çevreye maskara olmaya, ömrü işe yaramaz hâle getirmeye sebep olması gibi şeyler sayılabilir.

Alkollü içkiler insanın psikolojisini ve sağlığını bozduğu ettiği gibi, parasını da heder etmektedir. Hiçbir değer elde etmeden parayı elden çıkartmaya sebep olması bile, harâm kılınması için yeterli bir sebeptir. Ayrıca içki, insanın en kıymetli varlığı olan aklın düşmanıdır. En kıymetli şeye düşman olan ise, en değersiz ve en âdi olan şeydir.

İçki ve kumar kin ve düşmanlıklara; kin ve düşmanlık da ilişkilerin bozulup sosyal hayatın çürümesine sebep olmaktadır. İçkinin en büyük zararı, insanı musallâdan, salâttan uzak tutmasıdır. Rabbimiz sarhoş olan kişinin salâta, musâllaya yanaşmasını yasaklamıştır:

Ey iman etmiş kişiler! Sarhoş iken ne söylediğinizi bilinceye kadar, cünüb iken de –yolcu olanlar müstesnâ– yıkandırılıncaya kadar, salâta yaklaşmayın. Eğer hasta iseniz veya yolculukta bulunursanız veyahut biriniz çukurdan [tuvaletten] geldiyse veya kadınlarla dokunuştuysa, su da bulamamışsanız o zaman, hemen tertemiz bir toprağa yönelin. Sonra da yüzlerinizi ve ellerinizi el ile silin. Şüphesiz Allah çok affedicidir, çok bağışlayıcıdır. (Nisâ/43)

MEYSİR

الميسر [meysir] sözcüğü, “kolaylık”, “deve kesmek” anlamındaki يسر [y-s-r] kökünün türevlerindendir. Esas anlamı, “fal oklarıyla oynamak”tır. Genel olarak, “çocukların cevizle oynaması da dahil olmak üzere para üzerine oynanan her şans oyunu”nu kapsar.[219]

Câhiliyye çağındaki kumar'ın nasıl olduğuna gelince, Keşşâf sahibi şöyle demiştir: “Arapların on tane fal oku bulunuyordu. Bunların isimleri ezlâm, aklâm, fezz, tev’em, rakîb, halisu ve hıls, nâfis, müsbil, mu‘allâ, menîh, sefih ve vağd... Menîh, sefîh ve vağd okları hariç (çünkü bunlar boş idi), bu oklardan her biri, kesilen ve 10 parçaya, yahut da 28 parçaya bölünmüş olan hayvanın, belli bir parçasına işaret etmekteydi. Şairin biri bu manada şu şiiri söylemiştir:” “Dünyada benim, kendilerinde hiçbir kâr olmayan oklarım var. Bunlann ismi vağd, sefih ve menîh'tir.”

Bu fal oklarından fezz için bir pay; tev’en için iki pay, rakîb için üç pay, halisu için dört pay, nâfis için beş pay, müsbil için altı pay, mu‘allâ için yedi pay verilirdi. Bu okların hepsi “rebâte” denilen bir torbaya konur; sonra torba âdil bir kimsenin eline verilirdi. Daha sonra o kimse torbayı sallayıp, elini içine sokar; ondan isim isim herkesin adına bir ok çekerdi. Hisse sahiplerinden adına ok çıkan kimse, bu ok üzerinde yazılı olan payını alırdı. Adına, üzerinde “boş” yazılı ok çıkan kimse de, hiçbir şey alamazdı... Kesilen bu hayvanın bütün parasını da bu kimse öderdi... Kendisine pay çıkan kimseler ise bu paylarını fakirlere dağıtırlar, ondan hiç yemezler ve bu yaptıklarıyla övünür, bu piyangolarına katılmayan kimseleri ayıplar, onlara “el-berem” adını verirlerdi.[220]

Kumarda kullanılan oklar onbir tane idi. Bunlardan yedi tanesinin çizgileri ve çizgi sayısınca da payları vardı. Bu yedi tanenin ilkinin adı “el-fez” idi. Bunda tek bir çizgi vardı. Bu ok bir payı ifade ederdi. Kaybedildiği takdirde de onu kaybeden bir pay öderdi. İkincisinin adı “et-tev’em” idi ve bunun üzerinde iki işaret vardı. Sahibinin leh ve aleyhine olmasına göre iki payı ifade ederdi. Üçüncüsünün adı “er-rakib” idi. Bunda üç çizgi vardı. Bu da belirttiğimiz gibiydi. Dördüncüsünün adı “el-hils” olup bunun da alameti dört çizgi idi. Beşincisinin adı “en-nâfiz” veya “en-nâfis” idi, beş pay ifade ederdi. Altıncısı “el-müsbil” adında idi ve altı pay ifade ederdi. Yedincisi “el-mu‘alla” olup yedi payı ifade ederdi. Bu şekilde toplam 28 pay oluyordu. Deve de bu şekilde 28 paya ayrılırdı. el-Esmaî'nin görüşü böyledir.

Geriye dört tane ok kalırdı. Bunların ise herhangi bir payları yoktu. Bunların da adı; “el-Musaddar, el-mudaaf, el-menih ve es-sefih” idi. Son üçünün adının “es-sefih, el-menih ve el-veğd” şeklinde olduğu da söylenmiştir. Bu üç ok, torbadan okların çekilişini yapan kimsenin torbada okların sayısını artırmak içindir. Böylece herhangi bir kimseye iltimas yapma imkânı olmazdı. Bu şekilde çekilişi yapan kimseye “el-müfid, ed-dârîb” ve “ed-dârib” denilirdi ki çoğulu “ed-durabâ” şeklinde gelir.

Denildiğine göre çekilişi yapan kimsenin arkasında, kimseye iltimas göstermemesi için bir gözetleyici bulunurdu. Daha sonra bu çekilişi yapan [ed-darib] dizleri üstüne çöker, bir elbiseye bürünür, başını çıkartır, elini torbaya sokar ve okları çıkartırdı. Kışın vaktin darlığında ve fakirler aleyhine soğuğun oldukça arttığı zamanlarda bu şekilde deve payları üzerinde çekilişler yapmak, Arapların adeti idi. Bunun için deve satın alınır ve çekilişe katılanlar, devenin parasını üstlenir ve kendilerine çıkan paya razı olurları. Bu işlerle iftihar eder ve aralarından böyle bir çekilişe katılmayanları da yererlerdi. Cimriliği dolayısıyla bu çekilişe katılmayan kimseye “el-beram” adını veriyorlardı. Mütemmim b. Nuveyre der ki: “Ve deriden çadırlar, gürültülü kış soğuğundan dolayı sallandığında/Gerdeğine kadınların geldiği beram [cimri kişi] değildir.”

Bundan sonra develer kesilir ve on paya ayrılırdı. Kimi zaman da kendileri için kumar oynar, sonra da pay çıkmayan kimse parayı öderdi.[221]

ŞANS OYUNLARININ YARARLARI

Kumarın menfaati, çalışıp yorulmaksızın bir şeyin insanın eline geçmesidir. Çünkü kumar, bir insanın elindeki malını yorulmadan ve çaba sarfetmeden, kolayca ve meşakkatsizce almaktır. Muhtaçların ihtiyaçlarının sağlanmasına vesile olması da, kumarın faydalarından biri olarak gösterilmiştir. Çünkü Araplar, üzerine kumar oynadıkları devenin etinden yemez ve onu ihtiyaç sahiplerine dağıtırlardı.

ŞANS OYUNLARININ ZARALARI

Bu oyunlar, insanlar arasında münakaşaya, düşmanlığa, hatta cinâyete ve malların-kazançlarının hakksız yere el değiştirmesine sebep olur. Ayrıca, insanın sinir sistemini alt-üst eder, parayı boş yere elden çıkartır ve zamanı öldürür.

Allah Müslümanları; ferdî, ailevî ve ictimaî hayatı dinamitleyen bu illetlere karşı uyarmış ve bunlardan uzak durulmasını istemiştir:

Ey iman etmiş kişiler! Hamr [içki, uyuşturucu], kumar, dikili taşlar ve fal okları ancak şeytân işlerinden ricstirler [zarar veren şeylerdir]. Öyleyse felâha ermeniz için bunlardan kaçının. Gerçekten şeytân, içki ve kumarda sizin aranıza düşmanlık ve kin sokmak ve sizi, Allah'ın zikrinden ve salâttan [eğitim-öğretimden ve sosyal destekten] alıkoymak ister. Öyleyse sona erdirmişler [vazgeçmişler] misiniz? (Mâide/90-91)

Onlar ki, bazı küçük sürçmeler hariç, günahın büyüklerinden ve iğrençliklerden çekinip kaçınırlar. Hiç kuşkusuz, senin Rabbin bağışlaması geniş olandır. Sizi, hem topraktan oluşturduğu zaman, hem de annelerinizin karnında ceninler hâlinde bulunduğunuz zaman, en iyi bilen O'dur. O hâlde nefislerinizi temize çıkarmayın. İttika eden kimseyi O daha iyi bilir. (Necm/32)

Eğer siz, yasaklandığınız şeylerin büyüklerinden sakınırsanız, kötülüklerinizi sizden örteriz. Ve sizi saygın giriş yerine girdiririz. (Nisâ/31)

İNFAK

Âyette, neyi infak edeceklerini soranlara cevaben, ‘afvı, yani ihtiyaçtan fazlasını infak etmeleri emredilmiştir.

‘AFV

العفو [‘afv], “kolay gelen, fazlalık, çokluk, çıkartılıp verilmesi insana ağır gelmeyen, malın nafakadan fazlası/artanı” demektir.[222]

Böylece mü’minler, ihtiyaçlarından fazla olan mal ve paralarını Allah yolunda harcamaya yöneltilmişlerdir.

Bu âyetin iniş sebebi ile ilgili şu bilgiler verilmiştir:

İlim adamları der ki: Onlar sana neyi infak edeceklerini soruyorlar (Bakara/215) buyruğu, nafakanın kimlere harcanacağı ile ilgili bir soru idi. Buna verilen cevap da bunun ne olduğunu göstermişti. Bu âyet-i kerîmede ise infakın miktarı ile ilgili sorulmuştur. Bu, önceden de geçtiği üzere Amr b. el-Cemuh ile ilgilidir. Yüce Allah'ın, De ki: “Hayır türünden neyi infak ederseniz o anne ve babanındır” (Bakara/215) buyruğu nâzil olunca bu sefer, “Ne kadar infak edeyim?” diye sormuş, bunun üzerine de, De ki: “Arta kalanı” buyruğu nâzil olmuştur.[223]

İhtiyaç fazlasını infak etmeyenler ise ateş ile tehdit edilmişlerdir:

Ey iman etmiş kişiler! Kesinlikle, hahamlardan, rahiblerde bir çoğu insanların mallarını hakksız yere yerler ve Allah yolundan saptırırlar. Ve kesinlikle altın ve gümüşü yığıp da onları Allah yolunda harcamayanlar; hemen onlara acıklı bir azabı müjdele! O gün, onların [altın ve gümüşlerin] üstü cehennem ateşinde kızdırılacak da bunlarla alınları, yanları ve sırtları dağlanacak: “İşte bu kendi canınız için saklayıp biriktirdiğiniz şeydir. Haydi şimdi tadın şu biriktirdiğiniz şeyleri!” (Tevbe/34-35)
Taner isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla