Tekil Mesaj gösterimi
Alt 25. April 2009, 10:02 PM   #2
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

TAHLİL:



1- Bu kitabın indirilmesi, Azîz ve Hakîm Allah’tandır.

Sure Kur’an’a dikkat çekerek başlamakta ve Kur’an’ın mutlak üstün, galip, yenilmez ve en iyi yasa koyan Allah tarafından indirildiği vurgulanmaktadır. Bununla Kur’an’ın bir beşer ürünü olmadığı vurgulanırken aynı zamanda onu indirenin yenilmezliğine ve yersiz iş yapmayışına da dikkat çekilmektedir. Dikkat çekilen bu niteliklerle hem O’na kimsenin engel olamayacağı, hem de Kur’an’ın içerisindeki yasaların insanlık için en iyi yasalar olduğu mesajı verilmektedir.
Hakîm sıfatı daha evvel Lokman suresinde Kur’an’ın sıfatı olarak kullanılmıştı. Burada ise Allah’ın sıfatı olarak yer almıştır. Ya Sin ve Lokman surelerinde “hikmetler içeren” anlamında “mef’ul/ edilgen” isim olarak yer almışken, burada “en iyi yasa koyan” anlamında “fail/etken” isim olarak kullanılmıştır.
Rabbimiz Kur’an’ı bizzat kendisinin indirdiğini, vahyettiğini değişik ayetlerde değişik sıfatlarla birçok kez ön plâna çıkarmıştır:

Ve şüphesiz ki bu [apaçık kitap], kesinlikle âlemlerin Rabbinin indirmesidir.
Onunla [apaçık kitapla], uyarıcılardan olasın diye apaçık bir Arapça lisan ile senin kalbine Emin Ruh [Güvenilir Can, sağlam bilgi] indi. (Şuara/192-195)

Şüphesiz zikir kendilerine geldiğinde onu inkâr eden kimseler, … Ve şüphesiz o [zikir], Hakiym ve Hamiyd tarafından indirilmedir. Önünden ve ardından [hiçbir tarafından] kendisine batılın gelmediği aziyz [yenilmez] bir kitaptır. (Fussılet/41, 42)

Arapça bir Kur'an [okuma], müjdeleyici ve uyarıcı olarak, bilen bir kavim için ayetleri detaylandırılmış/ayırılmış, Rahman Rahîm Allah’tan indirilmiş bir kitap! Buna rağmen onların çoğu yüz çevirmişlerdir. Artık onlar kulak vermezler. (Fussilet/2)

Hiç kuşkusuz Biz, o Zikr’i Biz indirdik Biz. Ve mutlaka Biz onun için koruyucularız. (Hıcr/9)

Kim doğru yolu bulursa sırf kendi iyiliği için doğru yolu bulmuştur. Kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapmış olur. Ve hiçbir yük taşıyıcı başkasının yükünü çekmez. Ve Biz bir peygamber göndermedikçe, azap ediciler olmadık. (İsra/105)

2- Şüphesiz ki Biz bu kitabı sana gerçekle indirdik. Öyleyse Dini sadece O’nun için arındırarak Allah’a kulluk et.
3- Dikkatli olun, halis din sadece Allah’a aittir. O’nun astlarından bir takım veliler edinenler: “Onlar [Allah’ın astlarından edindiğimiz veliler] bizi Allah’a daha fazla yaklaştırsın diye biz onlara tapıyoruz”. Şüphesiz kendilerinin ihtilaf edip durdukları şeylerde, onların arasında Allah hüküm verecektir. Şüphesiz Allah, yalancı ve çok nankörün ta kendisi olan kişilere kılavuzluk etmez.

Kur’an’ın Aziz ve Hakîm Allah tarafından indirilmiş olduğu açıklandıktan sonra Kur’an’ın içeriğine dikkat çekilmiş, din adına ne varsa hakk olan Kur’an kaynaklı olması istenmiştir. Sonra da din adına haktan uzak olan anlayış Allah’a yakınlaştırsınlar diye bir takım nesneleri veya kişileri evliya edinme inancı kınanmıştır.
Burada konu edilen, dine hiçbir şeyin karışmaması, Allah’tan geldiği gibi tertemiz olması, içinde Allah’ın koymadığı hiç bir inanç ve amelin bulunmamasıdır. Bu ayette bazılarının yorumladığı gibi “Riya”nın karşıtı olan “İhlâs”tan bahsedilmemektedir. Yani burada kişilerin tavrından değil, dinin mahiyetinden bahsedilmektedir. Kur’an bu konuya ciddî olarak değinmiştir:

De ki: “Ben kesinlikle dini yalnızca kendisine arındırarak Allah’a kulluk etmekle emrolundum. Ve bana Müslümanların ilki olmam için emir verildi.
De ki: “Şüphesiz Rabbime karşı gelirsem büyük günün azabından korkarım.
De ki, “Dinimi yalnız kendisine arındırarak Allah’a kulluk ediyorum. Buna rağmen siz O’nun astlarından dilediğinize kulluk yapınız. De ki: “Şüphesiz asıl kaybedenler, kıyamet gününde kendilerini ve ehillerini [ailelerini ve yakınlarını] kayba uğratanlardır.” Dikkatli olun, işte bu, apaçık bir kaybın ta kendisidir. Onların üstlerinden ateşten tabakalar, altlarından da tabakalar vardır. -İşte Allah, kullarını bununla korkutuyor: “Ey kullarım! Bana takvalı davranın.- (Zümer/11-16)

Öyleyse, inkârcılar hoşlanmasa da dini sadece kendisine ait kılarak Allah’a dua edin. (Mü’min/14)

O, diridir, ondan başka ilâh diye bir şey yoktur. Onun için dini sadece O’nun için arındıranlardan olarak O’na dua edin. Hamd/övgü yalnız âlemlerin Rabbi Allah’adır.” (Mü’min/65)

Oysaki onlara sadece dini yalnız Allah için arındıran kişiler halinde sadece Allah’a kulluk etmeleri, namazı ikame etmeleri, zekâtı vermeleri emredilmişti. Ve işte bu, doğru/eksiksiz/ aşınmaz dindir. (Beyine/5)

Ayette “Allah’ın astlarından edinilen veliler” ifadesi ile “ilâh edinilen canlı ve cansız nesneler” kastedilmiştir. Bunların başında İsa (as), Üzeyr ve melekler gelmektedir. Pek çok kimse güneşe, aya, yıldızlara taparken kimileri de Lat, Uzza, Menat, Hubel gibi nesneleri put edinmişlerdir. Buna benzer sapkınlıklar bugün de devam etmektedir. Öyle ki, bazı ideolojiler, bazı devlet büyükleri, bazı din adamları toplumlar tarafından ilah, mabut konumuna sokulmuştur.
İnsanların aracı ilahlar edinme sapkınlığı, onlarda bir takım görünmez güçlerin, fonksiyonların olduğuna, onların Allah’ın yakınları, hatırlı kulları olduğuna inanmalarından kaynaklanmaktadır. Bu nedenle, ihtiyaçlarını Allah’tan isterken kendileri ile Allah arasında bu sözde hatırlı varlıkları devreye sokarlar. Onların aracı olmasını, kendilerini Allah’a yaklaştırmasını isterler.
Allah’tan istekte bulunurken birini ara*cı koymak kişiyi şirke sokacak davranışlardandır. Gerçek mümin “Biz sadece sana kulluk eder ve sadece senden yardım isteriz” inancını korumak zorundadır. Allah’a dua ve kullukta araya birilerini sokmak hem Allah’ı takdir edememek, hem de Allah’a ait olmayan şeyleri dine katmak demektir. Duada aracı yapılan kişilerin Allah katında değeri olduğu kabulünün hiçbir aklî ve nakli delili yoktur. Allah, mahlûklarına kendilerinden daha yakın, kalplerinden geçenleri en iyi bilendir. Bu nedenle, ibadette bir aracıya ihtiyaç hissetmek halis din anlayışına tamamen aykırı bir davranıştır.

Kesinlikle, Biz kendi çevrenizde bulunan memleketleri helâk ettik. Ayetleri, onlar dönsünler diye tekrar tekrar açıkladık. Öyleyse Allah’ın astlarından güya O’na yakınlığa vesile edindikleri düzme tanrılar, onların azabını savmaya yardım etmeli değil miydi? Tersine o düzme tanrılar kendilerinden ayrılıp kayboldular. Bu, onların yalanlarıdır, uydurmakta oldukları şeydir. (Ahkaf/27, 28)

Şüphesiz ki, münafıklar Ateş’ten, en aşağı tabakadadırlar. Sen de onlara bir yardım edici bulamazsın.
Ancak dönenler, düzeltenler, Allah'a sıkıca sarılanlar ve dinlerini Allah için arıtan kimseler müstesna... İşte bunlar, müminlerle beraberdirler. Ve Allah, müminlere büyük bir ecir verecektir. (Nisa/145, 146)

De ki: “Ben ancak sizin gibi bir beşerim. Bana ilâhınızın ancak bir ilâh olduğu vahyolunuyor. Onun için her kim Rabbine kavuşmayı umuyorsa salih ameli işlesin ve Rabbine kullukta hiç kimseyi ortak etmesin.” (Kehf/110)


3. ayette konu edilen “veli” sözcüğü “yakın olan, yakın duran; yardım eden, yol gösteren, aydınlatan, koruyan” demektir. Bu sözcükle ilgili detay daha evvel A’raf suresinde verilmiştir. (Tebyinü’l Kur’an; c.2, s. 508-515)
Aynı ayette “Şüphesiz kendilerinin ihtilaf edip durdukları şeylerde, onların arasında Allah hüküm verecektir” buyrulmuştur. Bundan anlaşıldığına göre, Rabbimiz kıyamet gününde her şeyi apaçık ortaya koyacaktır. Bunu konumuz olan “Dini Allah’a has kılma” tavrı ile bağlantılandıracak olursak; şirk koşanlar ile onların ilâh ve rabb edindikleri ruhanî liderler, efendiler, büyükler veya insanî tanrılar hakkında hükmünü verecektir.

De ki: “Allah’ın astlarından yakarıp durduğunuz ortak koştuğunuz kimseleri gördünüz mü? Gösterin bana, yeryüzünden neyi yaratmışlardır? Ya da onlar için göklerde bir ortaklık mı var? Ya da Biz kendilerine bir kitap vermişiz de onlar, ondan bir delil üzerinde midirler?” Bilakis o zalimler, birbirlerine aldatmadan başka bir vaatte bulunmuyorlar. (Fatır/40)

Ve şu, inkâr eden kimseler, “Biz kesin olarak, bu Kur’an’a inanmayız, ondan öncekine de.” dediler. Sen o zulmedenleri, Rableri huzurunda tutuklanmış, sözü bazısının bazısına geri çevirdiğini bir görsen! Za’fa uğratılan kimseler, büyüklük taslayan kimselere, “Eğer sizler olmasaydınız, kesinlikle bizler mü'minler olurduk.” diyecekler.
Büyüklük taslayan kimseler, zayıf düşürülen kimselere: “Size kılavuz geldikten sonra, sizi ondan biz mi çevirdik? Bilakis, siz kendiniz suçlular oldunuz.” derler.
O zayıf düşürülen kimseler de o büyüklük taslayan kimselere: “Bilakis gecenin ve gündüzün tuzağı! Siz bize Allah’ı inkâr etmemizi ve O’na bir takım eşler kılmamızı emrediyordunuz.” derler. Bunlar azabı gördükleri zaman pişmanlıklarını gizleyeceklerdir. Biz de o küfretmiş olan kimselerin boyunlarına demir halkalar geçirmişizdir. Onlar sadece yapmış olduklarının karşılığını görüyorlar. (Sebe'/31-33)

Toplayın o zulmedenleri, eşlerini ve Allah’ın astlarından tapmış oldukları şeyleri. Sonra da onları cahimin [cehennemin] yoluna kılavuzlayın.
Ve durdurun onları; şüphesiz onlar sorguya çekilecekler: “Ne oldu sizlere de yardımlaşmıyorsunuz?” (Saffat/22-24)

İşte bunlar da sizinle birlikte atılırcasına giren bir gruptur. Onlara bir merhaba [rahat] yok. Şüphesiz onlar cehenneme sallandılar [atıldılar].
Derler ki: “Hayır, asıl size merhaba yok. Onu [cehennemi] önümüze siz getirdiniz. O ne kötü bir duraktır!”
Derler ki: “Rabbimiz! Bizim önümüze bunu kim getirdiyse onun ateşteki azabını kat kat arttır!”
Ve yine derler ki: “Kendilerini kötülerden saydığımız bir takım adamları niye göremiyoruz?
Biz onları alaya almıştık/aşağılamıştık. Yoksa gözler onlardan kaydı mı?”
Şüphesiz ki bu, ateş ehlinin birbiriyle tartışması/davalaşması gerçektir. (Sad/59-64)

Ve o gün O [Allah], onları hep birlikte toplayacak, sonra meleklere: “Şunlar mı size tapıyorlardı?” diyecektir.
Onlar: “Seni tenzih ederiz. Onlara karşı bizim velimiz Sensin. Bilakis onlar cinlere tapıyorlardı. Çoğu onlara inananlardı” dediler. (Sebe’/40, 41)

3. ayetin sonunda “Şüphesiz Allah, yalancı ve çok nankörün ta kendisi olan kişilere kılavuzluk etmez” buyrulmaktadır. Buradan anlaşılması gereken odur ki, Allah canının istediğini saptırıyor, canının istediğini de hidayete erdiriyor değildir. Tam tersine, bu ifade, “kim yalanda ve küfürde ısrar ederse, o kimse hidayetten mahrum kalır" mesajını vermektedir. Müşriklerin yalancılıkla nitelenmesinin nedeni, o putları kendi elleriyle yonttukları, üzerlerinde tasarrufta bulundukları ve değersiz, cansız nesneler olduklarını bildikleri halde onları ibadete müstahak ilahlar olarak tavsif etmiş olmalarıdır.
“Şüphesiz Allah, yalancı ve çok nankörün ta kendisi olan kişilere kılavuzluk etmez” ifadesiyle aynı zamanda müşriklere kötü duruma bizzat kendi yaptıkları yüzünden düştükleri mesajı verilmekte ve suçu Allah’a atma çabalarının kendilerinin uydurduğu bir şey olduğu açıklanmaktadır. Allah şirke, küfre ne izin vermiş, ne de razı olmuştur. Aksine bu tavırlara buğzetmiş ve onları bundan men etmiştir.

Biz cehennem yârânını hep melekler yaptık. Ve sayılarını da küfre sapanlar için bir imtihandan başka şey yapmadık. Ta ki, kendilerine kitap verilenler iyice ve apaçık bilsinler. İman etmiş olanların imanı artsın. Kendilerine kitap verilmiş olanlarla iman sahipleri kuşkuya düşmesin. Kalplerinde hastalık olanlarla küfre sapmış bulunanlar da “Allah bununla neyi örneklendirmek istiyor?” desinler. İşte böyle. Allah dilediğini/dileyeni saptırır, dilediğini/dileyeni de doğruya ve güzele kılavuzlar. Rabbinin ordularını ancak O bilir. Bu, beşer için bir öğüt verici ve düşündürücüden başka şey değildir. (Müddessir/31)

Ant olsun ki Biz her ümmete, “Allah’a ibadet edin ve putlara tapmaktan sakının.” diyen bir peygamber gönderdik. Allah, bu ümmetlerden bir kısmına hidayet etti, bir kısmına da sapıklık hak olmuştur. Şimdi yeryüzünde bir gezip dolaşın da bakın yalanlayanların sonu nasıl olmuş? (Nahl/36)

Ve Biz senden önce hiçbir elçi göndermedik ki, ona: “Gerçek şu ki Benden başka ilâh diye bir şey yoktur. Onun için bana ibadet edin” diye vahyetmiş olmayalım. (Enbiyâ/25)

Hidayetin [doğruya ulaşmanın] Allah’ın iradesine bağlı olduğu Kur’an’da birçok yerde konu edilmiştir. Allah’ın kudret sıfatı öne çıkarılarak Allah’ın dilediğini saptırdığı, dilediğini de doğru yola ilettiği birçok ayette dile getirilmiştir. Ancak dikkat edilirse bu ayetler rasgeleliği değil, bir seçimi [meşîeti/irâdeyi] ifade ederler.
“Meşiet” kavramını tüm boyutları ile incelememiş olanlar, saptırma ve hidayet konusunda yanılmakta ve “dalâlet ve hidayetin herhangi bir esasa ve kurala bağlı olmadığını, Allah’ın rasgele birilerini saptırdığını, kimilerini de rasgele hidayete erdirdiğini” ileri sürebilmektedirler. Oysa Allah’ın durup dururken bir kimseyi saptıracağını iddia etmek, Allah’a zulüm yakıştırmak olur ki, Allah hakkında böyle bir şey düşünülemez. Ayetlere doğru bakılırsa, Yüce Allah’ın saptırma ve hidayete erdirmeyi rasgele dilemediği açıkça görülür.
Bu konu detaylı olarak Tekvir suresinin sonunda (Tebyinü’l-Kur’an; c:1, s:180, 181) işlenmiş ve Kur’an ayetleri esas alınarak hem “Allah’ın hidayet edeceği kimseler” hem de “Allah’ın saptıracağı kimseler” maddeler halinde sıralanmıştı. Bu nedenle konuyu sadece hatırlatmakla yetiniyor, öneminden dolayı o bölümün tekrar okunmasını öneriyoruz.

4 - Eğer Allah bir çocuk edinmek isteseydi, kesinlikle yaratacağından, dileyeceğini seçecekti. O, bundan münezzehtir. O, bir tek, kahredici Allah'tır.

Bir önceki pasajda bazı akılsızların Allah’a yaklaştırmaları ve şefaat etmeleri umuduyla yalan yere bir takım ilahlar edindikleri anlatılıp bu sapkınlıkları kınanmıştı. Bu ayette de onlara “Eğer Allah bir çocuk edinmek isteseydi, kesinlikle yaratacağından, dileyeceğini seçecekti. O, bundan münezzehtir. O, bir tek, kahredici Allah'tır” denilerek bilgisizlikleri ve düşüncesizlikleri ortaya konmakta, dolayısıyla akıllarını başlarına almaları uyarısında bulunulmaktadır.
Bu tarz ifadenin amacı, Allah’ın çocuk edinebileceğini değil, edinmesinin söz konusu olmadığını, olamayacağını vurgulamaktır. Kur’an’da ifade tarzı bu ayete benzeyen başka ayetler de vardır.

Eğer Biz bir eğlence edinmek isteseydik, elbette onu kendi katımızdan edinirdik; eğer biz yapanlar olsaydık. (Enbiya/17)

Onlar “Rahman çocuk edindi” dediler. Hâşâ, bundan münezzehtir O. Onlar lütuflandırılmış kullardır. Onlar O’nun sözünün önüne geçemezler; onlar yalnız O’nun emriyle iş yaparlar. O, onların önündekini de arkalarındakini de bilir. O’nun hoşnutluk verdiklerinden başkasına da şefaat/yardım etmezler. Ve onlar O’nun haşyetinden titrerler. (Enbiya/26-28)

Kısaca Rabbimiz 2, 3 ve 4. ayetlerden oluşan bu paragrafta dua, ibadet, dini Allah’a has kılmak ve Allah’tan başkasını veli edinip onları aracı kılmak konularını açıklamış; Kendisinin çocuk edinmekten münezzeh olduğunu, böyle bir iddianın çirkin ve tehlikeli olduğunu bildirmiştir. Bu konunun şu ayetlerde de üzerinde durulmuştur:

De ki: “Eğer Rahman için bir çocuk olsaydı, o takdirde ben ibâdet edenlerin ilki ben olurdum."
Göklerin ve yerin Rabbi; arşın Rabbi onların niteledikleri şeylerden münezzehtir. (Zuhruf/81, 82)

Evet, din Allah’ındır. O’nun dine katkı yapacak, müdahale edecek ne çoluğu ne de çocuğu vardır:

İşte bu, hakk söze göre, hakkında ihtilâf edip durdukları Meryem oğlu İsa’dır.
Allah için çocuk edinmek diye bir şey yoktur. O, bundan münezzehtir. O, bir şeye hükmederse, ona sadece “ol” der, o da oluverir.
Sonra da kendi aralarından çıkan hizipler ihtilâfa düştüler. İşte o büyük günün meşhedinden [tanıklığından, duruşmasından] o kâfirlerin vay haline! (Meryem/34-37)

Ve onlar, “Rahman, çocuk edindi” dediler.
Ant olsun ki, siz çok çirkin bir şey söylediniz.
Az kalsın bundan; Rahman’a çocuk isnat ettiler diye gökler çatlayacak, yer yarılacak ve dağlar parçalanıp dağılacaktı.
Hâlbuki Rahman için çocuk edinmek yaraşmaz.
Göklerde ve yerde bulunan tüm herkes Rahman’a, yalnızca kul olarak gelecektir. (Meryem/88-93)

5 – O [Bir tek, Kahhar; Allah], gökleri ve yeri hak ile yarattı, geceyi gündüzün üstüne bürüyor, gündüzü de gecenin üstüne bürüyor. Güneşi ve ay'ı emre âmâde kılmıştır. Hepsi de adı konmuş bir ecele akıp gitmektedir. İyi bilin ki, O, çok güçlü ve çok bağışlayıcıdır.
6- O, sizi tek bir nefisten yarattı, sonra ondan eşini kıldı [yaptı]. Ve sizin için hayvanlardan sekiz eş indirdi. Sizi annelerinizin karınlarında üç karanlık içinde, yaratılıştan sonra bir yaratılışla yaratıyor. İşte bu, mülk [krallık, hâkimiyet] yalnız kendisinin olan Rabbiniz Allah’tır. O’ndan başka ilah diye bir şey yoktur. Öyleyse, nasıl oluyor da çevriliyorsunuz?

Rabbimiz çocuk edinmesinin söz konusu olmadığını, olamayacağını, bundan münezzeh olduğunu bildirip eşsiz ve kahhar olduğunu açıkladıktan sonra kendisini tanıtmaya devam etmiştir. 6. ayetin sonunda ise “öyleyse nasıl oluyor da çevriliyorsunuz?” diyerek birilerinin dümen suyunda giderek doğru yoldan ayrılıp akıl ve gerçek dışı inanca sahip olanları kınamaktadır.
5. ayetin sonundaki “İyi bilin ki, O, çok güçlü ve çok bağışlayıcıdır” ifadesinde Rabbimizin bazı sıfatları ön plana çıkarılmıştır. Kudretinin vurgulanması, Allah’a haşyet duymaya; affediciliğinin vurgulanması ise ümide, tövbeye ve af dilemeye teşvik etmektedir.
6. ayetteki “O, sizi tek bir nefisten yarattı, sonra ondan eşini kıldı [yaptı]” ifadesiyle açıkça ilk üremenin eşeysiz olarak başlatıldığı vurgulanmıştır. Bu vurguyu Kur’an’da birçok yerde görmekteyiz:

O, sizi bir candan yaratan ve ondan da kendisine ısınsın diye eşini yapandır. Ne zaman ki o, onu örtüp bürüdü, o zaman o hafif bir yük yüklendi. Ve bununla gidip geldi. Ne zamanki zevce ağırlaştı, o zaman onlar [o ikisi] Rablerine dua ettiler: “Eğer bize salih [bir çocuk] verirsen, ant olsun ki kesinlikle şükredenlerden olacağız.”
Ne zaman ki onlara [o ikisine] salih [bir çocuk] verdi, o ikisine verdiği şey hakkında O’nun için ortaklar kıldılar. Onların ortak koştuğu şeylerden Allah münezzehtir, yücedir. (A’raf/189, 190)

Mevcut meal ve tefsirlerin tümünde ilk insanın Âdem olduğu, Havva’nın ondan [kaburga kemiğinden] yaratıldığı, Âdem’in kaburga kemiklerinin Havva’nınkinden bir adet noksan olmasının da bundan kaynaklandığı ya açıkça yazmakta, ya da ima edilmektedir. Bu yorumların Kitab-ı Mukaddes’teki anlatımlara atfen yapıldığını söylemek mümkündür. Çünkü Zümer/6’nın ve Nisa/1’in lâfızlarında Âdem ve Havva diye birilerinden söz edilmediği gibi, bu ikisine ima yollu bir işaret dahi yapılmamaktadır.
Ayette önce cinsiyeti belirtilmeyen bir canlıdan bahsedilmekte, sonra da bu canlıdan onun eşinin yaratıldığı bildirilmektedir. Bu yaratılış tarzının bugünkü “klonlama”ya benzediği söylenebilir. Rabbimiz, insanın eşinin kendisinden yaratılmasının gerekçesini de göstermiş, bu yaratmanın ikisinin arasında bir sıcaklığın, yakınlığın, sevginin, sükûnetin [yatıştırmanın] doğması için olduğunu açıklamıştır. İnsanlar görünüm olarak erkek ve dişi olarak ayrılsalar da, yaratılışta tek canlıdan türedikleri için aynı özellikleri taşımaktadırlar. Bu da özde birbirlerinden farkları olmadıkları anlamına gelmektedir. Erkeklik ve dişilik farkına gelince; bu fark ilk yaratılışta değil, Nisa/1’den anlaşıldığına göre yaratılışın üçüncü aşamasından sonra oluşmuştur.

Ey insanlar! Sizi tek bir nefisten yaratan, ondan eşini yaratan ve her ikisinden birçok erkek ve kadın türetip-yayan Rabbinize takvalı davranın. Ve kendisiyle birbirinizle dilekleştiğiniz Allah'a ve akrabalığa takvalı davranın. Şüphesiz Allah, sizin üzerinizde gözeticidir. (Nisa/1)

SEKİZ EŞ İNDİRME
Ayette insanlara rızkı verenin Allah olduğu ve insanın herhalükarda Allah’a bağımlı olduğu hatırlatılarak “Ve sizin için hayvanlardan [çifte tırnaklı, ot obur, geviş getiren ve dört ayaklı hayvanlar] sekiz eş indirdi” buyrulmuştur. Burada konu edilen “en’amdan sekiz eş”in, En’am/143, 144’ün beyanı ile deve, sığır, koyun ve keçi olduğunu anlıyoruz. İndirme konusuna gelince; buradaki “ انزلenzele” fiili “vahy” indirmedeki gibi “ بbe” ve “ علىala” edatı ile gelmemiştir. Yani “yukarıdan inme, kalbe yerleştirme” anlamlarında kullanılmamıştır. O nedenle “Ve sizin için hayvanlardan sekiz eş indirdi” ifadesini aşağıdaki şekillerde tevil etmenin ve bu ayeti Hadid/25 ve A’raf/26 ile mukayese etmenin gereği yoktur:
a- Allah'ın hükmü, takdiri ve kaderi, Levh-i Mahfuz'da olacak her şey yazılı olduğu için, "gökten inme" ile ifade edilmiştir.
b- Her canlı hayatiyetini bitki ile sürdürür. Bitkiler de ancak su ve toprak ile hayatiyetlerini sürdürebilirler. Su ise esas olarak gökten iner. Bu itibarla, söz konusu hayvanlar da sanki gökten inmiş gibidir.
c- Allah Teâlâ bu hayvanları önce cennette yarattı, daha sonra yere indirdi. (Razi; el Mefatihu’l Gayb)
Burada “ انزل enzele” fiili “ ل ” edatı ile kullanılmıştır. Anlamı “sizin için indirdi” demektir. Bu da bu hayvanların zelil, emre amade kılındığını ifade etmektedir. Bu konu daha evvel Ya Sin suresinde şöyle yer almıştı:

Ve onlar görmediler mi ki: Biz şüphesiz onlar için ellerimizin [kudretimizin] meydana getirdiklerinden birtakım hayvanlar yarattık da onlar, onlara sahip bulunuyorlar.
Ve onları, kendileri için zelil kıldık da. Bu yüzden binekleri onlardandır. Onlardan yiyip duruyorlar da.
Ve onlarda daha birçok menfaatler ve içecekler var. Hâlâ şükretmeyecekler mi? (Ya Sin/71, 73)

Ayetteki “Sizi annelerinizin karınlarında üç karanlık içinde, yaratılıştan sonra bir yaratılışla yaratıyor” ifadesiyle de insanın yaratılış ve oluşturuluş aşamaları bildirilmektedir. Bu konu başka ayetlerde detaylıca verilmiştir.

“Ve ant olsun ki, biz insanı seçilmiş bir çamurdan yarattık. Sonra onu çok dayanıklı bir karargâhta bir nutfe yaptık. Sonra o nutfeyi bir embriyona dönüştürdük, sonra o embriyoyu bir et parçası haline getirdik, sonra o bir parça etten kemikler yarattık. Nihayet o kemiğe de bir et giydirdik. Sonra onu bir başka yaratılışta yeniden kurduk. O yaratıcıların en güzeli Allah’ın ne cömerttir. Sonra sizler, bunların ardından mutlaka öleceksiniz.” (Mü’minun/12-15)

Konuyla ilgili bir araştırma yazısını aşağıda naklediyoruz:
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla