Tekil Mesaj gösterimi
Alt 14. January 2009, 12:19 PM   #6
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

İsrâîloğullarının Altın Buzağıya Tapması:


kavmi, kendisin(in, Rabbi ile mülakata gitmesin)den sonra kendilerinin zinet ta*kımlarından yapılmış, böğürmesi olan bir buzağı heykelini (tanrı diye) benimsediler. Görmediler mi ki o, ne kendilerine söz söylüyor, ne de onlara yol gösteriyor? Onu benimsediler ve zâlimler(den) oldular. 149-Ne zaman ki (pişmanlıklarından ötürü) başları elleri arasına düşürüldü ve kendilerinin gerçekten sapmış olduklarını gör(üp anla)dılar, dediler ki: "Eğer Rabbimiz bize acımaz ve bizi bağışlamazsa, elbette ziyana uğra*yanlardan oluruz!" 150- Mûsâ, kavmine kızgın ve üzgün bir halde dönünce: "Benden sonra arkamdan ne kötü işler yaptınız? Rabbinizin emrini (bek-lemeyip) acele mi ettiniz?" dedi, levhaları yere attı ve kardeşinin başını tutup kendine doğru çekmeye başladı. (Kardeşi): "Anamın oğlu, dedi, bu insanlar beni hırpaladılar, az daha beni öldürüyorlardı. (Ne olur) Düş*manları üstüme güldürme, beni bu zalim kavimle beraber tutma!" 151-(Mûsâ): "Rabbim, dedi, beni ve kardeşimi bağışla, bizi rahmetinin içine sok, merhametlilerin en merhametlisi sensin!" 152- Buzağıyı (tanrı diye) benimseyenlere, muhakkak Rablerinden bir öfke ve dünya hayatında bir alçaklık erişecektir! İşte biz iftiracıları böyle cezalandırırız. 153- Ama kötülükler yaptıktan sonra ardından tevbe edip inananlar(a karşı), muhak*kak ki Rabbin, o(tevbe ve ima)ndan sonra, elbette bağışlayan, esirgeyendir. (A'râf: 39/148-153)

Hz. Mûsâ, kavmini kurtarıp Filistin'e getirdikten sonra, Allah'ın buyruğu ile Tûr-i Sînâ'ya çekilmiş, orada kırk gün kalıp gece gündüz ibâdetle meşgul olmuştu. Bu ibâdet ile ruhsal olgunluğunu tamamlamış, Allah'ın bizzat hitabını işitmiş, kendisine Tevrat levhaları verilmişti. Fakat Musa'nın Tur'da bulunduğu sırada toplumu, kuyumcu Sâmirî'nin yaptığı altun buzağıya taptı. Kavminden bazıları, Musa'nın yerine vekil bıraktığı Harun'un sözünü dinleyip tevhîdden ayrılmamıştı ama diğerleri altun buzağıya tapınışlardı.

Mûsâ döndüğü zaman kavminin durumuna esef etmiş, "Ardımdan ne kötü davrandınız!" demiş, öfkesinden elindeki Tevrat levhalarını yere atmış, kavminin sapmasına engel olmadığı için kardeşi Harun'un başından tutup çekmiş. Fakat kardeşinin, kabahatli olmadığını, düşmanları üstüne güldürmemesini, kendisini zâlimlerle bir tutmamasını söyleyip özür dile*mesi üzerine onu bırakıp hem kendisi, hem de kardeşi için Allah'tan af ve mağfiret dilemiştir.

152-153'ncü âyetler, kıssadan ders vermekte, altun buzağıya tapanların, Allah'ın gazabına uğrayacakla*rını, perişan olacaklarını, iftiracıların cezalandırılacağını, günâhlarının ar*dından tevbe edip inananların da affedileceğini bildirmektedir.

Tâhâ Sûresinde İsrâîloğullarını kimin kandırıp altun buzağıya tap*mağa yönelttiği anlatılmaktadır:

"Seni kavminden çabucak ayrıl(ıp gel)meğe sevk eden nedir? (Niçin onları hemen bırakıp geldin) ey Mûsâ?" (dedik). 84- Dedi: "Onlar benim arkamdan geliyorlar, Ya Rabbi razı olasın diye sana çabuk geldim." 85- (Allah): "Biz senden sonra kavmini sınadık. Sâmirî onları saptırdı." dedi. 86- Bunun üzerine Mûsâ, çok kızgın ve üzüntülü bir halde kavmine döndü: "Ey kavmim, dedi, Rabbiniz size güzel bir vaidde bulunmamış mıydı? (Ayrılış) Süre(m) mi size uzun geldi? Yoksa Rabbinizden bir gazabın üstünüze inmesini mi istediniz ki, bana verdiğiniz sözden caydınız (beni izleyip gelmediniz)" 87- Dediler ki: "Kendi malımızı harcamak sureti ile senin sözünden çıkmadık. Fakat o milletin (yani Mısırlıların) süs(eşyas)ından bize yükletil(ip taşıtıl)mıştı. Onları (ateşe) attık. Aynı şekilde Sâmirî de attı." 88- Onlara, böğürmesi olan bir buzağı heykeli ortaya çıkardı. Dediler ki: "Bu sizin de tanrınız, Musa'nın da tanrısıdır, fakat o unuttu." 89- Onlar görmüyorlar mı ki o (buzağı) ken*dilerine bir söz söyleyemez; ne bir zarar, ne de yarar veremez? 90-Önceden Hârûn, kendilerine: "Ey kavmim, andolsun siz bununla sınandınız. Rabbiniz, o çok esirgeyen(Allah)dır. (Gelin) siz bana uyun, emrime itaat edin!" demişti. 91- (Hayır,) Dediler: "Mûsâ bize dönünceye kadar buna tapmaktan vazgeçmeyeceğiz!" 92- (Mûsâ) "Ey Hârûn, onların saptıklarını gördüğün zaman sana ne engel oldu (da önlemedin)?" dedi. 93- "Neden bana uymadın (niçin benim yolumu takibetmedin, benim yaptığım gibi onların sapmalarına mani olmadın)? Emrime karşı mı geldin?" dedi (ve kardeşinin sakalından tutup çekmeğe başladı). 94- (Hârûn, kardeşini yu*muşatabilmek için): "Ey anamın oğlu, dedi, sakalımı, başımı tutma. Ben senin İsrâîloğulları arasında ayrılık çıkardın, sözümü tutmadın diye*ceğinden korktum (da onun için idare yoluna gittim)." 95- (Bu defa Mûsâ, Sâmirî'ye döndü): "Ey Sâmirî, ya senin kastın nedir (nedir bu yaptığın senin)?" dedi. 96- (Sâmirî): "Ben dedi, onların görmediklerini gördüm. Elçinin eserinden bir avuç alıp attım; nefsim bana böyle (yapmayı) hoş gösterdi." 97- (Mûsâ): "(Defol!) Git, dedi. Artık hayat boyunca sen: 'Bana dokunmayın!' diyeceksin; sana va'dedilen bir ceza var ki ondan asla şaşırılmayacaksın (mutlaka o cezanı tam zamanında bulacaksın). Şimdi durup taptığın tanrına bak. Biz onu yakacağız, sonra onu ufalayıp denize savuracağız. 98- Tanrınız ancak kendisinden başka tanrı olmayan Allah'tır. O'nun bilgisi her şeyi kuşatmıştır." (Tâhâ: 45/83-98)

Hz. Mûsâ, Firavun'un helakinden sonra otuz gece Rabbine ibâdet etmeyi adamış, yerine kardeşi Harun'u bırakarak Tûr'a gelmiş, orada ibâdete çekilmiş, otuz geceyi de kırka tamamlamıştır. Allah, huzurunda ibâdetle meşgul bulunan Musa'ya, niçin hemen kavmini bırakıp çabucak geldiğini sormuş; o da kavminin, ardından gelmekte olduğunu; Rabbi memnun etmek için çabucak O'nun huzuruna koştuğunu söylemiştir. Allah da Musa'ya, kendisinden sonra kavmini sınadığını, Sâmirî'nin onları yoldan çıkardığını bildirmiştir. Durumu öğrenen Mûsâ, esefle kavmine gelip: "Ey Kavmim, Rabbiniz size güzel bir vaidde bulunmamış mıydı? (Ayrılış) Süre(m) mi size uzun geldi? Yoksa Rabbinizden bir gazabın üstünüze inmesini mi istediniz ki, bana verdiğiniz sözden caydınız (beni izleyip gelmediniz) ? " demiş.

İsrâîloğulları, özür dileme tarzında bu buzağıyı kendi mallarından değil, Mısırlılardan emanet alıp getirdikleri zînet eşyasından yaptıklarını söylemişlerdir. Mısır'dan kaçacakları sırada Mısırlılardan zînet eşyası, yardım almışlar, bunları beraberlerinde getirmişlerdi. Bu husus, Çıkış Ki*tabının ll'nci babında şöyle ifade ediliyor: Allah, Musa'ya: "Şimdi kavmin kulaklarına söyle ve her adam kendi komşusundan, ve her kadın kendi komşusundan, gümüş şeyler ve altın şeyler istesin. Ve Rab Mısırlıların gözlerinde kavme lütuf verdi. Mûsâ da Mısır diyarında, Firavun'un kulla*rının gözünde ve kavmin gözünde çok büyük adamdı. [27]

Başkasının malını almanın günâhından kurtulmak için Sâmirî'nin teşvikiyle bunları ateşe atmışlar, Sâmirî de kendi elindekini atmış ve bu altun ve gümüş eşyayı eritip, havanın girmesiyle ses çıkaran bir buzağı heykeli yapmıştır. İbn Abbâs'ın rivayetine göre Sâmirî, buzağıyı o şekilde yapmış ki heykelin ardından giren rüzgâr, ağzından ses çıkarıyormuş. İsrâîloğullarına: "İşte sizin de, Mûsâ 'nm da tanrısı budur, fakat o unuttu" demiş. 88'nci âyetin sonundaki fi'linin zamîri Musa'ya da, Sâmirî'ye de gidebilir. Birinci takdirde unutan Mûsâ, ikinci takdirde Sâmirî'dir. Yani Sâmirî, "İşte sizin de, Musa'nın da tanrısı budur, dedi de (Allah'ın birliğini veya Musa'ya verdiği sözü) unuttu" demektir.

Tâhâ: 45/89'ncu âyette kendilerine bir söz söylemeyen, yanıt vermeyen, bir zarar ve yarar vermekten âciz olan şeyin tanrı olamayacağını anlamayanlar kınanıyor. 90-91 'nci âyetlerde Harun'un, onları uyardığı, sapıklığı bırakıp kendi buyruğuna uymalarını söylediği halde onların, Mûsâ dönünceye dek buzağıya tapmağa devam edeceklerini söyledikleri anlatılmaktadır.

:92-94'ncü âyetlerde kavmine dönmüş olan Mûsâ'nın, önce kardeşi Hârûn 'u azarladığı, Hârûn 'un ise Musa'yı yumuşatmak için: "Ey anamın oğlu, dedi, sakalımı, başımı tutma. Ben senin İsrâîloğulları arasında ayrılık çıkardın, sözümü tutmadın diyeceğinden korktuğum için bunların üstüne gitmedim." dediği anlatılır.

: 95-98: Hz. Mûsâ, Sâmirî'ye neden böyle yaptığını sormuş. Sâmirî de başkalarının bilmediği, yahut görmediği bir şeyi bildiğini veya gördüğünü, Elçinin eserinden bir avuç alıp attığını, nefsinin kendisini bu yöne yönelttiğini söylemiştir. Hz. Mûsâ da ona, artık aralarından çıkıp gitmesini, hiç kimsenin kendisiyle ilişki kurmayacağını, tek başına yaşayıp süresi dolunca öleceğini, dünyâdaki bu toplum dışına atılmadan ayrı olarak âhirette de azaba uğrayacağını, yapmış olduğu tanrısını da yakıp külünü denize savuracağını söylemiş ve İsrâîloğullarına, Tanrılarının kendisinden başka tanrı olmayan Allah ol*duğunu vurgulamıştır.

Öykünün son dizisini oluşturan bu âyetler özetle Çıkış Kitabının 16, 17 ve 32'nci bablannda anlatılanlara uyar. Ancak 32'nci babda altun buzağıya taptıranın, Hârûn olduğu anlatılır. Orada kavmin talebi üzerine altun buzağı heykelini yapan, Musa'nın kardeşi Harun'dur. Kur'ân-ı Kerîm, bu zâtın Sâmirî olduğunu söylüyor. Muhakkak ki Kur'ân'ın indiği çağda buzağı heykelini yapanın Sâmirî olduğunu söyleyen Kitâb-ı Mukaddes nüshaları vardı. Yahut Kur'ân, Mûsâ ile birlikte Allah'ın birliği inancını yerleştiren bir peygamberi, buzağı heykeli yapıp kavmi ona taptırması iftirasından tenzîh etmektedir. Çünkü bu bir çelişkidir, hattâ hiyânettir. Peygamberler hiyânetten münezzehtirler. Muhakkak ki bu tür söylemler, insanlar tarafından Tevrat'a yapılmış katmalardır. Tevrat'ta peygamberler hakkında kullanılan çelişkili, yakışıksız ifadeler Kur'ân-ı Kerîm'de ayık*lanmıştır.

Sâmirî adı, Arapçaya girmiş yabancı bir isimdir. İbn Abbâs'tan rivayet edilen bir habere göre Sâmirî, öküze tapan bir kavimden idi, İsrâîloğullarına kendisini müslüman göstermişti. Başka bir rivayete göre de Kirman'lı, ya da Samerrâ'lı idi. [28]Bunun yanında onun, Yahûdî olduğu rivayeti de vardır.

Hz. Peygamber zamanında Şam yöresinde Mûsâ dînine bağlı, Sâmirîler diye tanınan kimseler vardı. Sâmirî, çok eskiden Sâmir, yahut Şamir diye bilinen bir bölgedir. Bugünkü Nablus yakınlarında bulunan bu bölgenin eski adı Sekim'dir. Ya'kûb ve oğullan, Mısır'a gitmezden önce Sekim bölgesinde otururlardı.

Sâmirî'nin bu bölge ile bir ilgisi olup olmadığını bilmiyoruz. Mı*sır'daki Ya'kûb oğullarından bir kısmı, anayurtları olan bu bölgeye nisbetle Sâmirî adıyla çağrılmış olabilirler. [29]

Müfessirlerin anlattıklarına göre Sâmirî, denizin yarılması sırasında veya Musa'yı Tûr'a götürmek için geldiği sırada Cebrâîl'i at üzerinde görmüş, onun atının bastığı yerden bir avuç toprak alıp saklamış, taptığı buzağı heykelinin hamuruna bu toprağı atınca, ses çıkaran bir heykel olmuş. İşte Sâmirî'nin: "Elçinin eserinden bir avuç aldım" sözündeki elçi, Hz. Cebrail'dir.

Ebû Müslim'e göre ise âyetteki elçi ile Cebrail'in kasdedildiğine dair bir işaret ve delîl yoktur. Elçi sözüyle Musa'yı kasdetmiş olan Sâmirî, Musa'ya şunu demek istemiştir: "Sizin görüşlerinizin ve sözlerinizin bir kısmının doğru olmadığını anladım. Onun için Elçinin, yani Musa'nın eserinden, yani sünnet ve şerîatinden bir kısmını kaldırıp attım. Nefsim bana böyle yapmayı önerdi."

Çoğunluğun görüşüne aykırı olmakla beraber Râzî bu yorumu gerçeğe daha yakın görmektedir. [30]Tabii eğer olay, orijinal olarak Kur'ân'da anla*tılmış olsaydı, bu yoruma hak verilebilirdi. Ama olayın aslı Tevrat'tadır. Şimdi bu konuda Tevrat'ın anlattıklarını gözden geçirelim:

"Ve dağdan inmek için Musa'nın geciktiğini kavim görünce, kavim, Harun'un yanına toplandı ve ona dediler: Kalk, bizim için ilâh yap, önü*müzden gitsinler; çünkü Musa'ya, bizi Mısır'dan çıkaran bu adama, ne oldu bilmiyoruz. Ve Hârûn onlara dedi: Karılarınızın, oğullarınızın ve kızlarınızın kulaklarındaki küpeleri kırıp çıkarın ve onları bana getirin. Ve bütün kavim kendi kulaklarındaki altun küpeleri kırıp çıkardılar ve onları Harun'a getirdiler. Ve onu ellerinden aldı ve oymacı aletiyle ona biçim verdi ve onu dökme bir buzağı yaptı. Ve dediler: Ey İsrâîl, seni Mısır diyarından çıkaran ilâhların bunlardır...

"Ve Rab Musa'ya dedi: Git, aşağı in; çünkü Mısır diyarından çıkar*dığın kavmin bozuldu; onlara emrettiğim yoldan çabuk saptılar; kendileri için dökme bir buzağı yaptılar ve ona secde kıldılar...

"...Ve vaki oldu ki ordugâha yaklaşınca buzağıyı ve oyunlarını gördü; ve Musa'nın öfkesi alevlendi ve elinden levhaları attı ve dağın eteğinde onları kırdı. Ve yaptıkları buzağıyı aldı ve ateşte yaktı ve toz oluncaya kadar ezdi ve suyun yüzüne saçıp İsrâîloğullarına içirdi.

"Ve Mûsâ Harun'a dedi: Bu kavim sana ne yaptı ki onun üzerine büyük suç getirdin? Ve Hârûn dedi: Efendimin öfkesi alevlenmesin; kavmi sen bilirsin, o kötülüğe amadedir. Çünkü bana dediler: Bizim için önü*müzden gidecek ilâh yap; çünkü Musa'ya, Mısır diyarından bizi çıkaran bu adama ne oldu, bilmiyoruz. Ve onlara dedim: Kimlerde altın varsa kırıp çıkarsınlar; ve bana verdiler ve onu ateşe attım ve şu buzağı çıktı..." [31]

Görülüyor ki olayın aslı Tevrat'tadır. Şimdi eğer bu parça aynen Tevrat'ta var idiyse ve Kur'ân da ibret için orada olanı, peygamberlerin şanına yakışmayan ifadelerden ayıklayarak anlatmışsa, Ebû Müslim'in yorumu pek uygun olmayabilir. Yalnız şu da var ki mevcut Tevrat'ta buzağıyı yapanın, bunu elçinin izinden (veya eserinden) alıp atarak yaptığı ifadesi yoktur. Muhakkak ki Peygamber dönemindeki nüshada veya Tevrat tefsirlerinde bu kayıt vardı. Böyle olduğuna göre Ebû Müslim'in yorumu, yabana atılacak bir yorum değildir. Çünkü Cebrâîl 'in atının izinden toprak alıp heykele katmakla böğüren bir buzağı yapılacağı yorumu da tutarlı görünmüyor. Çünkü melek olan Cebrail'in atı da ruhanîdir, onun rûhânî atının izi olmaz, ve o izden toprak da alınmaz. Ayrıca o rûhânî izden putçuluk değil, hayır işler hasıl olur. Gerçeği Allah bilir.

Bu olaya Bakara Sûresinde de işaret edilir:

51- Mûsâ ile kırk gece için sö'zleşmiştik, sonra siz onun ardından buzağıyı (tanrı) edinmiştiniz, (kendinize böylece) zulmedi*yordunuz. 52- Bundan sonra da yine belki şükredersiniz diye sizi affetmiştik. 53- Yola gelesiniz diye Musa'ya Kitâb ve Furkân (gerçekle batılı birbirinden ayıran ölçü) vermiştik. 54- Mûsâ kavmine demişti ki: "Ey kavmim, sizler, buzağıyı (tanrı) edinmekle kendinize zulmettiniz; gelin Yaratıcınıza tevbe edin de nefislerinizi öldürün. Bu, Yaratıcınız katında sizin için daha iyidir. (Bu suretle O), sizin tevbenizi kabul buyurmuş olur. Çünkü O, öyle bağışlayıcı, öyle merhametlidir. (Bakara: 92/51-54)

Musa'nın Tûr'da kırk gecelik ibâdeti esnasında kavminin buzağıya tapmış olmasına işaret eden bu âyetlerde farklı olan husus, kavminin yaptığına son derece öfkelenen Musa'nın, onlara: "Haydi Yaratıcınıza tevbe edin, kendinizi öldürün!" demiş olmasıdır. Bu "Kendinizi öldürün" ifadesine üç anlam verilmiştir:

1) İsrâîloğullarının tevbesi, birbirini öldürmek şeklinde idi. Eline kılıcı alan herkes, baba oğul demeden rastladığını öldürürdü. Fakat böyle bir durumda geriye katillerden başkası kalmaz, toplum mahvolup giderdi.

2) İbn Abbâs'a dayanan ikinci yoruma göre Hz. Mûsâ, buzağıya tapanları Allah'ın emriyle oturtmuş, tapmayanlar da ellerine hançerleri almışlar; zifiri karanlık olunca birbirlerini öldürmeğe başlamışlar. Karanlık açılıncaya kadar yetmiş bin kişi öldürülmüş. Öldüren de, öldürülen de affedilmiş. [32]

Tevrat'ta buzağıya tapanlar hakkında şöyle deniliyor: "İsrail'in Al*lah'ı Rab şöyle dedi: Herkes kılıcını beline kuşansın ve ordugâhta kapıdan kapıya dolaşsın ve herkes kendi kardeşini ve herkes kendi arkadaşını ve herkes kendi komşusunu öldürsün. Ve Levi Oğulları, Musa'nın söylediği gibi yaptılar ve o kavimden üç bin adam kadar düştü." [33]

Âyette, Tevrat'ta anlatılan bu olaya işaret edildiğini sanıyoruz. As*lında bu olay, peygamberlerinin sözünü dinlemeyen Yahûdîler arasında birliğin bozulduğuna, çıkan iç savaşta kavmin birbirlerini vurduğuna, kardeşin kardeşi öldürdüğüne işarettir. Bu iç savaşta birçok insan öldükten sonra nihayet Peygamber'in müdâhelesi sonunda barış sağlanmış, toplum tekrar birlik ve dirliğe dönmüştür.

3) Üçüncü mânâ ise tasavvuf! mânâdır. Mutasavvıf müfessirlere göre "Kendinizi öldürünüz" ifadesi, daha derin bir anlam taşımaktadır. Buradaki öldürmekten maksat, görünür bedeni öldürmek değil, nefsin şehvetlerini, kötü duygularını, bencilliğini öldürmektir. Bedeni değil, nefsi, yani insanın egosunu, bencilliğini öldürmektir. Nefis öldürülünce, onun kötü duyguları yok edilince rûh düzelir, insan ruhu vesveselerden kurtulup yücelir. İşte âyetin kasdı, insanı kötülüklere sevk eden bayağı duyguları, nefsin alt güçlerini yok etmektir.

Kuşeyrî, Letâifu'l-İşârât adlı işârî tefsirinde şöyle diyor:

"İsrâîloğullarının tevbesi açıkça nefislerini öldürmek şeklinde idi. Bu ümmetin tevbesi ise gizlice (ma'nen) nefsi öldürmek şeklindedir. Allah'a yönelmenin ilk basamağı, nefisten çıkmaktır.

"Bazı insanlar, İsrâîloğullarının tevbesinin daha zor olduğunu sanmışlardır. Oysa gerçek, onların sandıkları gibi değildir. Çünkü onların tevbesi, nefsi bir kez katletmekle biterdi. Ama bu ümmetin seçkinleri, her ân nefsi öldürmekle meşguldürler. Bundan dolayı:

'"Asıl ölüm, bir kez ölüp, rahata kavuşan kimsenin ölümü değildir. Gerçek ölüm, sağların ölümüdür.' demişlerdir.

"Gerçekte nefsi öldürmek: nefsin dürtülerinden, gücünden, herhangi bir nefis belirtisini görmekten uzak durmak; nefsin arzu ve isteklerini yüzüne çarpmak, onun yönetiminden çıkmak; bütün işleri tamamen Allah'a teslîm etmek; nefsin seçiminden ve irâdesinden soyunmak, bütün nefis izlerini silmektir. Böyle olduktan sonra şeklin (beden görüntüsünün) kal*masında bir zarar yoktur, artık o, gerçekte var sayılmaz. [34]

92- Andolsun Mûsâ, size açık deliller getirmişti, sonra onun ardından tuttunuz, buzağıya taptınız; siz öyle zâlimlersiniz işte! 93- Bir zaman üzerinize Tûr(dağın)ı kaldırıp sizden kesin söz almıştık: "Size verdiğimiz şeyi kuvvetle tutun, dinleyin!" (demiştik). "Dinledik ve isyan ettik." dediler. İnkârlarıyla kalblerine buzağı sevgisi içirildi. De ki: "Eğer inanan kimseler iseniz, imanınız size ne kötü şey emrediyor!" (Bakara: 92/92-93)

Bu âyette de Allah'ın, İsrâîloğullarından mîsak aldığı, Dağı başlarının üstüne kaldırıp "Size verdiklerimi kuvvetle tutun (uygulayın), sözlerimi dinleyin (buyruklarıma itaat edin)" dediği, fakat onların "İşittik, isyan ettik" dedikleri, küfürleri yüzünden kalblerine buzağı sevgisi içirilmiş (içlerine putperestlik sinmiş) bulunan İsrâîloğullarının, itaate söz verdikleri halde sanki "İşittik isyan ettik" demişçesine ters davrandıkları belirtilmekte ve şayet inanıyorlarsa -ki böyle iman olmaz- bu imanlarının, kendilerine ne kötü şeyler emrettiği sorulmaktadır. Yani sor onlara: Bu ne biçim imandır ki sizi kötü yollara yöneltiyor. İmanın iyiye yöneltmesi gerekir, davranışlarıyla sanki Dağın kaldırılması olayına sebebolduklarına işaret edilmektedir.

Bu âyetlerde davranışları kınanan İsrâîloğulları, Hz. Musa'ya inan*mayan değil, fakat inanmış görünen halktır. Bunlar görünürde Kitaba inandıklarını söyler, "İşittiğimiz Kitabın buyrukları başımızın üstüne" derler ama, gerçekte onun buyruklarına uymazlar. Onu gereğince uygula*mazlar. Sözleriyle itaat ettiklerini söyleyenler, davranışlarıyla sanki "İşittik, duyduk itaat ettik, baş üstüne" değil de "İşittik, sözlerini dinlemiyoruz, bunlara uymayacağız" demiş gibi olurlar.

Bu âyetteki kalblerine buzağı (sevgisi )içirildi"

cümlesi, Kur'ân'ın eşşisz isti'ârelerinden biridir, bir şeyin başka bir şeye karışması, ya da içirmek anlamına gelir. Ayette, buzağı sevgisinin, suyun bedene karışması gibi tapanlarının gönüllerine akıp can*larının her zerresine karıştığı ifade edilmektedir. [35]
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
TUĞÇE DENİZ AKIN (13. January 2010)