Uzman Üye
Üyelik tarihi: Dec 2010
Mesajlar: 176
Tesekkür: 627
164 Mesajina 386 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 25
|
Eski Mısır'da Erkek Çocuk Sünneti
Kaynak:
[(Décoration d’un temple de Mout à Karnak)
Geo. Nagel.
Archiv Orientalni
1952
Vol.XX
No 1/2
P.90/99]
Karnak’taki Mut tapinaginin kuzey dogu çevre duvari uzerine islenmis bir sunnet rituelinin gerçeklesme sahnesi ile ilgili bilgileri bize aktaran yazar,bu tapinagin;Misir’da XXI veya XXII. hanedanlik donemine denk dustugu gorusunde...Tarihlemek gerekirse,bu donem; -1075/-715 gibi genis bir araliga oturtulabilir.Bununla birlikte,yazarin bu makalesi sirasinda,ilgili tapinaklarin tarihlenmesi konusunda henuz detayli bir çalisma yapilmamis oldugunu da ogreniyoruz.Tapinakta,Ramses II (-1279/-1213), ve Nektanebo (-380/-362) gibi isimlerin de kazili olmasi ve farkli donemlere ait oteki bazi bulgular,burada belki daha eski bir tarihteki yapima ve degisik donemlerde restorasyon çalismalari yapilmis olabilecegine isaret ediyor.
Uzerinde sunnet ritueli çiziminin yer aldigi duvar bolumunde ,sadece sunnet sahnesi bulunmuyor.Onemli olçude kirik-eksik bolumlere karsin,buranin daha genis anlamiyla,erkek çocuklarla ilgili bir rituel alani olduguna isaret eden desen ve alt yazilar yer aliyor.
Ilki dogumla ilgili.Dogumu anlatan,fakat anlasilmasi ve dolayisiyla yorumu guç olan desenlerin altinda, “....Gunes’in (tanri’nin) evinde,dogum evinde,tanrilar ona hayat ve guç tasiyarak geliyorlar” seklinde,bebegin dogumuna iliskin olmasi gereken bir ifade yer aliyor.
Sunnet sahnesinin daha ilerisinde ise, ‘emzirme’,’süt verme’ ile ilgili bir sahne bulunuyor.Yazar buradaki sahneyle ilgili olarak,XVIII.hanedanlik donemine iliskin olarak,kiraliçenin, tanri Amon’dan dogurdugu,çocugunun tanriçalar tarafindan emzirilmesine iliskin sahneye atifta bulunuyor.Akadosummer kayitlarinda,bir "tanriça tarafindan emzirilmis","onun kutsal sütüyle beslenmis" olma motifinin kullanildigindan bahsetmistik.Doguran kadin tarafindan degil,baska kadinlar tarafindan emzirilme,eski toplumun,dogan çocugu,dogurdugu kadinin bagli oldugu aidiyetten çekip alma doneminin bir kurumu olarak kullanilmis olmalidir.Bu donem,"anne" akrabalik kavraminin,dogumla degil,emzirmeyle iliskilendirilmeye baslanildigi zamanlar olmalidir. Bay Balaman gibi uzmanlarimiz,"süt analigi" kurumunu,doguran kadinin "süt eksikligi" gibi nedenlere baglayarak açiklarken,eski toplumsal tarih karsisinda olaganustu eksik durduklarini açiklamis olurlar.'Süt analigi' kurumu ve 'helal sut' uzerine deyimsel kalintilar,bize,tarihin erken doneminden kalmadir ve bu çocugun kurban edilmek yerine,doguran kadinin elinden alinarak emzirme,sut, yoluyla,çocuga aidiyet kazandirma anlayisinin gelistigi erken donemin bir uygarlik adimini yansitir."Sut kardesler" arasi evlilik iliskilerinin yasaklanmasindaki neden "sut"un "kan bagi" olusturma ile esit degerde bir akrabalik iliskisi yarattigi kavrayisi uzerine kurulmustur.
Sünnet sahnemize gelince...
Sünnet islemini yapan sahis diz üstü çokmüs vaziyettedir.
Sünnet edilen çocugun sol eli,bu çocugun arkasinda duran kadin tarafindan,sol eli ile tutulmaktadir.
Rituelde sünnet olan iki erkek çocuk ayaktadirlar.
Cocuklarin gerisinde duran, iki kadin diz çokmus vaziyettedirler.
Bu kadinlar çocuklarin anne’leri olmalidir.
Kadinlarin ardinda (resimde sagda) iki adet tanri ayakta duruyor ve sol ellerinde haç,sag ellerinde ise asa’larini tutuyorlar.
Sünnet islemini yapan erkegin ardinda ise,(resimde sol en basta),yazara gore,tanriça Sesşa duruyor.Onun sadece bir ayagini ve eliyle tutuyor olmasi gereken ‘yasam palmiyesi’nin onemli bolumunu goruyoruz.
**
Burada yer alan bilgiler tam 55 yillik.Bu arada ,yukardaki bilgiler daha belirginlestirilmis,daha iyi fotograflar alinmis,belki rekonstitusyonlar hazirlanmis olabilir.Eger boyle ise bile,bunlara su anda sahip degilim..
Fakat,yukardaki açiklamalar, bize,yine de,erkek çocuk sunneti ile ilgili olarak bazi bilgiler vermektedir.
Herseyden once,bir erkek çocuk sunnet sahnesi bakimindan,buradaki bulguyu one çikarmak istedim.Cunku,Akadosumer kayitlari içinde,bildigim kadariyla,gunumuzdeki sunnet sekline uygunluk tasiyan,bir bulgu yer almiyor.
Buradaki sunnet sahnesinin,erkek çocugun cinsel organinin tamamen degil,simdiki gibi,uç kisminin kesildigi bir sahne oldugundan yola çikiyoruz.Eger,bu varsayim dogru ise,bunu,açik sekliyle,bir desen haliyle,ilk kez Misir’da gormus oluyoruz.
Erkek Çocuk Sünneti Ve Kirveligin Kaynaklari Üzerine
Karnak'ta Mut tapinaginda,erkek çocuk sunnet rituel sahnesinin el çizim kopyasi ( parça.)
G.Nagel.Archiv Orientalni.1952,Vol.XX,No 1/2,Page.90/99
***
Afrika’dan Amerika kitasina,Ortadogu’dan Avusturalya yerlilerine kadar,çok genis bir alanda karsimiza çikan ‘kadin sunneti’ne veya yaygin fallus tapimciligi on kaynaklarina da dayanan erkek çocuk sunnetine iliskin olgulara, eski toplumun ‘dusleri’nden kaynaklanmis ve,nasilsa,yayginlasmis temelsiz kult parçalari gozuyle bakamayiz..
Içinde yasadigimiz butun kulturel zenginligi,butun temel bilgi birikimini bize miras birakmis olan eski toplumun bu tur davranislari,bugunku deger olçulerinden yola çikilarak anlasilamaz .Bu gerçek,eski toplumsal davranis ve kurumlari ‘modern’ (on)yargilarla ele alan çalismalarin her hangi bir yere varamamis olmasiyla da ortaya çikmistir.Erkek ve kadin sunnetinin ve bu kurumlarla da ilgili ‘kirvelik’,’sagdiç’lik gibi kurumlarin,eski toplumda olusma gerekçeleri ve birer kurum olarak yuceltilip kullanilmasi,bu kurumlari vareden toplumsal iliskiler taninmadan ;ilgili topluluklarin bu kurumlarla amaçladiklari anlasilmadan,bu uygulamalari tam olarak tanimak mumkun degildir.Ya garip,barbar toreler olarak anlasilmazlar listesine eklenir ;ya da, ‘sunnet’te,belki,insan sagligina faydali olabilecek tesaduflere dayanarak,Tanrinin 'mucizeleri' bulundugu gibi 'fikir'ler one surulebilir.
Nitekim, yayinladigimiz Anabritannica’nin sunnet bolumunde boyle bir saheser fikir de yer aliyordu : « Ucundaki derinin kesilerek kamis basinin açiga çikarilmasi, smegma olarak bilinen kokulu salginin .bu bölgede birikmesini önler. Kamis kanseri sünnetli erkeklerde daha ender görülür. »
Bunlara,ilerde belki ,oteki tur kanser onleyici yanlar bile,eklenebilir !
Fakat,bunlar boyle bile olsa,kadin ve erkek sunnetinin,binlerce yil onceki uygulanma gerekçeleri olamazlar..
Kutsal Kitaba gore,erkek çocuk (ve kadin) sunnetini,Tanri, kendi ile inançli kullari arasinda yaptigi bir ittifakin nisanesi olarak saptamis.Fakat orada,Tanrinin ozellikle,insanlarin cinsel organin ucundaki et parçasiyla neden bu kadar ilgili oldugu açiklanmamistir.
Eger sunnet bir ‘isaret’ ise,bunun daha açik gorunen,daha az acili bir çozum biçimi bulunamaz miydi ? Tanrinin,boyle bir çozumu,daha once bulabildigini biliyoruz… Nitekim Adem ile Havva’nin ilk iki ogulundan katil olan çiftçi Kabil (Kain),çoban olan kardesi Habil’i oldurdukten sonra,’baskalari’nin onu oldurmesinden korkmus ; “kim bulsa öldürecek beni " diye tanriya sizlanmisti.
“Bunun üzerine Tanri , "Seni kim öldürürse, ondan yedi kez öç alınacak" dedi. Kimse bulup öldürmesin diye Kayin'in üzerine bir nişan koy”mustu. (http://www.incil.info/incil-eskiceviri/Yar.htm)
Dogal olarak,bu anlatimda,kendi içinde çelismeler yok degil.
Tanri bu kardes katilini affetmekle kalmamis,ustelik onu korumasi altina da almisti.
Eger Eski Ahit'teki bu anlatimi temel alirsak,aslinda, o sirada ortalikta, sadece Adem,Havva ve Kayin ,yani toplam uç kisi var olmalidir.Kayin bilmiyorsa bile,Tanrinin,ortada baska ‘kimse’ olmadigini bilmesi lazim...Fakat yine de Tanri orada,nasil oldugunu tam bilmedigimiz bir nisani,’herkes’in gorebilecegi sekilde,Kayin’in “uzerine” koymus;onu korumasi altina almistir..
Bu bir giysi turu ,saç kesme sekli,basindaki saçlarinin kesilmis bir bolgesine vurulmus bir damga.... vb. olabilirdi ama,bir cinsel organin sunneti olmadigi;‘isaret’in gizli bir bolgede degil,açik oldugu anlasiliyor.
Erkek Çocuk Sünneti ve Fallus Kültü
« (Ninmah) erkeklik organindan yoksun,
kadinlik organindan yoksun bir varlik yapti.
Erkeklik organindan yoksun,
kadinlik organindan yoksun bu var¬ligi gören Enki,
Onun yazgisini
kralin önünde durmak olarak belirledi. »
***
Karnak'ta Mut tapinaginin bir duvar resiminin el çizim kopyasi ( parça.)
G.Nagel.
Archiv Orientalni.
1952
Vol.XX
No 1/2
P.90/99
***
Delos'taki bazi tapinaklarin onune bulunan
kesilmis fallus ornegi
(http://fr.wikipedia.org/wiki/Symbolisme_phallique)
Erkek Çocuk Sünneti Üzerine
Karnak'ta Mut tapinaginin bir duvar resiminden parça.
G.Nagel.
Archiv Orientalni.
1952
Vol.XX
No 1/2
P.90/99
***
Uzerinde fazla çalisilmamis olan ‘sunnet’ ve ilgili eski kurumlari,toplumsal anlamlari bakimindan, tanimakta fayda var.
Birçok oteki konu gibi,bu alanda da,akademi dunyamiz pek çaba gostermis sayilmaz.Dr. Mustafa Aksoy’un,sunnet kurumu ile baglantili olan,
“kirvelik konusunda ülkemizde yapılan iki önemli çalışmadan” ;
“ülkemizde kirvelik konusunda yazılı tek kitabın sahibi”nden bahsetmesi, durumun ne oldugunu zaten ortaya azçok koyuyor.Kirvelik ve sunnet birbirine çok bagli konulardir.
Turkiye'deki akademi dunyasinin geleneklere baglanan demir pençeleri,eni sonu kirilacaktir.Ozellikle genç nesil bilim adamlarina guven duymamiz gerek.Bati bilim dunyasindan bir otorite ele almadi diye,bu son derece onemli konular bir yana birakilamaz. Bu noktadaki sosyal bulgular bakimindan zengin olan Turkiye'de bu konulari gelistirmek uzere ele alacak bilim adamlari çikacaktir.
Eski toplum denilince onda, genel olarak hurafe arayan siyasi ‘bilimselciler’ bakimindan ise,su anda, yapacak pek fazla bir sey yok.Dinlerin toplumsal kaynaklari hakkinda yeterli bir fikre sahip olmadiklari halde;derin “dunya ve Turkiye tahlilleri” ile kendi çevrelerini bile toparlayabilmekten uzak olanlarin,simdi “muslumanlari kazanma”, “islam reformunda aktif taraf olma”,"cin olmadan adam çarpma" hulyalarina ;"40 yildir cenaze namazi kilma" vb. turunden duyuru politikalarina sadece uzulerek bakiyorum.
Yukardaki desen,Misir’da,XXI veya XXII. Hanedanlik donemine ait,Kardak’taki Mut tapinak girisine kazilmis.Erkek çocuk sunnet rituelini resmediyor.Eski Ahit’te ise,Abraham donemine ait olarak bir ‘sunnet’ gelenek anlatimi baslatilmis gorunuyor.Musa’yla devam edip geliyor.Bu noktada,kaynagin Misir olup olmadigi uzerinde,daha sonra,durmaya çalisacagiz.Akadosumer geleneklerinin,erken ‘yaratilis’ anlatimlarindaki ‘hadim’ varliklarin,sami ve eski Yunan topluluklar arasindaki derin fallus kultunun bununla ilgilerini ele almaya çalisagiz.Belki konu kesin hatlariyla çozumlenmekten uzak kalabilir ama,bilim dunyasinin pek ele almadigi bu sorunlari yeniden yorumlayarak çozme çabalarinda bir kotuluk yok..
Sunnet kurumunun tarihsel yapisi ve kutsal kitaplardaki ilgili ifadeler,konumuzu,her seyden once genel ozellikleri ve anlamlari taniyarak ele almanin gerekli oldugunu gosteriyor."Turkiye" içinde kalan her turlu ifade daha bastan içinde eksiklik ve yanlislar tasir.Fakat,bu eski uygulamanin genel anlamlarina ulasirken,Turkiye’nin çesitli yorelerindeki degisik uygulamalarin taninmasi ise,bize,vargilarda bulunurken buyuk kolayliklar saglayacaktir...
Ekte,simdilik, okunmasinda fayda olan, bir kaç çalismayi yayinlamakla yetiniyorum.
***
AnaBritannica,C.20,s.186
Sünnet, Arapça HITAN, kamisin (penis) ucundaki derinin bir bölümünün ya da tümünün kesilmesi. Müslümanlar, Yahudi-ler ve bazi Hiristiyanlarin yani sira, dünya-nin her yerinde çesitli geleneksel toplumlar¬da dinsel açidan büyük önem tasir. Uygula¬manin kökeni bilinmemekle birlikte, etnik bakimdan yaygin bir tören olmasi ve bu is için baslangiçtan beri metalden çok tas biçaklarin kullanilma- si, sünnetin tarihinin en eski çaglara dayandigini gösterir.
Sünnet, geleneksel bir tören oldugu he-men her yerde, erinlik (bulug) çaginda ya da öncesinde uygulanir. Bazi Müslüman halklar arasinda erkekler evlenmeden he-men önce, bazilarinda ise dinsel egitim çaginda ya da. dogumdan hemen sonra sünnet edilir. IsIam kaynaklari sünnetin Araplar arasinda Islam öncesinde de uygu¬lanan bir gelenek oldugunu belirtir. Degisik fikih mezhepleri sünnetin uygulanacagi yas konusunda farkli kurallar öngörür. Yahudi¬lerde erkek bebeklerin dogu.mdan sekiz gün sonra sünnet edilmesi, Hz. ibrahim'in Tan¬ri'yla gerçeklestirdigi ahdin bir parçasi sayi¬lir. Kilise, daha ilk dönemlerinde bu "Musa Yasasi"nin Hiristiyanlar için baglayici olma¬digina karar vermistir. Sünnet, uygulandigiyasa bakilmaksizin, genellikle bireyin baglioldugu gruba biçimselolarak da katilmasiniya da belirli bir statüye ulasmasini, böylece toplumsal konumunu ve haklarini kazanma¬sini simgeler.
Ucundaki derinin kesilerek kamis basinin açiga çikarilmasi, smegma olarak bilinen kokulu salginin .bu bölgede birikmesini önler. Kamis kanseri sünnetli erkeklerde daha ender görülür.
Klitoridektomi olarak adlandirilan kadin sünneti (Arapça hafz), farkli topluluklarda farkli biçimlerde uygulanan ve klitorisin bir bölümü kesilerek gerçeklestirilen, gene tö-rensel bir uygulamadir. Yeni Gine, Avus-tralya, Malakka Takimadalari, Etiyopya, Misir ve Afrika'nin basKa kesimleri, Brezil-ya, Meksika ve Peru'da, ayrica Ortadogu, Afrika, Bati Asya ve Hindistan'da yasayan
çesitli. Müslüman topluluklarda yaygindir.
Bazi Islam topluluklarinda kadin sünnetini de vacip sayan mezhepler vardir.
***
("Tasavvuri","kurgusal","sakaciktan" Akrabalik kurumlari adi verilen,eski toplumun gerçek kurumlari uzerine bir dipnot bilgisi..)
BELLETEN
TTK Basimevi-Ankara
Agustos 1992
AYGEN ERDENTUG
(‘Akrabalik Terimlerinin Kullanimi’)
S .483/512
« ÖZET VE SONUÇ
Görüldügü kadariyla, günümüz Türkiyesi'nde, akrabalik terimleri is-levsel oldugu kadar yapisal bir degisim içindedir. Akrabalik terminolojimi¬zi etkileyen karmasik degiskenler arasinda, özellikle görsel-isitsel kitle ileti¬sim araçlari, bati dillerinde egitim görmeyi önemli kilan sosyo-ekonomik talep ile soy sop grubunun önemini yitirmesi ve "aile"nin küçülmesi gibi etkenler dikkati çekmektedir.
Bu degisim, söz gelimi, en az birkaç kusak kentliler arasinda, Bati dillerinden "düz çevirme" ile aktanlan "kuzen" te¬riminin yerlesmesidir. Bu arada, Planli Kalkinma dönemine girmemiz ile birlikte her geçen yil daha da süratle artan, kirsal alandan kentlerimize goç ile daha çok kirsal kesimde geçerli olan «tasavvuri» akrabalik terimlerinin de yaygin bir biçimde kent kulturune aktarilmasina sahit olunmustur.Buna karsilik,1940’larda yapilan tespitlere gore,kentlerde geçerliligini koruyan, ‘yenge’,sagdiç’( H.Z Kosay,1944),hatta ‘kirve’ gibi bir takim ‘tasavvuri’ akrabalik terimleri,belirli bir kentli grup için onemlerini yitirmislerdir…. » ( s.506)
Erkek Çocuk Sünneti Üzerine-2
Eski Ahit - Yaratılış
Sünnet: Antlaşma Simgesi
BÖLÜM 17
Avram doksan dokuz yaşındayken RAB ona görünerek, “Ben Her Şeye Gücü Yeten Tanrı`yım” dedi, “Benim yolumda yürü, kusursuz ol.
Seninle yaptığım antlaşmayı sürdürecek, soyunu alabildiğine çoğaltacağım.”
Avram yüzüstü yere kapandı. Tanrı,
Seninle yaptığım antlaşma şudur dedi, “Birçok ulusun babası olacaksın.
Artık adın Avram(Abram)(Ibram) değil, İbrahim(Abraham)(Avraham) olacak. Çünkü seni birçok ulusun babası yapacağım.
Seni çok verimli kılacağım. Soyundan uluslar doğacak, krallar çıkacak.
Antlaşmamı seninle ve soyunla kuşaklar boyunca, sonsuza dek sürdüreceğim. Senin, senden sonra da soyunun Tanrısı olacağım.
Bir yabancı olarak yaşadığın toprakları, bütün Kenan ülkesini sonsuza dek mülkünüz olmak üzere sana ve soyuna vereceğim. Onların Tanrısı olacağım.”
Tanrı İbrahim`e, “Sen ve soyun kuşaklar boyu antlaşmama bağlı kalmalısınız” dedi,
Seninle ve soyunla yaptığım antlaşmanın koşulu şudur: Aranızdaki erkeklerin hepsi sünnet edilecek.
Sünnet olmalısınız. Sünnet aramızdaki antlaşmanın belirtisi olacak.
Evinizde doğmuş ya da soyunuzdan olmayan bir yabancıdan satın alınmış köleler dahil sekiz günlük her erkek çocuk sünnet edilecek. Gelecek kuşaklarınız boyunca sürecek bu.
Evinizde doğan ya da satın aldığınız her çocuk kesinlikle sünnet edilecek. Bedeninizdeki bu belirti sonsuza dek sürecek antlaşmamın simgesi olacak.
Sünnet edilmemiş her erkek halkının arasından atılacak, çünkü antlaşmamı bozmuş demektir.”
Tanrı, “Karın Saray`a gelince, ona artık Saray demeyeceksin” dedi, “Bundan böyle onun adı Sara olacak.
Onu kutsayacak, ondan sana bir oğul vereceğim. Onu kutsayacağım, ulusların anası olacak. Halkların kralları onun soyundan çıkacak.”
İbrahim yüzüstü yere kapandı ve güldü. İçinden, “Yüz yaşında bir adam çocuk sahibi olabilir mi?” dedi, “Doksan yaşındaki Sara doğurabilir mi?”
Sonra Tanrı`ya, “Keşke İsmail`i mirasçım kabul etseydin!” dedi.
Tanrı, “Hayır. Ama karın Sara sana bir oğul doğuracak, adını İshak koyacaksın” dedi, “Onunla ve soyuyla antlaşmamı sonsuza dek sürdüreceğim.
İsmail`e gelince, seni işittim. Onu kutsayacak, verimli kılacak, soyunu alabildiğine çoğaltacağım. On iki beyin babası olacak. Soyunu büyük bir ulus yapacağım.
Ancak antlaşmamı gelecek yıl bu zaman Sara`nın doğuracağı oğlun İshak`la sürdüreceğim.”
Tanrı İbrahim`le konuşmasını bitirince ondan ayrılıp yukarıya çekildi.
İbrahim evindeki bütün erkekleri -oğlu İsmail`i, evinde doğanların, satın aldığı uşakların hepsini- Tanrı`nın kendisine buyurduğu gibi o gün sünnet ettirdi.
İbrahim sünnet olduğunda doksan dokuz yaşındaydı.
Oğlu İsmail on üç yaşında sünnet oldu.
İbrahim, oğlu İsmail`le aynı gün sünnet edildi.
İbrahim`in evindeki bütün erkekler -evinde doğanlar ve yabancılardan satın alınanlar- onunla birlikte sünnet oldu.
**
BÖLÜM 21
RAB verdiği söz uyarınca Sara`ya iyilik etti ve sözünü yerine getirdi.
Sara hamile kaldı; İbrahim`in yaşlılık döneminde, tam Tanrı`nın belirttiği zamanda ona bir erkek çocuk doğurdu.
İbrahim Sara`nın doğurduğu çocuğa İshak adını verdi.
Tanrı`nın kendisine buyurduğu gibi oğlu İshak`ı sekiz günlükken sünnet etti.
***
Dina ve Şekemliler
BÖLÜM 34
Lea`yla Yakup`un kızı Dina bir gün yöre kadınlarını ziyarete gitti.
O bölgenin beyi Hivli Hamor`un oğlu Şekem Dina`yı görünce tutup ırzına geçti.
Yakup`un kızına gönlünü kaptırdı. Dina`yı sevdi ve ona nazik davrandı.
Babası Hamor`a, “Bu kızı bana eş olarak al” dedi.
Yakup kızı Dina`nın kirletildiğini duyduğunda, oğulları kırda hayvanların başındaydı. Yakup onlar gelinceye kadar konuşmadı.
Bu arada Şekem`in babası Hamor konuşmak için Yakup`un yanına gitti.
Yakup`un oğulları olayı duyar duymaz kırdan döndüler. Üzüntülü ve çok öfkeliydiler. Çünkü Şekem Yakup`un kızıyla yatarak İsrail`in onurunu kırmıştı. Böyle bir şey olmamalıydı.
Hamor onlara, “Oğlum Şekem`in gönlü kızınızda” dedi, “Lütfen onu oğluma eş olarak verin.
Bizimle akraba olun. Birbirimize kız verip kız alalım.
Bizimle birlikte yaşayın. Ülke önünüzde, nereye isterseniz yerleşin, ticaret yapın, mülk edinin.”
Şekem de Dina`nın babasıyla kardeşlerine, “Bana bu iyiliği yapın, ne isterseniz veririm” dedi,
Ne kadar başlık ve armağan isterseniz isteyin, dilediğiniz her şeyi vereceğim. Yeter ki, kızı bana eş olarak verin.
Kızkardeşleri Dina`nın ırzına geçildiği için, Yakup`un oğulları Şekem`le babası Hamor`a aldatıcı bir yanıt verdiler.
Olmaz, kızkardeşimizi sünnetsiz* bir adama veremeyiz dediler, “Bizim için utanç olur.
Ancak şu koşulla kabul ederiz: Bütün erkekleriniz bizim gibi sünnet olursa,
birbirimize kız verip kız alabiliriz. Sizinle birlikte yaşar, bir halk oluruz.
Eğer kabul etmez, sünnet olmazsanız, kızımızı alır gideriz.”
Bu öneri Hamor`la oğlu Şekem`e iyi göründü.
Ailesinde en saygın kişi olan genç Şekem öneriyi yerine getirmekte gecikmedi. Çünkü Yakup`un kızına aşıktı.
Hamor`la oğlu Şekem durumu kent halkına bildirmek için kentin kapısına gittiler.
Bu adamlar bize dostluk gösteriyor dediler, “Ülkemizde yaşasınlar, ticaret yapsınlar. Topraklarımız geniş, onlara da yeter, bize de. Birbirimize kız verip kız alabiliriz.
Yalnız, şu koşulla bizimle birleşmeyi, birlikte yaşamayı kabul ediyorlar: Bizim erkeklerin de kendileri gibi sünnet olmasını istiyorlar.
Böylece bütün sürüleri, malları, öbür hayvanları da bizim olur, değil mi? Gelin onlarla anlaşalım, bizimle birlikte yaşasınlar.”
Kent kapısından geçen herkes Hamor`la oğlu Şekem`in söylediklerini kabul etti ve kentteki bütün erkekler sünnet oldu.
Üçüncü gün erkekler daha sünnetin acısını çekerken, Yakup`un oğullarından ikisi -Dina`nın kardeşleri Şimon`la Levi- kılıçlarını kuşanıp kuşku uyandırmadan kente girip bütün erkekleri kılıçtan geçirdiler.
Hamor`la oğlu Şekem`i de öldürdüler. Dina`yı Şekem`in evinden alıp gittiler.
Sonra Yakup`un bütün oğulları cesetleri soyup kenti yağmaladılar. Çünkü kızkardeşlerini kirletmişlerdi.
Kentteki ve kırdaki davarları, sığırları, eşekleri ele geçirdiler.
Bütün mallarını, çocuklarını, kadınlarını aldılar, evlerindeki her şeyi yağmaladılar.
Yakup, Şimon`la Levi`ye, “Bu ülkede yaşayan Kenanlılar`la Perizliler`i bana düşman ettiniz, başımı belaya soktunuz” dedi, “Sayıca azız. Eğer birleşir, bana saldırırlarsa, ailemle birlikte yok olurum.”
Şimon`la Levi, “Kızkardeşimize bir fahişe gibi mi davranmalıydı?” diye karşılık verdiler.
***
Rab Musa`ya Belirtiler Gösteriyor
BÖLÜM 4
Musa, “Ya bana inanmazlarsa?” dedi, “Sözümü dinlemez, `RAB sana görünmedi` derlerse, ne olacak?”
RAB, “Elinde ne var?” diye sordu. Musa, “Değnek” diye yanıtladı.
RAB, “Onu yere at” dedi. Musa değneğini yere atınca, değnek yılan oldu. Musa yılandan kaçtı.
RAB, “Elini uzat, kuyruğundan tut” dedi. Musa elini uzatıp kuyruğunu tutunca yılan yine değnek oldu.
RAB, “Bunu yap ki, ataları İbrahim`in, İshak`ın, Yakup`un Tanrısı RAB`bin sana göründüğüne inansınlar” dedi.
Sonra, “Elini koynuna koy” dedi. Musa elini koynuna koydu. Çıkardığı zaman eli bir deri hastalığına yakalanmış, kar gibi bembeyaz olmuştu.
RAB, “Elini yine koynuna koy” dedi. Musa elini yine koynuna koydu. Çıkardığı zaman eli eski haline dönmüştü.
RAB, “Eğer sana inanmaz, ilk belirtiyi önemsemezlerse, ikinci belirtiye inanabilirler” dedi,
Bu iki belirtiye de inanmaz, sözünü dinlemezlerse, Nil`den biraz su alıp kuru toprağa dök. Irmaktan aldığın su toprakta kana dönecek.
Musa RAB`be, “Aman, ya Rab!” dedi, “Ben kulun ne geçmişte, ne de benimle konuşmaya başladığından bu yana iyi bir konuşmacı oldum. Çünkü dili ağır, tutuk (dili sunnetsiz) biriyim.”
RAB, “Kim ağız verdi insana?” dedi, “İnsanı sağır, dilsiz, görür ya da görmez yapan kim? Ben değil miyim?
Şimdi git! Ben konuşmana yardımcı olacağım. Ne söylemen gerektiğini sana öğreteceğim.”
Musa, “Aman, ya Rab!” dedi, “Ne olur, benim yerime başkasını gönder.”
RAB Musa`ya öfkelendi ve, “Ağabeyin Levili Harun var ya!” dedi, “Bilirim, o iyi konuşur. Hem şu anda seni karşılamaya geliyor. Seni görünce sevinecek.
Onunla konuş, ne söylemesi gerektiğini anlat. İkinizin konuşmasına da yardımcı olacak, ne yapacağınızı size öğreteceğim.
O sana sözcülük edecek, senin yerine halkla konuşacak. Sen de onun için Tanrı gibi olacaksın.
Bu değneği eline al, çünkü belirtileri onunla gerçekleştireceksin.”
Musa Mısır`a Dönüyor
Musa kayınbabası Yitro`nun yanına döndü. Ona, “İzin ver, Mısır`daki soydaşlarımın yanına döneyim” dedi, “Bakayım, hâlâ yaşıyorlar mı?” Yitro, “Esenlikle git” diye karşılık verdi.
RAB Midyan`da Musa`ya, “Mısır`a dön, çünkü canını almak isteyenlerin hepsi öldü” demişti.
Böylece Musa karısını, oğullarını eşeğe bindirdi; Tanrı`nın buyurduğu değneği de eline alıp Mısır`a doğru yola çıktı.
RAB Musa`ya, “Mısır`a döndüğünde, sana verdiğim güçle bütün şaşılası işleri firavunun önünde yapmaya bak” dedi, “Ama ben onu inatçı yapacağım. Halkı salıvermeyecek.
Sonra firavuna de ki, `RAB şöyle diyor: İsrail benim ilk oğlumdur.
Sana, bırak oğlum gitsin, bana tapsın, dedim. Ama sen onu salıvermeyi reddettin. Bu yüzden senin ilk oğlunu öldüreceğim.`”
RAB yolda, bir konaklama yerinde Musa`yla karşılaştı, onu öldürmek istedi.
O anda Sippora keskin bir taş alıp oğlunu sünnet etti, derisini Musa`nın ayaklarına dokundurdu. “Gerçekten sen bana kanlı güveysin” dedi.
Böylece RAB Musa`yı esirgedi. Sippora Musa`ya sünnetten ötürü “Kanlı güveysin” demişti.
RAB Harun`a, “Çöle, Musa`yı karşılamaya git” dedi. Harun gitti, onu Tanrı Dağı`nda karşılayıp öptü.
Musa duyurması için RAB`bin kendisine söylediği bütün sözleri ve gerçekleştirmesini buyurduğu bütün belirtileri Harun`a anlattı.
Musa`yla Harun varıp İsrail`in bütün ileri gelenlerini topladılar.
Harun RAB`bin Musa`ya söylemiş olduğu her şeyi onlara anlattı. Musa da halkın önünde belirtileri gerçekleştirdi.
Halk inandı; RAB`bin kendileriyle ilgilendiğini, çektikleri sıkıntıyı görmüş olduğunu duyunca, eğilip tapındılar.
***
Fısıh Kuralları
RAB Musa`yla Harun`a şöyle dedi: “Fısıh Bayramı`nın* kuralları şunlardır: Hiçbir yabancı Fısıh* etini yemeyecek.
Ama satın aldığınız köleler sünnet edildikten sonra ondan yiyebilir.
Konuklar ve ücretli işçiler ondan yemeyecek.
Fısıh eti evde yenmeli, evin dışına çıkarılmamalı. Kemikleri kırmayacaksınız.
Bütün İsrail topluluğu Fısıh Bayramı`nı kutlayacak.
Yanınızdaki yabancı bir konuk RAB`bin Fısıh Bayramı`nı kutlamak isterse, önce evindeki bütün erkekler sünnet edilmeli; sonra yerel halktan biri gibi İsrail halkına katılıp bayramı kutlayabilir. Ama sünnetsiz* biri Fısıh etini yemeyecektir.
Ülkede doğan için de, aranızda yaşayan yabancı için de aynı kural geçerlidir.”
İsrailliler RAB`bin Musa`yla Harun`a verdiği buyruğu eksiksiz yerine getirdiler.
O gün RAB İsrailliler`i ordular halinde Mısır`dan çıkardı.
***
Incil
Elçilerin işleri
BÖLÜM 15
Yeruşalim`deki Toplantı
Yahudiye`den gelen bazı kişiler Antakya`daki kardeşlere, “Siz Musa`nın töresi uyarınca sünnet olmadıkça kurtulamazsınız” diye öğretiyorlardı.
Pavlus`la Barnaba bu adamlarla bir hayli çekişip tartıştılar. Sonunda Pavlus`la Barnaba`nın, başka birkaç kardeşle birlikte Yeruşalim`e gidip bu sorunu elçiler ve ihtiyarlarla* görüşmesi kararlaştırıldı.
Böylece kilise* tarafından gönderilenler, öteki uluslardan* olanların Tanrı`ya nasıl döndüğünü anlata anlata Fenike ve Samiriye bölgelerinden geçerek bütün kardeşlere büyük sevinç verdiler.
Yeruşalim`e geldiklerinde inanlılar topluluğu*, elçiler ve ihtiyarlarca iyi karşılandılar. Tanrı`nın kendileri aracılığıyla yapmış olduğu her şeyi anlattılar.
Ne var ki, Ferisi* mezhebinden bazı imanlılar kalkıp şöyle dediler: “Öteki uluslardan olanları sünnet etmek ve onlara Musa`nın Yasası`na uymalarını buyurmak gerekir.”
Elçilerle ihtiyarlar bu konuyu görüşmek için toplandılar.
Uzunca bir tartışmadan sonra Petrus ayağa kalkıp onlara, “Kardeşler” dedi, “Öteki uluslar Müjde`nin bildirisini benim ağzımdan duyup inansınlar diye Tanrı`nın uzun zaman önce aranızdan beni seçtiğini biliyorsunuz.
İnsanın yüreğini bilen Tanrı, Kutsal Ruh`u tıpkı bize verdiği gibi onlara da vermekle, onları kabul ettiğini gösterdi.
Onlarla bizim aramızda hiçbir ayrım yapmadı, iman etmeleri üzerine yüreklerini arındırdı.
Öyleyse, ne bizim ne de atalarımızın taşıyamadığı bir boyunduruğu öğrencilerin boynuna geçirerek şimdi neden Tanrı`yı deniyorsunuz?
Bizler, Rab İsa`nın lütfuyla kurtulduğumuza inanıyoruz; onlar da öyle.”
Bunun üzerine bütün topluluk sustu ve Barnaba`yla Pavlus`u dinlemeye başladı. Barnaba`yla Pavlus, Tanrı`nın kendileri aracılığıyla öteki uluslar arasında yaptığı harikalarla belirtileri tek tek anlattılar.
Onlar konuşmalarını bitirince Yakup söz aldı: “Kardeşler, beni dinleyin” dedi.
Simun, Tanrı`nın öteki uluslardan kendine ait olacak bir halk çıkarmak amacıyla onlara ilk kez nasıl yaklaştığını anlatmıştır.
Peygamberlerin sözleri de bunu doğrulamaktadır. Yazılmış olduğu gibi: `Bundan sonra ben geri dönüp, Davut`un yıkık konutunu yeniden kuracağım. Onun yıkıntılarını yeniden kurup Onu tekrar ayağa kaldıracağım.
Öyle ki, geriye kalan insanlar, Bana ait olan bütün uluslar Rab`bi arasınlar. Bunları ta başlangıçtan bildiren Rab, İşte böyle diyor.`
Bu nedenle, kanımca öteki uluslardan Tanrı`ya dönenlere güçlük çıkarmamalıyız.
Ancak putlara sunulup murdar* hale gelen etlerden, fuhuştan, boğularak öldürülen hayvanların etinden ve kandan sakınmaları gerektiğini onlara yazmalıyız.
Çünkü çok eski zamanlardan beri Musa`nın sözleri her kentte duyurulmakta, her Şabat Günü* havralarda okunmaktadır.” Öteki Uluslardan Olan İmanlılara Mektup
Bunun üzerine bütün inanlılar topluluğuyla* elçiler ve ihtiyarlar*, kendi aralarından seçtikleri adamları Pavlus ve Barnaba`yla birlikte Antakya`ya göndermeye karar verdiler. Kardeşlerin önde gelenlerinden Barsabba denilen Yahuda ile Silas`ı seçtiler.
Onların eliyle şu mektubu yolladılar: “Kardeşleriniz olan biz elçilerle ihtiyarlardan, öteki uluslardan olup Antakya, Suriye ve Kilikya`da bulunan siz kardeşlere selam!
Bizden bazı kişilerin yanınıza geldiğini, sözleriyle sizi tedirgin edip aklınızı karıştırdığını duyduk. Oysa onları biz göndermedik.
Bu nedenle aramızdan seçtiğimiz bazı kişileri, sevgili kardeşlerimiz Barnaba ve Pavlus`la birlikte size göndermeye oybirliğiyle karar verdik.
Bu ikisi, Rabbimiz İsa Mesih`in adı uğruna canlarını gözden çıkarmış kişilerdir.
Kararımız uyarınca size Yahuda ile Silas`ı gönderiyoruz. Onlar aynı şeyleri sözlü olarak da aktaracaklar.
Kutsal Ruh ve bizler, gerekli olan şu kuralların dışında size herhangi bir şey yüklememeyi uygun gördük: Putlara sunulan kurbanların etinden, kandan, boğularak öldürülen hayvanların etinden ve fuhuştan sakınmalısınız. Bunlardan kaçınırsanız, iyi edersiniz. Esen kalın.”
Adamlar böylece yola koyulup Antakya`ya gittiler. Topluluğu bir araya getirerek onlara mektubu verdiler.
İmanlılar, mektuptaki yüreklendirici sözleri okuyunca sevindiler.
Kendileri peygamber olan Yahuda ile Silas, birçok konuşmalar yaparak kardeşleri yüreklendirip ruhça pekiştirdiler.
Bir süre orada kaldıktan sonra, kendilerini göndermiş olanların yanına dönmek üzere kardeşler tarafından esenlikle yolcu edildiler.
Pavlus`la Barnaba ise Antakya`da kaldılar, birçoklarıyla birlikte öğretip Rab`bin sözünü müjdelediler.
Pavlus`la Barnaba Arasında Anlaşmazlık
Bundan bir süre sonra Pavlus Barnaba`ya, “Rab`bin sözünü duyurduğumuz bütün kentlere dönüp kardeşleri ziyaret edelim, nasıl olduklarını görelim” dedi.
Barnaba, Markos denilen Yuhanna`yı da yanlarında götürmek istiyordu.
Ama Pavlus, Pamfilya`da kendilerini yüzüstü bırakıp birlikte göreve devam etmeyen Markos`u yanlarında götürmeyi uygun görmedi.
Aralarında öylesine keskin bir anlaşmazlık çıktı ki, birbirlerinden ayrıldılar. Barnaba Markos`u alıp Kıbrıs`a doğru yelken açtı.
Silas`ı seçen Pavlus ise, kardeşlerce Rab`bin lütfuna emanet edildikten sonra yola çıktı.
Suriye ve Kilikya bölgelerini dolaşarak inanlı topluluklarını* pekiştirdi.
***
http://www.kurandakidin.net/bolumler/
9. SORU:Sünnet olmak dini bir zorunluluk mudur?
CEVAP: Kuran'da sünnet olmak diye bir şey geçmez. Tevrat'ta sünnet olmak geçer. Allah dileseydi Kuran'da da sünnet olmamızı belirtir, bizim dinimizin de bir mecburiyeti yapabilirdi. Yani isteyen sünnet olur, isteyen olmaz. Dinimizde ne sünnet olun diye bir izah vardır, ne de olmayın diye. Geleneksel İslam'ın adetleri dinselleştirmesi ile sünnet dinselleşmiştir. Gerçi uydurmalarla dolu hadislerin içinde kadınların da sünnet olmasının gerekliliği vardır ama bu izah halka pek açıklanmamaktadır. Sünnet adeti öyle bir dinselleşmiştir ki neredeyse Allah'ın varlığına imandan sonra dinin ikinci şartı gibi algılanmıştır. Sağlığa yararlı olduğuna kanaat getiren, sünnet olur, istemeyen olmaz. Sünnet dinimizin ne bir hükmüdür, ne de alameti farikasıdır.
***
SÜNNET DÜĞÜNÜ İLE İLGİLİ ADETLER
Sünnet olacak çocuğa ailenin sosyal yapısına göre bir kirve bulunarak başlanır.
Kirvenin aile içindeki konumu çok önemlidir. Kirve artık aileden biridir.
Sünnet tarihi belirlenmeden önce sünnetin düğünle mi, yoksa mevlüt okunarak mı, yoksa sade bir törenle mi yapılacağı kararlaştırılır. Ona göre dosta, akrabaya haber verilir. Davetiye (okuntu) gönderilir. Bu davetiye türü, ailenin gelir düzeyine uygun olur. Kimi aileler mendil, kumaş, gömlek, çorap dağıtır.
Kimi aileler ise matbaada bastırılan davetiye gönderirler.
Çocuğun sünnet elbisesini kivre alır. Diğer tören masraflarının bir
bölümünü de karşılar. Sünnet olacak çocuğa törenden bir gün önce sünnet elbisesi giydirilir, çevrede gezilecek yerlere götürülerek gezdirilir.
Sünnet olmadan önce düğünlerdeki gibi kına gecesi yapılır. Sünnet günü evde çok çeşitli yöresel yemekler yapılır. Bunlardan en önemlisi “ DÖVME “ dir.
Dövme değirmende özel çekilmiş buğday ve et ile yapılan bir yemektir. Sünnet’i yapan kişiler Kırıkhan, Antakya, Reyhanlı yörelerinde oturan belirli kişilerdir.
Sünnetçilik bu kişilerin baba mesleğidir.
Sünnet düğününde davullar çalınır, halaylar çekilir. Mevlüt ile yapılan sünnette mevlüt okunur ve sonra sünnet töreni icra edilir.
Kirve çocuğu kucağına alır sünnet yaptırır. Çocuğu yatağa yatırır. Davetliler hediyelerini çocuğa verir.Kirve aileden biridir. Onun kızı alınmaz, onun oğluna kız verilmez. Çünkü artık bir amca, kardeş, dayı gibidir. Kirvelik Kırıkhan’da çok yaygındır.
(http://www.kirikhanolay.com.tr/index...d=32&Itemid=62)
***
Kirvelik
Karapapaklar için çocuklarının kirvesi çok önemlidir.
Ardahandan Sivasa kadar olan sahada, yani Erzurum, Kars, Erzincan, Artvin, Elazığ, Malatya, Maraş, Bakü-Amasya çizgisinde yaşayan Karapapaklarda; Tunceli, Bingöl, Adıyaman, Diyarbakır, Çorum, Kayseri, Mersin, Adana, Tokat ve Yozgat illerinde kirvelik yaygındır. Kirvelerin çocuklarının birbirleriyle evlenmeleri yasaktır.
Kirve Sünnet olan çocuğun elini kolunu tutan ve çocuk üzerinde babalık hakkı olan kimse demektir, Göle-Karsta kirve, kırva-kirva şeklinde söylenir. Terekemelerce kirve denir.
Ziya Gökalpe göre kirvelik eski Türklerdeki potlaç geleneğinin Anadoludaki görünümüdür. Özene göre de kirvelik bir Türk geleneğidir. Kirvelik peygamber sevgisinden kaynaklanır ve sülale-soy sürer. Mesela kirve, kirve olduğu insanın bir başka çocuğunun sünnetinde bulunmayacak kadar uzaktaysa, onun izni alınmadan ya da onun tayin ettiği biri olmadan sünnet ettirilemez.
Ozanlar, Karapapaklarda önceleri kirvelik çok önemliyken, günümüzde önemini yitirmiştir. Ancak kirveler hala kız alıp vermezler. Eskiden bu köylerde kirvelik, kardeşlikten öndeyken, günümüzde sadece sosyal ilişkileri pekiştirici bir rolle sınırlandırılmıştır. Karapapaklard kullanılan, kirvenin damının üstüne çıkılmaz yani onun kızı kızım, oğlu oğlumdur. Ona kötülük yapılmaz deyimi kirveliğin önemini ifade etmektedir.
Ayrıca Posof-Kars köylerinde de kirvenin damından ve kapısından don-gömlek geçilmez deyimi kullanılmaktadır.
Kirveliğin en önemli fonksiyonlarından biri, yukarıdaki ifadelerden anlaşılacağı gibi, iki aile ya da aile grupları arasında yakınlık sağlamaktadır. Genelde kirvelik sünnet düğünü masraflarının bir başkası tarafından karşılanması ile dostluğu ifade eder. En önemli fonksiyonlarından biri ise, taraflara statü kazandırmaktır. Statü kazanmak iki taraflıdır. Yani erkek çocuk sahibi A şahsını kirve yapmakla o kişi bir statü kazanırken, aynı zamanda kirve vasıtasıyla çocuk ailesinden başka bir şahsa ya da aileye daha sahip olmaktadır.
Çünkü kirve ileride çocuğun yetişmesinde, evlenmesinde önemli fonksiyonlara sahiptir. Kirvelik kurumunun fonksiyonlarından biri diğeri de, sosyal kontrol ve sosyal barışı sağlamasıdır.
Kirveliğin temelinde dostluk yattığını yukarıda ifade etmiştik. İşte bu anlayışa bağlı olarak kirvelerini ona göre seçmişlerdir. Bu nedenle sosyal gruplar arasında yakınlaşmalar, doğrusu sıhri akrabalıklar kurulmuştur.
(http://www.karapapak.com/turkce/konu...d=12&sm=comp12)
Tunceli
KİRVELİĞİN GELENEK VE TARİHÇESİ
İbrahim peygamberin oğlu olmaz, ikinci kez evlenir. Tanrıya yalvararak eğer bir çocuğu olursa hak yolunda kurban edeceğini vaat eder. İbrahim Peygamberin dileği kabul olunur ve bir çocuğu olur. İkinci ailesinden (eşinden) doğan çocuğun ismi İsmail konur. İkinci ailesinin ismi de Hacer’dir
İsmail büyür. Cebrail bir nida getirerek İbrahim peygamber İsmail�i kurban edilmesi için söz verdiğini hatırlatır. İbrahim peygamber İsmail�i alıp Arafat dağına götürürken yoldan Şeytan rast gelir İbrahim peygamberi caydırmaya çalışırken İsmail o anda hurma yiyormuş.Hurmanın çekirdeğini babasını caydırmaya çalışan şeytanın gözüne atar ve bu adam seni caydırmaya çalışıyor der. Gözü kör olan şeytana o yüzden kör şeytan denir. O zaman şeytan bir ak sakallı kılığında geldiği için tanınmamıştır. İsmail şeytanı teşhis etmiştir. İbrahim peygamber oğlunu alıp Arafat dağına çıkar gözlerini bağlar bıçağı çıkarıp kurban etmek için bıçağı boynuna atar fakat bıçak kesmez bıçağı taşa vurur bıçak mermer taşı keser. O anda Cebrail bir koç getirir o bıçak ta konuşmaya başlar “haktan izin yok, İsmail’in bir tüyünü kesemem” der. Cebrail İsmail’i kaldırıp koçu indirir. Koç İsmail’in yerine kurban edilir.
Kesilen kurbandan 90 kişi yer, o zaman karıncalar gelir “Ya İsmail bizim payımız nerede” derler karıncalar davacı olur, Cebrail Haktan nida getirir. “Ya erenler dişlerinizin arasını karıştırın, onu da karıncalara verin” der herkes dişlerinin arasında olan eti karıncalara verir karıncalar davalarından vazgeçerler.
Karıncalardan sonra bu defa toprak davacı olur. “kurban kesip yediniz, kanını bana akıtmadınız “ der . kimse cevap vermez, Cebrail gene Haktan bir nida getirir. “Ey erenler Allah’ın emri şu ki, İsmail’in bileğini kesin kan toprağa aksın, toprak razı olsun” der.
O zaman İsmail’i sünnet ederek kanı toprağa akıttılar. İbrahim peygamberden kalan adet işte budur.
Tunceli’de kirvelik peygamber dostu olarak kabul edilir ve her çocuğun bir kirvesi vardır. Kirvelik kuşaklar boyu devam ederek günümüze kadar gelen dostluktur.
Böylece kirvelik esaslarına göre:
a) Sünnetten sonra kesilen et parçası yere gömülür.
b) Et yenilirken dişler arasındaki et parçası yenmez.
c) Kurban olarak koyun cinsi makbuldür. Sakat , kulağı kesik ama 1 yaşından küçük yaşlı hayvan kurban kesilmez.
d) Kurbanı kesecek olan erkektir, erkek yoksa kadın erkek çocuğun elini tutar bıçağı ona verir öylece keser.
e) Kurban kesilen bıçak başka bir şey için kullanılmaz.
f ) Kirve olan aile yedi sülale sonra kız alıp verebilirler.
KİRVELİK (SÜNNET ) DÜĞÜNÜ
Kirvelik düğünü Tunceli yöresinde kutsal sayılan bir törendir. Kirvelik adını şundan almaktadır:
Erkek çocuk sünnet olunca gözlerini kapatana yöre terimiyle KİRVE denir onun için çocuk ilk doğduğunda , bir dost gelir, çocuğun kirvesi ben olurum der, çocuk onun peşine (öteğine) atılır artık iki aile arsında çok samimi bir dostluk ( kutsal ) kurulmuştur.
İki aile arasında yedi sülale (Kuşak) geçmeden kimse kimseye kız vermez.
Alınırsa dünyanın en adi en büyük günahını işlemiş olur. Aynı zamanda iki ailenin dost ve akrabaları için de geçerlidir. Kirvelik inanca göre Müslüman olan herkesin İbrahim Peygamber�in icadı olan bu kutsal geleneğe uyması şarttır, geleneğe uymayan Müslüman değildir. Özellikle çeşitli sülale ve aşiretler arasında olan düşmanlık güdülerini ortadan kaldırmak için kirve olma yolları denenmiş ve bu yolla bir çok geçimsizlik ve kırgınlıklar ortadan kaldırılmıştır.
Sünnet olası gereken çocuğun ailesi kirvesine on beş gün önceden haber verir kirve sünnet olan çocuğa bir takım hediyeler alır hazırlar. Esas kirveler çocuğun gözlerini kapatan şahıstır, fakat bu vesileyle ikisinin tüm akraba ve dostları da aile olmuştur.
Düğün hazırlıkları başlayınca çalgıcılara haber verilir. Çalgıcılar çağrılan günde gelirler. Bir gün çalarlar ve o güne “DAVULUN GELDİĞİ GÜN” denir. Aynı gün kirveye elçi gönderilir. Elçi özellikle sünnet edilen çocuk ve çocuğa yoldaşlık yapacak ve onun köçeğidir.
Elçiler bir gün önceden hazırlanan kebabı (bir hayvan keçi , koyun vs. gibi şeyler kesilir. Et parçalar halinde şişe takılır. Ateş üstünde kızardıktan sonra, hiç parçalanmadan kirveye götürülür.) bir gece kalındıktan sonra kirve köçeğinde köçeklik hakkını verir. Bir köçekte kirve orda ayrıyeten alır düğünün ikinci günü yanı davetlilerin toplandığı günü gelir. Davul zurnalar kirveyi karşılarlar. Düğünün en ağır misafiri kirvedir, herkes saygı ve sevgi gösterir.
Aynı güne “TOPLANMA GÜNÜ” denir. Burada geleneksel yemekler yenir, oyunlar oynanır. Akşam olunca kirvenin konaklayacağı konak belirlenir, diğer sayılı kişiler de aynı evlerde ağırlanır her konağa birer kebaplık hayvan verilir. Ayrıca rakısı,mezesi temin edilir. Kebabı çeviren kişi arka bacağını kendine alır, onun hakkıdır. Ayrıca davetli her konağı tek tek gezerek davullar çalınır, halay çalınır.Sabaha kadar eğlenilir, sabah erkenden sünnet olacak çocuklar banyoya götürülür o anda tüm yakın konuklar yemekler yerken sünnetçide sünnet hazırlıklarını yapar. Çocuklar banyodan çıkınca çalgıcılara haber verilir.Çalgıcılar çocukları karşılar, o anda sünnet olacaklar davulcuya para verirler. Çocuklar damın başına getirilir.
O damın başında sünnetçi masa kurar, masanın üstüne bir bez , bezin üstüne bir tepsi, tepsinin üstüne bir havlu, havlunun üstüne bir adet sabun konur buna ‘MUHAMMED HONCASI’ denir.
Sünnet Kuran'dan ayetler okurken herkes o masaya para atar bu parayı sünnetçiye verirler. Dua okunurken herkes o masanın çevresine daire şeklinde ayakta durur, ellerini önüne bağlarlar.
Şapkalarını ters çevirirler ayetleri bitirince sünnetçi şu duayı okur:
“Dünya kuruldu pazartesi
Yukarıda indi Muhammed honcası
İbrahim peygamberde kaldı bu adet
Boynuma hem farzdır, hem sünnet
Her kim Muhammed’i severse.
Getirsin Muhammed’e selevet.”
Üç defa dua tekrarlanınca, halk sağ elinin işaret parmağını, hafif eğilerek öperler ve ‘ya Muhammet’ derler. Önce sünnet olacak olan çocukların babası ve annesi yerdeki masaya diz çökerek öperler ve para atarlar daha sonra kirve aynı şeyi yapınca halktan hiç kimse kalmayacak şekilde tepsiye para atarlar. Para toplandıktan sonra sünnetçiye verilir, sünnetçinin ücreti buradan çıkan paradır. Çocuklar bir odaya alınır, yere bir kürsü konur,üstüne yastık yastığın üstüne çocuk oturtulur, kirve de çocuğun arkasına oturur. Çocuğun elleri önden bacakların arasından geçirilip arkadan tutulur,çocuk sünnet olurken davullar özel bir sünnet havasını çalar. Hava dramatik bir hava olduğu için genellikle davetliler ağlarlar.
(http://www.tunceli.org/v3.0/YaziOku.php?nedir=YaziGor&pid=22)
Erkek Çocuk Sünneti Üzerine
***
Muş ve çevresinin sosyal hayatında geleneksel yapı hakimiyeti sürmektedir. Tarihe bakıldığında Türk Devlet geleneğinin en köklü ve en belirgin yapısı olan aşiret unsuru özelliğini halen korumaktadır. Zira Türk devletleri Tarihinde, aileler birleşip obaları; obalar birleşip aşiretleri; aşiretler birleşip oymakları; oymaklar birleşip beylikleri; beylikler birleşip devletler oluşturuyorlardı. Bu noktadan hareketle töreler inançla birleşip önemli bir konuma gelmiş özellikle köylerimizde bu hayat biçimi sosyal yapıyı güçlendiren bir faktör olarak karşımıza çıkar, kendini gelenek ve görenekleri dinamik bir şekilde yaşayan unsur olarak gösterir.
DOĞUM TÖRENLERİ
Muşlular esasen kalıplaşmış ve eskiden beri devam ede gelen birçok merasimleriyle kendi gelenek ve göreneklerini devam ettirmektedirler. Doğum törenleri de modern tıbbın hayatımıza girmesiyle unutulmaya yüz tutmuştur.
Doğuma Hazırlık:
Doğumun olacağı ev büyük bir temizlik yapılarak hazırlanılır. Güzel kokularla evin havası değiştirilir. Anne adayım yıkanılır ve yeni elbiseler giydirilir. Göbek annesi (Çocuğun göbeğini kesen) denilen çok çocuklu anneler ve tecrübeli nineler davet edilir. Komşuların hazırlamış olduğu çörek ve yemekler, gelen misafirlere ikram edilir.
Doğum zamanı yaklaştığında evin yeme içme ihtiyaçları genellikle komşular tarafından karşılanır. Sofra hazırlanarak anne adayının evine getirilir. Bu durum doğum gerçekleştikten sonra yedi gün boyunca devam eder.
Doğum müddetinden kırk gün sonra ya da kırkı çıktıktan sonra baba, yeni doğan bebekle birlikte eşini kayınpederine götürür. Belli bir süre geçtikten sonra ya kendisi ya da kayınpeder tarafından eşi ve çocuğu geri getirilir.
Doğum Sonrası Törenler
Ad Verme:
Çocuğu doğumunu müteakip 3-7 gün içerisinde özellikle baba (damat) tarafının büyükleri ve anne (gelin) tarafının büyükleri, bebeğe isim verilmesi için davet edilirler. Büyüklere danışılmadan ve onay alınmadan büyüklerden herhangi birinin adının bebeğe verilmesi hoş karşılanmaz.
Bebeğe isim verilirken, kundaklı bebek kucağa alınır. Sağ kulağa ezan, sol kulağa tekbir okunarak bebeğin ağzına kızılcık ya da içinde şeker eritilerek hazırlanan sudan verilir. Bu merasimin sonunda çocuğa ismi verilir. Doğan her çocuk için maddi durumları iyi olan ailelerce ‘Hakika’ denilen kurbanlar, fakir ailelere dağıtılmak amacıyla kesilir. Ayrıca yakın komşular yemeğe çağrılır.
Beşik:
Bebek dünyaya geldikten 40 gün sonra anne ayağa kalkarak evin dışına çıkar. Loğusa annenin, anası kız kardeşi babasını evlerine gönderme amacı ile bu merasim düzenlenir. Kırkıncı günde eve yakın komşular ve akrabalar davet edilir. Her davetli yanında çocuk için giyim, beşik aksesuarları çeşitli hediyeler getirirler. Bu hediyeler arasında nazar boncuğu mutlaka bulunur. Getirilen bu hediyeler, önceden hazırlanmış beşiğe ya da yastığa iliştirilir ve hayır duada bulunulur...
Misafirlerin gitmesinden sonra yaşlı ve saygın bir bayan tarafından (genelde loğusa annenin kayınvalidesidir) bir leğende ‘Kırk Suyu’ hazırlanır. Çocuğun saçını kesmekle görevli kişice çocuğun saçı kesilir ve çocuk yıkanmaya alınır. Tas veya büyükçe bir tahta kaşıkla su, ‘Kırk Suyu’ndan dua ve niyazlarla alınıp çocuğun başına dökülür ve annesinin ziynet eşyalarının batırılmış olduğu ılık suda yıkanır. Daha sonra yıkama işini yapan hanım tarafından bir defa sallanır ve kurulanıp pudralanarak giydirilir ve kundaklanır.
Bebeğin tıraşındaki saçı toplanarak tartılır. Bu saçın ağırlığınca altın, gümüş ya da para, tıraşı yapana verilir. Zengin aileler de adak kurbanı keserek etini yedi yoksul aileye dağıtırlar. Bebeğin saçı ise yeni bir beze sarılıp saklanır.
Sünnet Merasimi:
Eğer bebek erkek ise, masraflarını üzerine alan bir yakının kirveliği eşliğinde sünnet ettirilir. Sünnet zamanı bebek ya bir haftalık iken ya da yedi yaşına kadar bekletilebilir. Kirve olanın bütün ailesi de sünnet olan çocuğun ailesinin kirvesi sayılır ve yeni bir yakınlığın doğmasına sebebiyet verir. Bu gelenek karşımıza çok eskilerde yaşanan ‘Putlaç’ geleneğinin uzantısı olarak çıkar. (Putlaç, kirvelik geleneğinde kirvenin ailesi ile çocuğun ailesi arasında, - İslam’dan gelen bir hüküm olmamasına rağmen- kız alıp vermeme ve kirveliğin akrabalık derecesine vardırılmasıdır.
Diş Hediği:
Diş hediği. İlimizde çocuğun ileride hangi mesleği seçeceğini belirlemek amacıyla veya gurbette bulunan çocuğun hal ve durumunun nasıl ya da ne şekilde olduğunu anlamak için uygulanan bir takım pratik ve yorumlara dayalı fal şeklidir.
Çocuk ilk dişini çıkardığında yakın akrabalarının katılımıyla ‘Diş Hediği’ adı verilen küçük bir merasim de çocuğun önüne her birisini ayrı mesleği temsil eden bıçak, kalem, kitap, bilezik,ekmek gibi nesneler bırakılır. Çocuk bunlardan hangisine uzanır ve alırsa ileride o mesleği seçeceğine inanılır.
Eğer çocuğun diş çıkardığının farkına ilk annesi varır ve bir büyüğe sürpriz yaparsa çocuğun dişlerini gören ilk kişinin de çocuğa hediye alması usulden de olsa gerekli hale gelir.
HALK İNANIŞLARI:
Bölgenin diğer illerinde olduğu gibi Muş’ta da, Ay tutulduğu zaman aynen eski Türk inancında olduğu gibi havaya silahla ateş edilir. Teneke davul çalınıp gürültü çıkarılır. Ay’ın kendisini yutan ejderden kurtarılacağına inanılır.
Yine ayın ilk halini gören kişi hemen yanında kimse yoksa gözünü kapatıp dilek tutar. Eğer yanında biri varsa o kişiye bakar ve o kişinin sonraki günlerde uğurlu olacağına inanır ve o günlerin güzel, bereketli geçeceği kanaatine varılır. İslam’dan sonra Ay’ı ilk gören kişinin Peygamberimize salavat getirme geleneği de eklenmiştir.
Eski Türklerde gökte her insanın bir yıldızı olduğuna inanılırdı. Gökte yıldız kayması olduğu zaman birinin öleceği düşünülürdü. Bu inanış ilimizde halen geçerliliğini korumaktadır.
Ay Tutulması :
...İslam’dan önceki devirlerde Natüralist inancında olan Türklerde, Güneş ve Ay ile ilgili kötü ruhlar mücadeleye kalkışırlar. Bazen bu kötü ruhlar Ay ve Güneşi yakalayıp karanlık dünyasına sürüklerler.
Yine İslam’dan önceki devirlerden kalan ve şu anda hurafe ve batıl olarak kabul ettiğimiz inançlardan biri de ay tutulduğu zaman Ay’ı ejderin ya da canavarın (Asya Motifidir) yutmaya çalıştığıdır. Ay’ı ejderden kurtarmak için bağırıp çağırma, davul çalma veya değişik şekillerde gürültüler çıkarma Şamanizm’den gelen bir inanıştır. Muş ilinde sıkça rastlanılmaktadır.
Kara Çarşamba:
Tunceli - Bingöl - Erzincan çevresinde ve Muş’un dağ köylerinde ‘Kara Çarşamba’ olarak kabul edilen ve mart ayının ilk çarşamba günü erkekler alınlarına ‘kara bir leke’ ya da
‘is’ sürerek ırmak ve derelere girerek bu karaları temizlerler ve bu ara suya karşı dua ve niyazda bulunurlar. Ayrıca yabani gül ağacı veya esnek ağaçların uçları kesilir. Bu uçlar, daire şekli verilmek amacıyla birbirine yaklaştırılır. Hastalıklı olanlar bu daireden geçirilirken ‘Kurt Kafasının’ ağzını bağlayıp, ‘kurtulmamıza sebep olduğun o günün hürmetine hastamıza şifa ver, bu günün hatırına da sürülerimize dokunma’ diye niyazda bulunulur. Günümüzde de ilimizin merkeze yakın köylerinde bile sürülere dadanmaması için ‘kurt ağzını bağlama’ geleneği devam etmektedir. Bu gelenek ister istemez bize ‘Ergenekon Destanında’ yaşanan hadiseleri çağrıştırır.
İslam dinin kabulünden sonra bu gelenek değişik şekillerde karşımıza çıkmaktadır. Bunlardan biri şudur: Peygamber Efendimize yapılan eziyetlerden kurtuluşunu kutlama maksadıyla halkın bir araya gelmesi, dua ve niyazlarda bulunmasıyla anılır. Bu gün de Şubatın son, Mart ayının ilk haftası arasındaki Çarşamba gününde evlerde çokça sevilen yemekler yapılıp bir kısmı fakirlere dağıtılarak Peygamber Efendimizin ‘Nefsin için neyi çok istersen başkalarına da ondan iste’ Hadis-i Şerifinin gereği yerine getirilir.
Ziyaret Ağacı:
Ağaca bez bağlama geleneği, bütün tarihçilerin ittifakla ortaya koydukları Şaman İnancının direk yansımasıdır. Şöyle ki; Şamanizm’de iyi ruhların tutulan dilek ve temennileri ulaşması gereken yere ulaştırmasına dayanır. İslam’ın kabulünden sonra da yoğun bir şekilde ilimizde görülmektedir.
Sagu (Sadu - Ağıt - Yas):
Mezarın etrafında yedi defa dönülerek yapılan bir çeşit yas gösterisidir. Şamanizm de ayinleri yapan din adamlarınca yapılır. Ölüyü kötü ruhlardan uzak tutma amacı taşır. Günümüzde de geleneksel olduğu için özellikle yaşlılar tarafından (unutulmaya yüz tutmuştur) uygulanırlığı vardır. Ancak ölünün arkasından vızıldanarak ve sağa sola sallanarak yapılan Yasa, ‘Sadu’ denilip yas tutan kadınlar arasında yoğun bir şekilde uygulanır.
Çelim Çelim Çemçecük:
Milletimizin sosyal yaşamında su ve yağmur hayat ve bereketin kaynağı olarak kabul edilir. Su ve yağmur kutsaldır. Bunun ifadesi de onu bugün de Müslüman Türklerin hayatında ‘rahmet’ sıfatı ile anılmasıdır. Sadece Muş’ta değil ülkemizin her yerinde ‘yağmur yağıyor’ yerine ‘Rahmet Yağıyor’ denilmektedir. Çünkü Yağmurun Allah’ın bir lütfü olduğu inancı hakimdir.
Yağmur duası ile ilgili törenler eskiden olduğu gibi bugün de bütün Türk asıllı kavim ve boylarda bazı ufak değişikliklerle devam etmektedir.
Yağmur yağması için başvurulan inançların içinde özellikle en önemli geleneklerden biri; Muş ilinde de ve çocuk oyunu niteliğinde olan ‘Çelim Çelim Çemçecük’ gösterisi ve bu hususta söylenen ilahi ve maniler şeklinde kendini gösterir.
Çelim Çelim Çemçecük ya da Çemçegelin, çubuk halindeki tahta parçalarını bir araya getirip üzerine çeşitli bez parçaları ile süsleyerek gelin haline getirilen bir nevi tatemdir. Çocuklar bunu (büyüklerde yaparlar) kapı kapı dolaştırıp hem yağmur yağması için maniler söyler ve kendilerine de bir şeyler isterler. (Bu gelenek kurak geçen yaz aylarında yağmurun yağması için başvurulan bir halk inanışıdır.)
Kapı kapı dolaştırılan bu bebek, her evin kapısı açıldıktan sonra evin reisi tarafından karşılanır. Evin reisi önce bebeğin üzerine su döker, çocuklara da şeker verir.
Bebeği taşıyan çocuk grubu hep bir ağızdan şu tekerlemeyi söylerler:
Çelim çelim çemçecük
Çemçecüğe ne gele
İneklere ot gele
Bızavlara süt gele
Tarlada çamur tabakta hamur
Ver Allah’ım ver bir sürü yağmur
Çıngır çıngır çıngır tas
Birini kaldır birini bas
Anber oğlu hastadır
Kekliği kafestedir
Ali binmiş atına
Sürmüş göğün katına
Gökte ne var bir hurma
Dalları burma burma
Onu yiyen hacılar hak yoluna durmuşlar
Tarlada çamur tabakta hamur
Ver Allah’ım ver bir sürü yağmur.
Kampos (Alkız, Alkarısı) İnancı:
Doğum sırasında ve sonrasında gerek ana gerekse çocuk için en büyük tehlike olarak kabul edilen ‘Kampos’ adıyla isimlendirilen Alkarısı ya da Alkız Zıviztan (Loğusa) ve yeni doğmuş çocuklara musallat olan bu kötü ruh bazen de evde, tarlada, bağda, bahçede tek başına iken uyumakta olan kişilerin üzerine ağırlığı ile çöker. Bu şekilde şahsın korkup çarpılmasına dayalı bir takım hastalıkları verdiğine veya kişiyi boğmak suretiyle öldürüleceğine inanılır. Kampos geceyi ve karanlık alemi sever.
Kampos’un fiziki yapısı ile ilgili olarak birbirini tutmayan tasvirler ve buna bağlı inançlar da mevcuttur. Kampos’un bazen papakı (börk) olan iri-yarı bir insan, bazen kara bir kediye benzediği, bazen de yüzü tarif edilemeyecek şekilde tüylü küçük bir yaratığı andırdığı ifade edilir.
Kişiye zarar vermek için gelen bu meçhul yaratığın çıkardığı hırıltıyı henüz uyku haline geçmemiş kişiler duyduğu halde hiçbir harekette bulamaz. Böyle durumlarda kişinin kanının çekildiği, damarlarının kuruduğu söylenir.
Kampos’tan korunmanın yolu, onun korktuğu, iğne gibi demirden imal edilmiş bir eşyayı üzerinde bulundurmaktır.
Yörede Kampos tarafından verildiğine inanılan hastalıkların tedavisi için ocaklara ve muhtelif ziyaret yerlerine gidilir. ski Türklerde bu tür hastalıklar Kamların aracılığıyla tedavi edilirdi.
Yöremizde Kampos’un (Alkız-Alkarısı) ağıl, samanlık, su kenarları ve ıssız yerleri kendisine mesken tuttuğuna; korktuğu şeylerden olan iğneyle esir alındığında ise çok bereketli kabul edilen eli ile o aileye ölene kadar hizmet ettiğine inanılır.
Evlenme Geleneği:
İlimizde ataerkil aile düzeni hakimdir. Bu nedenle geleneksel olan görücü usulü ile evlenme
Sünnet Geleneği
Anadolu’da çocukla ilgili geleneksel işlemlerden en önemlilerinden biriside sünnet geleneğidir.Dinsel ve töresel işlemler içerisinde en katısı ve en yaygın olanı sünnet geleneğidir.Hiçbir anne ve baba bu köklü geleneğin dışında kalmak istemez.
Geleneğinin yaptırımı bu konuda bir karşı koyuşa meydan vermeyecek kadar güçlüdür.Sünnet sözcüğü Arapça kökenlidir ve ilk anlamıyla “işlek yol” demektir.Daha geniş anlamda ise;Tanrı’nın yolunu ya da insanın adet durumuna soktuğu iyi ya da kötü davranışı anlatmaktadır.
İslam dininde peygamberin yaptığı uyguladığı ya da yapmayı uygulamayı öğrettiği şeylere uymaya “sünnet”denmektedir.Toplumun bu konudaki hoşgörüsü ve bağışlaması yok denecek kadar azdır.
Dolayısıyla belli nedenlerle sünnetleri gecikmiş delikanlılar bunun tedirginliğini yaşamaktadırlar.Yaşı gelip geçtiği halde sünnet olmayan kişilere aşağılayıcı ve kınayıcı tutum ve davranışlar oldukça yaygındır.Bu konuda köklü bir geleneğin yaptırım gücü yoğun bir biçimde geçmişte olduğu gibi günümüzde de işlemektedir.Sünnet geleneği genel olarak;
1)Sünnet çocuğunun yaşı ve sünnet zamanı
2)Tören ya da düğün hazırlığı
3)Çocuğun hazırlanması
4)Sünnet işlemi ve sünnetçi
5)Hediye-armağan gibi alt konu başlıkları içerisinde incelenmektedir.
Sünnet Çocuğunun Yaşı Ve Sünnet Zamanı
Sünnet çocuğunun yaşı ve töreninin mevsimi konusunda kesin bir kural yoktur.Çocuklar çoğunlukla okul çağına yakın veya ilkokul yıllarında ergenlik çağına girmeden sünnet edilmektedirler.
Ancak son zamanlar da büyük kentlerde kimi anne babalar çocuklarını doğumdan hemen sonra hastanede sünnet ettirmektedirler.Bu çok erken sünnetten amaç çocuğa bilinçli olarak acı çekmesini ve korkmasını önlemektir.Bu türden erken sünnet uygulamalarına geleneksel kesimde rastlanmamaktadır.
Sünnet toplumsal yapı içerisinde bir çok işlevi üstlenmenin yanı sıra;görkemli bir sünnet töreniyle aile hem üyesi bulunduğu grup içerisindeki saygınlığını artırır hem de çocuğunun mürüvvetini görür.Anadolu’da çocuğun bakımı,sünneti,evlendirilmesi anne babanın boynuna borçtur.
Yoksul ya da öksüz çocukların sünnetini varlıklı kimseler veya akrabalar kendi çocuklarıyla birlikte yaptırmaktadırlar.Bu görevi kimi grupların yardım derneklerinin de üstlendiği görülmektedir.
Sünnet zamanı ve mevsimi olarak da en çok ilkbahar,yaz ve sonbahar mevsimi seçilmektedir:Günümüzde özellikle kentlerde sünnet düğünü ya da töreni için Cumartesi ve Pazar günleri seçilmektedir.Geçmişte Cuma günlerinin tatil olması ve Cuma gününün uğurlu sayılması nedeniyle sünnetler daha çok Perşembe günleri yapılmaktaydı.
Tören Ya Da Düğün Hazırlığı
Aile çocuklarının yaşı ve ekonomik durumuna göre çocuklarını sünnet ettireceği zamanı yaklaşık iki ay önceden belirleyerek hazırlıklara başlar.Aile düğün gününü belirledikten sonra bir hafta on gün öncesinden konuklara haber verir.Bu duyuru;
1)Okuyucu elçi göndererek
2)Davetiye bastırarak dağıtılmak üzere iki biçimde yapılmaktadır.Geleneksel kesimlerde düğüne fazla kişi çağrılmasına özen gösterilmektedir.
Çocuğun Hazırlanması
Çocuk törenden birkaç gün öncesinden hazırlanmaya başlanır. Aslında çocuk çok daha önceden psikolojik olarak hem sünnet olma sevincine hem de korkusuna girmektedir.Geleneksel eğitimle anne ve babalar çocuklarını bu önemli geçiş pratiğine aylar öncesinden hazırlamaya başlamaktadır.
Sünnet giysisi tören hazırlıklarının en önemli bölümünü oluşturmaktadır.Şehirlerde varlıklı aileler,çocuklarını mücevherlerle süslemekte,kent merkezlerinde ön tarafında “Maşallah” işlemeli açık mavi bir başlık geleneğin en yaygın giyim öğesini oluşturmaktadır.Köylerde ise sünnet çocukları yeni elbiseler giymekte; boyun ve omuzlara çevre ve yağlık asılmakta,şapkanın arkasından ise gelin teli sarkıtılmaktadır.
Sünnet çocukları sünnetten birkaç gün önce veya aynı gün ata,arabaya,otomobile bindirilerek dolaştırılmakta bu geziye mahallenin öteki çocukları da katılmaktadır böylece çocuğun sünnet edileceği bu gezintiyle de halka duyurulmaktadır.
Sünnet İşlemi Ve Sünnetçi
Sünnet işlemi cinsel organın uç kısmındaki derinin çepeçevre kesilmesinden ibarettir.Çocuk varsa kirvesinin kucağına yoksa bir yakınının kucağına oturtularak bacaklarının iki yana açılması sağlanmakta,kucağına oturduğu kişi çocuğun kollarını sıkı sıkı tutmaktadır.Bu sırada çocuğa korkmaması için yüreklendirici, erkekliği vurgulayıcı sözler söylenmektedir.
Kesilmeden önce ve kesilme sırasında; “Allahu ekber Allahu ekber” denilerek tekbir getirilmekte,ayrıca “oldu da bitti maşallah” diye çok bilinen ve yaygın olarak bilinen tekerleme de söylenmektedir.
Sünnet yani kesme işlemini yerine getirenin genel adı sünnetçidir.Bununla beraber; Orta Anadolu ve Doğu Anadolu tarafında sünnetçiye “abdal” ya da “kızılbaş abdal” denmektedir.Günümüzde ise bu işi sağlık memurları yapmaktadır,bunların kent kesimindekileri kendilerini “fenni sünnetçi” olarak tanımlamaktadırlar.
Hediye - Armağan
Tören karakteri taşıyan bu önemi geçiş dönemi pratiği çeşitli hediyelerle süslenmektedir. Bu hediyeler altın, para, giyecek ve ev eşyalarından oluşmaktadır. Günümüzde sünnet hediyesi uygulaması devam etmektedir.
Kirvelik
Kirvelik;yörelere göre "kirve","kivra","kivre" isimleriyle de tanımlanmaktadır.Kirvelik,kısaca birbirine ekonomik ve sosyal olarak eş konumda bulunan iki ailenin, ailelerden birinin sünnet töreni masraflarını karşılamasıyla oluşan bir sanal akrabalık kurumu olarak tanımlanabilir.
Kirve, sanal akrabalık kurulacak olan ailenin erkek çocuğunu sünnet esnasında kucağına alarak çocuğun acı çekmemesi için destekte bulunacak ve aynı zamanda törenin ekonomik giderlerine kısmen de olsa katkıda bulunacak olan kişidir.
Kirvelik kurumu aracılığıyla nasıl çocuklarını birbiriyle evlendiren kimseler bir hısımlık ilişkisi içerisinde iseler, birbiriyle kirvelik ilişkisi içerisine giren ailelerde kalıcı bir dostluk ilişkisi kurarlar.
Daha çok Doğu, Güney, Güneydoğu Anadolu illerimizde yaygın olan Kirvelik kurumunun çıkış noktası hakkında elimizde yeterli bilgi bulunmamaktadır.Kirvelik kurumu genel olarak aşağıdaki işlevleri yerine getirmesi bakımından geçmişte daha yaygın olmasına karşın günümüzde de halen geçerliliğini sürdürmektedir.
Kirvelik;
- Var olan ilişkileri pekiştirmesi
- Ailelerin sosyal ilişkiler ağını genişletmesi
- Sosyal sigorta mekanizması görmesi
- Farklı dil, din ve etnik gruplardaki aileleri birleştirmesi
- Bir yöreye dışardan gelen kişilerin bu yöreye uyumunu kolaylaştırması
- Dayanışma ve gücün artmasıyla önemli bir pazarlık gücü kazandırması gibi işlevleri üstleniyor olması bakımından önemli bir toplumsal kurumdur.
Kirvelik yoluyla kurulan ilişki ölene kadar devam eder.Kirve çocukları arasında evlenme yasağı vardır.Bu yasak kirveler arasındaki ilişkinin daha serbest dolayısıyla da daha güçlü ve kalıcı olmasını sağlamaktadır.
http://www.kultur.gov.tr/TR/BelgeGoster.aspx?F6E10F8892433CFFA79D6F5E6C1B43FF7 865257CB2BC6B19
Mustafa Aksoy
Türkiye’de Kirveliğin Kültür Sosyolojisi Açısından Tahlili
http://www.alewiten.com/kirvelik.htm
Sosyal-kültürel kavramlar rastgele değil, belirli kurallara ve ölçülere göre meydana gelmektedir. Bu nedenle sosyal hayattaki kavramların özelliklerini ortaya koymak, bir bakıma iğne ile kuyu kazmaya benzer. Çünkü sosyal dünya, sanılanın aksine, determinist ve pozitif karakterli değildir. Bundan dolayı, bir kavram aynı ülkede, hatta aynı il, ilçe ve köyde farklı farklı algılanabilmektedir. Belki de bu anlayışın en çarpıcı örneğini, kirvelik meydana getirmektedir.
Bilindiği gibi kirvelik, sünnet geleneği ile ilgili sosyo-kültürel bir kurumdur. Yani kirveliğin olması için her şeyden önce ‘sünnetin’, daha doğrusu ‘hitan’ın olması gerekir.
Sünnet’in lügat manası işlek yol olup, geniş manada Allah’ın yolunu veyahut da insanın âdet haline getirdiği iyi veya kötü davranış ve hareketlerini ifade eder. Kur’an’da bu tabir bütün bu manalarda kullanılmıştır(1) Ayrıca sünnet ‘gulfenin kesilerek alınması’ manasında da kullanılmıştır. Bu manada sünnete ‘hitan’ denir(2). Hitan konusunda Wensinck, şu bilgileri ifade eder:
“Hitan, sünnet lisan al-arab (h-t-n maddesi)”a göre bu tabir hassaten erkeklerin sünneti hakkında kullanılır; kadınların sünneti için ayrı bir kelime vardır ki o da ‘hafz’ dır”.
Wensinck bir de Buhari”den “eğer iki sünnet yeri birbiriyle temasta bulunursa gusl lazımdır” hadisini nakleder. Yine Wensinck’a göre “hitan eski Arabistan’da umumi bir âdet idi”. Diğer taraftan “hitan” Wensinck’a göre Kur’an’da değil, hadislerde ve şiirlerde ifade edilmiştir(3).
Sünnet yani hitan eskiden beri bir çok kavim tarafından kullanılagelmiştir. Meselâ Meydan Larousse’a göre Yahudiler, Müslümanlar ve bazı Afrikalılar tarafından tatbik edilmiştir. Hıristiyanlar arasında ise sadece Habeşistan kilisesine bağlı olanlar bu geleneği tatbik etmektedir. Ana Britannica’ya göre de başta Müslümanlar ve Yahudiler olmak üzere, dünyanın her yerinde çeşitli geleneksel sosyal gruplarda ve bazı Hıristiyanlarda kullanılmaktadır. Wensinck’a göre de hitan Mısırlılar, Araplar, İsrailliler, Edomiler, Muabıtlar, Ammaniler gibi, eski kavimlerce yerine getirilen bir ayindir(4).
İslâm dinin de hitanın erkekler için vacip kabul edilmesine rağmen, bu konuda farklı görüşler vardır. Meselâ İmâm Şâfî’ye göre ‘hitan’ erkekler için de, kadınlar için de vaciptir. İmâmı Mâlikî’ye göre ise sünnettir. ‘Kadınların sünneti’ için da Arapça’da ‘hafz’ tabiri kullanılır(5). Bu konuda Ana Britannica’da şu bilgiler yazılıdır:
“Klitoridettomi olarak adlandırılan kadın sünneti (Arapça hafz), farklı topluluklarda farklı biçimlerde uygulanan ve klitorisin bir bölümü kesilerek gerçekleştirilen, gene törensel bir uygulamadır. Yeni Gine, Avustralya, Malakka takım adaları, Etiyopya, Mısır ve Afrika’nın başka kesimleri, Brezilya, Meksika ve Peru’da, ayrıca Ortadoğu, Afrika, Batı Asya ve Hindistan’da yaşayan çeşitli Müslüman topluluklarda yaygındır”(6).
Bu ifadelerden anlaşılması gereken, sünnetin yani �hitan� ve “hafz”ın bilhassa geleneksel topluluklarda yaygın olduğu, dinî anlamda ise Yahudiler ve Müslümanlarca kabul gören, daha doğrusu gerçekleştirilmesi zarurî olan bir sosyal olaydır. Ancak Anadolu”da “hitan”a sünnet dendiği ve İmam Şâfî’nin hükmüne rağmen Şâfî kadınların niçin sünnet (hafz) olmadığı araştırılması gereken önemli konulardan biridir.
Şüphesiz kirvelik kurumu doğrudan sünnetle (hitan) alakalı olmasına ve ondan kaynaklanmasına rağmen çok ayrı özellikler sergiler. Bu nedenle kirvelik kurumunun arkasında olan ve temel aldığı sosyo-kültürel yapıya dikkat etmek gerekir. İşte burada da karşımıza ‘kültür sosyolojisi’ çıkar.
Kirvelik konusunda ülkemizde yapılan iki önemli çalışmada da, bu kelimenin etimolojik anlamı verilmemiştir. Meselâ ülkemizde kirvelik konusunda yazılı tek kitabın sahibi Kudat, ‘Kirvelik’ adlı eserinde kirveliğin menşei hakkında bir yargıya varmasa bile, İran ve Azerbaycan’da en yaygın şekilde kullanıldığını da, Doğu Anadolu’da da olduğunu ifade ederken etimolojisine hiç girmemiştir(7). Önemli bir diğer eser ise Türkdoğan’a ait olan geniş muhtevalı bir makaledir. Türkdoğan, bu kelimenin kaynağı hakkında kesin bilgiye varmamız şimdilik mümkün olmamakla beraber, ‘Kir’ Farsça’da ‘tenasül organı’, ‘Kirou’, ‘tutmak, muhafaza etmek’ anlamına gelir(8) der. Kelimenin bu bilinmezliğine rağmen, kirvelik Türkdoğan’a göre, Ardahan’dan Sivas’a kadar olan sahada yani Erzurum, Kars, Erzincan, Artvin, Elazığ, Malatya, Maraş ve Bakü-Amasya çizgisinde yaşayan Karapapaklar’da; Tunceli, Bingöl, Adıyaman, Diyarbakır, Çorum, Kayseri, Mersin, Adana, Tokat ve Yozgat illerinde çok yaygındır. Ayrıca 1969�da Türkdoğan’ın Trakya bölgesinde yaptığı saha araştırmasındaki tesbitine göre,
“Bulgaristan’ın Fotin ve Kırcaeli yöresinden gelip Çorlu (Tekirdağ), Pınarhisar (Kırklareli) ve Lüleburgaz (Kırklareli)’a yerleşen Alevi Türklerinde, kirvelik terimi bütün özelliğini muhafaza etmektedir”.
Diğer yandan Türkdoğan, “İran Azerbaycan”ında, bilhassa Rizaiye şehrinde kirvelik yaygındır. Fakat belirli fonksiyonu yoktur”(9) demektedir. Tokat’ın Almus ilçesinde ve köylerinde de ‘kirve’ tabiri kullanılır ve kirvelerin çocuklarının birbirleriyle evlenmeleri kesinlikle yasaktır(10). Genelde birçok yerde olduğu gibi, Zara’da da ‘kirve’ olanlar birbirleriyle kardeş olur(10a).
Kudat ise 1974’te yayınlanan eserinde, Doğu Anadolu’ya yaklaşıldıkça kirveliğin yaygınlaştığını ve öneminin arttığını belirterek, Adana’da kirveliğin çok tutulduğunu; Kars, Sivas, Mersin ve Hakkari’nin çevrelediği alanda en yaygın olduğunu ve bu yörelerin dışında kirveliğin bilinmediğini belirtir(11). Kudat, adı geçen eserinde Türkdoğan’ın çalışmasından bahsetmediği gibi, Türkçe yazılı eserlerde, sadece Nur Yalman ve Cahit Tanyol’un birer makalesine -ilgileri çok uzak olmasına rağmen- atıfda bulunulmuştur.
Kirve kavramı Anadolu’nun çeşitli yörelerinde farklı ağızlarla da olsa, söylenegelmiştir. Meselâ kirve: “Sünnet olan çocuğun elini koluna tutan ve çocuk üzerinde babalık hakkı olan kimse” Emirdağ / Ayfon, Amasya ve köyleri, Giresun, Artvin, Kırşehir, Narman / Erzurum, Diyarbakır, Nazmiye / Tunceli, Urfa, Nizip / Gaziantep, Bor / Niğde; ‘İsim babası’ anlamında Gavurdağ-Osmaniye / Adana; ‘Sağdıç’ anlamında Urfa, Niğde; ‘düğünde damadın yanında duran güzel giyimli çocuk’ anlamında, Samsun, Amasya; ‘bacanak’ anlamında Erzincan. Aynı kavram, yani bacanak Şebinkarahisar / Giresun, Bor / Niğde’de ‘kivre’ olarak geçer. Avanos / Nevşehir’de, ‘kirvelemek’ söyleşmek, konuşmak; Vazıldan-Divri / Sivas’ta da ‘kirve’, ‘Kürt’ anlamında kullanılır(12). Göle / Kars’ta ‘kirve’ ‘krva-kirva’ şeklinde de söylenir(13). Van merkezi ile Muradiye ve Gürpınar ilçelerinde yarı göçebe yaşayan Burukan aşireti arasında, kirve’ye ‘kiriv’ veya ‘kirva’(14), Elazığ merkez köylerinden Sun ve Hal’de ‘küvre’(15), Kars yerlilerince ‘kirva’, Terekemelerce ‘kirve’, Musul bölgesi Telafur Türkleri’nce ‘kirev’ denir. Kerkük Türkleri arasında ise bu kelimenin bilinmediği belirtilmiştir(16). Ermenilerde ise güveyin sağdıcına ve çocukların vaftiz babalarına ‘kirve’ derler(17). Divriği ilçesinde de kirve yerine ‘kirva’ denilirken, Yozgat’ta ‘kirve’ kelimesi kullanılır(18).
Kirvelik Anadolu’da geniş bir alanda görülmektedir. Meselâ
“Sivas ilinin doğusu kirvelik geleneği için sınır gösterilse de, ilin batısındaki illerde de kirveliğin görüldüğü (Yozgat, Çorum, Amasya, Tokat illerinde), Sivas’ın doğusunda kalan bazı bölgelerde az da olsa bu geleneğin uygulanmadığını söyleyebiliriz. Örneğin Sivas’ın Zara, İmranlı, Gürün, Divriği gibi kazalarında çok yaygın olan kirveliğin, Hafik’te ve bazı merkez köylerde, Şarkışla ve Yıldızeli’nde uygulanmadığı görülür. Hatta bu yöreden Gölcük köyünde, sünnet olan çocuğu anası bile tutar”(19).
Aynı anlayış bu satırların yazarının ilçesi olan Kadirli�de de görülür. Meselâ bazen tören yapılarak, bazen de hiç yapılmadan ve “kirve” dahi olmadan, kadın-erkek fark etmeden, birinin erkek çocuğu tutması ile sünnet yaptırılır.
Alikan aşireti üzerinde 1965-1966 yıllarında araştırmalar yapmış olan Beşikçi:
“Anadolu’nun bir çok yerinde görülen kirvelik geleneğine göçebelerde rastlanmamaktadır. Kanımca göçebeler birbirleriyle çoğu zaman kan akrabası durumunda oldukları için bunu bir de kirvelik yolu ile kuvvetlendirmeyi lüzumsuz hissetmişlerdir”(20)
diyerek dikkatlerimizi çeker.
Sosyal realiteleri kişisel fikirlerle izah etmek büyük hatalara neden olur. Bu yüzden özellikle saha araştırmalarında, araştırmacılar çok dikkatli olmalıdır. “Kanımca”, “bana göre”, “ben böyle düşünüyorum”vb. tabirler, araştırmacının en sonradan kullanması gereken ifadelerdir. Sosyolog, her şeyden önce, olanı olduğu gibi tanımlamalıdır. Bu nedenle Beşikçi�nin yukarıdaki görüşüne katılamıyoruz. Çünkü yazarın da belirttiği gibi, az da olsa aşiret dışından evlenmeler olmaktadır(21). Dolayısıyla aşiretin, aşiret dışı dostları da vardır. Bu nedenle kirve de dışarıdan seçilebilir. Zaten genelde kirveler yakın arkadaşlar arasından ve / veya köy dışındaki kimseler arasından seçilmektedir. Diğer taraftan Alevi inancına sahip olmayanlarda, kirvelerin çocuklarının evlenemeyeceği konusunda kesin ve yaygın bir kanaat yoktur. Öyleyse Alikanlarda kirveliğin olmamasının diğer sebepleri irdelenmeliydi.
Gökalp’e göre, kirvelik eski Türklerdeki ‘potlaç’ geleneğinin Anadolu’daki görünümüdür(22). Özen�e göre de kirvelik bir Türk geleneğidir(23). Yund ise
“eski yaygın Türk inancı, şamanlıkta ve geleneklerde sünnet olma diye bir olayla karşılanmaz...Türkiye Türkleri sünneti müslümanlıkta bulmuşlardır”(24)
der. Hınçer de “Türkler Müslümanlığı kabul ettikten sonra sünnet olma geleneğini de benimsediler”(25) diyerek Yund’la aynı fikri müdafaa eder. Kırzıoğlu ise kirveliğin İran ve Araplarda görülmediğini, fakat Anadolu’daki Yezidi, Alevi ve Sünnilerce bilindiği belirtir(26). Dolayısıyla Kırzıoğlu kirveliği, Anadolu kültürünün bir unsuru olarak ifade eder.
Elazığ ve Ağrı’nın köylerinde yaptığımız araştırmaların sonucu ise, bizde kirveliğin Alevi inancıyla yakın ilgisi olduğu kanaatini uyandırdı. Çünkü araştırmada Alevi inancına sahip köylerde, bu geleneğin daha canlı ve sert olduğunu müşahade ettik. Bazen Sünni köylerde de bu özellikler görülse bile, kaynağının Alevilik olma ihtimali yüksektir. Çünkü Sünniler için kirveliğin kaynağı meçhulken, Alevi köylülere göre kirvelik, “peygamber dostluğu”dur ve Hz. Muhammed’in torunları Hz. Hasan ile Hz. Hüseyin’i sünnet ettirerek, onların kirvesi olmasından kaynaklanmaktadır. Bu anlayışa Varto ve Divriği’de de inanılır(27).
Kirveliğin Alevi menşeli olduğu görüşümüzü etkileyen en önemli faktörlerden birisi, Elazığ�ın merkez köylerinden sünni Yeni Konak ile bu köye bir kilometre uzaklıkta olup da, yarısı Sünni yarısı Alevi olan Şabanlı köyü arasındaki farktır. Şabanlı’daki Alevi kirveler kız alıp vermezken, Sünnilerde böyle bir yasak yoktur.
Yeni Konak’ta kirveye ‘kırif’ denir ve kirveler, Şabanlı köyündeki Sünnilerde olduğu gibi, birbirlerinden kız alıp verirler. Alevi Koruk ve Aydıncık köylerinde de, Şabanlı köyündeki Alevi kirvelerde olduğu gibi kız alıp verilmez. Alevi Aydıncık köylülerine göre, kirvelik peygamber sevgisinden kaynaklanır ve sülale boyunca sürer. Yani kirve, kirve olduğu insanın bir başka çocuğunun sünnetinde bulunmayacak uzaklıktaysa, onun izni alınmadan ya da tayin ettiği biri olmadan, sünnet yaptırılamaz.
Kirveliğin bu kadar önemli olmasının bir nedeni, kirvenin aynı zamanda sünnet olan çocuğun ilerde sağdıcı da olmasıdır. Keban’ın Sağdıçlar köyünde kirveye ‘küvre’ denir ve küvre aynı zamada sağdıç demektir. Keban’ın Sünni olan Bahçe ve Çalık köylerinde kirveler kız alıp verirken, kirveye de ‘kıriv’ derler. ‘Kıriv’ aynı zamanda ‘sağdıç’ anlamındadır. Aynı ilçenin Alevi olan Büklümlü köyünde ise kirveler kız alıp vermezler ve kirve aynı zamanda ‘ikrar’ anlamını taşır. Elazığ’ın Yedigöze ve Bölükçalı köyünde de ‘kürve’, ‘sağdıç’ anlamındadır. Ve kirve evlenecek çocuğun aynı zamanda sağdıç adayıdır(28). Yukarıdaki genel anlayış, araştırmamıza konu olan bütün Alevi köylerinde görülür.
Koşay da sağdıç’a Sivas çevresinde kirve dendiğini belirtir(29). Urfa’da da sağdıç yerine ‘küvre’ tabiri kullanılır. Bu kirve aynı zamanda sünnet düğününde ‘kirve’ olan kimsedir(30). Dobruca Türklerinde de güvey, ‘kivey’ olarak ifade edilir(31).
Ağın ilçesinin Alevi Dibekli köyünde de, kirveler kardeş sayılır. Aynen merkez köylerinden Aydıncık’ta olduğu gibi kirvelik sülale boyunca sürer ve kirve düğüne ve sünnete gelemezse, onun tayin ettiği biri kirvelik vazifesini yerine getirir. Fakat vekiller, kirveler gibi bacı-kardeş sayılmazlar. Yani onların çocukları birbiriyle evlenebilirler. Aynı ilçeye bağlı ve komşu köy olan Saraycık köyünde ise kirvelik pek önemli değildir. Ancak Dibekli köyüne bir kilometre uzaklıkta olan Sünni Yedibağ köyünde, kirvelik Dibekli�dekine benzer, fakat burada sülale boyunca sürmez.
Palu’nun bütün köyleri Sünni, daha doğrusu Şâfi olup, kirvelik bu köylerde hiç de önemli bir kurum değildir. Bu durumu Durmuşlar, Üçdeğirmenler ve Gökdere köylerinde yaptığımız araştırmalarda ve Halk Eğitim Müdürü ile yaptığımız görüşmede tespit ettik. Adı geçen köylerde herkesin kirvelik hakkında Hz. Peygamber�in bağlayıcı bir sünnetinin olmadığını beyan etmeleri önemlidir. Bu anlayışın arkasında, yörede ki yaygın medrese geleneğinin etkisinin olma ihtimali kuvvetlidir.
Baskil’in Sünni olan Höyük, Alangören ve Karakaş köylerinde kirveye ‘kıriv’ denilir. Bu köyler ile Sivrice’nin Sünni ve Beydili aşiretinden olan Kürk köyünde de kirvelik önemli olmadığı halde, kirveler kız alıp vermezler.
Maden köylerinden Sünni Tekevler köyünde kirveye ‘kerva’ denirken, Kaşlıca’da ‘kirve’ denir ve Tekevler’de kirvelik Kaşlıca’daki gibi önemli değilken, yani kız alıp verilirken, Kaşlıca’da kız alıp verilmez.
Kovancılar ilçesinin Çaybağı ve Değirmentaş köyleri Sünni olup, kirvelik önemli değildir. Fakat Değirmentaş köyünün mezrası olan Yünlüce Alevi olup, burada kirvelik önemli olduğu gibi, kirveler kız alıp vermezler. Çaybağı köyüne komşu ve uzaklığı bir kilometre olan Sünni Kacar köyünde ise kirveler kız alıp vermez.
Kovancılar’daki İğdeli, Gülaçtı, Kavak, Taşören köyleri ile ilçe merkezinde oturan Beritanlılar ise kirveliğe önem vermezler ve kız alıp verirler.
Karakoçan köylerinden Sünni Mirahmet, Kızılpınar ve Yüzevler köylerinde kirvelik önemli olmamakla beraber, Kızılpınar köylülerine göre,
“kirveliğin temelinde Alevilerle Sünniler arasında yakınlık kurmak yatar. İslam anlayışına göre kirvelikle kardeş olunmaz, bu hurafedir”.
Ağrı’nın merkez köylerinden sünni Ozanlar, Aşkale ve yarısı Karapapak olan Tezeren köylerinde önceleri kirvelik çok önemliyken, günümüzde önemini yitirmiştir. Ancak kirveler hâlâ kız alıp vermezler. Eskiden bu köylerde kirvelik, kardeşlikten öndeyken, günümüzde sadece sosyal ilişkileri pekiştirici bir rolle sınırlandırılmıştır. Fakat Taşlıçay ilçesinin, halkı Karapapak ve Sünni olan Geçitveren köyünde ise kirvelik hâlâ çok önemlidir. Bu köyde kullanılan, ‘kirvenin damının üstüne çıkılmaz’. Yani onun kızı kızım, oğlu oğlumdur, ona kötülük yapılmaz deyimi kirveliğin önemini ifade etmektedir. Ayrıca Posof / Kars köylerinde de ‘kirvenin damından ve kapısından don-gömlek geçilmez’(32) deyimi kullanılmaktadır.
Kirveliğin en önemli fonksiyonlarından biri, yukarıdaki ifadelerden anlaşılacağı gibi, iki aile ya da aile grupları arasında yakınlık sağlamaktadır. Özer 1987 yılında Van’ın merkezi ile Muradiye ve Gürpınar ilçelerinin köylerinde yaşayan, kısmen göçebe olan Sünni Burukan aşiretleri arasında da aynı özellikleri tespit etmiştir. Ona göre,
“aşiretteki kirveliğin yaygın kirvelik anlayışından farkı, kirve olan kişi kendisi yalnız değil tüm ailesi veya aşireti ile kirvesi olduğu aşiretin veya ailenin yakın bir akrabası gibi görülür... Kan davası sona erdikten sonra tamamen unutturulmak istendiğinde başvurulan en etkili yollardan biri de kirvelik kurumunu devreye sokmaktır”(33).
Doğu Anadolu’da özellikle Tunceli, Erzincan, Kiğı, Bingöl, Varto, Pülümür ve Kars Göle’de yaşayan Alevi Lolan oymağında da kirvelik aynı fonksiyonlara sahiptir(34).
Mardin’de de kirveye “kirip” denir ve kirve, Elazığ’ın özellikle Alevi köylerinde olduğu gibi, erkek çocuğun yetişmesinde, kızın istenmesinde ve düğününde önemli fonksiyonları icra eder(35).
Kirveliğin önemli fonksiyonlarından biri de, gayri müslimler ile yakınlık sağlamaktır. Meselâ yukarıda bahsettiğimiz Burukan aşireti arasında yapılan bir başka çalışmada, Ermenilerle kirvelik yoluyla ilişkiler kurulduğundan bahsedilmiştir(36). Mardin bölgesinde söylenen ‘kirvem’ adlı bir türküde de, ‘Kurmançca’ konuşan bir erkek çocuğunun, Yezidî kirvesinin kızına olan aşkı işlenir. Türküde erkek ‘kivre-krive’, kız ise ‘krivo’ tabirini kullanır. Ayrıca bu türküde, gençlerin evlenmesini, kirvelik ile birinci derecede dinî inançların engellediği vurgulanmaktadır.
Kirveler arasındaki evlilik yasağı, ya da evliliğe hoş bakmama anlayışı Burç köyü / Viranşehir Yezidilerinde de görülür. Yezidilerde kirveler arasında evlenme yasağı olduğu için
“...Burç köyü sakinleri kendi şeyhlerini kirve seçer. Zaten inançlarından dolayı şeyh ailesi ile evlilik yasağı olduğundan kirvelik fazla zarar getirmemektedir. Şeyh dışında çevre Müslüman köylerden kişiler kirve olarak da seçilir”(37).
Yezidilerle ilgili yapılan bir başka çalışmada da, sünnetin vaftizden kısa bir süre sonra yapıldığı belirtilmiştir. Yezidilerde çocuk ölü doğsa dahi sünnet yapılır ve kirve çocukları evlenemez. Bu nedenle kirve nikâh düşmeyen pir, şeyh gibi kimselerden seçilir. Onlardan kirve bulunmadığı zaman, Sünnilerden kirve seçilir(38). Bu ifadelere göre, kirveliğin çok önemli olduğu sosyal gruplarda gençlerin evliliğine birinci derecede inancın engel olması, burada dinî anlayışın, gelenekten daha etkili olduğunu göstermektedir. Diğer yandan Aleviler ile Yezidilerdeki kirvelik anlayışının benzerliği, sosyal bilimcileri düşündürmesi gereken çok önemli bir husustur.
Sonuç olarak kirvelik kavramı, Anadolu’da çeşitli bölgelerde görülmesine rağmen, özellikle Aleviler arasında daha etkilidir. Ayrıca genelde kirvelik, sünnet düğünü masraflarının bir başkası tarafından karşılanması ile dostluğu ifade eder. En önemli fonksiyonlarından biri ise, taraflara statü kazandırmaktır. Statü kazanmak iki taraflıdır. Yani erkek çocuk sahibi, A şahsını kirve yapmakla o kişi bir statü kazanırken, aynı zamanda kirve vasıtasıyla çocuk ailesi de statü kazanmaktadır. Bunun dışında sünnet olan çocuk ailesinden başka güvenebileceği bir şahsa ya da aileye daha sahip olmaktadır. Çünkü kirve ilerde çocuğun yetişmesinde, evlenmesinde (sağdıç anlamında kullanıldığını hatırlayalım) önemli fonksiyonlara sahip olacaktır.
Kirvelik kurumunun fonksiyonlarından bir diğeri de, ‘sosyal kontrol’ ve ‘sosyal barış’ı sağlamasıdır. Eski Erzincan valisi Ali Kemali bu durumu şöyle anlatır:
‘Kirvalık, katil tarafına mensup bir çocuğun maktul tarafına mensup herhangi bir kişinin kucağında sünnet edilmesiyle meydana gelen ilişkidir ve çok yaygındır’(39).
İşte bu anlayışa bağlı olarak yukarıda ifade edildiği üzere, genelde Aleviler, kirvelerini Sünnilerden; Sünniler de Aleviler ve Ermeniler ile Yezidilerden; Yezidiler de Müslüman (Alevi-Sünni) lardan seçmişlerdir. Bu nedenle sosyal gruplar arasında yakınlaşmalar, daha doğrusu sıhrî akrabalıklar kurulmuştur.
Kısaca bir sosyal kurum olan kirveliğin başlı başına incelenmesi gerekir. Meselâ ‘kirov’ Farsça olduğu halde, niçin İran’da kirveliğin yaygın olmadığı ve Anadolu dışında da sünnet geleneği olduğu halde, niçin Anadolu’da ve özellikle Alevilerde çok canlı ve etkili olduğu, ayrıca Ermeniler (bilindiği üzere Ermenilerde sünnet geleneği yoktur.) ile Yezidilerdeki kirvelik anlayışının nereden kaynaklandığı, aydınlatılması gereken, önemli problemlerdir.
Dipnotlar
* Bkz. V. Milletlerarası Halk Kültürü Kongresi- Gelenek, Görenek, İnançlar-. Ankara 1997: 44-52.
1.Hamidullah, M.: �Sünnet Mad� İA C. XI: 242.
2.Hamidullah, M.: a.g.m.: 245.
3.Wensinck, A. J., İ A.: �Hitan Mad� C. V: 543-544.
4.Meydan Larouse. �Sünnet Mad� C. XI: 660, 661; Ana Britannica. �Sünnet Mad� C. XX: 186; Wensınck, A. J.: a.g.m.: 545.
5.Wensınck, A. J.: a.g.m.: 543-544.
6.Ana Britannica. C. II: 186.
7.Kudat, A.: Kirvelik. Ankara 1974: 68-72.
8.Türkdoğan, O.: �Türklerde Kirvelik ve Sünnet Geleneği� Türk Kültürü Araştırmaları, Ankara (1966-1969), 1973: 202.
9.Türkdoğan, O.: a.g.m.: 200-201.
10.Ulu, E.: 100. Yılında Almus. İstanbul 1987: 113.
10a.Acar, İ. H.: �Zara�da Sünnet Düğünleri� Sivas Folkloru Dergisi 48 (1976): 14.
11.Kudat, A.: a.g.e.: 12.
12.Derleme Sözlüğü. C. VII.: 2883-2884.
13.Artan, G.: �Kirvelik� TFAD. 120 (1953): 2021.
14.Özer, A.: Doğu Anadolu�da Aşiret Düzeni. İstanbul 1990: 98.
15.Erdentuğ, N.: Sun Köyünün Etnolojik Tetkikleri. Ankara 1959: 54; Erdentuğ, N.: Hal Köyünün Etnolojik Tetkikleri. Ankara 1983: 95.
16.Türkdoğan, O.: a.g.m.: 202.
17.Kırzıoğlu, F.: Kars Tarihi. C. 1. İstanbul 1953: 504-505.
18.Özen, K.: �Divriği Köylerinde Kirvelik Geleneği� Folklor ve Etnografya Araştırmaları (Haz. İ. G. Kayaoğlu), İstanbul 1975: 239; Uslu, M.: �Yozgat�ta Sünnet Düğünü Gelenekleri� Sivas Folklonu Dergisi 72 (1985): 19-20.
19.Üçer, M.: �Anadolu�da ve Sivas�ta Sünnet Gelenekleri ve Kirvelik� Sivas Folkloru 67 (1978): 10.
20.Beşikci. İ.: Doğuda Değişim ve Yapısal Sorunlar-Göçebe Alikan Aşireti. Ankara 1969: 192.
21.Beşikçi, İ.: a.g.e.: 68.
22.Ziya Gökalp: Türk Medeniyeti Tarihi (Haz. İ. Aka, K. Y. Kopraman), İstanbul 1976: 75.
23.Özen, K.: a.g.m.: 239.
24.Yund, K.: �Tarih Boyunca Türklerde Sünnet Olma Geleneği II� TDTD 38 (1990): 45.
25.Hınçer, İ.: �Sünnetin Tarihçesi ve Sünnet Düğünleri� TFAD 268 (1971): 6139.
26.Kırzıoğlu, M. F.: Kürtlerin Türklüğü. Ankara 1969: 121.
27.Fırat, M. Ş.: Doğu İlleri ve Varto Tarihi. Ankara 1970: 243; Özen, K.: a.g.m.: 240.
28.Akyazı, E.: Sağdıçlar Köyünün Monografik İncelenmesi (F. Ü. Fen-Ed. Fak. Antropoloji Bölümü Yayınlanmamış Lisas Tezi). Elazığ 1987: 20; Yeşilgül, A.: Yedigöze Köyünün Etnolojik Tetkiki (F. Ü. Ed. Fak. Antropoloji Bölümü, Yayınlanmamış Lisans Tezi). Elazığ 1982: 37; Karaaslan, A.: Bölükçalı Köyünün Monografisi (F. Ü. Ed. Fak. Sosyoloji Bölümü Yayınlanmamış Lisans Tezi). Elazığ 1989: 43.
29.Koşay, H. Z.: Türkiye Türk Düğünleri Üzerine Mukayeseli Malzeme. Ankara 1944: 262.
30.Ergin, M. E.: Urfa Folklorunda Düğün. Adana 1973: 29, 55, 48, 35.
31.Ülküsal, M.: Dobruca ve Türkler. Ankara 1966: 93.
32.Aydınoğlu, G.: �Posof�ta Evlenme ve Sünnet Düğünü Geleneği� TFAD 271 (1972): 6227.
33.Özer, A.: a.g.e.: 98.
34.Kocadağ, B.: Lolan Oymağı ve Yakın Tarihi. İstanbul 1987: 9-33,258.
35.Güler, A.: �Dirican Aşiretinde Çocuk Eğitimi� F. Ü. Ed. Fak. Dergisi l (1981): 130-132.
36.Yurt Ansiklopodisi. C. VIII: 5823.
37.Kartal, B.: Sosyolojik Açıdan Burukan Aşireti Üzerine Bir İnceleme. (İ.Ü. Edebiyat Fak. Sosyoloji Bölümü, Yayınlanmamış Lisans Tezi). İstanbul 1970-1971: 3.
38. Boğazlıyanlıoğlu, D.: Burç Köyünün Monografisi (A.Ü., DTCF., Sosyal Antrapoloji Kürsüsü Yayınlanmamış Lisans Tezi). Ankara 1988: 34.
39. Beysanoğlu, Ş.: İnançları, Gelenek ve Görenekleri ile Yezidiler. Ankara 1988: 30.
40. Ali Kemali: Erzincan Tarihi. İstanbul 1932: 199.
|