Tekil Mesaj gösterimi
Alt 9. April 2011, 11:15 PM   #3
Anonymous
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 176
Tesekkür: 627
164 Mesajina 386 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 25
Anonymous has much to be proud ofAnonymous has much to be proud ofAnonymous has much to be proud ofAnonymous has much to be proud ofAnonymous has much to be proud ofAnonymous has much to be proud ofAnonymous has much to be proud ofAnonymous has much to be proud of
Standart

Selam;

Konusu açılmışken Muhammed Esed'in açıklamalı mealinden konu hakkindeki görüşlerini aktarmak istedim.



Rahmân'ın uyarısını görmezden gelmeyi tercih eden kimseye gelince, Biz onun içine öteki kişiliğini oluşturmak üzere [kalıcı] bir şeytanî dürtü yerleştiririz. (Zuhruf 36)
Alıntı:
Lafzen, "Biz başına bir şeytan sararız ve bu, onun öteki kişiliği (karîn) olur": bkz. 41:25, not 24. "Şeytanî dürtü" olarak şeytân teriminin psikolojik boyutu için bkz. 15:17, not 16'nın ilk yarısı ve 14:22, not 31.


ve [Bize karşı isyankar olduklarından,] onlara [şeytanî dürtülerini] öteki kişilikleri (24) [olarak] musallat ettik; ve bunlar, önlerine serilmiş olan ile, bilgi alanlarının dışında kalanı (25) kendilerine güzel gösterdi. Ve böylece, kendilerinden önce gelip geçmiş olan diğer [günahkar] insan ve görünmeyen varlık (26) toplulukları için geçerli olan [ceza] vaadi onlar için de geçerli olacak: kuşkusuz onlar[ın hepsi] hüsrana uğrayacaktır! (Fussilet 25)
Alıntı:
24 - Yahut: "can yoldaşları" (karş. 4:38). Karîn isminin türetildiği karane fiili "bağladı" veya "sıkı bir şekilde birleştirdi" yahut "birbirine [bir şeyi diğerine] kattı" anlamına gelir. Karş. 43:36 -"Rahmân'ın uyarısını görmezden gelmeyi tercih eden kimseye gelince, biz onun içine öteki kişiliğini oluşturmak üzere [kalıcı] bir şeytanî dürtü yerleştiririz".

25 - Lafzen, "onların elleri arasında olan ve arkalarında bulunanları", yani kendi şeytanî dürtüleri (ki, belirtildiği gibi, onların "öteki kişilikleri" olmuştur), önlerine serilmiş bulunan bütün dünyevî cazibelerin sınırsız zevklerini, hiçbir ahlakî seçme yapmaksızın, onlar için baştan çıkarıcı kıldı ve aynı zamanda, yeniden dirilme ve Allah'a hesap verme düşüncesini bir yanılsama gibi görerek dışlamalarına yol açtı ve böylece, bilgi alanları dışında kalan şeyler konusunda onlara yanlış bir güvenlik duygusu verdi.



Ve onları kovulmuş her türlü şeytanî güce (16) karşı koruma altına aldık; (Hicr 17)
Alıntı:
16 - Şetane ("uzak oldu [ya da uzaklaştı]" yahut "yâdlaştı, yabancılaştı") fiilinden türeyen şeytân terimi Kur'an'da sık sık, doğru ve iyi olan her şeye uzak ve yabancı olan, doğru ve iyi olana karşı çıkan güç ya da etki anlamında geçer (Tâcu'l-‘Arûs, Râğıb): bu anlamda olmak üzere, sözgelimi 2:14'de şeyâtîn sözcüğü "hakkı inkara şartlanmış olanların ya da buna eğilimli olanlar"ın içlerindeki kötücül dürtüleri ifade için kullanılmıştır. Bu itibarla, şeytân tabiri, en geniş ve soyut anlamıyla, meşru ve geçerli ahlakî ilkelere aykırı amaçlara, niyetlere yönelmiş her türlü "kötücül" güç ve dürtüyü ifade eden bir kavramdır. Yukarıdaki anlam örgüsü içinde "Kovulmuş (racîm) her türlü şeytanî güç" ifadesi -tıpkı 37:7'deki benzer bir anlam örgüsü içindeki" "her türlü bozguncu, şeytanî güç" (mârîd) ifadesi gibi- açıkça, İslam öğretisinin şiddetle mahkum ettiği, astrolojik spekülasyonlar (müneccimlik) yoluyla gelecekten haber verme çabalarını îma etmektedir; ayetin başındaki göğe ve yıldızlara ilişkin atıf da bunun içindir. Allah'ın gökleri her türlü kötücül güce karşı "koruma" altına aldığını dile getiren ifade, O'nun, bu güçler ya da böyle güçleri elinde tuttuğunu vehmeden kimseler için astroloji (ilm-i nücûm) ya da "gizli ilimler" denen spekülatif disiplinler yoluyla "insanın algı ve tasavvur gücünü aşan konular" (ğayb) hakkında gerçek bir bilgi elde etmelerini imkansız kıldığı gerçeğini vurgulamaktadır.


Ve her şey olup bittikten, hüküm yerine geldikten sonra Şeytan: "Gerçek şu ki, Allah size gerçekleşmesi kaçınılmaz bir söz vermişti! (30) Bense [her fırsatta] size birtakım sözler verdim ama sizi hep yüzüstü bıraktım. Yine de benim sizin üzerinizde gerçekte bir nüfûzum yoktu: Sizi sadece çağırıyordum; siz de (bu çağrıya) icabet ediyordunuz. Bunun içindir ki, beni suçlamayın, yalnızca kendinizi suçlayın. (31) Ne ben sizin imdadınıza yetişecek durumdayım; ne de siz benim imdadıma yetişebilecek kimselersiniz; (32) çünkü, bakın ben, sizin vaktiyle beni [Allah'a] ortak koşmanızda bir doğruluk payı olduğunu her zaman reddetmişimdir". (33) Doğrusu, tüm zalimleri (34) çok can yakıcı bir azap beklemektedir. (İbrahim 22)
Alıntı:
30 - Lafzen, "Allah size doğru/sahici bir söz vermişti" -yani, kıyametin ve son yargının gerçekleşeceğini haber vermişti.

31 - Bu bölüme ilişkin tefsirinde Râzî şöyle bir açıklama getiriyor: "Bu ayet göstermektedir ki, gerçek Şeytan (eş-şeytânu'l-aslî) insanın [kendi] arzuları, hevesleri ve kompleksleridir (en-nefs): Çünkü yukarıdaki sözleriyle Şeytan ortaya koymaktadır ki, kendisi [günahkarın ruhuna] ancak ayartma ve vesvese yoluyla ulaşmaktaydı; dolayısıyla, eğer insan ruhunda şehvete, öfkeye, boş ve bâtıl inanç ve fantezilere doğru önceden mevcut bir eğilim, bir yatkınlık olmasaydı, bu şeytanî ayartma ya da vesveseler hiçbir şekilde etkili olmayacaktı".

32 - Yani, "sizin yardım çağrınıza cevap veremem, tıpkı sizin, dünya hayatında benim çağrılarıma cevap vermemeniz gerektiği gibi". Yukarıdaki cümle çoğu zaman başka bir anlamda, yani, "ben size yardım edemem, tıpkı sizin de bana yardım edemeyeceğiniz gibi" şeklinde tefsir edilmektedir. Oysa, Şeytan'ın -hem önceki bölümlerde, hem de sonraki cümlede- günahkarların dünyevî geçmişine ilişkin temsîlî sözleri gözönünde bulundurulursa, bizim benimsediğimiz yorumun daha uygun olduğu görülecektir; hem bu yorum, musrıh sözcüğünün ("imdat çağrısına ya da feryada cevap veren kimse") türediği seraha fiilinin lugat anlamına daha yakındır (Cevherî).

33 - Bizce, asıl anlamını yansıtmaktan uzak olan lafzî çevirisi "vaktiyle beni [Allah'a] ortak koşmanızın doğru olduğunu inkar etmişimdir" şeklinde verilebilecek olan, son derece kısa ve özlü ifade edilmiş kefertu bi-mâ eşrektumûnî min kabl cümlesinin anlamı yukarıdaki gibidir. Bununla anlatılmak istenen, Şeytan'ın, insanları yoldan çıkarmaya çabalamakla birlikte, kendisini asla Allah'la "eşit" bir yere koymadığı (karş. Şeytan'ın, Âdem ile Havvâ'ya hitaben, Allah'tan "sizin Rabbiniz" olarak söz ettiği 7:20; yine Allah'a "Rabbim" diye hitab ettiği 15:36 ve 39; yahut "doğrusu ben Allah'tan korkarım" dediği 8:48 ve 59:16), fakat sadece insanların günahkarca eylemlerini "kendilerine iyi/güzel gösterdiği" (karş. 6:43, 8:48, 16:63, 27:24, 29:38), yani, daha çok onları, insanın herhangi bir sınır gözetmeksizin kendi heva ve heveslerine uymasının ahlaken doğrulanabilir olduğuna inandırmaya çalıştığı hususudur. Ne var ki, Şeytan kendisini Allah'la bir tutmasa da, Şeytan'ın pohpohlamalarına teslim olan günahkar, bu tutumuyla onu dolaylı olarak tanrılaştırmış, "Allah'a ortak koşmuş" olmaktadır. -Bu bakımdan, belirtmek gerekir ki, Kur'an'da şeytân terimi, çoğu zaman, her insanda bulunan ve mahiyeti itibariyle ahlak dışı olan ve dolayısıyla insanın ruhî ve manevî huzuruna, esenliğine aykırı düşen dürtüler için bir mecaz olarak kullanılmaktadır.

34 - Yani, ister zihinsel bir büyüklenmeden ötürü, ister ahlakî düşkünlükten ya da karakter zayıflığından ötürü olsun, "Şeytan'ın çağrısı"na bilerek, isteyerek kulak veren, bu çağrıya uyan herkes.
Anonymous isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
Anonymous Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
hiiic (10. April 2011), Miralay (13. April 2011)