Bazıları, ictihadı akıllarına sığıştıramadıklarından inkâr etmektedirler. Hâlbuki daha peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) hayatta iken sahabeler, hakkında kesin hüküm olmayan meselelerde ictihad yapmakta ve Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) buna karşı gelmemekte idi. Bu meselenin bazı misalleri şöyledir:
1. Misal: Hz. Peygamber (sallallahu aleyhi ve sellem) Ahzab savaşından sonra: “Kim Allah’a ve ahiret gününe inanıyorsa, Kurayzaoğullarının bölgesine varmadıkça ikindi namazını kılmasın” buyurmuştu. Güneş batmaya yüz tutunca, Ashab-ı Kiram bu sözün ifade ettiği anlam hakkında farklı görüşler belirttiler. Bir kısmı: “Resulullah bu sözüyle, çabuk yol almamızı istedi” şeklinde görüş belirtirken, bir kısmı da: “Hayır, Resulullah bu sözüyle, güneş batmış olsa bile, biz ancak Kurayzaoğulları bölgesinde ikindi namazını kılabiliriz” demek istemiştir diye görüş belirtmişler ve ikindi namazını güneş battıktan sonra kılmışlardı. Her iki gurubun davranışı Hz. Peygambere (sallallahu aleyhi ve sellem) haber verildiğinde, Efendimiz hiçbir guruba sert tepki göstermemiştir. Bu, Hz. Peygamberin (sallallahu aleyhi ve sellem) yapılan ictihadları onayladığı anlamına gelmektedir. (Buhari, Müslim)
2. Misal: Bedir Gazasında alınan esirlere nasıl bir muamele yapılacağına dair henüz bir vahiy nazil olmamıştı. Fahr-i Kâinat Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) kendisine bildirilmeyen her hususu ashabıyla istişare ettiği gibi bu meseleyi de istişare etti. Hazreti Ebu Bekir, esirlerin bedeline fidye alınması ve serbest bırakılması görüşündeydi. Hazret-i Ömer Efendimiz ise, esirlerin hemen öldürülmesi fikrindeydi. Hazret-i Ebu Bekir’in maksadı, esirlerden alınacak fidyeyle müslüman askerleri düşmana karşı silahlandırıp kuvvet kazandırmaktı. Hazret-i Ömer’in maksadı ise, bunlarda ıslah emaresi olmadığından vücutlarını ortadan kaldırmakla yeryüzündeki fesadı önlemekti.
Ashab-ı Kiramın bir kısmı Hazreti Ömer’in, bir kısmı da Hazret-i Ebu Bekir’in ictihadından yana oldular. Aralarında ihtilaf çıkınca Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) Hazret-i Ebu Bekir’in ictihadını tercih etti ve onun görüşü doğrultusunda davranıldı. Daha sonra bu hususta şu ayet-i kerime nazil oldu:
“Yeryüzünde ağır basıp, küfrün belini kırıncaya kadar, hiçbir peygambere esirleri bulunması yaraşmaz. Siz geçici dünya malını istiyorsunuz, halbuki Allah (sizin için ebedi olan) ahireti istiyor.” (Enfal 67)
Bu ayet-i kerime, Hazret-i Ebu Bekir’in ictihadını bozmamakla beraber, Hazreti Ömer’in ictihadının daha üstün olduğunu ortaya koymaktadır. Demek ki, birbirine zıt iki fikir de tasvip edilmiştir. İşte bu ayet-i kerimeden anlaşılıyor ki, her müctehid kendi görüşünde isabet etmektedir. Eğer, Hazret-i Ebu Bekir Efendimizin fikri hata olsaydı, hüküm icra olunmadan evvel ayet indirilirdi. Demek ki, bu hususta nazil olan ilahî ikaz, daha iyisiyle amel etmenin zıddını tercihten dolayıdır.
3. Misal: Resulullah (sallallahu aleyhi ve sellem) Muaz bin Cebel’i Yemen’e hâkim olarak gönderirken, “Orada nasıl hükmedeceksin?” buyurdu. Hz. Muaz; “Allah’ın kitabıyla” dedi. Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem): “Ya Allah’ın kitabında bulamazsan” buyurunca, Hz. Muaz: “Resulullah’ın sünneti ile” dedi. Bunun üzerine peygamberimiz (sallallahu aleyhi ve sellem): “Resulullah’ın sünnetinde de bulamazsan? buyurunca, Hz. Muaz: “İctihad ederek anladığımla” dedi. Bu cevap üzerine Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) mübarek elinin Muaz’ın göğsüne koyup şöyle buyurdu: “Elhamdülillah, Allah-u Teâlâ resulünü (elçisi olan Muazı) Resulullah’ın rızasına uygun eyledi.”
Bu hadis-i şerif Tirmizî, Ebu Davud ve ed-Dârimî’de yazılıdır. Demek ki, ehlinin, yani bir müctehidin ictihad yapması ve hakkında açık bir hüküm bulunmayan bir meseleyi, hakkında açık hüküm bulunan benzer bir meseleye kıyas ederek hükme bağlaması caizdir. Bu, bizzat Efendimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) emridir.
4. Misal: Ebu Davud ve İbn-i Mâce’nin bildirdikleri hadis-i şerifte Efendimiz (sallallahu aleyhi ve sellem) şöyle buyurmuştur: “İlim üçtür: Ayet-i Muhkeme, Sünnet-i Kaime ve Faridat-ı Adile’dir.”
Mişkat şerhi bu hadisi açıklarken şöyle der: “hadiste geçen Ayat-ı Muhkeme; ayetleri muhkem olan Kuran’dır. Sünnet-i Kaime ise; Peygamberimizin (sallallahu aleyhi ve sellem) sünnetidir. Faridat-ı Adile ise, Kitap ve sünnete uygun ilimdir. Bu, icma ve kıyasa işarettir. Çünkü icma ve kıyas, Kitap ve sünnetten çıkarılmaktadır. Bu sebeple icma ve kıyas, Kitap ve sünnete müsavi ve denk tutulmuş ve Faridat-ı Adile denilmiş ve böylece ikisi ile amel etmenin vacip olduğu tembih buyrulmuştur. O halde bu hadis-i şerifin manası: “Dinin kaynağı dörttür: Kitap, sünnet, icma ve kıyastır” manasındadır.
Daha fazlasını isteyenler, ilgili hadis ve usul-ü fıkıh kitaplarına müracaat edebilirler.
__________________
Ya İslam'la yükselir, Ya inkarla çürürsün.. Bu yol mezarda bitmiyor, gittiğinde görürsün!...(NECİP FAZIL KISAKÜREK)
|