Tekil Mesaj gösterimi
Alt 8. August 2010, 09:14 PM   #9
Taner
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Jan 2009
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 234
Tesekkür: 60
55 Mesajina 155 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
Taner will become famous soon enoughTaner will become famous soon enough
Standart

TÂRİHE GÖRE ZEKERİYYÂ

Zekeriyyâ'nın konumu:

Hârûn'un (a.s) torunlarından biri olan Zekeriyyâ'nın (a.s) konumunu anlayabilmek için İsrâîloğulları arasında yaygın olan râhiblik geleneği ile ilgili bilgiye sahip olmak gerekir.

Filistin'in fethinden sonra topraklar Ya‘kûb'un (a.s) zürriyetinden olan 12 kabile arasında miras olarak dağıtıldı. 13. kabile olan Levililere de dinî hizmetler ve görevler emânet edildi. Levililer arasında da “en mukaddes şeyleri takdis etmek, Rabbin önünde buhur yakmak, O'na hizmet eylemek ve ebediyyen O'nun ismiyle mübârek kılmak üzere” seçilen aile Hârûn'un (a.s) oğulları idi. Diğer Levililerin mabede girmesine izin verilmiyordu. Çünkü onların vazifesi Rabb evinin hizmeti için avlularda, odalarda ve bütün mukaddes şeyleri temizlemekte Allah Evinin hizmet işinde Hârûnoğulları'nın yanında bulunmak... ve Sebt günlerinde, aybaşlarında ve belli bayramlarda yapılan bütün takdimeleri Rabbe arzetmekti.

Hârûnoğulları 24 aileye bölünmüştü ve bu 24 aile sıra ile Rabbin evine hizmet ediyorlardı. Bu ailelerden biri Zekeriyyâ'nın (a.s) liderliğindeki Abiya ailesi idi. Bu nedenle ailesinin sırası geldiğinde mabede gidip buhur yapmak Zekeriyyâ'nın (a.s) göreviydi. (Ayrıntılar için bkz. I. Târihler, 23-24)[48]

Konumuz olan pasajın 2-15. âyetlerinde, Yüce Allah'ın rahmetinin Zekeriyyâ peygamber üzerindeki tecellisi nakledilmiştir. Allah rahmetini önce Zekeriyyâ peygamber üzerinde tecelli ettirerek ileri yaşına ve eşinin kısır olmasına rağmen mucize olarak o'na Yahyâ'yı lütfetmiş, sonra da Yahyâ'yı dinine hizmetçi kılmak sûretiyle Zekeriyyâ peygamberin dualarını yerine getirmiştir. Zekeriyyâ peygamber üzerindeki rahmetini bu şekilde tecelli ettiren Allah, o toplumu uyarmak için arka arkaya elçi göndererek rahmetini diğer insanlara da ulaştırmıştır.

Âyetteki, ذكرُ[zikru] sözcüğü, ذكِّر[zekkir] şeklinde de okunmuştur.[49] Buna göre âyetin anlamı, “Rabbinin, kulu Zekeriyyâ'ya olan rahmetini hatırlat!” şeklinde olur. Biz de mealde her üç kıraate göre de uygun olan anlamı vermeyi tercih ediyoruz.

Bir zamanlar o, Rabbine gizli olarak seslenmişti. (Meryem/3)

Konuya, Zekeriyyâ peygamberin Rabbine dua ettiğinin bildirilmesi ile girilmiş ve ettiği bu duanın niteliği belirtilmiştir. Bu nedenle âyet, aynı zamanda Allah'a nasıl dua edileceğine de işaret etmektedir. Zekeriyyâ peygamber gönlünü Rabbine açarak O'na samimi bir niyazda bulunmuş, câhillerin yaptığı gibi bağırıp çağırarak, –hâşâ– buyruk verir gibi dua etmemiştir. Allah bir başka âyette yine Zekeriyyâ peygamberin duasını anlatırken, o'nun dua edişindeki bir başka özelliği daha açıklamıştır:

Biz de o'nun için icâbet ettik de kendisine Yahyâ'yı ihsan ettik. Ve onun için eşini düzelttik [doğum yapmaya elverişli hâle getirdik]. Şüphesiz onlar hayırlarda yarışıyorlar, umarak ve korkarak Bize yalvarıyorlardı. Ve Bize karşı derin saygı duyuyorlardı. (Enbiyâ/90)

Duanın adabı ile ilgili olarak A‘râf sûresi'nde de âyetler vardır:

Rabbinize yalvara yakara ve gizlice dua edin. Kesinlikle O, haddi aşanları sevmez. Ve düzeltildikten sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. O'na, ürpererek ve rahmetini umarak dua edin. Muhakkak ki Allah'ın rahmeti muhsinlere [iyileştirenlere-güzelleştirenlere] çok yakındır. (A‘râf/55-56)

Ve sabah-akşam [her zaman] kendi içinden, korkarak ve yalvararak, yüksek olmayan bir sesle Rabbini an ve umursamazlardan olma! (A‘râf/205)

Bazı klâsik kaynaklarda Zekeriyyâ peygamberin kendi toplumundan utandığı için veya çevresindekilerin, “Şu ihtiyara bakın, ihtiyarlığına bakmadan çocuğu olsun istiyor” demelerinden ve kendisini ahmaklıkla itham etmelerinden çekindiği için ya da yakınlarının kıskançlığına vesile olmasın diye gizlice dua ettiği[50] ileri sürülmüştür. Yorumlarını genellikle Peygamberimiz hakkındaki rivâyetlere dayandıran klâsik yazarlar, Zekeriyyâ peygamberin buradaki duasını yorumlarken nedense Peygamberimizin “Duada sesinizi yükseltmeyin, çünkü siz sağır ve uzakta olan birine değil, semî ve basîr Allah'a yakarıyorsunuz”[51] diye uyarıda bulunduğu bir rivâyeti hiç dikkate almamışlardır. Ayrıca bu âyetleri iyi anlamış, yaşamış ve bizler için güzel bir örnek olan Peygamberimizin ve o'nun eğitiminden geçmiş arkadaşlarının kâfiyeli ve bağıra bağıra dua etmediklerini, edenleri de uyardıklarını nakleden birçok târihî nitelikteki belgeyi de görmezden gelmişlerdir.[52] Zekeriyyâ peygamberin duasını gizli yapışını yanlış yorumlayanlar, Peygamberimizle ilgili bu nakilleri dikkate almış olsalar veya duanın adabını bildiren Kur’ân âyetlerini hatırlarına getirselerdi, Zekeriyyâ'nın (a.s) bu şekilde dua etmesini onlar da bizim gibi bir edep ve içtenlik meselesi olarak görürlerdi.

Dedi ki: “Rabbim! Şüphesiz benim kemiğim zayıflayıp gevşedi ve başım ağarmış saçıyla alev gibi tutuştu. Sana dua etmekle de Rabbim, bedbaht olmadım. Ve gerçekten ben, arkamdan, mevâlimden [yakınlarımdan, amcaoğullarımdan] endişedeyim. Karım da kısırdır. Onun için katından bana, bana da mirasçı olacak, Ya‘kûb ailesine de mirasçı olacak bir velî [yakın/yardımcı] bağışla! Rabbim, o'nu Sen rızanı kazanan biri kıl!” (Meryem/4-6)

Zekeriyyâ peygamberin bu âyetlerdeki duasına dikkat edilirse, bu duaların kendine herhangi bir menfaat sağlamaya değil, nübüvvet görevinin devamına yönelik olduğu açıkça görülür. Zekeriyyâ'nın (a.s) kendisine verilen görevi yaşlılık döneminde sürdürebilmek için Rabbinden bir velî talep etmesi, Mûsâ'nın (a.s) Rabbinden kardeşi Hârûn'u kendisine vezir yapmasını istemesi gibidir. Dolayısıyla buradaki miras, mal varlığı ile ilgili bir miras değil, yapılan görevin devamlılığı ile ilgili bir mirastır. Nitekim âyetteki, Ya‘kûb ailesine vâris olsun ifadesi de bunu doğrulamaktadır. Başka bir ifade ile söylenecek olursa, buradaki miras, Sâd sûresi'nde gördüğümüz ve Neml sûresi'nde de göreceğimiz gibi, Süleymân peygamberin Dâvûd peygambere vâris kılınması cinsinden bir mirastır. Süleymân peygamber, babası Dâvûd'un deruhte ettiği görevi bu verasetle sürdürmüştür:

Dâvûd'a Süleymân'ı da bahşettik. (O) ne güzel kuldu! Şüphesiz o çokça dönendi. (Sâd/30)

Ve Süleymân Dâvûd'a vâris oldu. Ve, “Ey insanlar! Bize kuş mantığı öğretildi ve bize her şeyden verildi” dedi. –Doğrusu bu apaçık bir lütuftur.– (Neml/16)

“KEMİĞİM ZAYIFLADI” İFADESİ

Zekeriyyâ peygamberin duasında geçen “kemiğim zayıfladı” ve “başım ağarmış saçıyla alev gibi tutuştu” şeklindeki ifadeler, o'nun bedeninin iç ve dış durumunu anlatmaktadır. Zira saçların ağarması bedenin dış görüntüsünü, kemiklerin zayıflaması da bedenin içteki durumunu anlatan ifadelerdir. Zekeriyyâ peygamberin iç organların en sağlamı olan kemiklerinin zayıfladığını söylemesi, diğer iç organlarının dış görünümünden daha çok zayıfladığını, yani cidden ihtiyarlık döneminde olduğunu göstermektedir.

İhtiyarlığın, “zayıflayan kemik” ile; ağarmış saçların da “alev gibi tutuşması” istiareleriyle ifade edilmesi, istiare sanatının mükemmel bir örneğini teşkil etmektedir. Zekeriyyâ peygamberin sözlerinin hepsi de bu âyetlerde Arap dilinin en beliğ sanatlarıyla nakledilmektedir.

MEVÂLÎ

موالى[mevâlî] sözcüğü, “asabe [bir kimsenin çocuğu yerine geçecek ve onun mirasını devralacak kimseler]” demektir.[53] Bu âyetlerde sözcüğe, “malların idaresinde, daha çok da siyasî ve dinî işlere önderlik hususunda Zekeriyyâ peygambere halef olacak kimseler” anlamını vermek daha doğru bir yaklaşım olur. Zekeriyyâ peygamber Allah'tan bu türde bir halef için talepte bulunmaktadır. Bu talepten, o dönemde bir nevi veliaht edinmenin gelenek olduğu anlaşılmaktadır.

Eski eserlerde Zekeriyyâ peygamberin eşinin adına ve soyuna dair birtakım nakiller de yer almaktadır. Ne var ki, bu nakiller sağlam dayanaktan yoksun, güvenilir olmayan nakillerdir. Bu nedenle, “Zekeriyyâ peygamberin eşi” diyerek geçiyor, Rabbimizin bildirdiği ile yetinmeyi uygun görüyoruz.

“Ey Zekeriyyâ! Şüphesiz Biz sana bir delikanlıyı –o'nun ismi Yahyâ'dır– müjdeliyoruz. Bundan önce o'na hiç bir adaş kılmadık. (Meryem/7)

Bu âyet, Rabbimizin Zekeriyyâ peygamberin içtenlikle yapmış olduğu duaya karşılık verişidir.

Bize göre bu âyet, üzerinde durulması gereken üç önemli hususu içermektedir:

1) Rabbimiz, “çocuk” veya “oğul” yerine ğulâm sözcüğünü kullanmış ve Zekeriyyâ peygambere adı Yahyâ olan bir “ğulâm” vereceğini bildirmiştir. غلام [ğulâm], “ergenleşmiş, ihtilam olma çağına gelmiş, bıyığı terleyen oğlan”, “doğumundan ihtiyarlığa kadar olan dönem” demektir.[54] İnsanın bu çağı “delikanlılık” olarak ifade edilir. Kimse anasından delikanlı olarak doğamayacağına göre, Rabbimiz bu ifade ile doğacak çocuğun erkek olacağını, büyüyüp bir delikanlı olacağını ve Zekeriyyâ peygamberin beklentilerini yerine getireceğini bildirmiş olmaktadır.

2) يحيى[Yahyâ], “yaşayacak, yaşar” demektir. Müjdelenen çocuğa bu ismin uygun görülmesi, o'nun ismiyle yaşayacağını, yani isminin hep manevî değerlerle anılacağını, hiç unutulmayacağını, ya da o'na verilecek ilim [hikmet, Kitap] ile toplumların manen canlanacağını göstermektedir. Doğacak çocuğa bu ismin verilmesinin bir başka sebebinin de o'nun kısır annesinin rahmini canlandırması olduğu söylenebilir.

3) Doğacak çocuğun isminin ailesine bırakılmayıp bizzat Allah tarafından verilmesi ve daha evvel kimseye bu ismin verilmemiş olması, hem ailesi hem de Yahyâ için onurların en büyüğüdür.

Çocuğun isminin “Yahyâ” konması ve bir adaşının bulunmaması, İncîl'de şöyle yer almıştır:

Ama annesi, “Hayır, adı Yahyâ olacak” dedi. Ona, “Akrabaların arasında bu adı taşıyan kimse yok ki” dediler. Bunun üzerine babasına işaretle çocuğun adını ne koymak istediğini sordular. Zekeriyyâ bir yazı levhası istedi ve “Adı Yahyâ'dır” diye yazdı. Herkes şaşakaldı.[55]

O [Zekeriyyâ], “Rabbim! Karım kısır, ben de son derece kocamışken benim nasıl bir delikanlım olabilir?” dedi. (Meryem/8)

Bu âyet, Allah'tan aldığı müjde karşısında Zekeriyyâ peygamberin gizleyemediği şaşkınlığını dile getirmektedir.

O dönemde Zekeriyyâ peygamberin 120, karısının 98 yaşında veya Zekeriyyâ peygamberin 75 yaşında olduğuna dair rivâyetler mevcuttur. Ancak bunlar destekten yoksun söylentilerdir. Yukarıdaki âyette de görüldüğü gibi, Kur’ân'da Zekeriyyâ peygamberin eşine ait, kısırlığı dışında bir bilgi bulunmamaktadır. Nitekim Enbiyâ/90'daki, Ve o'nun için eşini düzelttik [doğum yapmaya elverişli hâle getirdik] ifadesinden de Zekeriyyâ peygamberin eşinin yaşlılık sebebiyle değil, yapısal bir bozukluk sebebiyle kısır olduğu ve bu bozukluğun düzeltilerek bünyesinin doğuracak bir niteliğe kavuşturulduğu anlaşılmaktadır. Dolayısıyla, Zekeriyyâ peygamberin şaşkınlığının sebebi, o güne kadar kısır olan karısının çocuk doğuracak olmasıdır, yoksa karısının gençleştirilerek doğum yapacak olması değildir.

Böyle bir meraklı şaşkınlık, İbrâhîm peygamber ve eşinde de meydana gelmiştir:

O [İbrâhîm'in karısı] dedi ki: “Vay be! Ben mi doğuracağım! Ben bir kocakarıyım/büyük kalçalıyım. Şu kocam da yaşlı bir adamdır. Şüphesiz bu, çok tuhaf bir şey!” (Hûd/72)

O [Allah] dedi ki: “Öyledir! Rabbin buyurdu ki, o Bana kolaydır. Bundan önce de Ben seni, sen hiç bir şey değilken yarattım.” (Meryem/9)

Bu âyette Rabbimiz, kendisine verilen müjdeye sanki biraz şüphe duyduğunu belirtir bir heyecanla yaklaşan Zekeriyyâ peygambere, yine merhametle karşılık vermektedir.
ÂYETİN CÜMLE YAPISI

Âyette geçen, Rabbin buyurdu ki… ifadesi, bu ifadenin Allah'tan başka biri tarafından söylendiği izlenimini uyandırmaktadır. Nitekim birçok mealde bu ifadenin başına bir parantez açılıp “Melek”, “Cebrâîl” gibi eklemeler yapılmıştır. Hâlbuki bir azamet ve ciddiyet ifadesi olan bu sözleri Allah söylemiştir. Bu tür ifadelere Kur’ân'da çokça rastlanmaktadır (Nahl/102, Bakara/97).

Özellikle belirtmek gerekir ki, bu ifade tarzı insanlar arasında da cari bir uygulamadır. Bazı durumlarda hükümdarlar da bu tür hitaplar kullanarak hem kendi azametlerini hissettirir, hem de hitap ettikleri kimseleri onurlandırmış olurlar. Şöyle ki: Halktan biri, büyük bir vaatte bulunan hükümdarın vaat ettiği şeye kendisini lâyık görmeyerek, “O kim, ben kim?” diye şaşkınlık ve umutsuzluk gösterdiğinde, hükümdar da hem vaadine inandırmak, hem de ahdini yerine getiren biri olduğunu göstermek için o kişiye, “Senin hükümdarın böyle istiyor!” şeklinde cevap verir. Böylece, hem o kişinin yapılan vaade kendini lâyık görmesini sağlamış, kem de kendisinin verdiği söze bağlı bir hükümdar olduğunu göstermiş olur. Âyetteki, Rabbin buyurdu ki… ifadesi de böyle bir ifadedir.

Rabbimiz bu âyetteki sözleri ile “fâil-i mutlak”, “kâdir-i mutlak” ve “hâlık-ı mutlak” olduğunu, yani dilediği zaman, dilediğini dilediği gibi yaratacağını beyan etmektedir. Yaşlı bir adam ile kısır bir kadından çocuk meydana getirmenin O'nun için kolay bir şey olduğunu bildiren bu beyan, aynı zamanda O'nun bir bakireden babasız çocuk meydana getireceğine de işaret etmektedir.

O [Zekeriyyâ]; “Rabbim! Bana bir âyet [alâmet] ver!” dedi. O [Allah]; “Senin alâmetin, sapasağlam olduğun hâlde, üç gece insanlarla konuşmamandır” buyurdu. (Meryem/10)

Burada, Zekeriyyâ peygamberin bir alâmet talebinde bulunduğu ve bu talebinin kabul edildiği görülmektedir. Yüce Allah'ın bildirdiğine göre, alâmet, sapasağlam olmasına rağmen Zekeriyyâ peygamberin üç gece dilinin tutulması, istese de konuşamamasıdır. Zekeriyyâ peygamberin bu talebinden Âl-i İmrân sûresi'nde de bahsedilmektedir:

O [Zekeriyyâ], “Rabbim! Benim için bir âyet [alâmet] kıl!” dedi. O [Allah], “Senin âyetin [alâmetin], işaretle hariç, insanlara üç gün konuşmamandır. Ve Rabbini çok an, sabah-akşam [daima] tesbîh et!” dedi. (Âl-i İmrân/41)

Zekeriyyâ peygamberin buradaki alâmet talebi, tıpkı İbrâhîm peygamber gibi, kalbinin mutmain olmasına yöneliktir:

Bir zamanlar İbrâhîm de, “Ey Rabbim! Ölüleri nasıl dirilttiğini bana göster!” demişti. (Allah,) “İnanmadın mı ki?” dedi [buyurdu]. (İbrâhîm,) “İnandım, fakat kalbim iyice yatışsın diye” dedi. (Allah) buyurdu ki: “Öyle ise kuşlardan dördünü tut da onları kendine alıştır. Sonra her dağın üzerine onlardan bir parça kıl [bırak]. Sonra da onları çağır, koşa koşa sana gelecekler. Ve bil ki, Allah gerçekten çok güçlüdür, hüküm ve hikmet sahibidir.” (Bakara/260)

Dikkat edilirse, konumuz olan âyette “üç gece” olarak bildirilen konuşmama süresi, Âl-i İmrân sûresi'nde “gündüzler” denilmek sûretiyle “üç gün” olarak belirtilmiştir. Buradan da konuşamamanın üç gün üç gece süreceği anlaşılmaktadır. Çünkü Arap örfünde günler zikredilince, o günler geceleriyle beraber; geceler zikredilince de o geceler günleriyle beraber algılanır.

O [Zekeriyyâ], bunun üzerine mihrabdan kavminin/halkının karşısına çıkıp onlara, sabah-akşam [daima/her zaman] tesbîh etmelerini vahyetti [işaret etti]. (Meryem/11)

Âyette geçen mihrab sözcüğü, “karargâh, ibâdethane” demektir. Bu sözcükle burada Zekeriyyâ peygamberin mabetteki özel odası kastedilmiştir. Âyetteki, vahy sözcüğü ise, “işaret ile anlatma” anlamında olup bu sözcükle ilgili geniş açıklama Necm/10'un tahlilinde verilmiştir.[56]

Âyetteki sabah-akşam ifadesi, “daima, her zaman” anlamına gelmektedir. Bu ifadenin “bir sabah, bir akşam” demek olmadığı da Nass sûresi'nin tahlilinde açıklanmıştır.[57]

Âyette geçen tesbîh sözcüğü, “Rabbimizi arındırmak” demektir. Bu sözcükle ilgili geniş açıklamalar da Kaf/39-40 âyetlerinin tahlilinde mevcuttur.[58]

“Ey Yahyâ! Kitap'ı kuvvetle al!” O henüz sabî [çocuk] iken o'na yasa, tarafımızdan sevecenlik ve temizlik verdik. Ve o çok takvâlı davranan biriydi. Ve anne-babasına çok iyi davranandı. Ve o bir zorba ve bir isyankâr olmadı. Ve doğurulduğu gün ve öleceği gün ve yeniden diri olarak kaldırılacağı gün o'na selâm olsun! (Meryem/12-15)

Kur’ân'da Yahyâ peygamber ile ilgili olarak, buradaki ve Âl-i İmrân sûresi'ndeki âyetler dışında bir bilgi verilmemiştir.

Hristiyan kaynaklarındaki bilgiler ise şöyle özetlenebilir:

Luka İncîli'ne göre Yahyâ (a.s) , Îsâ'dan (a.s) 6 ay büyüktü ve anneleri kardeş çocukları idi. Kendisine 30 yaşında peygamberlik verilmişti. Yuhanna İncîli'ne göre Yahyâ (a.s) görevine Ürdün'de insanları Allah'a çağırmakla başladı. O şöyle derdi: “Ben, Rabbin yolunu düzeltin diye çölde çağıranın sesiyim.” (Yuhanna, 1:23)

Markos'a göre: “Yahyâ çölde vaftiz ederdi ve günahların bağışlanması için tevbe vaftizini o vaaz eylemişti. Bütün Yahûdi köylüleri ve bütün Kudüslüler o'na çıkıyorlardı ve günahlarını itiraf edip Erdin ırmağında o'nun tarafından vaftiz olunuyorlardı” (Markos, 1:4-5). Bu nedenle o John the Baptist [Vaftizci Yahyâ] olarak biliniyordu ve İsrâîloğulları o'nu bir peygamber olarak kabul ediyorlardı (Matta, 21:26). Îsâ (a.s), Yahyâ (a.s) hakkında şöyle demiştir: “Kadınlardan doğanlar arasında Vaftizci Yahyâ'dan daha büyüğü çıkmamıştır (Matta, 12:11). Yahyâ'nın devetüyünden elbiseleri ve belinde deriden kuşağı vardı. Yediği çekirge ve yaban balığı idi (Matta, 3:4). Yahyâ (a.s), “Tövbe edin, çünkü göklerin melekûtu [saltanatı] yakındır” derdi (Matta, 3:2). Bununla Hz. Îsâ'nın (a.s) peygamberlik görevine başlamasının yakınlaştığını ifade etmek istiyordu. Onunla ilgili Kur’ân da aynı şeyi tasdik etmektedir: “…o [Yahyâ] Allah'tan olan bir kelimeyi doğrulayacaktır” (Al-i İmrân 39). Bu nedenle o'na, Hz. Îsâ'nın “âyeti veya o'nun işareti” de denmiştir. Yahyâ insanları oruç tutmaya ve namaz kılmaya davet etmiştir (Matta, 9:14; Luka, 5:33, 11:1). O insanlara şöyle derdi: “İki gömleği olan hiç olmayana versin, yiyeceği olan kimse de böyle yapsın” (Luka, 3:11). İsrâîloğulları'ndan Ferisilerin ve Sadukilerin sapık âlimlerinin vaftiz için geldiklerini görünce onları azarlayarak şöyle demiştir: “Ey engerekler nesli, gelecek azaptan kaçmayı size kim gösterdi? İçinizden, ‘babamız İbrâhîm'dir’ diye gururlanmayın... Balta ağaçların kökü dibinde yatıyor. İyi meyve vermeyen bir ağaç kesilir ve ateşe atılır” (Matta, 3:7-10). Yahyâ'nın (a.s) insanları Hakka davet görevini ifa ettiği dönemin kralı Herod Antipas Roma Medeniyetinden o denli etkilenmişti ki, topraklarında günah ve kötülüğün serbestçe yayılmasına neden oluyordu. Herod, kardeşi Phileip'in karısı Herodias'ı meşru olmayan bir şekilde evine almıştı. Yahyâ (a.s) onu uyarıp işlediği bu günaha karşı sesini yükselttiğinde Herod o'nu yakalattı ve hapse gönderdi. Bununla birlikte Herod o'nun dindarlığına ve doğruluğuna saygı duyuyor ve o'nun halk arasında sahip olduğu saygınlığından korkuyordu. Bunun aksine Herodias, Yahyâ'nın halk arasında yaymaya çalıştığı ahlâkî duyarlılığın kendisi gibi kadınları hedef aldığını ve onları halkın gözünden düşürdüğünü düşünüyordu. Bu nedenle o'ndan nefret ediyor ve o'nu öldürmek istiyor, fakat buna güç yetiremiyordu. Bir müddet sonra önüne bir fırsat çıktı. Herod'un doğum gününde Herodias'ın kızı raksetti ve bu Herod'un o kadar hoşuna gitti ki, “Ne dilersen dile benden, her istediğini sana vereceğim” dedi. Kız, annesine, “Ne isteyeyim?” diye sordu. Annesi, “Vaftizci Yahyâ'nın başını iste!” dedi. Kız, krala gitti ve Vaftizci Yahyâ'nın başını bir tabak içinde istediğini söyledi. Herod bunu duyunca üzüldü, fakat sevdiği kızın bu isteğini reddedemedi. Yahyâ'yı (a.s) hapiste öldürttü ve başını bir tabak içinde rakseden kıza sundu. (Matta, 14:3-12; Markos, 6:17-29; Luka, 3:19-20)[59]

12. âyette hitap, muhataba yöneltilerek sanki muhatap Yahyâ peygambermiş ve o da o sırada oradaymış gibi “Yahyâ!” diye seslenilmiş ve böylece iltifat sanatı yapılmıştır. Bu hitap aynı zamanda Yahyâ peygamberin büyüdüğünü ve görevine başladığını anlatmaktadır.

Yahyâ peygamber ile ilgili olan bu âyet grubunda hem o'na sunulan nimetler hem de o'nun bazı özellikleri bildirilmektedir. Bu âyetlere göre, Yahyâ (a.s) “hikmet verilen, sevecenlik bahşedilen, arınık, çok takvâ sahibi, ana-babasına iyi davranan, zorba ve asi olmayan” bir kişidir. Âl-i İmrân/39'da belirtildiğine göre de, Allah'tan olan bir kelimeyi [Îsâ'yı] doğrulayan, bir önder, iffetli, iyi insanlardan biri ve bir peygamber'dir. Yüce Allah'ın, Ve doğurulduğu gün ve öleceği gün ve yeniden diri olarak kaldırılacağı gün o'na selâm olsun! şeklindeki ifadesi ise, Yahyâ peygamber için bir garanti belgesi hükmündedir. Böyle bir garantiye sahip olmak, dünya ve âhiret nimetlerinin en büyüğüdür. Sûrenin 33. âyetinde aynı garantinin Îsâ peygamber için de verildiği görülecektir. Bu ifadede yer alan yevm [gün] sözcüğü, burada “an” anlamındadır. Daha önce de belirttiğimiz gibi, Arapça'daki yevm [gün] sözcüğü, yerine göre “an”, yerine göre “gün” ve yerine göre de “devir” anlamlarında kullanılır.

Yahyâ peygambere verilen bu nimetler, babasının [Zekeriyyâ peygamberin] duasının kabul edildiğini ve kendisine istediklerinden daha fazlasının bağışlandığını göstermektedir.

Yahyâ peygamberin Allah'ın emri ile tutacağı kitabın, hangi kitap olduğuna gelince: Bu kitabın Tevrât olduğu söylenebileceği gibi, o'na indirilmiş özel bir kitap olduğu da düşünülebilir. Zira âyetteki, o'na hükm vermiştik ifadesi, bunu akla getirmektedir.[60]

Yahyâ'yı müjdeleyen melekler, haberci vahiylerdir. Meryem sûresi'nde açıklanmıştır.

Bu pasajda nakledilen Zekeriyyâ peygamberin duası, bizim için, özellikle çocuk beklentisi içinde olanlar için çok güzel bir örnektir: Rabbim! Bana katından temiz bir nesil ver. Şüphesiz Sen, duayı en iyi işitensin.

Bu konuya dair iki örnek dua daha:

Dedi ki: “Rabbim! Şüphesiz benim kemiğim zayıflayıp gevşedi ve başım ağarmış saçıyla alev gibi tutuştu. Sana dua etmekle de Rabbim, bedbaht olmadım. Ve gerçekten ben, arkamdan, mevâlimden [yakınlarımdan, amcaoğullarımdan] endişedeyim. Karım da kısırdır. Onun için katından bana, bana da mirasçı olacak, Ya‘kûb ailesine de mirasçı olacak bir velî [yakın/yardımcı] bağışla. Rabbim! Onu Sen rızanı kazanan biri kıl!” (Meryem/4-6)

Ve o kişiler [Rahmân'ın kulları], “Rabbimiz! Bize eşlerimizden ve nesillerimizden göz aydınlığı olacaklar ihsan et. Ve bizi muttakilere önder kıl!” derler. (Furkân/74)

42-43. Ve hani melekler, “Ey Meryem! Şüphesiz Allah seni seçti, seni tertemiz kıldı ve seni âlemlerin kadınlarına seçti. Ey Meryem! Rabbine saygılı ol, O'na boyun eğ ve rükû edenlerle [rükû eden erkeklerle] beraber rükû et!” demişlerdi.
Taner isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla