Tekil Mesaj gösterimi
Alt 4. March 2010, 12:52 AM   #33
Taner
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Jan 2009
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 234
Tesekkür: 60
55 Mesajina 155 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
Taner will become famous soon enoughTaner will become famous soon enough
Standart

YETİMLERİN KONUMU

Âyetlerde, yetim konusuna da değinilerek şöyle buyurulmuştur: Sana yetimlerden de soruyorlar. De ki: “Onlar için iyileştirme, en iyisidir. Eğer onlara karışırsanız, artık onlar sizin kardeşlerinizdir. Allah, bozguncuyla iyileştiriciyi bilir [birbirinden ayırd eder]. Eğer Allah dileseydi, sizi zora koşardı. Şüphesiz Allah azîz'dir, hakîm'dir.”

Âyetin bu bölümünün sebeb-i nüzûlü hakkında da şu bilgiler verilmiştir:

Ebû Dâvûd ve Nesâî'nin rivâyetine göre İbn Abbâs şöyle demiş: Şanı yüce Allah, Bir de yetimin malına reşid oluncaya kadar en güzel olandan başka bir sûretle yaklaşmayın (En‘âm/152) buyruğu ile Şüphe yok ki zulümle yetimlerin mallarını yiyenler... (Nisâ/10) buyruklarını indirince, yanlarında yetim bulunan kimseler gidip yetimin yediğini yediklerinden, içtiğini içtiklerinden ayırdılar. Bu sefer onun yemeğinden artan onun için saklanır oldu. Sonunda yetim ya o artanı yerdi veya o bozulurdu. Bu onlara ağır gelmeye başladı. Rasûlullah'a (s.a) durumdan söz etmeleri üzerine Yüce Allah, Bir de sana yetimleri sorarlar. De ki: “Onlar lehine bir ıslah hayırlıdır âyeti nâzil oldu. Bu sefer yediklerini ve içtiklerini yetimin yeyip içtikleriyle karıştırdılar. Bu lafız Ebû Dâvûd'a aittir.[224]

Câhiliye Arapları, yetimlerin mallarından istifâde etmeyi alışkanlık hâline getirmişlerdi. Çoğu zaman yetim kızların mallarına tamah ederek onlarla evleniyorlar veya o yetimin malı elinin altından gitmesin diye onu oğullarından biri ile evlendiriyorlardı. Sonra Cenâb-ı Allah, Yetimlerin mallarını hakksızlıkla yiyenler karınlarına ancak bir ateş yemiş olurlar (Nisâ/10) âyetini indirdi.

Yine Allah Teâlâ yetimler hakkında şu âyetleri indirmiştir: Eğer yetim kızlar hakkında (âdil olamayacağınızdan) korkarsanız sizin için helâl olan kadınlardan nikâh ediniz (Nisâ/3); Senden, kadınlar hakkında fetva isterler. De ki: “Onlara dair fetvayı size Allah veriyor. Kendileri için yazılmış [farz kılınmış] olan (mirası) onlara vermediğiniz ve nikâhlamayı da istemediğiniz yetim kızlar ile küçük çocuklar hakkındaki, bir de yetimlere karşı âdil olmanız hususundaki. Kitapta okunup duran âyetler... Hangi hayrı yaparsanız Allah onu hakkıyla bilir” (Nisâ/127) ve, Yetimin malına ancak en iyi bir sûretle yaklaşın. (İsrâ/34)

Bu âyetler karşısında insanlar yetimlerle içli-dışlı olmayı, onların mallarına yaklaşmayı ve onların işlerini deruhte etmeyi bıraktılar. Bundan dolayı yetimlerin menfaatleri zedelenmiş, ve geçimleri bozulmuştur. Yetimlerin bu hâli de Müslümanları üzmüş ve ne yapacaklarını şaşırmışlar; eğer onlara karışıp, işlerini üzerlerine alsalar, çok şiddetli bir va‘îd ile karşı karşıya kalıyorlar. Eğer yetimlerden ayrılıp, işlerine bakmasalar, o zaman da onların geçimi bozuluyor. Bundan dolayı Müslümanlar şaşıp kaldılar.

Sonra, onların bu durumu Hz. Peygamber'e (s.a) bilfiil sormuş olmaları muhtemel olduğu gibi, bu soruyu kafalarından geçirmiş olmaları ve Allah'ın bu konuda ne yapmaları gerektiğini beyân etmesini temenni etmiş olmaları da muhtemeldir. İşte bunun üzerine Cenâb-ı Hakk bu âyeti indirmiştir. Rivâyet edildiğine göre yukarıda geçen yetimlerle ilgili âyetler nâzil olunca, Müslümanlar yetimlerin mallarından uzak durmuş ve her bakımdan onlara karışmaktan çekinmişlerdir. Hatta şu hâle gelmiş: Yetim için bir yemek yapılır. Eğer ondan bir kısmı artarsa onu alıp yemezler ve böylece o yemek bozulurdu. Yetimlere bakacak kimseler, yetim için müstakil ayrı bir yer, ayrı bir yiyecek-içecek hazırlıyorlardı. Bu da fakir müslümanlara zor geliyordu. Bundan dolayı Abdullah b. Revâha (r.a), “Yâ Rasûlallah! Hepimizin yetimleri oturtacak evlerimiz ve yetimlere ayrıca verecek yiyecek içeceklerimiz yok” dedi. Bunun üzerine bu âyet nâzil oldu.[225]

Âyette geçen, Onlar için iyileştirme en iyisidir ifadesi, eğitim-öğretimleri, terbiye ve fazilet üzere yetişmeleri hususunda gerekenlerin yapılıp yetimlerin işlerinin yoluna koyularak saygın kimseler olmalarının sağlanmasına işarettir.

Hayır, hayır… Doğrusu siz yetimi kerîmleştirmiyorsunuz. Yoksulun yiyeceği üzerine birbirinizi teşvik etmiyorsunuz. Oysa mirası yağmalarcasına öyle bir yiyişle yiyorsunuz ki! Malı öyle bir sevişle seviyorsunuz ki, yığmacasına! (Fecr/17-20)

O seni yetim olarak bulup barınağa kavuşturmadı mı? Seni sapıtmış olarak bulup da hidâyet etmedi mi? Seni aile geçindirme zorluğu içinde bulup da zengin etmedi mi? O hâlde yetimi kahretme! (Duhâ/6-9)

Dini yalanlayan şu kimseyi gördün mü? İşte odur, yetimi itip kakan ve yoksulun yiyeceği üzerine teşvik etmeyen kimse. (Mâûn/1-3)

Ergenlik çağına erinceye kadar yetimin malına da yaklaşmayın. En güzel bir şekilde olması müstesnâ. Ahdi de yerine getirin. Şüphesiz ahitte [verilen sözde] sorumluluk vardır. (İsrâ/34)

Yetimin malına da yaklaşmayın; yalnız erginlik çağına erişinceye kadar (malına) en güzel biçimde hariç [bu şekilde yaklaşabilir ve uygun şekilde harcayabilirsiniz]. Ve ölçüyü, tartıyı hakkaniyetle tastamam yapın. Biz kimseyi gücünün yettiğinden başkası ile yükümlü kılmayız. Söylediğiniz zaman da, yakınınız da olsa âdil olun ve Allah'a verdiğiniz sözü tastamam tutun. İşte bunlar öğüt alıp düşünesiniz diye O'nun [Allah'ın] size vasiyet ettikleridir. (En‘âm/152)

Yüzlerinizi doğu ve batı yönüne çevirmeniz birr değildir. Ama birr [iyi olan kimseler], Allah'a, Âhiret Günü'ne/Son Gün'e, meleklere, Kitab'a, peygamberlere inanan; malını akrabalara, yetimlere, miskinlere, yolcuya ve dilenenlere ve boyunduruktakilere [kölelere], ona [Allah'a/mala/vermeye] sevgisi olmasına rağmen, veren ve salâtı ikâme eden, zekâtı veren kimselerdir. Ve de sözleştiklerinde, sözlerini tastamam yerine getiren, sıkıntı, hastalık ve savaş zamanlarında sabreden kimselerdir. İşte onlar, sadık olanlardır. Ve işte onlar, takvâlı olanların ta kendileridir. (Bakara/177)

Ey insanlar! Sizi tek bir nefisten yaratan, ondan eşini yaratan ve her ikisinden birçok erkek ve kadın türetip yayan Rabbinize takvâlı davranın. Ve Kendisiyle birbirinizle dilekleştiğiniz Allah'a ve akrabalığa takvâlı davranın. Şüphesiz Allah, sizin üzerinizde gözeticidir. Ve yetimlerinize mallarını verin. Temizi pise değişmeyin. Onların mallarını kendi mallarınıza katarak yemeyin. Bunu yapmak kesinlikle büyük bir suçtur. Ve eğer ki yetimleriniz konusunda hakkaniniyetsizlikten korktuysanız; o takdirde sizin için hoş olan, yetimlerin kadınlarından ikişer ikişer, üçer üçer, dörder dörder nikâhlayın. Şâyet o takdirde de adaleti gözetemeyeceğinizden korktuysanız, bir tanesini ya da yeminlerinizin sahip olduğunu nikâhlayın. Bu hakksızlığa sapmamanız için en uygunudur. Ve bu kadınlara mehirlerini seve seve veriniz. Artık onlar ondan [alacaklarından] bir kısmını size hoş ederlerse [ikramda bulunurlarsa] de onu afiyetle, çekinmeden yeyiniz. Ve Allah'ın, ayakta kalmanız için size vermiş olduğu mallarınızı bu sefihlere vermeyiniz. Ve onları o mallarda rızıklandırın ve onları giyindirin. Ve onlara ma‘rûf söz söyleyin ve bu yetimlerinizi nikâha ulaşıncaya kadar belâlandırınız [sıkı bir eğitim vererek olgunlaştırınız]. Sonra da eğer kendilerinde rüşd hissederseniz mallarını kendilerine hemen teslim ediniz. Onlar büyüyecekler diye onların mallarını saçıp savurup yemeyin de. Ve kim zengin ise artık o iffetli davransın. Kim de fakir ise artık o da ma‘rûf ile yesin. Sonra da onların [yetimlerin] mallarını kendilerine teslim ettiğiniz zaman onlar üzerine şâhit tutunuz. Hesap sorucu olarak da Allah yeter. Ana-baba ve akrabaların terekesinde erkek yetimlere bir pay vardır. Ana-baba ve akrabaların terekelerinde de az olsa da çok olsa da farz kılınmış bir nasip olarak kadın yetimlere de bir pay vardır. Taksime yakınlar, yetimler ve miskinler hazır bulunduğu zaman da onları ondan rızıklandırın ve onlara ma‘rûf söz söyleyin. Ve arkalarında zayıf zürriyet bıraktıkları takdirde endişe edecek olanlar ürpersinler! Ve de Allah'a takvâlı davransınlar ve hakksızlığı önleyen söz söylesinler. Kesinlikle yetimlerin mallarını hakksız yere yiyen kimseler, muhakkak ki karınlarının içinde ateş yerler. Ve yakında ateşi alevli cehenneme yaslanacaklardır. (Nisâ/1-10)

Bunun üzerine yine gittiler. Nihâyet bir köy halkına varınca onlardan yemek istediler. Bunun üzerine onlar da, kendilerini misafir etmekten kaçındılar. Derken orada yıkılmak üzere olan bir duvar buldular. O [âlim kul], onu doğrultuverdi. O [Mûsâ], “İsteseydin bunun karşılığında mutlaka bir ücret alırdın” dedi. (…) Duvara da gelince; o, şehirde iki yetim oğlanındı ve onun altında onlar için bir define vardı. Babaları da iyi bir zat idi. İşte onun için –Rabbinden bir rahmet olmak üzere– Rabbin onların erginlik çağına ermelerini, definelerini çıkarmalarını diledi. Ve ben onu [duvar doğrultma işini] kendi görüşümle yapmadım. İşte senin, üzerine sabra takat getiremediğin şeylerin te’vîli!” (Kehf/77, 82)

221. Ve müşrik kadınları, iman edinceye kadar nikâhlamayın. İman etmiş bir câriye –o [müşrik kadın], sizin çok hoşunuza gitmiş olsa da– müşrik bir kadından daha hayırlıdır. Müşrik erkekleri de iman edinceye kadar nikâhlamayın; iman etmiş bir erkek köle –o [müşrik erkek], sizin çok hoşunuza gitmiş olsa da– müşrik bir erkekten daha hayırlıdır. Onlar ateşe çağırırlar, Allah ise Kendi bilgisi ile cennete ve mağfirete çağırır. O, öğüt alıp düşünürler diye insanlara âyetlerini ortaya koyar.

Bu âyette de birtakım sosyal ilkeler ortaya konmaktadır. Şöyle ki:.

* İman etmiş bir erkek müşrik bir kadınla evlenemez.

* İman etmiş bir câriye, evlenmek için müşrik bir kadından hayırlıdır.

* İman etmiş bir kadın, müşrik ber erkekle evlenemez.

* İman etmiş bir köle, evlenmek için müşrik bir erkekten hayırlıdır.

Buradaki أمة[eme/câriye] ve عبد[‘abd/köle] ile, kâfirlerin elindeki köle ve câriyeler kasdedilmiştir. Zira bu süreçte mü’minlerin köle ve câriyelerinin bulunması uygun değildir.

Bu âyetteki, …o [müşrik kadın], sizin çok hoşunuza gitmiş olsa da, …o [müşrik erkek], sizin çok hoşunuza gitmiş olsa da ifadeleriyle; iman etmiş bir câriyenin, hür, asil, güzel ve makam-servet sahibi müşrik bir kadından; iman etmiş bir kölenin, hür, asil, yakışıklı ve mal-mülk sahibi müşrik bir erkekten hayırlı olduğu bildirilmektedir.

Mü’min kadının müşrikle evlendirilmeme gerekçesi olarak, Onlar ateşe çağırırlar buyurulmuştur; zira müşrikler eş ve çocuklarını cehenneme götürürler. Buna karşılık, Allah ise Kendi bilgisi ile cennete ve mağfirete çağırır buyurularak, koyduğu ilkelerle Allah'ın cennete ve mağfirete çağırdığı ifade edilmiştir. Demek ki bu ilke, başta aile olmak üzere tüm insanların dünya ve âhiret selâmeti için konulmuştur. Şöyle ki, bir mü’minin bir müşrikle velenmesi, mü’mini şirke sürükleyebilir. Çünkü evlilik, sadece cinsel birliktelik değildir; onun sosyolojik, pisikolojik ve kültürel boyutları vardır. Müslüman eş, müşrik eşi, ailesini ve çocuklarını İslâm'a sokabileceği gibi; müşrik eş de, mü’min eşi, ailesini ve çocuklarını şirke sokabilir. Aklı başında olan bir mü’min kendini böyle bir riske atmaz; müşrikle evlenmektense evlenmemeyi tercih eder.

Âyetin nüzûl sebebi hakkında verilen bilgiler şöyledir:

Mukâtil der ki: Bu âyet-i kerîme Ebû Mersed el-Ğanevî hakkında nâzil olmuştur. Bunun adının Mersed b. Ebî Mersed olduğu da söylenmiştir. Asıl adı ise Kennâz b. Husayn el-Ğanevî'dir. Rasûlullah (s.a) onu Mekke'ye, ashâbından bir adamı çıkartıp getirmek üzere gizlice göndermişti. Mekke'de câhiliyye döneminde iken sevdiği Anak adında bir kadını vardı. Bu kadın ona geldi. Kadına, “İslâm câhiliyye döneminde olanı harâm kılmıştır” deyince, kadın, “O hâlde benimle evlen” dedi. O da, “Rasûlullalı'tan (s.a) izin almadıkça yapamam” dedi. Peygamber'in (s.a) yanına geldi. Ondan izin istedi. Hz. Peygamber onunla evlenmeyi yasakladı. Çünkü kendisi müslüman, o kadın ise müşrik idi.[226]

Bu buyruk, Huzeyfe b. el-Yeman'a ait Hansa adında siyah bir câriye hakkında nâzil olmuştur. Huzeyfe ona, “Ey Hansa! Sen siyahlığın ve çirkinliğin ile birlikte mele-i a‘lâ'da anıldın ve Yüce Allah Kitab-ı Kerîm'inde senden söz etti” dedi ve onu azad ettikten sonra da onunla evlendi.[227]

es-Süddî de dedi ki: Bu buyruk Abdullah b. Revâha hakkında nâzil olmuştur. Onun siyah bir câriyesi vardı. Kızdığı bir sırada ona tokat attı, daha sonra da pişman oldu. Peygamber'in (s.a) yanına geldi ve durumu o'na bildirdi. Hz. Peygamber ona, “Ey Abdullah! Bu câriye nasıl bir şeydir?” diye sorunca, şöyle cevap verdi: “Oruç tutuyor, namaz kılıyor, güzelce abdest alıyor ve iki şehâdeti getiriyor.” Bunun üzerine Rasûlullah, “Bu mü’min bir câriyedir” deyince, İbn Revaha, “Andolsun onu azad edeceğim ve onunla evleneceğim” dedi ve dediğini yaptı. Müslümanlardan bazıları bundan dolayı onu tenkid etmeye koyuldular ve, “Bir câriye ile evlendi” dediler. Hâlbuki onlar müşriklere kız nikâhlamayı uygun görüyorlar ve soylarına rağbet dolayısıyla onlara kız verdikleri oluyordu. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu.[228]

İbn Abbâs'tan rivâyet edildiğine göre Hz. Peygamber (s.a), müslümanları oradan gizlice çıkarsın diye, Hâşimoğulları'nın müttefiki olan Mersed ibn Ebî Mersed'i Mekke'ye yollamıştı. Bu zât Mekke'ye geldiğinde, câhiliyye döneminde sevgilisi olan, müslüman olunca Mersed'den yüz çevirip inzivaya çekilen Anâk adındaki kadın ona geldi. Mersed ona, İslâm'ın buna müsaade etmeyeceğini, ama Allah'ın Rasûlü'nden müsaade isteyeceğini ve onunla evleneceğini vaad etti. Mersed, Hz. Peygamber'in yanına varınca, Anâk ile ilgili meseleyi O'na anlattı ve, Anâk'la evlenmesinin caiz olup olmadığını sordu. Bunun üzerine Allah bu âyeti indirdi.[229]

Ey iman etmiş olan kimseler! Mü’min kadınlar göçmenler olarak size geldiği zaman, hemen onları imtihan edin. Allah onların imanlarını daha iyi bilir. Artık, eğer siz de onların inanmış kadınlar olduğunu öğrenirseniz, artık onları kâfirlere geri döndürmeyin. Bunlar onlara helâl değildir. Onlar da bunlara helâl olmazlar. Onlara [kocalarına] sarfettiklerini verin. Ücretlerini [mehirlerini] kendilerine verdiğiniz zaman onlarla evlenmenizde size bir günah yoktur. Kâfir kadınları nikâhınızda tutmayın, sarfettiğinizi isteyin. Onlar da sarfettiklerini istesinler. İşte bu, Allah'ın hükmüdür. Ki aranızda O, hükmeder, Allah çok bilendir, çok iyi yasa koyandır. (Mümtehine/10)

Allah Müslüman erkek ve kadınların, müşrik erkek ve kadınlarla evenmesini yasaklamış, fakat Müslüman erkeklerin Ehl-i Kitab kadınlarıyla evlenmesine izin vermiştir.

Bugün size temiz olan şeyler helâl kılındı. Kitap verilenlerin yemeği size helâl, sizin de yemeğiniz onlara helâldir. Mü’minlerden özgür ve iffetli kadınlar ile sizden önce kendilerine kitap verilenlerden özgür ve iffetli kadınlar da, namuslu, fuhuşta bulunmayan ve gizlice dostlar edinmemişler olarak –onlara ücretlerini/mehirlerini ödediğiniz taktirde– size helâl kılındı. Kim imanı tanımayıp küfre saparsa, elbette onun yaptığı boşa çıkmıştır. O, âhirette hüsrana uğrayanlardandır. (Mâide/5)

Ehl-i Kitab [Yahûdi, Hristiyan] kadınlar, mehirlerini ödemek şartıyla, namuslu olmak, zina etmemek ve gizli dost tutmamak üzere Müslümanlara helâldir. Bu âyete göre Yahûdi ve Hristiyanlar müşrik sayılmamış; mü’min erkeklerin, Yahûdi ve Hristiyan kadınlarla evlenmesine izin verilmiş, ama mü’min kadınların, Yahûdi ve Hristiyan erkekleriyle evlenmesine müsaade edilmemiştir.

Bunun nedeni şudur: Müslümanlar bütün peygamberlere inanır ve saygı duyarlar. Diğer dinlerin mensupları ise, sadece kendi peygamberini tanırlar, son peygamber Muhammed'e inanmaz ve saygı duymazlar. Bu durumda müslüman bir erkekle evlenen Yahûdi ve Hristiyan kendi dinini rahatlıkla yaşar, bu hususta herhangi bir müdâheleye maruz kalmaz, dinine ve peygamberine saygısızlık görmez. Ama Yahûdi veya Hristiyan bir erkekle evlenen müslüman kadın, peygamberine saygısızlık, hatta hakaret edildiğini görür, dinî vecibelerini yerine getiremez.

Burada şu hususa dikkat edilmelidir: Kur’ân'a göre her Ehl-i Kitap müşrik değildir:

Kitap Ehlinden, küfretmiş kimseler ve müşrikler, Rabbinizden size bir hayır indirilmesini istemezler. Allah ise, rahmetini dilediği kimseye mahsus kılar. Ve Allah, çok büyük lütuf sahibidir. (Bakara/105)

Kitap Ehlinden ve müşriklerden küfretmiş olan şu kimseler, kendilerine açık delil; içinde tertemiz/sapasağlam yazgılar bulunan, tertemiz sayfaları okuyan, Allah tarafından gönderilmiş bir elçi gelinceye kadar inkârlarından ayrılacak değillerdi. (Beyine/1-3)

Ve şüphesiz ki Kitap Ehlinden, Allah'a inananlar, size indirilene ve kendilerine indirilene Allah'a huşû [saygı] duyanlar olarak inananlar vardır. Onlar Allah'ın âyetlerini az bir değere değişmezler. İşte onlar, ücretleri Rabb'leri katında olanlardır. Şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir. (Âl-i İmrân/199)

Hepsi bir değildirler. Kitap Ehli içinde doğruluk üzere bulunan bir ümmet [önderi olan topluluk] vardır ki onlar, gecenin saatlerinde secde ederek Allah'ın âyetlerini okurlar. Allah'a ve âhiret gününe inanırlar, iyiliği emrederler, kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar, hayırlarda da birbirleriyle yarışırlar. Ve işte onlar iyi insanlardandırlar. (Âl-i İmrân/113-114)

222. Sana kadınların aybaşı hâlinden de soruyorlar. De ki: “O, bir eziyettir. Onun için aybaşı hâlinde kadınlardan çekilin ve temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Artık iyice temizlendikleri zaman da Allah'ın emrettiği yerden onlara varın.” Şüphesiz Allah, çok tevbe edenleri sever, çok temizlenenleri de sever.

223. Kadınlarınız, sizin için bir tarladır/kültürdür. Öyleyse tarlanıza dilediğiniz gibi varın. Kendiniz için de önceden gönderin ve Allah'a takvâlı davranın. Şüphesiz O'na kavuşacağınızı da bilin. –Ve mü’minlere müjdele!–

Bu âyetlerde karı-koca ilişkileri hakkında bazı ilkeler ortaya konmuştur. Şöyle ki:

* Aybaşı hâlinde iken kadınlarla cinsel ilişki kurulmamalıdır.

* Kadınlar, erkekler için bir tarladır/kültürdür. Evlilikteki esas amaç, üreme ve onurlu bir hayattır.

Bu âyetlerin iniş seabebiyle ilgili kaynaklarda şu bilgiler yer almaktadır:

Yüce Allah'ın, Sana ay hâlinden sorarlar buyruğu ile ilgili olarak Taberî es-Süddî'den, soranın Sâbit b. ed-Dahdah olduğunu zikretmektedir. Soranın Huseyd b. Hudayf ile Abbâs b. Bişr olduğu da söylenmiştir. Çoğunluğun kabul ettiği görüş de budur. Katâde ve başkalarının belirttiklerine göre bu sorunun sebebi şudur: Medîne ve civarındaki Araplar ay hâli olan kadınla birlikte yemek yemekten, onunla aynı meskende bulunmaktan uzak durmak hususunda İsrâîloğulları'nın yolunu izliyorlardı. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu.

Mücâhid de der ki: “Ay hâlinde kadınlardan uzak duruyor, fakat ay hâli süresinde de kadınlara arka yoldan yaklaşıyorlardı. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu.” Müslim'in Sahîh'inde Enes'ten gelen rivâyete göre Yahûdiler ay hâlindeki kadınlarla birlikte yemek yemez ve evlerde onlarnla bir arada bulunmazlardı. Peygamber'in (s.a) ashâbı Hz. Pey-gamber'e bu durumu sordular. Bunun üzerine Yüce Allah, Sana ay hâlinden sorarlar. De ki: “O bir ezadır, ay hâlinde kadınlardan uzak durun” âyetini sonuna kadar inzâl buyurdu. Rasûlullah (s.a) bunun üzerine, “Nikâh [cima] dışında her şeyi yapabilirsiniz” dedi. Durum Yahûdilere ulaşınca, “Bu adam bize kendisinde muhalefet etmedik hiçbir şey bırakmak istemiyor” dediler. Useyd b. Hudayr ile Abbad b. Bişr gelip şöyle dediler: “Ey Allah'ın Rasûlü! Yahudiler böyle böyle diyor. Biz onlarla cima etmeyelim mi?” Bunun üzerine Rasûlullah'ın (s.a) yüzü değişti. Onlara kızdığını zannettik. Onlar dışarı çıkınca karşılarında Rasûlullah'a (s.a) hediye olarak süt getirildiğini gördüler. Hz. Peygamber arkalarından haberci gönderdi; onlara o sütten içirdi. Biz de o'nun onlara kızmadığını öğrenmiş olduk.[230]

Yüce Allah'ın, Kadınlarınız sizin için bir tarladır buyruğu ile ilgili olarak –lafız Müslim'e ait olmak üzere– hadis imamları tarafından Câbir b. Abdullah'ın şöyle dediği rivâyet edilmektedir: Yahûdiler; “Erkek, hanımına arka tarafından önden yaklaşırsa; çocuk şaşı olur” derlerdi. Bunun üzerine, Kadınlarınız sizin için bir tarladır, o hâlde tarlanıza dilediğiniz gibi varın âyet-i kerîmesi nâzil oldu. ez-Zührî'den gelen rivâyette şu fazlalık da vardır: “Dilerse başını önüne eğmiş, [yüzükoyun], dilerse eğmemiş olarak; şu kadar var ki hep aynı yolda olmalıdır.”[231]

Hristiyanlar ise, hayız falan dinlemeden, kadınlarla cima ediyorlardı. Câhiliyye dönemindekiler ise, kadın hayızlı olduğu zaman, onunla aynı sofraya oturmuyorlar, verdiği şeyleri içmiyorlar, onunla aynı yatakta yatmıyorlar, Yahudî ve Mecûsilerin yaptığı gibi, aynı çatı altında barınmıyorlardı. Bu âyet nâzil otunca, Müslümanlar âyetin zâhirine sarılarak, hayız olan kadınları evlerinden çıkarıyorlardı. Bedevilerden bir grup kimse, “Yâ Rasûlallah! Soğuk çok fazla, elbiselerimizse çok az! Elbiseleri, dışarı attığımız kadınlara versek, evde kalanlar bu sefer soğuktan üşürler. Elbiseleri kendimize alıkoysak, hayızlı olan kadınlar soğuktan ölürler!” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a), “Ben size hayızlı oldukları zaman kadınlarla cinsî münasebet yapmamanızı emrettim, yoksa acemlerin yaptığı gibi onları evlerinizden çıkarmanızı emretmedim” buyurdu. Yahûdiler bunu duyunca şöyle dediler: “Bu adam bize muhalif davranmadığı hiç bir mesele bırakmıyor.” Sonra, Abbâd ibn Beşir ile Useyd ibn Hudayr, Hz. Peygamber'e gelerek o'na bu durumu haber verdiler ve, “Yâ Rasûlallah! Hayızlı iken onlarla cima etmeyelim mi?” dediler. Bunun üzerine Hz. Peygamber'in (s.a) yüzünün rengi değişti, bu iki zât da o'nun kendilerine kızdığını zannederek kalktılar. Tam o sırada Hz. Peygamber'e bir süt hediye ve ikram edildi. Bunun peşinden Hz. Peygamber o iki kimseye haber salarak, bu sütü onlara ikram etti. Böylece de, kendisinin onlara kızmamış olduğunu bize anlatmış oldu.[232]

1) Rivâyet edildiğine göre Yahûdiler şöyle diyorlardı: “Kim, fercinden olsa da hanımına arka taraftan yaklaşırsa, onun çocuğunun gözleri şaşı ve sakat olur.” Aynca onlar bunun, Tevrât'ta bulunan bir hüküm olduğunu söylüyorlardı. Bu husus Hz. Peygamber'e anlatılınca o, “Yahûdiler yalan söylüyor” dedi ve sonra âyet-i kerîme nâzil oldu.

2) İbn Abbâs'tan rivâyet edildiğine göre Hz. Ömer, Hz. Peygamber'e gelerek, “Yâ Rasûlallah! Ben mahvoldum!” dedi ve kendisinden, böyle bir şeyin meydana geldiğini söyledi. Bunun üzerine de Allah Teâlâ bu âyet-i kerîmeyi inzâl buyurdu.

3) Ensâr, fercinden olsa da kadına arka taraftan yaklaşmayı hoş görmüyordu. Bu düşünceyi de, Yahûdilerden almışlardı. Muhâcirler ise, bunu yapıyorlardı. İşte bunun üzerine Ensâr bunu onlara çok gördü. Bu sebebten dolayı da, bu âyet-i kerîme nâzil oldu.[233]

Âyette geçen eza sözcüğü, “sıkıntı, eziyet, cinsel ilişki anındaki rahatsızlık, enfeksiyon riski, tiksinti” vs. gibi şeyleri kapsar.

Âyette, Onun için aybaşı hâlinde kadınlardan çekilin ve temizleninceye kadar onlara yaklaşmayın. Artık iyice temizlendikleri zaman da Allah'ın emrettiği yerden onlara varın buyurularak, erkeklerin eşlerine karşı duyarlı ve saygılı olmaları istenmiştir.

Burada sadece, aybaşı hâlindeki kadınla cinsel ilişki yasaklanmış olup bunun dışında kısıtlayıcı bir hüküm yoktur. Kadınlar bu dönemlerinde namaz kılar, Kur’ân okur, doktor izin verirse oruç da tutarlar. Doktor izin vermezse, hayız dönemlerinden sonraki günlerde oruçlarını kaza ederler.

Ne varki, Rasûlullah'a isnaden kadınlar bu özel günlerinde namazdan, oruçtan ve Kur’ân'dan uzaklaştırılmışlardır. Hâlbuki Rasûlullah Sünen ve Târih kitaplarına göre kadınları özel günlerinde namazdan, oruçtan ve Kur’ân okumaktan değil, Mâide/6 ve A‘râf/31'deki emirler kapsamında musallâya çıkmaktan menetmiştir. Bu konuya ait yazımızın bir bölümünü burada da sunuyoruz:

KADIN-HAYIZ-NAMAZ: Hayızlı kadının namaz kılamayacağı iddiası, hem Kur’ân'a, hem de Rasûlullah'ın sünnetine aykırıdır. Sünnete aykırılığına gelince:

Bir kadın Rasûlullah'a sordu:

-- Yâ Rasûlallah! Elbisesine hayız kanı bulaşan kadın ne yapmalıdır?

Rasûlullah şöyle cevap verdi:

-- Birinizin elbisesine hayız kanı bulaşırsa, onu parmaklarıyla yahut tırnağıyla kazısın, sonra azar azar üzerine su döküp yıkasın, ondan sonra o elbise içinde namaz kılsın![234]

İşte sünnetteki uygulama böyledir.

İslâm öncesi devirlerde, Yahûdiler, Hırıstiyanlar ve Arap müşrikleri hayızlı kadınları hor görürler; hayızlı oldukları sürede kendilerine kötü ruhların iliştiğine inanırlar, hapsedederlerdi. Onları murdar, necis sayarlar, pişirdiklerini yemezler, onlarla bir arada oturmazlar, dokundukları nesnelere uğursuzluk bulaştırdıklarına inanırlar, yanlarından bile geçmezlerdi. Buna rağmen Hristiyanlar o şartlarda onları cinsel ilişkiye zorlar, taciz ederlerdi, hiç acımazlardı.

Kur’ân değer verip akıl, insaf, vicdan ve din dışı bu uygulama ve inançları ortadan kaldırarak kadını erkekle aynı haklara sahip kılınca, o günün Medîne halkı, hayızlı kadının durumunu Peygamber efendimize sordular. Onların sorusunu Allah cevapladı:

Sana âdet hâlini de sorarlar. De ki: “O, insana tiksinti ve rahatsızlık veren bir hâldir [ezadır]. Hayızlı oldukları sırada kadınlardan uzak durun ve onlar temizleninceye kadar kendilerine yaklaşmayın. İyice temizlendiklerinde, Allah'ın emrettiği yerden onlara gidin.” Şu bir gerçek ki Allah, çok tevbe edenleri sever, iyice temizlenenleri de sever. (Bakar/222)

Âyette görüldüğü üzere, cinsel ilişki dışında hayızlı kadına hiçbir yasak getirilmemiştir.

Kur’ân ve sünnette durum böyle olmasına rağmen, ilmihal ve fıkıh kitaplarında hayızlı kadınlarla ilgili, İslâm öncesindekilere benzer veya onlara yakın yasaklar konmuştur; namaz kılamaz, oruç tutamaz, Kur’ân okuyamaz, camiye giremez, tavaf edemez gibi.

Bunlar, kadını Kur’ân'dan uzaklaştırıp câhil bırakmak, aşağılamak, toplumdan dışlayıp direncini kırmak ve böylece de sömürebilmek için uydurulmuş hükümlerdir.

Hayızlı kadın, namazlarını her vaktin namazı için abdest alarak normal zamanlarda olduğu gibi kılmalıdır. Kur’ân okumak için ise abdestli olma, hayız ve nifastan temizlenme mecburiyeti yoktur; kadın her zaman ve her durumda Kur’ân okuyabilir. Oruca gelince, hayız dönemi tıbben hastalık sayıldığından, Bakara/183-185'in hükmü gereği hayız gören kadın, kanamalı günlerin dışında başka günlerde oruç tutabilir.

Sahih rivâyetlere göre Peygamber Efendimiz, “Hayızlı kadınlar namaz kılmasın” dememiştir. “Hayızlı kadınlar, hayır meclislerine [okul, dernek vs. toplantılarına] katılsınlar, sadece musallâya [Cuma ve bayram namazlarına] gelmesinler” demiştir.

Hafsa bt. Sirin şöyle demiştir: Biz genç kızlarımızı bayramlarda musallâya çıkmaktan men ederdik. Bir kadın gelip Halefoğulları'nın kasrına indi. O kadın kızkardeşinin –ki kocası Peygamber ile birlikte oniki savaşta bulunmuş, kendisi de bizzat altısına iştirak etmişti–, “Biz yaralılara ilaç yapar, hastalara bakardık” dediğini rivâyet ettikten sonra şöyle dedi: “Kızkardeşim Peygamber'e, “Birimizin örtünecek çarşı elbisesi olmazsa, musallâya çıkmamasında bir sakınca var mı?” diye sormuş. Peygamber, “Arkadaşı kendi çarşı elbiselerinden birini ona giydirsin de hayır yerlerinde ve Müslümanların duasında bulunsun” buyurmuştur.

Hafsa bt. Sirin der ki: Ümmü Atıyye buraya geldiği zaman, “Bunu sen Peygamber'den işittin mi?” diye sordum. Ümmü Atıyye, “Babam o'na feda olsun, evet işittim” dedi. Ümmü Atıyye şöyle devam etti: “Babam o'na feda olsun, ben Peygamber'den işittim, o şöyle buyuruyordu: “Tazelerle perde sahibi kadınlar, yahut perde sahibi tazeler ile hayızlı kadınlar çıkıp hayır meclisinde [okul, cemiyet ve her türlü sosyal etkinlik] ve mü’minlerin duasında hazır bulunsunlar. Yalnız hayızlı kadınlar musallâdan [Cuma ve bayram namazlarından] uzakça dursunlar.” Hafsa dedi ki: Ben Ümmü Atıyye'ye, “Hayızlılar da mı?” diye sordum. Ümmü Atıyye cevaben, “Hayızlılar Arafat'ta ve falan falan yerlerde hazır bulunmuyorlar mı?” dedi.[235]

Bu nakilde görülen o ki, Peygamber Efendimiz, hayızlı kadının namaz kılmasını yasaklamamış, sadece “Cuma ve bayram namazlarına gelmesinler” buyurmuştur.
Taner isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla