Tekil Mesaj gösterimi
Alt 10. March 2011, 12:25 PM   #9
Miralay
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: May 2010
Mesajlar: 568
Tesekkür: 4.080
276 Mesajina 635 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 26
Miralay has much to be proud ofMiralay has much to be proud ofMiralay has much to be proud ofMiralay has much to be proud ofMiralay has much to be proud ofMiralay has much to be proud ofMiralay has much to be proud ofMiralay has much to be proud of
Standart

DIŞ TİCARET
Milli Ekonomi Modeli’nin temel politikalarından biri de Dış Ticaret anlayışına getirdiği yeni düzenlemelerdir.

Bilindiği gibi dış ticarette devletler için asıl olan, “mal ve hizmetin satımı değil”dir. Asıl hedef, devletin “kendi mal ve hizmetine olan talepten yola çıkarak milli paralarının geçerli olduğu alanı büyütmek ve bu milli paralarını dış topraklarda konvertibl yapmak”tır.




Bu nedenle ülkeler, ihracat yaparken karşılığında kendi paralarını isterler. Oysa başta ülkemiz olmak üzere, az gelişmiş veya gelişmekte olan ülkelerde ihracat yapılırken, kendi paraları yerine “hart körinsi” kabul edilmektedir. Bu durumun adına artık ticaret değil, yerli kaynakların başka ülkelere aktarılması denir.

Anlattıklarımız örneklersek; ABD’nin bizden buğday talep ettiğini kabul edelim. Eğer bunun karşılığında YTL istersek, ABD bu YTL’yi temin etmek için cari fiyatlarla bize mal satmak zorundadır.

Bu mal, mesela bilgisayar olsun. Bilgisayar karşılığında 1000 YTL alan ABD, bu 1000 YTL’yi bize vererek bir ton buğdayı alır. Sonuçta Türkiye bilgisayarını elde ederken, ABD de buğdayı alır.

ABD’nin buğday karşılığında bize 1000 dolar verdiğini kabul edelim. Biz de bu parayı Merkez Bankası’nın kasasında veya emisyon olarak piyasada tuttuğumuz varsayalım. O zaman ABD, kendisine “baskı masrafı dışında hiçbir maliyeti olmayan kağıt” ile buğdayımızı elde ederken; gelirimizi, kendisine transfer edecektir. Ülkemizde yaşanan durum budur.

ABD’nin yılda 600 milyar dolar açık vermesine rağmen, halen ayakta kalmasının sebebi ithalatını kendi parası ile yapmasıdır.

Bir ülke, ihraç ettiği mallarının karşılığında kendi milli parasını talep etmez, örneğin Dolar alırsa ve o Dolar emisyon olarak iç piyasada dolaşırsa; o taktirde verilen ürünün karşılığında gerçekte ABD’nin karşılıksız Doları alınmış demektir.

Ki, bunun adı da olsa olsa sömürgeciliktir.

Milli Ekonomi Modeli’nde dış ticaret, bir sömürü yöntemi olmaktan çıkarılacak, alış-veriş kurallarına göre yürütülecektir. İhracat, yerli paranın etki alanlarının oluşturulması için kullanılacaktır. Üretilen ürünlerin pazar bulduğu alanlar, aynı zamanda yerli paranın da kullanım alanı olacaktır.

Kapitalist anlayışın dış ticaret konusunda çeşitli modelleri vardır… Karşılaştırmalı ve mutlak üstünlükler kuralına göre; ülkeler, ucuza ürettikleri ve üstün oldukları malları üretip ihraç etmeli; üstün olmadıkları, yani pahalıya ürettikleri malları ise ithal etmelidirler.

Bu tavsiyeye uyan az gelişmiş ülkeler, zamanla küresel güçlere boyun eğerek onlara her alanda bağımlı hale gelmişlerdir.

Çünkü bir ülke, maliyeti ne olursa olsun gıda, savunma, eğitim, sağlık gibi temel alanlardaki ihtiyaçlarını kendisi üreterek karşılayamıyorsa; ayakta durması ve varlığını devam ettirmesi mümkün değildir. Zira ülke, artık “açık Pazar” haline gelerek, iktisadi ve siyasi bağımsızlığını kaybedecektir.

Çin’in enerji, hammadde, vergi gibi giderleri “dünya standartlarının altına çekmesi” ile; Çinli firmalar, bizden çok daha az maliyetle mal satmaktadırlar. Bu mantığa göre, bizim hiçbir şey üretmeyip her şeyi Çin’den almamız gerekmektedir.

ABD ve AB ülkeleri, çiftçisine yılda 100 milyar dolar üretim desteği verdiği için tarım ürünlerini bizden daha ucuza mal etmektedir. O zaman tarım ürünlerini de bu ülkelerden almalıyız. Bu durum, ülkeleri açık pazar yapmaktan başka bir işe yaramaz.

Mukayeseli Üstünlük Teorisi gereği “siz tarım ürünlerini üretin; sanayi ürünlerini biz size satalım“ şeklindeki öneriye, Mustafa Kemal Atatürk, devlet üretme çiftlikleri kurarak ve bizzat traktöre binip poz vererek cevap vermiştir.

Ayrıca Kayseri’ye kurduğu uçak fabrikasından Belçika’ya uçak ihraç ederek Kapitalist anlayışın oyununu bozmuştu.

Liberal – Kapitalist anlayışın Faktör Donatım Teorisi ise “işgücü açısından zengin ülkeler emek yoğun malları üretsin; sermaye bakımından güçlü ülkeler ise sermaye yoğun ürünler üretsin” tezini işlemektedir.

Bu teze göre az gelişmiş ve gelişmekte olan ülkeler, sanayileşen ülkelerin “fasoncu”su konumuna düşmüşlerdir.

Hatırlanacağı gibi ülkemiz tekstil, ayakkabı, deri gibi sektörlerde ABD ve AB ülkelerine ihracat yaparken, Çin’de ve Doğu Avrupa’da emek fiyatları aşağıya çekilince bu sektörlerde çöküş yaşanmıştır.

Bu görüşlerin uygulanması ile her ay dış ticaret açığımız rekor kırmaktadır. Kurun düşük tutulması ile ithalat her alan da büyük boyutlara ulaşmıştır.

Milli Ekonomi Modelinde “yerli üretimin korunması” öncelikli hedef olarak kabul edildiği için, yerli üretime katkı yapılacak veya sahip olunmayan kaynakların ithalatının önü açılacaktır. İhracat teşvikleri ile yerli üretici desteklenirken, dış pazarların bulunmasını devlet sağlayacaktır.
Miralay isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Miralay Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
dost1 (10. March 2011)