Selamun aleykum! Değerli Fedakar adam Kardeşim!
Alıntı:
FEDAKARADAM Nickli Üyeden Alıntı
Selamün aleyküm kardeşim.
Eskisi gibi bu siteye sık sık uğramayacağım.Çünkü bizim görüşlerimizi ince elekten geçirip doğruluğunu anlayan olmadığı içindir.
|
Allah razı olsun. Siteye sık sık uğrayıp ya da uğramamak sizin takdirinizdir.
Görüşlerinizin ince elekten geçirilip doğruluğunu anlayıp anlamamakdaki yargınıza ise katılmıyorum. Her yazınızı da başından sonuna kadar birkaç kez okuyorum ve gerekli değerlendirmeyi yaparak cevaplıyorum. Yazdıklarınızı ve yazdıklarınıza verilen cevapların değerlendirilmesi ile ilgili takdir sizlerindir.
Alıntı:
FEDAKARADAM Nickli Üyeden Alıntı
Arasıra da olsa artık bu sitede yazmaya yine de devam edeceğim..
|
Allah razı olsun. Bu sitede yazıp ya da yazmamanız sizin kendi takdirinizdir. Form kurallarına uygun olarak yazacağınız her yazı son satırına kadar okunarak değerlendirilecektir.
Alıntı:
FEDAKARADAM Nickli Üyeden Alıntı
Çünkü öyle mesajlarınız var ki ateizme yol gösterip ateistlere çanak tutuyorsunuz...
|
Bu sözünüz oldukça iddialı bir söz ve kanıtlarıyla birlikte ortaya koymanız gerekir. Bu sitede iddianızı kanıtlayacak tek bir yazı bulabilirseniz lütfen buraya asınız.
Alıntı:
FEDAKARADAM Nickli Üyeden Alıntı
Oysa sizin görüşleriniz hep İslam dışı olup müslümanların hemhalinden anlamıyorsunuz.
|
Bu sözünüz de oldukça iddialı bir söz ve kanıtlarıyla birlikte ortaya konulması gerekir. Bu sitede islam dışı iddianızı kanıtlayacak tek bir yazı bulabilirseniz lütfen buraya asınız.
الإسلام[islâm] sözcüğü, س ل م[silm] kökünden türemiş if‘âl kalıbında mastar bir sözcük olup isim ve mastar olarak kullanılır. Silm sözcüğü, “berâet/uzak tutma; korkudan, kuşkudan, beladan, huzursuzluktan, mutsuzluktan, kavgadan savaştan, ağrıdan, sızıdan, maddî ve manevî sıkıntılardan, zayıflıktan çürüklükten… tüm olumsuzluklardan uzak olma” demektir. Bu sözcük, sâlim, selâm, teslim, islâm vs. sözcüklerinin de köküdür. Sözcüğün islâm kalıbı, “sağlamlaştırma” [dertten, tasadan, korkudan, mutsuzluktan, kavgadan, savaştan ve benzeri şeylerden uzaklaştırma] demektir. Öyleyse İslâm dini de, “insanları sağlamlaştıran din” [dert, tasa, savaş, zayıflık, manevî hastalık, mutsuzluk ve benzeri şeylerden uzaklaştırıp sağlama, güvenceye alan ilkeler] demektir.
Türkçe karşılığını yukarıda belirttiğim "İslam" kavramına aykırı "İslam" dışı ne tür yazımız varsa lütfen buraya asar mısınız?
"Müslümanların hem halinden anlamıyorsunuz" idddianıza gelince, bu site ve bu sitede yazılanların müslümanların halinden anladığımızın kanıtıdır.
İslâm sözcüğünü, yukarıda izah etmiştik. Burada sağlamlaştırma, “kişinin İslâm dinini kabul ederek kendini sağlama alması, güvende olması” demektir. Müslüman da –ki aslı müslim'dir–, “
sağlama alan” demektir. “Müslüman” dediğimizde, bu anlam dikkate alınmalıdır.
ALİ İMRAN;20. "Buna rağmen eğer seninle tartışırlarsa de ki: “Ben yüzümü [kendimi] Allah için sağlamlaştırdım [ben Müslüman oldum]. Bana uyanlar da (Müslüman oldular).” Kitap verilenlere ve Ümmilere [Anakentliler'e], “Siz de sağlamlaştırdınız mı [İslâm'ı kabul ettiniz mi]?” de. Eğer sağlamlaştırırlarsa [İslâm'a girerlerse] artık doğru yola ermişlerdir. Ve eğer sırt çevirirlerse, sana düşen sadece tebliğ etmektir [mesajı iletmektir]. Ve Allah, kullarını en iyi görendir."
Yukarıdaki açıklamalardan sonra, “Ben yüzümü [kendimi] Allah için sağlamlaştırdım [ben Müslüman oldum]. Bana uyanlar da (Müslüman oldular).” Kitap verilenlere ve Ümmilere [Anakentliler'e], “Siz de sağlamlaştırdınız mı [İslâm'ı kabul ettiniz mi]?” de. Eğer sağlamlaştırırlarsa [İslâm'a girerlerse] artık doğru yola ermişlerdir. Ve eğer sırt çevirirlerse, sana düşen sadece tebliğ etmektir [mesajı iletmektir]. Ve Allah, kullarını en iyi görendir buyurularak uyarı yapılmakta; herkesin kendisini sağlamlaştırması, işini sağlama alması istenmektedir:
De ki: “İşte bu, benim yolumdur; basiret üzere [aklın, bilginin, sağduyunun gereği olarak] Allah'a davet ediyorum. Ben ve bana uyanlar… Ve Allah münezzehtir. Ve ben müşriklerden değilim.”
(Yûsuf/108)
Târih boyunca Allah tarafından gönderilen her peygamber, sadece İslâm'ı [sağlamlaştıran; barış, huzur güven sağlayan sistemi] tebliğ etmiş; her topluma kendi diliyle İslâm'ı öğretmiştir. Daha sonra egemen güçler, işlerine gelmediği için bu dini bozmuşlar, kendi çıkarları doğrultusunda yapay dinler oluşturmuşlardır.
Bu âyette, din'in Allah tarafından ortaya konulduğu, Peygamber'in din oluşturmadığı, aksine peygamberlerin Allah'ın dinine uyan ve yaşayanların ilki olduğu vurgulanmaktadır, ki bu, başka âyetlerde de ifade edilmektedir:
De ki: “Gökleri ve yeri yoktan var eden, besleyen, fakat Kendisi beslenmeyen Allah'tan başka velî mi edineyim?” De ki: “Ben İslâm kişilerin ilki olmakla emrolundum.” Ve sen sakın Allah'a ortak koşanlardan olma!
