Tekil Mesaj gösterimi
Alt 6. February 2011, 04:16 PM   #8
FEDAKARADAM
Uzman Üye
 
FEDAKARADAM - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 418
Tesekkür: 51
95 Mesajina 146 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 25
FEDAKARADAM has much to be proud ofFEDAKARADAM has much to be proud ofFEDAKARADAM has much to be proud ofFEDAKARADAM has much to be proud ofFEDAKARADAM has much to be proud ofFEDAKARADAM has much to be proud ofFEDAKARADAM has much to be proud ofFEDAKARADAM has much to be proud of
Standart

Sayın Haluk Bey kardeşim.

Vermiş olduğunuz ayetlerin tamamına iman etmişimdir ve bunda da hiçbir itiraz ve şüphem yoktur.Ancak, günümüz meselelerinde öyle konular işleniyor ki bunları Kur'an'da bulamıyoruz.hal böyle olunca, ya hadislere bakıyoruz ya da ehli sünnet ulemasının fıkhi görüşlerinden faydalanıyoruz.Bu durum da, bu gibi meselelerde, Kur'an dabunalr yoktur, olmaz diyebilir miyiz, diyemyiz.Demek ki bunda bir içtihad doğmakta ve açıklama gereği duyulmaktadır.Açıklanacak her hangi mesele Kur'an'a uymuyorsa zaten biz onu hemen ret ederiz.

İslam bilgileri delil olarak hem hükmün çıkarıldığı asıl kaynağı, hem de hükmü elde etmek için kullanılan genel prensipleri ve metotları “delil” olarak isimlendirmişlerdir. Bu deliller içinde “Kitap,(Kur'an-ı Kerim) Sünnet, İcma ve Kıyas” delillerini ise ittifakla kabul etmişlerdir. Bunlara “Edille-i Erbaa” demişlerdir. İslam bilginleri delilleri “mantıkî kıyaslar, bilinmesi bir başka şeyin bilinmesini gerektiren hususlar, beş duyu ile anlaşılmayan şeyin aklen bilinmesini sağlayan şeylerdir” (Ta’rifat, 104) diye yorumlamışlardır. Yani bir hükmün ispat edilmesini ve ortaya çıkmasını sağlayan şeylerdir. Başta Gazali olmak üzere, Fahreddin-i Razi, Seyfeddin el-Âmidî, Taftazanî, Cürcânî gibi müteahhirin kelam uleması delillerin mantıkî kıyas şekillerinden birisine göre düzenlenmesi gerektiği konusunda birleşmişlerdir. Onlara göre aklî deliller beş duyuya dayanan delillerden daha sağlamdır. Bu düşüncelerini de Kur’ân-ı Kerime dayandırmışlardır.


Genellikle delillerin muhteviyatı evveliyât, müşâhedât, mahsusât, mücerrebât, mütevâtirat, meşhûrât, makbûlât ve vehmiyyât türünden yakînî ve zannî bilgilerdir. Zanniyyât ve vehmiyyâtı belirleyerek bunları kesin bilgilerden ayırmak için aklın temel ilkelerine müracaat etmek gerekir. (Gazalî, El-Mustasfa, 1:47-49) Aynı görüşleri daha sonra gelen Razi, Cürcâni ve Taftazanî gibi kelam âlimleri de benimsemişlerdir.

Kelam bilginleri delili çeşitli yönlerden tasnif emişlerdir. Bunlardan bazıları;
1. Aklî Deliller: Mantıkçıların ortaya koyduğu ve öncülleri kesin bilgilerden oluşan delillerdir. Bunlara örnek olarak “Burhan” “Meşhurat” “Müsellemât” gibi isimler verilir. Aklî deliller dinde herhangi bir hüküm va’zedemezler. Ancak nakil ile sabit olan delillerin daha iyi anlaşılmasına, aklın kabul etmesine, doğruluğunun ispat edilmesine ve gerektiğinde deliller arasında mukayese ve tercih yapılmasına katkı sağlarlar.

2. Naklî Deliller: Öncülleri nakle, yani, ayet ve hadislere dayanan delillerdir. Bunlar işitmeye bağlı olduğu için “Sem’î Deliller” veya “Lafzî Deliller” de denir. Bilgiyi ve haberi nakledenin doğru söyleyip söylemediği ve sözünün doğru olup olmadığı da yine aklî deliller ile sabit olacağından bunlara “Naklî ve Aklî Delil” demeyi daha uygun görenler de vardır.

Kelam bilginleri itikadî hükümlere ilişkin delilleri Kur’ân-ı Kerim, Hadis-i Şerifler ve İcma-i Ümmet olarak üç temel grupta toplamışlardır. Mütavatir hadisler yanında ahad rivayet ile gelen hadisleri de Kur’ân-ı Kerime aykırı olmamak ve sağlam kaynaklardan gelmiş olmakla delil olarak kabul edilmesinde ittifak etmişlerdir. Kelam ilminde kıyasın yeri yoktur ve akaide ait hususların belirlenmesinde yegâne kaynak naklî delillerdir.

Deliller ortaya koydukları sonuçları itibarıyla da ikiye ayrılırlar:
1. Kat’î Delil: İspat ettiği konuya ilişken farklı ihtimalleri ortadan kaldıran delildir. Bunlara “Yakînî Delil” de denir. Bütün öncülleri Yakîniyat ve Zaruriyattır. Böyle bir delile “Burhan” denir. Bir naklî delilin kesin olabilmesi için hem lafzı, hem de manaya delaleti kat’î ve kesin olması, bir başka manaya ihtimalinin olmaması gerekir. Mütevatir hadisler de manaya delaleti açık ise, buna dayanan her naklî delil de kesinlik kazanır.

2. Zannî Delil: İspat etmeyi amaçladığı konuya ilişkin karşı ihtimalleri tamamen ortadan kaldırmayan ve bir başka manaya delalet ihtimali olan delillerdir. Bu nevi delillere de “İltizâmî” ve “İknâî Delil” adı verilir. Kelam bilginlerine göre öncülleri yakîniyat ve zaruriyat olmayan cedel, hatabe nevinden oluşan aklî delillerin tamamı zannî-aklî delil grubuna girerler. Yine İslam bilginlerine göre manaya delaleti açık olmayan ayetler ile tevatür derecesinin altındaki bütün hadisleri zanni delil olarak kabul etmişlerdir. Ancak Kur’ân-ı Kerimdeki bir ayeti açıklayan ve delili ayette bulunan hadisleri delil olarak kabul etmişler ve delaleti zanni olan ayetlerin açıklanması için istifade etmişlerdir. Zanni delilleri güçlendirmek için aklî ve ilmî delillerden istifade etmişler ve nassların doğruluğunu bu şekilde ispata çalışmışlardır.

Yine İslam bilginlerine göre “Naklî delil ile aklî delil çelişirse akıl esas alınır ve nakil tevil olunur.” (Muhakemat, 2006, s.29) Tabii ki bu akıl yanlışlardan korunan salim akıl olması gerekir. Zaten te’vil ve tefsir, akl-ı selime, kesinliği ve doğruluğu ispatlanmış olan ilme göre yapılır. Hem naklî delil, aklî delilin önüne geçerse o zaman naklin doğruluğunu ispatlama imkânsız olur.

Kur’ân-ı Kerim’in muhatapları genel olarak ekseriyeti teşkil eden avam tabakası olduğu için mu’cizevî olan üslubu çok sehl olup içinde aklî delilleri de barındıran geniş kapsamlı bir muhtevaya sahiptir. Herkesin anlayabileceği tabii mantık üslubuna göredir. Aklî deliller de yanılgıdan kendisini kurtaramaz. Bu sebeple aklî delillerin doğruluğunu ortaya koyacak olan ölçüye ihtiyaç vardır ki bu da mutlak ve ilâhî hakikatleri ihtiva eden şer’î delillerdir. Kesin olan deliller birbiri ile çelişmezler. Çelişki kâinattaki nizama aykırıdır. Bu durumda Kur’ânın delillerine aykırı aklî bir delilin dayandığı ilke açık değildir, çelişkili olan naklî delil ise sahih değildir. Dolayısıyle aklî deliller ile naklî deliller arasında bir çelişki söz konusu değildir. (İbn-i Teymiye, Delil-i Teâruzu’l-Akl ve’n-Nakl, 1:198-200)

İslam Hukuk dalı olan “Fıkıh” ilmine göre ise, ahkâma merci olan şer’î deliller icma ve ittifakla “Kitap, Sünnet, İcma ve Kıyas”dır. Bunların dışında “Örf” “Maslahat” “Istıslah” “Istıshab” ve “Seddüz’-Zerâî” gibi talî deliller de vardır. Kıyas ve diğer deliller ilk üç delilden istinbat yolu ile hüküm çıkarmaya yardımcı olmak için gereklidirler.

Sonuç olarak; deliller kelam ve itikadî meselelere, fıkıh ve muamelata, ahlak ve maneviyata ve sosyal hayata bakan yönleri ile farklılık arz eder. Her delil her yerde geçerli olmayabilir. Bu hususlar erbabınca ve ehlince bilinir ve ihtisas sahipleri tarafından pratikte uygulanarak adil ve doğru sonuçları ortaya konur. Anlaşılması için de izah edilerek avam ve toplum tarafından kabul edilirler.

Artık söyleyecek sözüm kalmamıştır...
__________________
Ya İslam'la yükselir, Ya inkarla çürürsün.. Bu yol mezarda bitmiyor, gittiğinde görürsün!...(NECİP FAZIL KISAKÜREK)
FEDAKARADAM isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla