Uzman Üye
Üyelik tarihi: May 2010
Mesajlar: 568
Tesekkür: 4.080
276 Mesajina 635 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 26
|
SENYORAJ
Merkez Bankası’nın piyasaya dolanıma sunduğu para olan EMİSYONLA karşılanması gereken bu oran, Kapitalist düzende farklı bir yolla piyasalara aktarılmaktadır. Uygulamada devletlerin emisyonla elde ettiği gelir olan “SENYORAJ hakkı” elinden alınmakta, gerçekte ise dış kaynaklı borçlarla devletlerin elinden alınan “bağımsızlık”ları olmaktadır.
Kapitalist sistemin gereği olarak az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkelere sunulan faizli borç ve krediler, işte bu oranın temini için gerekli olan parayı global sermaye gruplarından karşılamaktır...
Ülkemizde de örneğini yaşadığımız bu korkunç oyunda, ülkelerin Merkez bankaları devletten bağımsız hale getirilerek; devletin, Merkez Bankası üzerinden senyoraj geliri elde etmesine yasak getirilmektedir.
Gelişmekte olan ülkelerde senyoraj geliri yerine gelişmiş ülkelerin Merkez bankalarının bastığı para faizle borç alınarak senyoraj geliri yerine kullanılmaktadır. Bu durumda borç alan ülkeler, küresel güçlere faiz ödemek zorunda kalmaktadır. Ayrıca aynı zamanda senyoraj gelirlerini de devretmişlerdir.
Neticede ülkeler, Türkiye de olduğu gibi büyük bir borç batağının içine itilmektedir.
Yıllardan beri televizyon ekranlarından halkımızın dikkatini çektiğimiz bu hususlar, artık Türkiye’de ve dünyada sahasında saygın isimler tarafından da ifade edilmektedir.
Nitekim T.C. Merkez Bankası eski Başkanı Yaman Törüner, Milliyet gazetesindeki makalesinde gelişmekte olan ülkelerin senyoraj geliri elde etmesine müsaade edilmediğine, bunun yerine gelişmiş ülkelerin o ülkeler adına senyoraj hakkını kullanıp, “HART KÖRİNSİ”leri dolaşıma sokarak gelişmekte olan ülkelerden vergi aldığına dikkat çekmiştir.
Yaman Törüner şöyle diyor: “Merkez Bankacılığı ateş ve tekerlerle beraber dünyada yapılan en büyük üç icraattan biridir. Merkez bankaları sayesinde devletler para basar ve bastıkları para kadar senyoraj geliri elde ederler. Yani bastıkları para kadar halktan vergi toplamış olurlar. Bu açıdan bakıldığında, Merkez bankaları devletlerin bir parçasıdır ve prensip olarak devletten bağımsız olamazlar.
Diğer bir deyişle, Merkez bankalarının bağımsız olmaları, kendi devletlerini değil, Kapitalist sistem yöneticilerini dinlemeleri anlamına gelir. Bir devlet, zaten Kapitalist sistem yöneticilerinin isteklerini yerine getirmeye hazırsa, o devletin de onayı ile Merkez Bankası bağımsız yapılır.
Asıl senyoraj gelirini “gelişmiş ülkeler” Merkez bankaları elde eder. Bu gelirin kontrollü biçimde elde edilmesi için gelişmekte olan ülkelerin merkez bankalarının bağımsız olması, bağımsızlığın prensip edinilmesi, yani kendi devletlerinin çıkarlarını fazla korumamaları şarttır. Gelişmiş ülke Merkez bankaları gerçek değişim aracı sayılan “hart körinsi”leri basarlar. Gelişmekte olan ülkelerin halkları, karşılıksız basılan hart körinsileri ödeme, tasarruf ve borç alma aracı olarak kullanırlar.
Gelişmekte olan ülkelerin bağımsız Merkez bankaları da hart körinsi üzerinden döviz rezervi bulundurur. Hart körinsi basabilen Merkez bankaları, kendi ülkelerinde talep edilenin katlarca fazlası kadar dışarıdan para talebi ile karşılaşırlar.
Dışarıdan olan para talebi kadar da karşılıksız para basıp, başka ülke halklarından senyoraj geliri elde ederler. Yani, bir bakıma gelişmiş ülkeler, Merkez bankaları aracılığı ile gelişmekte olan ülke halklarından vergi alırlar.”
Uluslararası kredi kuruluşları, “emisyonumuzu arttırarak üretim yapmak yerine, faizle alınan yabancı para ile aynı üretimi yapmamızı” tavsiye etmektedirler.
“Para basma enflasyon olur” diyenlere göre; “Merkez Bankası para basarak emisyonu arttırırsa enflasyon olmakta; oysa faizle dışarıdan alınan para ile üretim yapıldığında enflasyon olmamaktadır, bu sayede ülkemiz kalkınabilir” gibi saçma bir anlayış milletimize anlatılmaktadır.
IMF gibi kuruluşların etkisindeki ülkelerde yatırımların hayata geçirilmesi içinde yabancılar beklenmektedir. “Yabancılar gelsin, yatırım yapsın, bizi de işe alsın” mantığı Türkiye’mizde de hâkimdir. Oysa baş tarafta izah ettiğimiz gibi, Türkiye’nin sahip olduğu sadece 3 katrilyon dolarlık maden rezervi mevcuttur.
Yapılması gereken dışarıya el açarak yardım beklemek değil, bu kaynakları devlet–millet dayanışması ile devreye koymaktır.
Yabancı paranın bir ülke topraklarında bulunması; yani, yerli halkın emeği ve üretimi ile kendine karşılık bulması, o ülkenin sahip olduğu zenginliklerin ve milletin alın terinin sözkonusu yabancı ülkelere ve küresel semayedarlara aktarılması demektir. Maalesef yıllardan beri Türk ekonomisinde de aynı akıbet yaşanmaktadır.
Bir ülkenin kendi Merkez Bankasında başka bir devletin parasını bulundurması veya kendi topraklarında dolaşıma sunması o devleti finanse etmek demektir.
Bugün ülkemizin ve Uzakdoğu ülkelerinin Merkez bankalarında büyük miktarda ABD Doları saklanmaktadır. Mesela Japonya Merkez Bankasında 800 milyar dolar saklanmaktadır. Bu durum, “Japon halkı, 800 milyar dolarlık üretim yapmış; karşılığında ABD, kâğıdını boyayıp ona vererek, bu üretim ve emeği kendisine aktarmıştır” demektir.
Türkiye’de ise durum daha da vahimdir. Çünkü biz sadece Merkez bankamızda değil, dolaşımda da yabancı paralara izin vermekteyiz.
Yani, üretimimizin karşılığında kendi paramızın piyasada bulunması gereken emisyon miktarını, senyoraj hakkımızı kullanmakla sağlayamıyoruz. Dahası, yabancı ülkelerin emisyonlarını arttırarak bize gönderdikleri boyalı kâğıtlarını kullanıyoruz, böylece senyoraj gelirlerimizi onlar elde etmiş oluyorlar.
Liberal anlayış, “paranın serbest dolaşımı”ndan bahsederken, global sermayenin elindeki paralarla “piyasalara istediği gibi girmeyi ve ülkeleri sömürmeyi” kasteder. Oysa Milli Ekonomi Modeli’nde paranın serbest dolaşımı derken, paranın herkes tarafından ulaşılabilir olduğundan bahsetmekteyiz.
Zira aksi bir anlayış paranın belli ellerde tekelleşmesi, piyasanın birkaç insanın kontrolünde olması ve faizle beraber gelirin yalnızca bu gruba transferi demektir.
Paranın spekülatif amaçla hareketi de aynı neticeleri verir. Bu durumların tamamı, gelir dağılımında dengesizliğe neden olduğu gibi, ekonominin daralmasını da beraberinde getirir.
Devletlerin senyoraj gelirlerinin önündeki bir diğer engel de, özel bankaların ürettiği kaydi paradır. Özel bankalar, topladıkları mevduat sayesinde kaydi para üreterek piyasanın ihtiyacı olan paranın bir kısmını piyasaya sürerler.
Bankaların kaydi para üretimi, devletlerin sağlam bir para politikası uygulamasını engeller. Böylece devlet, piyasaları yönlendirme hakkını da bankalara devretmiş olur.
Piyasanın ihtiyaç duyduğu paranın Merkez Bankası’nın basacağı para ile değil de, özel bankaların kaydi parası ile karşılanması, bu bankalara adeta senyoraj hakkını kullanma hakkını verir. Kaydi para vatandaşın emeğinin ve üretiminin karşılığı olduğu için bankalar, toplumun ve devletin gelirini de kendilerine transfer etmiş olurlar.
Bu izahlarımız neticesinde deriz ki, ülkelerin borç batağından kurtulması için, her şeyden önce maliyetli yabancı para yerine, emisyonun hâkim kılınması gerekmektedir.
Milli Ekonomi Modeli’nde, belirtilen oranlarda emisyon hacmini arttırarak senyoraj gelirinin elde edilmesi devletler için bir zorunluluktur. Aksi taktirde piyasada yeteri kadar bir tüketime imkan doğmayacağı için, ekonominin dengeye oturtulması mümkün olamaz.
Senyoraj gelirine karşı çıkılmasının sebebi, görünüşte “artan para miktarının piyasalarda fiyatlar genel seviyesinde bir artışa sebep olacağı iddiası”dır.
Ancak bu iddiayı ortaya atanlar, bir taraftan faizle alınan dış kredilere destek olmuş, diğer taraftan da bankacılık sisteminin kaydi para üretimini desteklemişlerdir. T.C. Merkez Bankası Başkanı Sayın Serdengeçti’nin bu konudaki açıklamaları dikkat çekicidir.
Serdengeçti şöyle demektedir: “Bu ülkede emisyonun milli gelire oranı düşüktür. Merkez Bankası evvelden beri basması gereken parayı basmamakta ve bunu faizleri yüksek tutmak için yapmaktadır. Rantiyeye hizmet etmeyi bırakıp çok para basılsa faizler düşecek, üretim ve yatırım artacak, üretim artınca enflasyon da düşecektir.” (Hürriyet gazetesi, 17.01.2005)
Senyoraj gelirine karşı olanlar, devlete para satmak için karşıdırlar. Eğer devletler, emisyonlarını arttırıp, senyoraj geliri elde ederlerse, global tefeciler ile yerli taşeronları büyük bir gelir kapısından mahrum kalacaklardır.
Milli Ekonomi Modeli, senyoraj gelirini, hem bir ekonomi kuralı olarak ele alırken, hem de gelirin nelere bağlı olduğunu formülleştirmektedir.
Tezimizde; devlet borçlanmayacak, senyoraj hakkını kullanarak emisyonunu genişletecektir. Yani, kendi insanının emek ve üretiminin karşılığı olan parayı kendisi basacaktır. Bu senyoraj geliri ev kadınlarına maaş olarak, çiftçiye-köylüye faizsiz kredi olarak, esnafa yine kredi olarak verilecektir.
Bu şekilde;
a- Üretim tetiklenecek,
b- Tüketim harekete geçecektir.
Milli Ekonomi Modelinde Senyoraj geliri, SOSYAL DEVLET PROJESİNDE TÜKETİCİNİN DESTEKÇİSİ OLACAKTIR.
Böylece işçi, memur, köylü, çiftçi yani toplumun en geniş tüketici kesiminin tüketme kabiliyeti artacaktır. Buna mukabil üretici de, daha fazla üretecek, talep olduğu için üretimini devamlı arttıracaktır. Bu iki ana unsur emme- basma tulumba gibi birbirini harekete geçirecek ve ekonomide istenilen denge elde edilecektir.
Emek ve üretimin karşılığını milli parası ile karşılayan devletler, kamu harcamalarını borç para almadan yani borçlanmadan yerine getirebilirler.
Emek ve üretimin karşılığı elde edilen kâr mukabili paranın piyasalara girmemesi halinde para kıtlığı oluşur. Piyasalar durgunlaşır. Bu bağlamda senyoraj, piyasalardaki geliri temin eden bir unsurdur.
Tezimizde üzerinde önemle durulan bir diğer konu ise, “senyoraj gelirinin, bazı durumlarda emek ve üretimin karşılığı olmadan da devreye sokulabilmesi”dir. Genelde emek ve üretimin kârı karşılığında devreye girmesi gereken senyoraj geliri, bazı durumlarda da emek ve üretimin karşılığı olmadığı zaman da devreye girebilir. Ve böylece de ekonomi büyüyebilir.
Örnek olarak; karayolları yapımında gerekli finans yoksa, araç-gereç ve işçiler tamamen sizden, dolayısıyla emek ve üretim tamamen sizden olacağı için, buna karşılık senyoraj hakkının kullanılması büyümede kullanılan bir yöntemdir.
Yeraltı kaynaklarının değerlendirilmesinde de aynı durum geçerlidir. Bu örneği, tarımda da uygulayabilirsiniz.
Tarım kesimine muhakkak elinizdeki para ile avans verilmesi şart değildir. Bu şartlarda emek ve üretim mukabili tahsil edilecek tarım mamulleri karşılığında emisyonun genişletilmesi -yani senyoraj hakkının kullanılması- üretimi destekler.
Yani tezimizde emisyonun devreye konulması için emek ve üretimin karşılığını kârın ortada olması gerekmez.
Emek ve üretimin karşılığındaki kâr ortada iken emisyonun genişletilmesi şartlı enflasyon rizikosunun olmaması içindir. Enflasyon rizikosu varsa, devletin fiyat kontrollerindeki ısrarlı davranışı neticesi enflasyon tehlikesinin önüne geçilebilir.
Görüldüğü gibi Milli Ekonomi Modeli’nde sunduğumuz bu sistemle senyoraj hakkının kullanılması, faizli borç alma mantığı ile mukayese bile edilemez.
Buraya kadar anlattıklarımız; enflasyondan kurtuluş reçetesinde yer alan maliyetlerin aşağıya çekilmesi için devlet desteği konusu, vergilendirmeye getirilen yeni bakış açısı, emisyonun genişletilmesi ve senyoraj hakkının kullanılmak suretiyle işletilmesi gereken bir kural sonucu faizin sıfırlanması meselesidir.
|