(En‘âm/14)
De ki: “Benim salâtım [sosyal desteğim], ibâdetim, hayatım ve ölümüm sadece Kendisinin ortağı olmayan âlemlerin Rabbi Allah içindir. Ve ben böyle emrolundum ve ben Müslümanların ilkiyim.”
(En‘âm/162-163)
De ki: “Ben kesinlikle dini yalnızca Kendisine özgü kılarak Allah'a kulluk etmekle emrolundum. Ve bana Müslümanların ilki olmam için emir verildi.” De ki: “Şüphesiz Rabbime karşı gelirsem büyük günün azabından korkarım.”
(Zümer/12-13)
Alıntı:
FEDAKARADAM Nickli Üyeden Alıntı
hal böyle olunca fikirleriniz müslümanların kafasında soru işareti oluşturuyor.Size göre namaz basit bir meseleymiş gibi algılanıp müslümanların namazlarını terketmesine sebep oluyorsunuz.
|
Rabbimiz Kur'an'da aklın işletilmesini ve tefekkürü emreder. Bizler "Müslümanım" diyen kardeşlerimizin kafalarında soru işaretleri oluşturabiliyorsak bundan büyük mutluluk duyarız.Hem Allah'ımıza hamdederiz hem de şükrümüzü artırması için dua ederiz.
“
Tefekkür”ün alt basamağı mahiyetinde olan “
akletmek”, Kur’an’da mecazen “
tefekkür” anlamında kullanılmıştır.
(
Bakara; 44,73,76,164,170,171,242,
Âl-i Imran; 65,118,
Maide;58,103,
En’âm 32,151,
A’râf; 169,
Enfal; 22,
Yunus; 16,42,100,
Hud; 51,
Yusuf; 2,109, Rad; 4,
Nahl; 12,67,
Enbiya; 10,67,
Müminun; 80,
Hacc; 46,
Nur; 61,
Şuara; 28,
Ankebut; 35, 63,
Rum; 24, 28,
Kasas; 60,
Ya Sin; 62, 68,
Saffat; 138,
Mümin; 67,
Zümer; 43,
Zühruf; 3,
Hadid; 17,
Casiye; 5,
Hucurat; 4,
Haşr; 14).
Ancak, “
akletmek (aklı kullanmak, akıl yürütmek)” ve bu yolla “
tefekkür”e ulaşmak herkesin yapabileceği bir şey olmayıp, bilginlere özgü bir beceridir. Yani bilgisizler “
tefekkür” edemezler:
Ankebut; 43: Bu örnekleri insanlara veriyoruz. Ama, bilginlerden başkası akletmez.
Vahye kulak vermek ise, vahyi kabul etmek ve onunla amel etmek demektir. Vahydeki haberler, Muhbir-ı Sadık (Doğru Haberci) olan Allah tarafından bildirildiği için mutlak doğrudur. İnsanoğlu, vahydeki haberlerin, uyarıların hepsine bilimsel bilgi olarak henüz ulaşamamış, onların doğruluğunu ilimle tespit edememiştir. Ama vahyin haberlerini, uyarılarını kabul edenler, yani vahye kulak verenler, bu doğru haber ve bilgiler sayesinde kendilerini kurtarırlar. Yine vahye kulak verenler, zihinlerinde oluşan ham düşünceleri, vesveseleri Kur’an terazisine götürüp tartarlarsa, yani bize göre Şeytan-ı Racim’den Allah’a sığınırlarsa, zihinlerinde oluşanların yanlışlarını hemen görme şansını elde ederler.
“
Vahye kulak vermek” de aynen “
akletmek” gibi Kur’an’da “
tefekkür” anlamıyla kullanılmıştır (A’râf; 100, Yunus; 67, Nahl; 65-69, Rum; 21-24, Secde; 26, Enfal; 21, 22, Kehf; 101, Kaf; 37).
Sonuç olarak, İslâm’ın çok önem verdiği “tefekkür”ün; düşünme yetisi başta olmak üzere insan beyninin bir çok melekesinin, aynı anda ve en mükemmel şekilde kullanılması olduğu söylenebilir. Tefekkür için önce akledebilmek, akledebilmek için de bilgili olmak lâzımdır. Yani tefekkür, insanın bilgisini arttırır, insanı taklitçilikten kurtarır. Bilgili insan, iyi ve kötü şeylerin ayrımını bilgi ile yapar, her zaman için kârlı çıkar ve doğru davranışları ile de başkalarına yol gösterir.
Tefekkürü konu alan ve tefekkür örneğini sergileyen Kur’an ayetleri aşağıda verilmiştir:
Yunus;99,100: Oysa Rabbin dileseydi elbette yeryüzündekilerin hepsi topluca inanırdı. Artık, inananlar olmaları için insanları sen mi zorlayacaksın?
Allah'ın izni olmaksızın, hiç kimse için iman etme yoktur. Ve O [Allah] , kirliliği/azabı
aklını kullanmayanların üzerine kılar [bırakır].
Mülk; 10: Ve yine derler ki: “Eğer kulak vermiş olsaydık veya akletmiş olsaydık, sair/ Cehennem halkı arasında olmazdık.”
Furkan; 44: Yoksa onların çoğunu vahye kulak verir veya akleder mi sanıyorsun? Onlar sırf hayvan gibidirler, hatta gidişatça daha sapıktırlar.
Âl-i Imran; 190, 191: Göklerin ve yerin yaratılışında, gecenin ve gündüzün gidip gelişinde elbette aklıselim sahipleri için ibret verici deliller vardır.
Onlar ayakta, oturarak ve yanları üzerine yatarken Allah’ı anarlar, göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde tefekkür ederler (düşünürler). Rabbimiz (derler), bunu boş yere yaratmadın, sen yücesin, bizi ateş azabından koru!.
Bakara; 219: Ey Muhammed! Sana uyuşturucu ve kumardan soruyorlar. De ki: “Bu ikisinde büyük bir günah, bir de insanlar için bazı menfaatler vardır. Fakat günahları, menfaatlerinden daha büyüktür.” Yine sana neyi infak edeceklerini soruyorlar. De ki: “İhtiyaçtan fazlasını infak edin.” İşte böylece Allah, size ayetlerini açıklı- yor. Umulur ki siz düşünürsünüz.
Bakara; 266: Hiç biriniz ister mi ki, kendisinin hurmalık ve üzümlüklerden bir bahçesi olsun, altında ırmaklar aksın, içinde her türlü ürünü bulunsun da, kendi üzerine de ihtiyarlık çökmüş ve elleri ermez, güçleri yetmez küçük, zayıf çocukları olsun. Derken ona ateşli bir bora isabet ediversin de o bahçe yanıversin. İşte Allah, ayetlerini size böylece açıklıyor. Umulur ki, düşünürsünüz.
En’âm; 50: De ki: “Size Allah’ın hazineleri benim yanımdadır, demiyorum. Gaybı da bilmiyorum. Ve size, ben bir meleğim de demiyorum. Ben sadece bana vahyolunana uyuyorum.” De ki: “Kör ile gören bir olur mu? Hiç düşünmez misiniz?
A’râf; 176: Ve eğer dileseydik onu o ayetlerle yüceltirdik, fakat o alçaklığa saplandı kaldı ve kendi keyfinin ardına düştü. Artık onun ibret verici hâli o köpeğin hâline benzer ki, üzerine varsan da dilini uzatır solur, bıraksan da solur. İşte bu, ayetlerimizi inkâr eden kavmin misalidir. Bu kıssayı iyice anlat, belki biraz düşünürler.
A’râf; 184: Onlar arkadaşlarında herhangi bir cinnet bulunmadığını hiç düşünmediler mi? O, açık bir uyarıcıdan başka biri değildir.
Rum; 8: Kendi içlerinde hiç düşünmediler mi ki, Allah göklerde, yerde ve bu ikisi arasında bulunan her şeyi ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre için yaratmıştır? Gerçekten insanların çoğu, Rabblerine kavuşmayı inkâr etmektedirler.
Rum; 21: Yine O’nun ayetlerindendir ki, sizin için nefislerinizden kendilerine ısınırsınız diye eşler yaratmış, aranıza bir sevgi ve merhamet koymuştur. Şüphesiz ki bunda düşünecek bir kavim için nice ibretler vardır.
Yunus; 24: Dünya hayatının misali şöyledir: Gökten indirdiğimiz su ile, insanların ve hayvanların yediği bitkiler birbirine karışmıştır. Nihayet yeryüzü süslerini takınıp süslendiği ve sahipleri kendilerini ona gücü yeter sandıkları bir sırada, geceleyin veya gündüzün, ona emrimiz gelivermiştir, ansızın ona öyle bir tırpan atıvermişiz de sanki bir gün önce orada hiçbir şenlik yokmuş gibi oluvermiştir. Düşünen bir kavim için ayetlerimizi işte böyle açıklarız.
Rad; 3: O’dur ki arzı uzattı, orada sabit dağlar ve ırmaklar var etti. Orada bütün meyvelerden iki çift yarattı. Geceyi gündüzün üzerine örtüyor. Şüphesiz bunda tefekkür eden (düşünen) bir toplum için ayetler vardır.
Nahl; 10, 11: O’dur ki, sizin için gökten bir su indirdi. İçecekleriniz ondandır ve hayvanları otlattığınız ağaçlar, bitkiler ondan sulanıp filizlenmektedir.
Onunla size ekin, zeytin, hurma, üzümler ve her çeşit meyvelerden bitirmektedir. Şüphesiz bunda, tefekkür eden (düşünen) bir toplum için (yaratıcının varlığına, kudretine ve hikmetine) işaret vardır.
Nahl; 44: Biz o peygamberleri mucizelerle ve kitaplarla gönderdik. Ey Peygamberim! Sana da Kur’an’ı indirdik ki, insanlara vahyedi-leni açıklayasın. Belki onlar da düşünürler.
Nahl; 69: Sonra meyvelerin hepsinden ye de, Rabbinin (sana) kolay kıldığı yollara gir, diye ilham etti. Onların karınlarından renkleri çeşitli bir bal çıkar ki, onda insanlar için şifa vardır. Şüphesiz ki bunda düşünen bir millet için, büyük bir ibret vardır.
Zümer; 42: Allah, o canları öldükleri zaman, ölmeyenleri de uyuduklarında alır. Sonra haklarında ölüm hükmü verdiklerini alıkoyar, diğerlerini de takdir edilmiş bir süreye kadar salıverir. Şüphesiz ki bunda düşünecek bir kavim için nice ibretler vardır.
Casiye; 13: O, göklerde ve yerde bulunan her şeyi kendinden bir lütuf olarak sizin hizmetinize vermiştir. Şüphesiz bunda düşünen topluluklar için ibret ve deliller vardır.
Haşr; 21: Biz bu Kur’an’ı bir dağa indirseydik, Allah’ın korkusundan onu, baş eğmiş, parça parça olmuş görürdün. Bu misalleri, tefekkür etsinler diye insanlara veriyoruz.
Alıntı:
FEDAKARADAM Nickli Üyeden Alıntı
Bu nedenle, yarın o ruz-i mahşerde bunun hesabını ve vebalini çekeceksiniz.
|
Değerli Kardeşim!
Rabbımız Kur'an'da, peygamberimizin kıyamet gününde tanık olarak dinleneceği duruşmada vereceği bir ifadeyi bizlere nakletmektedir.
Furkan;30: Elçi de; "Ey Rabbim, hiç şüphesiz benim kavmim şu Kur’ân'ı mehcur [terk edilmiş bir şey] edindiler" dedi.
Yüce Allah'ın tüm Elçileri, mahşerde yapılacak duruşmada kendi toplumları için tanık tutulacak ve dinleneceklerdir:
(Mürselât: 11) …Elçiler, vakitlendirildikleri zaman,
(Zümer: 69) Ve yeryüzü Rabbinin Nuruyla aydınlanmış, kitap konulmuş, peygamberler ve tanıklar getirilmiş ve aralarında hakk ile karar verilmiştir. Ve onlar zulüm olunmazlar [onlara haksızlık edilmez].
(Nîsâ: 41) Her ümmetten bir tanık getirdiğimiz ve seni de işte onların üzerine bir tanık olarak getirdiğimiz zaman bak nasıl?
Furkan 30. Âyette "
dedi" şeklinde geçmiş zaman kipinin kullanılması, te'kit ve tahakkukunun vukuuna binaendir, yani olayların mutlaka belirtildiği gibi gerçekleşeceğinden dolayıdır.
Buna göre, kıyamet günü tanıklığa çağırıldığında peygamberimizin Ey Rabbim, hiç şüphesiz benim kavmim şu Kur’ân'ı mehcur [terk edilmiş bir şey] edindiler diyerek Kur’ân'ı terk edenlerden şikâyette bulunacağı anlaşılmaktadır.
"
Zikir"in terk edildiğine dair yapılacak olan bu tanıklık sadece peygamberimize özgü olmayıp 18. Âyette bildirildiği gibi uydurma tanrılar tarafından da yapılacaktır.
Âyette geçen mehcur sözcüğü Arapçada birçok anlamda kullanılabilir bir sözcük olmasına rağmen, içinde bulunduğu pasaj itibariyle Âyetteki anlamı şöyledir:
"Kavmim Kur’ân'ı dikkate değer görmedi. Kabul etmediği gibi, ardından da gitmedi. Onu eğlenme ve alay konusu haline getirdi."
İnşaAllah Peygamberimizin tanıklık yapacağı günde bu şikayetinin muhataplarından olmayız.
Alıntı:
FEDAKARADAM Nickli Üyeden Alıntı
Aklı başında ve şuurlu müslümanlar sizin fikirlerinizi kabul etmez.
|
Değerli Kardeşim, bizler Allah'ın vahyedip Resulunun tebliğ ettiği Kur'an'da olanları olduğu gibi tebyin ederiz. Dileyen alır dileyen almaz. Herkes seçiminin sonucunu yaşar.
Alıntı:
FEDAKARADAM Nickli Üyeden Alıntı
Ederlerse kendilerine yazık etmiş olup mezhepsizliği kabullenip farkında olmadan ve düşünmeden dinsizliğe doğu adım adım yaklaştığını seziyoruz ve bunu da çok iyi biliyoruz.Bu tehlikeli badireleri çok iyi bildiğimiz için mezhepsizliğin önünü kesmeye çalışıyoruz.
|
"La ilahe İllaAllah Muhammedin Resulullah" diyerek buna olan inanç ve güvenini sergileyerek müslimlerden olmak isteyenler Allah'ın Hakk dinini öğrenmek ve yaşamak zorundadırlar.
Allah'ın vahyedip Resulunun tebliğ ettiği Hakk din Kur'an'da belirtilmiştir. İnandık, güvendik, Allah'ın Hakk dini olan İslama girerek müslüman olacağız diyecek olanlar dinlerini ya Allah'ın vahyi olan Kur'an'dan öğrenecekler ya da Allah yerine din oluşturanlardan öğrenecekler. Yaptıkları bu seçimlerinin de sonucunu yaşayacaklar.
Alıntı:
FEDAKARADAM Nickli Üyeden Alıntı
Siz ise buna karşılık olarak mezhepsizlikte ısrar edip kafaları karıştırmaya devam ediyorsunuz.Sizin gibi müslümanların sayesinde yakın gelecekte yeni nesil beynamaz olacağından bundan hiçbir şüphemiz yoktur.Allah,şuursuz müslümanları uyandırsın ve önünü açsın istiyoruz..
|
Gerçekten de "Allah şuursuz müslümanları uyandırsın ve önünü açsın." duanıza yürekten katılıyorum. Bu dualarımız kabul olur inşaallah.
Değerli Kardeşim!
Rabbımız olan Yüce allah Kur'an'da
En'am;159,160: Şüphesiz şu, dinlerini parça parça edip grup grup olanlar; sen hiçbir şeyce onlardan değilsin. Şüphesiz onların işi Allah'adır. Sonra O [Allah], onlara yapmakta oldukları şeyleri haber verecektir.
Kim iyilik getirirse, artık ona onun [getirdiğinin] on misli vardır. Kim de kötülük getirirse, artık o, sadece onun misliyle cezalandırılır ve onlar haksızlığa uğratılmazlar.
diye buyurmaktadır.
Peygamberimize hitap edilmekle beraber onun şahsında tüm inananların muhatap alındığı bu Âyetlerde, önce dini birliği bozanlar kınanmakta, sonra da insanların bu dünyadan âhirete getirdiklerine karşılık Rablerinden alacakları mükâfat ve cezaların ölçüsünden söz edilmektedir.
En'am 159. Âyet, gelecekte olacaklar için bir uyarı mesajıdır. Çünkü burada konu edilen tefrikacılar, geçmişte ayrılığa düşüp birbirini sapık ilan eden Hıristiyanlar ve Yahudiler değildir. Burada, kimi Müslüman geçinenlerin mezhep mezhep, tarikat tarikat, cemaat cemaat ayrılacakları; her birinin hakk dinden ayrı bir takım inanç ve amel şekli oluşturacakları ve birbirilerinden kopacakları bildirilmekte, müminlerin ise bu duruma karşı uyanık olmaları istenmektedir. Aynı uyarı Rum Sûresinde de görülmektedir:
(Rûm: 31–32) Kalben O'na yönelenler olarak, O'na takvalı davranın, salâtı ikame edin, müşriklerden; dinlerini parça parça bölmüş, fırka fırka olmuş kimselerden de olmayın. –Her fırka kendi yanlarındaki şeylerle böbürlenmektedir.–
Rabbimiz, Kur'ân'da, dinin kaynağında bildirilen ilkelerin hepsini almayıp işine geleni almak ve helal - haram konusunda Allah'a iftira etmek suretiyle insanların dini parça parça etmelerine birçok örnek vermiştir:
(Bakara: 85) Yoksa siz Kitab'ın bir kısmına inanıp da bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Şu hâlde içinizden böyle yapanların alacağı karşılık dünya hayatında bir rüsvalıktan başka nedir? Kıyâmet günü de azabın en şiddetlisine uğratılırlar. Allah yaptıklarınızdan gafil/habersiz değildir.
(Bakara: 91) Ve onlara, " Allah'ın indirdiğine iman edin." denildiği zaman, onlar; " Biz kendimize indirilene iman ederiz." dediler. Ve onlar, o, kendilerinin beraberindekileri tasdik eden hakk olmasına rağmen ondan ötesini inkâr ediyorlar.De ki; "Peki eğer müminler idiyseniz niçin daha önce Allah'ın peygamberlerini öldürüyordunuz?"
(Nahl: 116) Ve kendi dillerinizin yalan vasfetmesi ile Allah'a yalan uydurmak için, "şu helaldir, şu haramdır" demeyin; aksi hâlde Allah'a iftira etmiş olursunuz. Şüphesiz Allah'a yalan uyduran kimseler kurtulamazlar.
Oysa dinin kaynağı tektir ve o da Allah'ın vahyidir. Dolayısıyla dinde ayrılığa düşülmemeli, din adına daima içinde tefrika, ihtilaf olmayan o vahye müracaat edilmelidir.
(Şûrâ: 13) O [Allah], dinden Nûh'a tavsiye ettiği şeyi, sana vahyettiğimizi, İbrâhîm'e, Mûsâ'ya ve Îsâ'ya tavsiye ettiğimiz şeyi şeriat kıldı: "Dini doğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin." Senin kendilerini davet ettiğin şey, müşriklere ağır geldi. Allah dilediğini kendine seçer ve kalpten yöneleni de ona kılavuzlar.
(Hucurât: 1) Ey iman edenler! Allah'ın ve Resulünün önüne geçmeyin! Allah'a karşı takvalı olun. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir.
(Nisâ: 59) Ey iman etmiş kimseler! Allah'a itaat edin, Elçi'ye ve sizden olan emir sahibine itaat edin. Sonra eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah'a ve âhiret gününe inanan kimseler iseniz, onu Allah ve Elçi'ye havale edin. Bu, daha iyidir ve ilk iş olma bakımından daha güzeldir.
Dinin asıl kaynağından sapıldığında tefrika kaçınılmazdır. Bilindiği üzere, dinimizdeki ihtilafların pek çoğu, peygamberimize nispet edilen ve hadis, sünnet diye adlandırılan haberlerden kaynaklanmaktadır. Hâlbuki Rabbimiz, 159. Âyetteki sen hiçbir şeyce onlardan değilsin ifadesiyle elçisini tefrika sebebi olmaktan uzak tutmakta, onu bu pisliklerden aklamaktadır. O hâlde dindar kişilerin de ilk günden beri "aynı" olan ve bugün de "aynı"lığı devam eden Gerçek Din'e uymaları, onda parçalanmalara yol açıp bölük bölük olanların yoluna uymamaları gerekmektedir. Aksi takdirde –ayette bildirildiği gibi– şüphesiz onların işi Allah'adır; yani onlar hakkındaki hüküm Allah tarafından verilecektir:
(Hacc: 17) Şüphesiz o iman etmiş kimseler, Yahudi olmuş kimseler, Sabiîler, Hıristiyanlar, Mecusiler ve eş koşmuş olanlar; şüphesiz Allah, Kıyâmet günü bunların arasını ayıracaktır. Şüphesiz Allah her şeye en iyi tanıktır.
Gerçek Din'in temel ilkeleri şunlardır:
1.Kâinatın tek ilâhı ve rabbi Yüce Allah'tır.
2.Sıfatlarında, güç ve kudretinde kimse O'nun dengi ve ortağı tutulamaz.
3.Tüm insanların dünyada yaptıklarının hesabını vereceği bir başka âlem kurulacaktır.
En'am 160. Âyette Rabbimiz, Kıyâmet günündeki hükmünü ve adaletindeki lütfunu beyan etmiş; o gün kimsenin haksızlığa uğratılmayacağını, kötülüklerin misliyle cezalandırılacağını, iyiliklerin ise 10 misli ile mükâfatlandırılacağını açıklamıştır. Kur'ân'da bu Âyetin mesajını içeren birçok Âyet daha mevcuttur:
Bakara Sûresinin 62; M'aide Sûresinin 69; Nahl Sûresinin 97; Kehf Sûresinin 88; Meryem Sûresinin 60; Tâ-Hâ Sûresinin 75, 82; Furkân Sûresinin 70, 71; Kasas Sûresinin 67, 80; Rûm Sûresinin 44; Sebe' Sûresinin 37. Âyetlerine bkz.
Aşağıdaki Âyetler de aynı mesajı içermektedir:
(Mümin: 38–44) Yine o iman etmiş olan kimse: "Ey kavmim! Bana uyun ki, size reşadın [akıllı olmanın] yoluna kılavuzluk edeyim. Ey kavmim! Bu bayağı hayat ancak geçici bir kazanımdır. âhiret ise kesinlikle durulacak yurdun ta kendisidir. Her kim bir kötülük yaparsa, ona ancak yaptığının bir misli ile ceza verilir. Ve erkek veya kadın, her kim mümin olarak sâlihi [düzeltmeye yönelik işi] işlerse, artık onlar, orada hesapsızca rızklanmak üzere cennete girerler." Yine: "Ey kavmim! Bana ne oluyor ki, siz beni ateşe davet ediyorken ben sizi kurtuluşa davet ediyorum! Siz beni Allah'ı inkâr etmeye ve benim için hiç bilgi olmayan şeyleri O'na ortak koşmaya davet ediyorsunuz. Ben ise sizi Azîz [o çok güçlü] ve Gaffâr'a [çok bağışlayıcı olan Allah'a] davet ediyorum. Hiç inkâr edilemez ki, gerçekten sizin beni kendisine davet ettiğiniz şey dünya ve âhirette kendisine bir çağrı olmayan şeydir. Ve şüphesiz dönüşümüz Allah'adır. Ve şüphesiz haddi aşanlar, cehennem ashabının ta kendileridir. Artık siz benim sizin için söylediklerimi yakında anacaksınız. Ve ben işimi Allah'a havale ediyorum. Şüphesiz Allah, kullarını en iyi görendir" dedi.
Görüldüğü gibi, yukarıdaki bu Âyetlerde insanlar güzel ve iyi işlere teşvik edilmektedir.
Alıntı:
FEDAKARADAM Nickli Üyeden Alıntı
Sadece namaz kılmak müslümanlığın tamamını icra ettiği anlamına gelmez.Müslümanların birbirinden kopuk oluşunun nedeni, saygı ve sevginin olmayışından,birlik ve beraber olmayı bilmememkten ve nasıl güzel ahlak sahibi olmanın yolunu bilmediğnden kaynaklanmaktadırBütün bu olumsuzluklar kısaca bu saydıklarımıdan olmaktadır..İşin sırrı şu ayette gizlidir buyurun hep beraber okuyalım ne dersiniz?...
Siz insanlar için çıkarılmış hayırlı bir ümmetsiniz, maruf ile emredersiniz, münkerden nehy eylersiniz ve Allah Teâlâ’ya imân ediyorsunuz. Eğer ehl-i kitap da imân etselerdi elbette kendileri için hayırlı olurdu. Onlardan mü’min olanlar vardır, en çoğu ise fâsık kimselerdir.(ALİ İMRAN SURESİ-11O)
Evet, bu ayeti kerimenin ışığı altında size sormak lazım.Bu hayırlı ümmet kim?Bu ümmet nasıl kimselerdir?.Bunlar sadece Arap, Türk, veya Çeçen midir yoksa başka ırklardan mı?.Bu zamanda hayırlı ümmet kalmış mıdır yoksa gelecekte var olacak kimseler midir?Veya ayeti kerimede bahsedilen kimseler sahabeler midir?Veya sizin gibi düşünenler midir?Dikkat edecek olursanız ehli kitabın iman etmesinden bahsediyor nedir bu iman etmek meselesi; yoksa onlar kafir midir ki onlardan bahsediliyor?Ehli kitap olanlar(yahudi ve hıristiyanlar yani kitap gönderilmiş kafirler)neye iman edecekler ki onlar için hayırlı olacak.
Bu ayetten anlaşılan odur ki iman meselesi basit bir mesele değildir.Öyle; peygamberin sözleri uydurmadır deyip de hadis düşmanlığı yapmanın sizin için bir hayrı olmaz siz kendinizi kandırmaya devam edin ve Allah'ın resulüne şartsız ve tam teslimiyetle ona tabi olun yoksa işiniz yaştır.]
|
Örnek verdiğiniz ayeti anlamak için ayetin geçtiği necme birlikte bakalım. Bu necmi okuduğunuzda sorunuzun da cevabını almış olacaksınız inşaAllah.
100. Ey iman etmiş kimseler! Kendilerine kitap verilenlerden herhangi bir zümreye itaat ederseniz, imanınızdan sonra sizi kâfirler olarak döndürürler.
101. Size Allah'ın âyetleri okunup dururken ve O'nun Elçisi aranızda iken de nasıl kâfir olursunuz? Kim de Allah'a sımsıkı bağlanırsa, kesinlikle o, dosdoğru kılavuzlanmıştır.
102. Ey iman etmiş kimseler! Allah'a nasıl takvâlı davranmanız gerekiyorsa öyle takvâlı davranın ve ancak müslimler olarak can verin.
103. Ve hep birlikte Allah'ın ipine sıkıca sarılın/Allah'ın ipi ile korunun, ayrılmayın ve Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın: Hani siz birbirinize düşmanlar idiniz de, O [Allah], kalpleriniz arasında ülfet oluşturdu. Sonra da siz O'nun nimeti sayesinde kardeşler olmuştunuz. Siz, bir ateş çukurunun tam kenarında idiniz de oradan sizi O kurtarmıştı. İşte, Allah, doğru yolu bulasınız diye âyetlerini sizin için böyle ortaya koyar.
104. Ve içinizden hayra çağıran, ma‘rûfu emreden, münkerden men eden bir ümmet bulunsun. Ve işte onlar, kurtuluşa erenlerin ta kendileridir.
105-107. Kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanan ve ayrılığa düşen kimseler gibi de olmayın. İşte bunlar, birtakım yüzlerin beyazlaştığı, birtakım yüzlerin siyahlaştığı günde büyük bir azap kendileri için olanlardır. Artık yüzleri kararan kimselere, “Siz inandıktan sonra yeniden kâfir mi oldunuz? Öyleyse, küfretmiş olduğunuzdan dolayı tadın cezayı!” Yüzleri ağaran kimseler de, biliniz ki, Allah'ın rahmeti içindedirler. Onlar orada sürekli kalanlardır.
108. Bunlar, Allah'ın âyetleridir. Biz, sana gerçek olarak okuyoruz. Allah âlemlere hiç bir zulmü istemez.
109. Ve göklerde ve yeryüzünde olan şeyler Allah'ındır. Ve bütün işler yalnızca Allah'a döndürülür.
110. Siz insanlar için çıkarılmış en hayırlı ümmetsiniz. Ma‘rûfu emreder, kötülükten meneder ve Allah'a inanırsınız. Kitap Ehli de inansaydı kendileri için elbette daha hayırlı olurdu. Onların bazıları mü’mindirler, pek çoğu da yoldan çıkmış kimsedirler.
111. Onlar size eziyetten başka bir zarar veremezler. Eğer sizinle savaşırlarsa, size arkalarını dönüp kaçarlar. Sonra onlar, yardım olunmazlar.
112. Onlar nerede bulunurlarsa bulunsunlar, üzerlerine alçaklık damgası vurulmuştur. Ve –Allah'ın ipine ve insanların ipine bağlı kalanlar hariç– onlar Allah'ın hışmına uğradılar ve üzerlerine de miskinlik vurulmuştur. Bu, onların Allah'ın âyetlerini inkâr etmiş olmaları ve hakksız yere peygamberleri öldürmeleri sebebiyledir. Bu, isyan etmiş ve haddi de aşmış olmaları nedeniyledir.
113-114. Hepsi bir değildirler. Kitap Ehli içinde doğruluk üzere bulunan bir ümmet [önderi olan topluluk] vardır ki onlar, gecenin saatlerinde secde ederek Allah'ın âyetlerini okurlar. Allah'a ve âhiret gününe inanırlar, iyiliği emrederler, kötülükten vazgeçirmeye çalışırlar, hayırlarda da birbirleriyle yarışırlar. Ve işte onlar iyi insanlardandırlar.
115. Ve onlar hayırdan ne işlerlerse asla örtülmeyecektir [karşılıksız bırakılmayacaklardır]. Ve Allah, takvâlı davrananları en iyi bilendir.
116. Şu inkâr eden kimselerin malları ve çocukları, Allah'tan yana, onlara asla bir fayda vermeyecektir. Ve işte onlar, ateş ashâbıdırlar. Onlar orada sürekli kalıcıdırlar.”
117. Onların bu basit hayatta harcadıklarının durumu, kendilerine zulmeden bir toplumun ekinlerine isâbet edip de onları helâk eden, içinde kavurucu soğuğu olan rüzgârın durumu gibidir. Ve Allah, onlara zulmetmedi. Fakat onlar, kendilerine zulmediyorlar.
Bu pasajda, muhatap alınan mü’minler uyanık olmaya davet edilmiş, özellikle de hakk dinden döndürme girişiminde bulunan misyonerlere karşı dikkatli olmaya çağırılmışlardır. Âyetlerin ifadeleri gâyet açık ve net olup herhangi bir açıklamaya ihtiyaç yoktur. O nedenle bu pasajdaki bazı ifadelerle ilgili ipuçları sunacağız.
Allah, Hep birlikte Allah'ın ipine sıkıca sarılın/Allah'ın ipi ile korunun, ayrılmayın ve Allah'ın üzerinizdeki nimetini hatırlayın, kendilerine apaçık deliller geldikten sonra parçalanan ve ayrılığa düşen kimseler gibi de olmayın buyurarak, tüm mü’minleri Allah'ın ipine sarılarak tefrikaya düşmemeleri, dinde ihtilaf, düşmanlık yaratmamaları, kardeşliği zedelememeleri hususunda uyarmıştır, ki bu uyarı birçok yerde yapılmıştır:
De ki: “Sizi gökten ve yeryüzünden kim rızıklandırıyor? Ya da kulaklara ve gözlere kim sahip oluyor? Ve ölüden diriyi, diriden ölüyü kim çıkarıyor? Ve işleri kim düzenliyor?” Hemen “Allah” diyecekler. O zaman de ki: “O hâlde hâlâ takvâlı davranmayacak mısınız? Öyleyse işte O, sizin gerçek Rabbiniz Allah'tır. Artık gerçekten sonra sapıklıktan başka ne olabilir! O hâlde nasıl da çevriliyorsunuz?”
(Yûnus/31-32)
O [Allah], dinden Nûh'a tavsiye ettiği şeyi, sana vahyettiğimizi, İbrâhîm'e, Mûsâ'ya ve Îsâ'ya tavsiye ettiğimiz şeyi şeriat kıldı: “Dini ayakta tutun [yerleştirin] ve onda ayrılığa düşmeyin.” Senin kendilerini davet ettiğin şey, müşriklere ağır geldi. Allah dilediğini Kendine seçer ve kalpten yöneleni de O'na kılavuzlar.
(Şûrâ/13)
Kalben O'na yönelenler olarak, O'na takvâlı davranın, salâtı ikâme edin, müşriklerden; dinlerini parça parça bölmüş, fırka fırka olmuş kimselerden de olmayın. –Her fırka kendi yanlarındaki şeylerle böbürlenmektedir.–
(Rûm/31-32)
De ki: “Siz, ‘bizi bundan kurtarırsa kesinlikle şükredenlerden olacağız’ diye gizli ve yakararak O'na yalvarıp dururken, karanın ve denizin karanlıklarından sizi kim kurtarır?”
(En‘âm/63)
Ve şüphesiz ki, bu, dosdoğru olarak Benim yolumdur. Hemen ona uyun. Ve yollara uymayın da sizi O'nun yolundan ayırmasın. İşte bunlar, takvâlı davranırsınız diye O'nun [Allah'ın] size vasiyet ettikleridir.
(En‘âm/153)
Şüphesiz şu, dinlerini parça parça edip grup grup olanlar; sen hiç bir şeyce onlardan değilsin. Şüphesiz onların işi Allah'adır. Sonra O [Allah], onlara yapmakta oldukları şeyleri haber verecektir.
(En‘âm/159)
Allah'ı ve elçilerini inkâr ederek kâfir olan, “Biz, bir kısmına inanırız bir kısmına inanmayız” diyerek Allah ve Elçisi'nin arasını ayırmayı isteyen ve böylece imanla küfür arasında bir yol tutmaya çalışan kimseler; işte onlar gerçek kâfirlerin ta kendileridir. Ve Biz, o kâfirlere alçaltıcı bir azap hazırlamışızdır.
(Nisâ/150-151)
Allah tefrikaya düşenleri, İşte bunlar, birtakım yüzlerin beyazlaştığı birtakım yüzlerin siyahlaştığı günde büyük bir azap kendileri için olanlardır. Artık yüzleri kararan kimselere, “Siz inandıktan sonra yeniden kâfir mi oldunuz? Öyleyse, küfretmiş olduğunuzdan dolayı tadın cezayı!” Yüzleri ağaran kimseler de, biliniz ki, Allah'ın rahmeti içindedirler. Onlar orada sürekli kalanlardır ifadeleriyle tehdit etmektedir. Tefrikaya düşenler [Allah'ın dininden-kitabından uzaklaşanlar], dünyadaki perişanlıklarının üstüne bir de âhirette perişan olacaklardır. Âyette zekredilen “
yüz karalığı”, azabı hakk edenlerin bir göstergesidir. Bu nitelik birçok yerde dile getirilmiştir:
Ve o kıyâmet günü, Allah'a karşı yalan söyleyen kişileri yüzleri kararmış olarak göreceksin. Kibirlenenler için cehennemde yer yok mu?
(Zümer/60)
Güzellik yapan kişiler için daha güzeli ve fazlası vardır. Yüzlerine kara bulaşmaz, zillet de. İşte bunlar cennet ashâbıdırlar. Onlar orada ebedî kalıcıdırlar.
(Yûnus/26)
Yüzler vardır o gün, pırıl pırıl. Gülen, müjdeleyen. Ve yüzler vardır o gün, üzerlerinde toz-toprak. Tozu-toprağı da bir is bürümüştür.
(Abese/38-41)
Yüzler var ki o gün apaydınlıktır. Rabb'lerine nazar edicidirler. Ve yüzler de var ki o gün asıktırlar. Zannederler ki kendilerine belkıran yapılır.
(Kıyâmet/22-25)
Şüphesiz ki “
ebrâr”, elbette, naîm'in içindedirler, tahtlar üzerinde beklenti içindedirler. Yüzlerinde nimetin aydınlığını görürsün. Onlar, mühürlü saf bir içkiden sulanırlar. Ki onun mührü/neticesi misktir. Karışımı tesnim'dendir. Yaklaştırılmışların içecekleri bir pınardandır. Artık yarışanlar, işte bunda yarışmalıdırlar.
(Mutaffifîn/22-28)
Suçlular simalarından tanınır da alınlarından ve ayaklarından tutuluverirler.
(Rahmân/41)
Mü’minler uyarılırlarken 111. âyette, Onlar size eziyetten başka bir zarar veremezler. Eğer sizinle savaşırlarsa, size arkalarını dönüp kaçarlar. Sonra onlar, yardım olunmazlar haberi verilmiştir. 100. âyette de, Kendilerine kitap verilenlerden herhangi bir zümreye itaat ederseniz, imanınızdan sonra sizi kâfirler olarak döndürürler uyarısı yapmıştı. Burada ise denilmektedir ki: “Eğer onları dikkate almazsanız, onlar size biraz eza, sıkıntı verebilir, ama sizi dininizden döndüremezler, âhiretinizi mahvedemezler. Sonra da onlar perişan olup giderler. Kimse de onlara yardımcı olmaz.” Bu ifadeleri aşağıda tekrar göreceğiz:
İki topluluğun karşılaştığı günde size dokunan şeyler de Allah'ın izniyledir. Ve mü’minleri bilsin ve münâfıklık yapan kimseleri –kendileri oturup dururken kardeşleri için, “Eğer bize itaat etselerdi öldürülmezlerdi” diyen kimseleri– bilsin içindir. Ve onlara, “Geliniz, Allah yolunda savaşınız veya savunma yapınız” denilmişti. Onlar, “Biz savaşı bilseydik kesinlikle size uyardık” dediler. Onlar, o gün, imandan çok küfre yakındılar. Onlar, kalplerinde olmayan şeyleri ağızlarıyla söylüyorlar. Allah, gizledikleri şeyleri daha iyi bilendir. De ki: “Eğer doğru kimseler iseniz, haydiyin kendinizden ölümü uzaklaştırınız.”
(Âl-i İmrân/166-168)
112. âyette, Onlar nerede bulunurlarsa bulunsunlar, üzerlerine alçaklık damgası vurulmuştur. Ve –Allah'ın ipine ve insanların ipine bağlı kalanlar hariç– onlar Allah'ın hışmına uğradılar ve üzerlerine de miskinlik vurulmuştur. Bu, onların Allah'ın âyetlerini inkâr etmiş olmaları ve hakksız yere peygamberleri öldürmeleri sebebiyledir. Bu, isyan etmiş ve haddi de aşmış olmaları nedeniyledir buyurularak onların; öldürülmeleri, esir edilmeleri, mallarının ganîmet olarak alınması ve topraklarına el konulması gibi nedenlerle sürekli perişan olacakları vurgulanmıştır.
113-114. âyetlerde Ehl-i Kitabın hepsinin aynı olmadığı, onlar içinde de Allah'ın âyetlerine saygılı olanların, vicdanının sesini dinleyenlerin bulunduğu ifade edilmektedir. Bu âyetin iniş sebebiyle ilgili kaynaklarda şöyle bir nakil vardır:
İbn İshâk İbn Abbâs'tan şöyle dediğini nakleder: Abdullah b. Selâm, Sa‘lebe b. Sa’ye, Esid b. Sa’ye, Esid b. Ubeyd ve Yahûdilerden İslâm'a giren diğerlerinin kalplerinde İslâm yerleşince, Yahûdilerin âlimleri ve küfre sapanları şöyle demişlerdi:
“
Muhammed'e iman edip tâbi olanlar, ancak bizim kötülerimizdir. Eğer bunlar bizim hayırlılarımız olsalardı, atalarının dinini terkedip bir başkasına gitmezlerdi.” Bunun üzerine şanı yüce Allah, Hepsi bir değildir, Kitap Ehlinden secdeye vararak geceleri Allah'ın âyetlerini okuyup duran bir topluluk vardır... İşte onlar sâlihlerdendir buyruklarını indirdi.
İMANSIZ AMEL FAYDA VERMEZ
116-117. âyetteki, Şu inkâr eden kimselerin malları ve çocukları, Allah'tan yana, onlara asla bir fayda vermeyecektir. Ve işte onlar, ateş ashâbıdırlar. Onlar orada sürekli kalıcıdırlar. Onların bu basit hayatta harcadıklarının durumu, kendilerine zulmeden bir toplumun ekinlerine isâbet edip de onları helâk eden, içinde kavurucu soğuğu olan rüzgârın durumu gibidir. Ve Allah, onlara zulmetmedi. Fakat onlar, kendilerine zulmediyorlar ifadesiyle, imansızca yapılanların faydasının olmayacağı bildirilmiştir, ki bunu birçok kez detayıyla açıklamıştık.
Alıntı:
FEDAKARADAM Nickli Üyeden Alıntı
Salat kelimesinin sadece namaz anlamına gelmediğini ben de biliyorum ama ayetin maksadı, neyi işaret ettiği kesin belli olduğu halde bazı namaza işaret eden ayetleri cımbızlayıp içinden çekerek başka mecralara süremezsiniz.Bunun hesabını Allah sizden kesinlikle soracaktır.Kuru bir dua edip de ben salat ettim yücelttim demekle işin içinden çıkamazsınız.Bakara Suresinin 45.inci ayeti kesinlikle namaza işaret ediyor sakın onu cımbızlamayın yoksa ben acizane olarak şuracıkta ne yapmak istediğinizi anlarım.Bu müslümanların başına ne geldiyse hep cehalet ve gafletten gelmektedir.Eğer bu müslümanlar azıcık uyanırlarsa sizi dinleyen olmayacaktır bunu da aklınızdan sakın çıkarmayın.Allahımızdan, şuursuz ve cahil müslümanları hidayet eylesin onları kalp gözlerini açsın istiyoruz...Müslümanların etrafına fitne ve basiretsizlik ağları örenleri Allah'a şikayet ediyoruz....
|
Gerçekten de müslümanların başına ne gelirse cehaletlerinden gelmektedir.
Salat ve Namaz ile ilgili olarak bu sitede ikiyüz sayfalık bir bölüm var. O başlıkta olanları okumuş olsaydınız yukarıdaki çıkarımlarda bulunmazdınız.
Alıntı:
FEDAKARADAM Nickli Üyeden Alıntı
"Eğer bu müslümanlar azıcık uyanırlarsa sizi dinleyen olmayacaktır bunu da aklınızdan sakın çıkarmayın.".
|
Allah razı olsun. Müslümanlar azıcık uyanırlarsa kimi dinlemeleri gerektiğini ve hidayetin nerede olduğunu kesinlikle bileceklerdir. Bu inancımızı asla aklımızdan çıkarmıyoruz. Bunun için de Allah'ın vahyinde olanları olduğu gibi tebyin ediyoruz.
Alıntı:
FEDAKARADAM Nickli Üyeden Alıntı
Allahımızdan, şuursuz ve cahil müslümanları hidayet eylesin onları kalp gözlerini açsın istiyoruz...Müslümanların etrafına fitne ve basiretsizlik ağları örenleri Allah'a şikayet ediyoruz.." ....
|
Allahımız şuursuz ve cahil müslümanları hidayet eylesin onların kalp gözlerini açsın isteğinize yürekten katılıyor ve bizler de bunun için dua ediyoruz.
Müslümanların etrafına fitne ve basiretsizlik ağları örenleri Allah'a bizler de şikayet ediyoruz.
Bu dualrımızı yaparken bizler Müslümanım diyenlerin etrafını Allah'ın vahyedip Resulunun tebliğ ettiği Hakk dininde olanlarla örüyoruz ve aksini yapanları Allah'a şikayet ediyoruz.
Alıntı:
FEDAKARADAM Nickli Üyeden Alıntı
Bu sitede dikkat ettim de hadis bölümü hiç yok, neden?
Eğer bütün hadisler uydurma ve yalandır diyorsanız o zaman yüce peygamberimizi bu millete nasıl anlatacağız, adama sormazlar mı "yahu kardeşim bu peygamber hiç mi bir söz söylemedi ne yaptı davasını nasıl anlattı" diye sizlere sormayacaklar mı?
Şayet hadisler uydurma diyorsanız,bir hadis bölümü açalım orada uyduruk olan veya olmayan hadisleri tartışalım ki burada sizlerle hem fikir olalım ve bu teklifimi kabul ederseniz sahih hadisleri de ele alalım ve onları kendi aramızda mukayese edelim ki işin meselesi hal olunsun ve çözülsün.Yok eğer, "bizim hadislerle işimiz olmaz, sadece Kur'an'la yetineceğiz" diyorsanız, size söyleyeceğim hiçbir şey kalmamış demektir.Buyrun, admin kardeşlerimiz bu konuya el atsınlar biz de kendilerine şimdiden teşekkür edelim.
Şimdilik Allah'aısmarladık.Allah encamımızı hayırlı eylesin
Selamün aleyküm...[/b]
|
Ve aleykumusselam.
Daha önceki bir yazınızda da "Hadis başlığının" olmadığından şikayet etmiştiniz. Bizler de O başlıkların olduğunu belirtip bağlantı vermiştik.Bu yazdıklarınızdan yazılarınıza verilen cevapları yeterince okumadığınızı düşünüyorum.
Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
Allah'a emanet olun.