Sabahtan Vatikan Büyükelçisi Sergi o Sebastian Bey beni telefonla aradı. Bir makale yazdığını ve diyalogun ruhuna aykırı şeyler söylediğini bildirdi, dedi.
Bir makale yazdım. Ancak diyalogla ilgili olumsuz bir şey yazmadım dedim. İstersen Sebastian Bey ile bir görüş dedi.
Görüştüm ve ona bu makalede diyalog ruhuna aykırı ne bulduğunu sordum.
Bu olaylar kuşkularımı artırınca, II. Vatikan Konsili’nin dinlerarası diyalog ile ilgili kararlarını ve dökümanlarını okumaya karar verdim.
Diyalog için sıkça atıfta bulunulan Lumen Gentium ile Nostra Aetate (Kilisenin Hıristiyan olmayan dinlerle ilişkisi hakkında Konsil deglerasyonu) kararlar dışında, Ad Gentes (Kilisenin misyonerlik hakkındaki Konsil kararı) ve Unitatis Redintegratio (Ekümeniklik hakkında Konsil Kararı) gibi diğer iki kararda da dinlerarası diyaloga ait bilgiler buldum.
Örneğin Ad Gentes’in ikinci bölümünde diyalogun misyonerlik olduğu açıkça belirtiliyor. Kararı özetleyen iki Cizvit papaz J.Neuner ve J.Dupuis şöyle diyorlar:
“İkinci bölüm misyonerlik çalışmasıyla ilgilidir. (10-18. cümleler)
Bir yandan diyalog (11) ve yardım (charity) sunumu vasıtasıyla (12), diğer yandan da İncil’i vaaz etme aracılığıyla Tanrı’nın halkını bir araya getiren incilleştirmeyi (13-14) Hıristiyan şehadeti ile sentezlemeyi amaçlamaktır.
Zaten misyonerlik vasıtası olan birincisi (diyalog), ikincisine (İncilleştirmeye) götürür.”(4)
Bu kısa giriş cümlelerinden sonra, esas konumuza girmek için, 1986 yılından bugüne yaklaşık 21 yıldır doğrudan veya dolaylı bir şekilde diyalog yapan Türk taraftarların bilerek veya bilmeyerek misyonerliğin amacına hizmet ettiklerini söyleyelim ve bunun kanıtlarını çeşitli kesimlerin ve kişilerin diyalog adına söylediklerinden ve yaptıklarından örneklerle ortaya koymaya çalışalım.
1. MİSYONERLİĞE ORTAK OLMA
Herkesin bildiği Türkiye’den dinlerarası diyaloga en çok sahiplenenler en ateşli diyalogçular Fethullah Gülen ve cemaati üyeleridir. Çünkü Fethullah Gülen, Papa II. John Paul’a 9 Şubat 1998 günü sunduğu mektubunda Papa’nın dinlerarası diyalog misyonuna yürekten katıldığını şöyle ifade ediyordu:
“Pek muhterem Papa cenapları, Üç büyük dinin doğum yeri olarak bilinen toprakların dünyayı daha iyi yaşanabilir bir mekan kılma yolundaki kutsal misyonumuzu tam manasıyla bilen halkından size en içten selamlar getirdik….
Papa 6. Paul cenapları tarafından başlatılan ve devam etmekte olan Dinlerarası Diyalog İçin Papalık Konseyi (PCID) misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz. Bu misyonun tahakkuk edişini görmeyi arzu ediyoruz. En aciz bir şekilde hatta biraz cüretle, bu pek kıymetli hizmetinizi icra etme yolunda en mütevazi yardımlarımızı sunmak için size geldik.”(5)
Gülen’in mektubunun başlangıç cümlelerinden yukarıya aktardığımız iki kısım üzerinde dikkatlice düşündüğümüzde, ortaya iki husus çıkmaktadır:
a) Gülen nasıl oluyor da Papa nezninde üç dinin doğduğu yerlerin ve halklarının temsilciliğini kendinde görebiliyor?
Üç din, Yahudilik, Hıristiyanlık ve İslâm sırasıyla Mısır-Sina’da, Kudüs’te ve Mekke-Medine’de doğmuştur. Bugün buralarda çeşitli halklar ve devletler vardır.
Siyaseten ve hukuken Gülen bu yerleri ve halklarını nasıl temsil edebilir?
Öte yandan bu yerlerin halkı din bakımından Yahudi, Hıristiyan ve Müslümandır. Gülen, hadi diyelim İslâm’ı temsil edebilir ama, Yahudiliği ve Hıristiyanlığı nasıl temsil edebilir?
Bu konu hakkında daha fazla durmadan bizim için çok daha önemli olan ikinci hususa geçelim.
b) Gülen ikinci paragraftaki cümleleriyle Papalık Konseyi’nin Dinlerarası Diyalog misyonunun bir parçası olmayı, buna hizmet etmeyi istiyor ve bunların gerçekleşmesini arzu ediyor.
Gülen, birinci paragrafta kendi hizmet ve vazifesini “Kutsal misyonumuz” diyerek misyon olarak nitelediği gibi, ikinci paragrafta da Dinlerarası Diyalog’u da misyon olarak niteliyor.
Misyon kelimesini Gülen’in kasıtlı olarak seçip seçmediğini bilemiyoruz; ancak Papalık nezninde “misyon” kelimesinin özel bir anlamı vardır ki, bu insanlara Hıristiyanlığı tebliğ etmektir; misyonerlik ve misyoner kelimeleri de zaten aynı kelimeden gelir. Nitekim II. Vatikan Konsili’nin Misyonerlikle ilgili Ad Gentes Divinitus adlı kararında misyon şöyle tanımlanıyor:
“Kilise tarafından gönderilen İncil öğreticilerinin yükümlülükleri ve bütün dünyaya giderek İncil’i vaaz etme vazifesini yüklenerek henüz Mesih’e inanmamış halklar arasında Kilise’yi yerleştirmeleri, genel olarak misyon diye adlandırılır.”(6)
Dinlerarası diyalog, hem yukarıda sözünü ettiğimiz Ad Gentes’te hem de Gülen’in mektubunu sunduğu Papa II. John Paul’un çeşitli vesilelerle yaptığı açıklamalarında ve deklarasyonlarında da açıkça diyalog ve misyon, “misyonerlik” olarak tanımlanmaktadır.
Gülen’in hizmet etmek istediği diyaloğu ve misyonu, II. John Pa ul, “Redemptoris Misso” başlıklı genelgesinde şöyle tanımlıyor:
“Dinlerarası diyalog Kilise’nin bütün insanları Kilise’ye döndürme amaçlı misyonunun bir parçasıdır. … …esasen misyonla ve misyonun şekilleriyle diyalog arasında özel bir bağ vardır.
Bu misyon aslında Mesih’i ve İncil’i bilmeyenlere ve diğer dinlere mensup olanlara yöneliktir… … …
kurtuluşun Mesih’ten geldiği ve diyaloğun evangelizasyondan (incilleştirme) ayrılmadığı gerçeği gözardı edilmemiştir.
… Diyalog, Kilise’nin kurtuluşun tabiî yolu olduğu inancıyla yönlendirilmeli ve ikmâl edilmelidir.
...Diyalog Tanrı’nın Krallığı’a doğru bir yoldur ve bunun süresini ve mevsimini sadece Baba bilse de, mutlaka sonuç verecektir.”(7)
En yetkili ağızdan dinlerarası diyalog gerçek amacıyla böyle de tanımlanıyor. O halde Gülen’in diyaloğa ortak olmasının ne anlama geldiğini siz düşünün.
Devam edecek
__________________
Halil Ay
|