Tekil Mesaj gösterimi
Alt 28. September 2008, 12:04 AM   #6
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

İbrahim; 31: İman eden kullarıma söyle: “Salâtı ikame etsinler, alış-veriş ve dostluğun olmadığı bir günün gelmesinden önce, kendilerini rızklandırdığımız şeylerden açık ve gizli olarak infakta bulunsunlar.”

Lokman; 33: Ey insanlar! Rabbinize takvalı davranın. Ve babanın çocuğuna hiçbir fayda vermediği, çocuğun da babasına hiçbir şeyle fayda sağlamadığı günden ürperin. Şüphesiz Allah’ın vaadi gerçektir. O hâlde basit yaşam sizi aldatmasın. Ve sakın o çok aldatıcı şeytan sizi Allah ile aldatmasın.

İsra; 15: Kim doğru yola gelirse sırf kendi iyiliği için gelir. Kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapar. Hiçbir günahkâr başkasının günah yükünü çekmez. Ve Biz bir Peygamber göndermedikçe, azap ediciler olmadık.
Zümer; 7: Eğer inkâr edecek olursanız, artık şüphesiz Allah size hiç bir ihtiyacı olmayandır ve O, kulları için küfre rıza göstermez. Ve eğer şükrederseniz, sizin (yararınız) için ondan razı olur. Hiçbir günahkâr (suçlu), bir başkasının günah yükünü yüklenmez. Sonra Rabbinize döndürüleceksiniz, böylece yaptıklarınızı size haber verecektir. Şüphesiz O, sinelerin özünde saklı olanı bilendir.

Necm; 38: Gerçek şu ki, hiçbir günahkâr bir başka günahkârın günahını çekmez.

Ayetteki “Şüphesiz sen ancak Rabblerine karşı gaybde haşyet duyan ve salâtı ikame edenleri uyarırsın.” ifadesi ile ilgili bilgi Yasin suresinin 11. ayetinin tahlilinde verildiği için bu konuya burada girmiyoruz.
Ayetteki “ kim arınırsa …” ifadesi ile arınmanın gereğine ve önemine dikkat çekilmiştir. Bu hususa daha evvel ilk inen surelerden A’la suresinde değinilmişti:

A’la; 14: Doğrusu kendini kurtarmıştır: Arınan kimse.

Tezekki (Arınmak)

تزكية Tezkiye” sözcüğü, “زكى zeka” sözcüğünden türemiştir. “زكى Zeka” da; “temizlik, paklık, artıp büyümek, feyiz ve bereket” demektir. Türkçede kullanılan “ذكى zeki, zekâ” sözcükleri ise, “peltek ze”, yani “ذ zel” harfi ile yazılır ve anlam itibariyle konumuz olan sözcükten farklıdır.
Buna göre “tezkiye”;
- sözlük anlamı olarak; “temizlemek, geliştirmek, feyizlendirmek, büyütmek ve temize çıkarmak”,
- kavram olarak; “nefsini temizlemek, onu şirk, günah, nifak (ikiyüzlülük), rics (pislik), cehalet, kötü duygular ve benzeri şeylerden temizlemek, ona itaati ve takvayı (sakınmayı) öğretmek” demektir.

Aynı zamanda Allah’ın bir emri ve bir ibadet eylemi olan “tezkiye” bu anlamda ise; “takvaya ulaşmak için gösterilen çaba, insanı Allah’tan uzaklaştıracak her şeyden kaçma, nefsi fücur (iman ve din örtüsünü yırtıp atmak) sayılan şeylerden alıkoymak için gösterilen gayret” demektir. “Zekât” sözcüğü de bu kökten gelmektedir.

19–22. Ayetler:

Kör ile gören, karanlıklar ile aydınlık ve gölge ile sıcaklık eşit olmaz.
Ölüler ve diriler de eşit olmaz. Şüphesiz Allah, her dilediğine / dileyene işittirir. Sen ise kabirlerdeki kişilere işittiren biri değilsin.

Bu ayetlerde zıt şeylerin kıyaslanması suretiyle iman, mümin ve cennetin; küfür, kâfir ve cehennemden daha iyi olduğu somut örneklerle anlatılmaktadır. Yapılan kıyaslamalarda; inanmışlar “gören” olarak, inanmayanlar “kör” olarak, cennet “gölgelik” olarak, cehennem “çöl sıcağı” olarak, iman “aydınlık” olarak, küfür “karanlıklar” olarak, mümin “diri” olarak, müşrik “ölü” olarak nitelenmiş ve bunların kesinlikle eşit olmadığı vurgulanmıştır.
İnananlar ile inanmayanların eşit olmadığı Kur’an’da birçok kez dile getirilmiştir:

Hud; 24: Bu iki grubun örneği, kör ve sağır ile gören ve işiten gibidir. Bunlar örnek olarak hiç eşit olurlar mı? Hâlâ düşünmeyecek misiniz / öğüt almayacak mısınız?

Bakara; 18: (Onlar) Sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık onlar dönmezler.

Bakara; 171: Ve şu kâfirlerin hâli, sadece bir çağırma veya bağırmadan başkasını işitmeyerek haykıranın hâline benzer; sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Bu yüzden akıl da etmezler.

En’âm; 39: Ve şu, ayetlerimizi yalanlayan kimseler, karanlıklar içindeki sağır ve dilsizlerdir. Her kim dilerse Allah onu şaşırtır, kim de dilerse onu doğru yol üzerine kılar.

Enfal; 22: Şüphesiz yeryüzünde dolaşan canlıların Allah katında en kötüsü şu aklını kullanmayan sağırlardır, dilsizlerdir.

22. ayetin sonundaki “Şüphesiz Allah, her dilediğine / dileyene işittirir. Sen ise kabirlerdeki kişilere işittiren biri değilsin.” ifadesiyle Rabbimiz, kâfirlerin imana gelmeyişlerini peygamberimizin başarısızlığı olarak görmediğini belirtmekte ve inançsızları mezardaki ölülere benzetmektedir. Kâfirlerin ölü olarak nitelendiği başka bir ayet daha vardır:

En’âm; 122: Ölü iken kendisini dirilttiğimiz ve insanlar içinde yürümesi için kendisine bir nur verdiğimiz kimsenin durumu, karanlıklarda kalıp oradan bir çıkış bulamayanın durumu gibi midir? İşte, kâfirlere yapmakta oldukları böyle süslü ve çekici gösterilmiştir.

23, 24. Ayetler:

Sen sadece bir uyarıcısın.
Şüphesiz Biz seni hakk ile bir müjdeci, bir uyarıcı olarak gönderdik (elçi yaptık). Her ümmetin de içinde bir uyarıcı mutlaka gelip geçmiştir.

İman-küfür ve mümin-kâfir mukayesesi yapıldıktan sonra bu ayetlerde peygamberimize yönelik bir teselli ifadesi yer almıştır. Teselli ayetlerinin art arda gelmesi, bu ayetlerin indiği dönemde peygamberimizin maddî-manevî pek çok sıkıntı içinde olduğunu göstermektedir. Burada peygamberimize denmektedir ki: “Senin vazifen sadece tebliğ etmek ve onları gerçeklerden haberdar etmektir. Daha fazlası değil. Şayet bir kimse, hidayeti kabul etmez ve dalâlet üzerinde bulunmakta ısrar ederse senin böyle kimseler karşısında bir sorumluluğun yoktur. Sen kör ve sağırlara anlatamazsın. Daha evvel de böylelerine birçok elçi göndermiştik.”

24. ayetteki “Her ümmetin de içinde bir uyarıcı mutlaka gelip geçmiştir.” ifadesinden; Rabbimizin insanların umursamazlıklarına rağmen rahmeti gereği peygamberler gönderdiği anlaşılmaktadır. Bu ifade de Kur’an’da birçok kez yer almıştır:

Ra’d; 7: Ve şu inkâr eden kimseler; “Rabbinden ona bir ayet indirilmeli değil miydi?” diyorlar. Sen ancak bir uyarıcısın. Ve her kavim için bir yol gösteren vardır.

Hicr; 10, 11: Hiç kuşkusuz senden önce ilk milletler arasında da elçi görevlendirdik.
Onlara hiçbir elçi gelmiyordu ki onu alaya almış olmasınlar.

Nahl; 36: Ant olsun ki Biz her ümmete, “Allah’a ibadet edin ve putlara tapmaktan sakının.” diyen bir peygamber gönderdik. Allah, bu ümmetlerden bir kısmına hidayet etti, bir kısmına da sapıklık hakk olmuştur. Şimdi yeryüzünde bir gezip dolaşın da bakın yalanlayanların sonu nasıl olmuş?

Şuara; 208: Ve Biz sadece içerisinde uyarıcıları olan kenti helâk ettik.

25, 26. ayetler:

Ve onlar seni yalanlıyorlarsa, hiç şüphesiz onlardan önceki kişiler de yalanlamışlardı; elçiler onlara apaçık delillerle, sahifelerle ve aydınlatıcı kitaplarla gelmişlerdi.
Sonra Ben o inkâr etmiş olan kişileri tutup yakaladım. Şimdi Beni inkâr etmek / benim azabım nasıl oldu?

Bu ayetler de yukarıdakiler gibi, bir taraftan peygamberimizi teselli ederken, diğer taraftan da yalanlayıcıları tehdit etmektedir: “Sen onlara, beyyine, açık delil ve kitabı getirdin. Ama onlar seni yalanlayıp sana eziyette bulundular. Senden önce başka elçiler de kendi toplumlarına aynı mesajları getirmişler ve o zamanki inançsızlar da elçilerine, yine bunların sana yaptıklarını yapmışlardı. Ama senden önceki elçiler, bu yalanlanmalara sabredip direndiler.”
Ayette “zübür (sahifeler)” sözcüğü ile “kitap” sözcüğü ayrı ayrı zikredilmiştir. Buna göre “zübür”; fazla hacmi olmayan kitap olarak düşünülebileceği gibi, sadece ahlakî öğütleri ihtiva eden vahyler, ya da ahlakî öğütler ile birlikte hikmet (toplumsal yasa; şeriat) içeren vahyler olarak da düşünülebilir.

27, 28. Ayetler:

Görmedin mi gerçekten Allah gökten bir su indirdi? Biz onunla renkleri başka başka meyveler / ürünler çıkarıverdik. Dağlardan da yollar var; beyazlı, kırmızılı çeşitli renklerde (renklerin değişik tonlarında). Ve kapkara topraklar / yollar da var.
İnsanlardan, diğer canlı varlıklardan ve davarlardan da böyle türlü türlü renkte olanlar vardır. Kulları arasında Allah’tan ancak bilginler haşyet ederler (derin hayranlık ve saygı duyup ondan uzaklaşmaktan korkarlar). Hiç şüphesiz Allah çok güçlüdür, çok bağışlayıcıdır.

Yukarıdaki 11–13. ayetlerdeki gibi burada da tekvinî ayetler gösterilerek Allah’ın hür iradesine ve sonsuz kudretine dikkat çekilmektedir.
27. ayette cansız varlıkların yaratılış farklılıklarına işaret ederek onların üzerinde tecelli etmiş irade ve kudretini gösteren Rabbimiz, 28. ayette de insanların ve diğer canlı varlıkların yaratılış farklılıklarını hatırlatarak gücünü dile getirmiştir. Yani; Allah gökten tek bir suyu, yağmuru yağdırmış, onunla sulanan toprakta çeşit çeşit, renk renk değişik tatlarda meyveler bitirmiştir. Yine Allah yeryüzünde değişik renklerde değişik toprak türleri ve madenler yaratmıştır. Böylece bitkilerin farklılarını meydana getiren de kendisidir. Tüm bunlar insan içindir. Ve bunu tek yapan Allah’tır. Öyleyse O bilinmelidir ve O’na kul olunmalıdır.
Burada genel hatlarıyla belirtilmiş olan tekvinî ayetler, ileride Nahl suresinde daha ayrıntılı olarak sayılacaktır. Tekvinî ayetlerin daha detaylandırıldığı ve bu ayetlerin tefsiri mahiyetinde olan bir diğer ayet de Ra’d suresinin 4. ayetidir:

Ra’d; 4: Ve yeryüzünde bir tek su ile sulanan birbirine komşu kıtalar var, üzümlerden bahçeler, ekinler, çatallı ve çatalsız hurmalıklar vardır. Ve Biz meyvelerin de onların bazısını bazısı üzerine fazlalıklı kılıyoruz. Şüphesiz aklını kullanan bir kavim için bunda bir takım deliller vardır.

Konumuz olan ayetlerde, akledenler için Allah’ın daha iyi tanınmasını sağlayan tekvinî ayetlerin gösterilmesinden sonra tartışılmaz gerçek vurgulanmıştır: “Kulları arasında Allah’tan ancak bilginler haşyet ederler (derin hayranlık ve saygı duyup ondan uzaklaşmaktan korkarlar).” Bu ifade, evrendeki mucizeleri (ayetleri) ancak bilgililerin fark edip Allah’a karşı haşyet duyacaklarını bildirmekte ve bunların (bilgililerin), diğer kullardan üstün olduklarına işaret etmektedir.

Haşyet

“ خشية Haşyet” sözcüğünün, basit korku anlamındaki “ خوف havf” sözcüğüyle eşanlamlı olarak Türkçeye çevrilmesi yanlıştır. “Haşyet”; bilgi, idrak neticesinde oluşan hayranlık ve saygının doğurduğu hasret kalma, uzak düşme korkusu olup, kesinlikle basit korku anlamına gelmez. Nitekim Ra’d suresinin 21. ayetinde her iki sözcük ayrı ayrı anlamlarda kullanılmıştır:

Ra’d; 21: Onlar, Allah’ın birleştirilmesini buyurduğunu birleştirirler, Rabblerine haşyet ederler ve hesabın kötülüğünden korkarlar.

Ayette ( و يخشون ربهم ve yehşevne rabbehüm) ibaresi “haşyet”i ( hayranlık ve saygı duyup ondan uzaklaşmaktan korkmayı), ( ويخافون yehâfüne) ibaresi ise basit, bildiğimiz “korku”yu ifade etmektedir.
Basit korku (havf) duygusu yaradılış özelliği olarak herkeste var olmasına rağmen “haşyet” herkeste olmaz. Basit korkuya (havf) kapılan kişi, korktuğundan uzak durmaya çalışır. Meselâ: Ateşten korkan ateşin yanına yaklaşmaz, hastalıktan korkan hasta olmamak için gerekli tedbirleri alır, cehennemden korkan isyan etmez, düşmanından korkan yada vahşî hayvandan korkan onlarla karşılaşmamaya, onlara yaklaşmamaya gayret eder. Ama haşyet sahibi öyle değildir. O, haşyet duyduğuyla hep yakın olmayı arzular. Ondan uzak kalmaktan korkar. Ona derin bir sevgi, saygı ve hayranlık duyar. Onun darılmaması, gücenmemesi için gayret eder. Daima kendisini ona sevdirmeye, beğendirmeye çalışır.
Haşyet, havf gibi yaradılıştan gelen bir duygu değildir. Haşyet duygusu sonradan oluşur. Bilgi ve idrake dayanır, bilgi ve idrak ile doğru orantılıdır. İnsan Allah`ın sıfatlarını yeterince kavrayamayan insan Allah’a karşı haşyet duymaz. Allah’ın sıfatlarının en iyi tanınması da O’nun evrendeki ayetlerini tanımakla mümkündür. Bir çobanla, bir fizik, kimya, biyoloji ve astronomi bilgininin Allah`’ duydukları haşyet aynı ölçüde değildir.

Varlıkların yaratılışındaki farklılıklar konusuna insanlar bakımından yaklaşıldığında özetle şunlar söylenebilir: Yüce Yaratıcı, yeryüzünde sorumluluk taşıyacak olan varlığın irade sahibi olması gerektiğinden, onu farklı özelliklerde ve zihniyetlerde yaratmıştır. Tüm bunlar, bu hikmetin arkasında Hakiym ve Azim bir plânlayıcının olduğunu göstermektedir. Bu muazzam nizamın ardında, bir plânlayıcının olduğunu ancak bir akılsız düşünemez.

29, 30. Ayetler:

Hiç şüphesiz şu, Allah’ın kitabını okuyan, namazı ikame eden ve kendilerini rızklandırdığımız şeylerden gizli ve açık olarak veren kimseler, O (Allah), mükâfatlarını kendilerine tastamam versin ve lütfundan kendilerine artırsın diye, kesinlikle batma ihtimali olmayan bir ticareti umarlar. Hiç şüphesiz O, çok bağışlayıcı ve karşılık vericidir.

Bu ayetlerde; müminlerin inançları gereği hangi amelleri sergiledikleri belirtilmiş, Yüce Allah’ın onlara bu yaptıklarının karşılığını tastamam, hatta daha da fazla olarak vereceği bildirilmiş ve ayrıca da onların bağışlanacağı ifade edilmiştir.

Nisa; 173: Sonra inanan ve salihatı işleyenlere gelince (Allah) onların ödüllerini tam verecek ve lütfundan onlara fazlalıklar da bağışlayacaktır. Kulluktan çekinip büyüklük taslayanlara gelince, onlara korkunç bir azapla azap edecektir. Böyleleri, kendileri Allah’ın astlarından bir Yakın Kimse ve bir yardımcı bulamazlar.

Nur; 37, 38: Öyle kimseler ki, ticaret ve alış veriş, Allah’ı anmaktan, namazı ikame etmekten ve zekât vermekten onları alıkoymaz. Onlar, kalplerin ve gözlerin ters döndüğü bir günden korkarlar.
Allah, kendilerine işledikleri amellerin en güzeli ile karşılık versin ve kendilerine lütfundan artırsın diye. Ve Allah, dilediği kişileri hesapsız rızklandırır.

İbadet ve Gizlilik

Müminlerin inançlarının gerektirdiği bir amel olan infak, ayette “gizli ve aşikâr” ifadesi ile nitelenmiş ve böylece bu güzel davranışın her ortamda yapılması teşvik edilmiştir. Yani, infak, uygun ortamda gizli -bu daha güzeldir-, gizli yapılması mümkün olmayan ortamda da açıktan yapılmalıdır. Burada “gizli” sözcüğü ile sadaka ve infakın, “aşikâr” sözcüğü ile de zekâtın kastedilmiş olduğu düşünülebilir. Çünkü zekât farzdır ve zekâtın riyası olmaz.

30. ayette müminlerin inanmaları ve salihatı işlemeleri “ticaret” sözcüğüyle ifade edilmiş ve Allah’a inanarak O’nun yolunda harcama yapan müminlerin durumu, elindeki sermayesini ticarete yatıran ve ümitle çalışarak ticaretinden kazanç uman bir tüccarın durumuna benzetilmiştir. Ancak, bu iki ticaret arasındaki fark da ayette vurgulanmış ve ticaret ehlinin yaptığı ticarette kazanç yanında zarar ve iflâs olası iken, müminin Allah ile yaptığı ticarette zarar diye bir şeyin söz konusu bile olmadığı belirtilmiştir. Yani müminler, Allah yolunda sarf ettikleri malın, vaktin ve meşakkatin karşılığını Allah katında fazlasıyla bulacaklardır.
İman ve amel için kullanılan “ticaret” sözcüğü, Kur’an’da bazen olumlu, bazen de olumsuz anlamda yer almıştır:

Tövbe; 111: Şüphesiz Allah, inananlardan canlarını ve mallarını Cennet karşılığında satın almıştır: Onlar, Allah yolunda savaşırlar; sonra öldürürler ve öldürülürler. Bu, Allah’ın Tevrat, İncil ve Kur’an’daki gerçek bir sözüdür. Ve sözünü, Allah’tan daha çok tutan kim vardır? Öyleyse, yaptığınız alışverişle sevinin. Ve işte bu büyük başarının ta kendisidir.

Saff; 10, 11: Ey inanmış olan kimseler! Size, sizi can yakıcı bir cezadan kurtaracak, kazançlı bir ticaret göstereyim mi?
Allah’a ve O’nun elçisine inanacaksınız; Allah yolunda canlarınızla, mallarınızla çaba harcayacaksınız. -İşte bu, eğer bilirseniz, sizin için daha iyidir.-

Bakara; 16: İşte onlar, hidayet karşılığında sapıklığı satın alan kimselerdir de onların ticaretleri kâr etmedi ve onlar doğru yolu bulamadılar.

30. ayetin sonundaki “Hiç şüphesiz O, çok bağışlayıcı ve karşılık vericidir.” ifadesi, Allah’ın, küçük hatalar yapan iyi kullarının bu hatalarını affedeceğini ve onların yaptıkları güzel davranışların da değerini arttıracağını anlatmaktadır.

31. Ayet:

Ve Bizim, Kitap’tan sana, kendisinden öncekileri doğrulayıcı olarak vahyettiğimiz şey, hakkın ta kendisidir. Şüphe yok ki Allah, kullarını hakkıyla bilen ve hakkıyla görendir.
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla