Konu: Şeriat
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 24. October 2011, 01:17 PM   #3
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

Hak ve Batıl Şeriatler-3

Allah batılla mücadele etmeyi insana görev olarak yüklemiştir. Bunun için hakkın tanıtılması önemlidir. Burada hak terimiyle ifade edilen şey ise doğruluktan başkası değildir. Onun için, bir insanın binci vazifesi doğrulukla eğriliğin, iyilikle kötülüğün ilmini bilmesi gerekir. Yoksa kötülük yaptığının farkına varmaz. Ekonomik kötülüklerin çoğu böyle bir bilgisizliktendir.

“Ki, hakkın hak olduğunu tanıtsın ve batılı büsbütün yok etsin, varsın o günahkârlar istemesin.”(Enfal–8)

“Sana da (ey Muhammed) geçmiş kitapları tasdik eden ve onları kollayıp koruyan Kitap’ı hak ile indirdik. Onların aralarında Allah'ın indirdiği ile hükmet. Onların arzu ve heveslerine uyarak, sana gelen haktan sapma. Biz, herbiriniz için bir şeriat ve minhac(sistem) belirledik. Eğer Allah dileseydi sizi tek bir ümmet yapardı, fakat size verdiklerinde sizi denemek istedi. Öyleyse iyiliklere koşun. Hepinizin dönüşü Allah'adır. O, ihtilafa düştüğünüz şeyleri size haber verir.”(Maide–48)

“Biz sana Kitabı hak olarak indirdik ki, insanlar arasında Allah'ın sana gösterdiği şekilde hüküm veresin. Sakın hainlerin savunucusu olma!”(Nisa–105)

Aşağıdaki ayette hak kavramı, layığını buldular anlamındadır.

“Hepsi de gönderilen peygamberleri yalanladılar da azabım böyle hak oldu.”(Sad–14)


Aşağıdaki ayetlerde ise, haksızlık etmek, adaletsizlik yapmak anlamındadır.

“Davud'un yanına giriverdiler de onlardan telaşa düştü. Ona "Korkma!" dediler, biz iki davacıyız. Birimiz, birimize haksızlık etti. Şimdi sen aramızda hak ile hüküm ver ve aşırı gitme de bizi doğru yolun ortasına çıkar.”(Sad–22)

“Ey Davud! Gerçekten biz seni yeryüzünde bir halife yaptık. Artık insanlar arasında hak ile hüküm ver. Keyfe, arzuya uyma ki, seni Allah yolundan saptırmasın. Çünkü Allah yolundan sapanlar, hesap gününü unuttukları için kendilerine çok şiddetli bir azab vardır.”(Sad–26)

Ahirete inanmayanlar ve gereği gibi inanmayanlar Kuran’daki bilimden mahrum edilirler. Çünkü onlar dünyaya, mala, mülke, hükmetmeye tutkun oldukları için zaten dinleseler de anlamaz ve anlamak istemezler.

“Bak senin için nasıl misaller verdiler de bu yüzden nasıl sapıklığa düştüler! Artık hak yolu bulmaya güçleri yetmez.”(Isra–48)

Batılı yok edecek olan iki şey vardır. Birisi Doğruluktur. İkincisi ise, hem doğruluk ve hem de doğrulukta kendisini sabit tutması için yüce Allah’a dua etmektir. Hak dinde doğruluk bu kadar önemlidir. Burada hak kavramı bize doğruluğu ifade eder. Çünkü bu ayetten sonra Kuran şöyle der:

“(Ey Muhammed!) De ki: " Hak geldi, batıl yok oldu. Elbette batıl yok olmaya mahkûmdur."(Isra–81)

Aşağıdaki ayette hak kavramı hakikatin, doğru bilgilerin açıklandığı bir kitap olduğunu anlatmak için kullanılmıştır.

“Biz bu Kur'an'ı hak olarak indirdik, O, bütün hakikatleri içinde toplayarak indi. Ey Peygamber! Biz seni ancak müjdeci ve uyarıcı olarak gönderdik.”(Isra–105)

Kuran’da “Hak din” deyimi bu ayette çok net olarak kullanılmıştır. Ayet hak din ve hak olmayan dinin iki önemli farkını açıkça ortaya koymuştur. Bunlardan birisi Allah’a şirksiz inanmak, diğeri ise Ahiret gününe inanmaktır. Yani dünyada yaptıkları kötülüklerin yanına kalmayacağını bilmek ve buna göre insan haklarına, hayvan haklarına ve cansız doğaya karşı haktanır yüksek ahlak ilkeleri dâhilinde hareket etmektir. Ahiret inancı önemli bir durumdur. Bu amentüyü okumak ve dille ikrar etmekten çok ötede bir şeydir. Gerek bireysel ve gerekse toplu faaliyetler sonucunda başkalarının haklarına açık veya ancak bilimin fark edebildiği gizli tecavüzler dahi varsa, bu kimse ahirete inananlardan olsa da “bihakkın” inanlardan değildir. Demek ki bu ikinci koşul, doğru bir sosyo ekonomi politik içinde bulunması gerekmektedir. Bunlar Allah’a inandıkları halde cimriliği(liberalizmi-Kapitalizmi) uygulayanlardır. Çünkü dinin tanımladığı cimrilik “Varyemez” değildir. O bir ferdiyetçidir. Kendisini, ailesini ve en fazla kendi hizbini düşünendir. Buna biz Liberalist deriz. Liberalist aynı zamanda kapitalist olduğu için cimridir. Çünkü Allah, ihtiyaç fazlasının derhal mağdur ve mahrumlar için infak edilmesini emrederken; kapitalizm, artanın infak edilmeyip sermayeye ekleyerek tekrar üretime sokulmasını emreder. İşte bu eylemin din literatüründeki ismi cimriliktir. Şöyle ki:

“Bunlar cimrilik eden ve insanlara da cimriliği tavsiye eden, Allah'ın kendilerine lütfünden verdiğini gizleyen kimselerdir. Biz, kâfirler için alçaltıcı bir azap hazırladık.”(Nisa–37)

Birde cahiliye kibrinden dolayı cömert desinler diye harcayanlar vardır ki, bunların harcamaları dini açıdan keremkarlık ve ihsan değildir. Gururlarını okşadığı ve gösteriş için harcarlar. Kaldı ki halkın sırtından kazandıklarını halka minnet altında verirler. Verdikçe daha çok sömürürler. Oysa hak dinde ihsan elinin emeğini topluma bırakmaktır. Cimrilik deyince ilk aklımıza gelecek olan ferdiyetçilik ve onun ekonomik sistemi kapitalizmdir. Çünkü bu sistemde servet ve sermayeyi toplumla paylaşmayıp elinde tutmak kuraldır. Hak din bu sisteme meyil edenleri ve insanları da buraya yönlendirenleri kınamaktadır. Sistem olarak bunu seçenler yönetici sınıftır. Bunların eylemi hem cimriliğe, hem de cimriliği tavsiye/emir eden, ona vasıta olanlardır. İşte bunlar azabın en şiddetlisine maruz kalacaklardır. Bu ise antikapitalist, antifeodal v.s sistemlerde mümkündür. Şöyle ki.

”Allah'a ve ahiret gününe inanmadıkları halde mallarını, insanlara gösteriş için sarfedenler de (ahirette azaba duçar olurlar). Şeytan bir kimseye arkadaş olursa, ne kötü bir arkadaştır o!”(Nisa 38)

”Allah'a ve ahiret gününe iman edip de Allah'ın kendilerine verdiğinden (onun rızası için)harcasalardı ne olurdu sanki! Allah onların durumunu hakkiyle bilmektedir”.(Nisa–39)

”Şüphe yok ki Allah zerre kadar haksızlık etmez. (Kulun yaptığı iş, eğer bir kötülük ise, onun cezasını adaletle verir.) İyilik olursa onu katlar (kat kat arttırır), kendinden de büyük mükâfat verir.”(Nisa–40)

Aşağıdaki ayetlerde ise, Müslüman milletin evrensel doğrulara göre ve hak din ilkelerine göre kendi kendilerini yönetmeleri hak olduğu, tâğut ve onun sosyal siyasetinden kaçınılması emredilmişken(Bakara–256/2), buna rağmen hem mütedeyyin olduklarını iddia ederlerken, tutup söyleyip eleştirdikleri yerli mevzuattan bin misli kötü olan tâğut’a milli egemenliği teslim edenler, yasaları onlara yaptıranlar şiddetle kınanmaktadır. Bunlar zamanımız da, Avrupa tâğutlarının Kopenhag kriterlerini ve benzeri yasalarını alarak parlamentolarında tasdik etmekle yetinenler ve kendi yargılarının üzerinde Avrupa ortak yargısını anayasaların üzerine çıkartanlardır. Oysa merhum Mustafa Kemal, tâğutlaşmamak ve onların peşine düşmemek için en önemli şer’i önlem olan devletçiliği ve ulusal ekonomiyi bakara 256/2 şartını yerine getirerek laikliği getirmişti. Bu hakka uygun bir düzenlemeydi. Bunlar ise, sureti haktan görünerek içlerindeki mülk fitnesinin gözlerini karatmasıyla batıl yolu yol edinmişlerdir. Bizden olan ülü-l emr Mustafa Kemaldi. Çünkü devletçilik ilkesiyle, Bakara 256/2 ayete uygun iş yapmıştı. Dini kullanarak dinin altını oyanlar asla bizden değildir.

”Ey iman edenler! Allah'a itaat edin. Peygamber'e ve sizden olan ülülemre (idarecilere) de itaat edin. Eğer bir hususta anlaşmazlığa düşerseniz Allah'a ve ahirete gerçekten inanıyorsanız onu Allah'a ve Resûl'e götürün (onların talimatına göre halledin); bu hem hayırlı, hem de netice bakımından daha güzeldir.”(Nisa–59)

”Sana indirilene ve senden önce indirilenlere inandıklarını ileri sürenleri görmedin mi? Tâğut'a inanmamaları kendilerine emrolunduğu halde, Tâğut'un önünde muhakemeleşmek istiyorlar. Hâlbuki şeytan onları büsbütün saptırmak istiyor.(Nisa–60)


Aşağıdaki ayet bize sureti haktan görünen ve milletin kendi dinini iyi tanımamasından yararlanarak iktidarı ele geçirenlerin mümin değil, münafık olduklarını bize bildirir. Zaten münafıklık ekonomik bir karakterdir. Dinin toplumcu niteliğini kabul etmeyenlerdir. Mülk kendilerine gerçekten fitne olmuştur da, hak dinin içini boşaltarak din edinmişlerdir. Bunları devletçilik, sosyalizm ve kollektivizm düşmanları olarak görür ve hemen tanırsınız. Deccal da, bunlar ve bunların müttefikleri arasından çıkar. Çünkü daha önce kaydettiğimiz bir hadis bize, Deccalı bilgisiz Müslümanların mümin zannettiklerini bize haber vermişti. Dış görünüşleri ve tavırları ile insanları aldatırlar. Burada şunu da öğrenmiş oluyoruz ki, batıl dinler zaten bellidir. Hem Allah inançları sakattır, hem de sosyo ekonomi politikleri egoizm ve cimrilik üzeredir. Diğerkâmlılıktan, devletçilikten hoşlanmazlar. Ama aslı ve orijinali hem ulûhiyette kıst, hem de insani ilişkilerde kıst içeren hak din olmasına rağmen, münafıkların içinin sosyo ekonomi politik yönden boşaltmalarıyla bu açıdan içleri batıllaşan(sonradan batıllaştırılan) dinler vardır. Burada açıklanan örnek bunlara ilişkindir.

”Onlara: Allah'ın indirdiğine (Kitap’a) ve Resûl'e gelin, denildiği zaman, münafıkların senden iyice uzaklaştıklarını görürsün.”(Nisa–61)

”Elleriyle yaptıkları yüzünden başlarına bir felâket gelince hemen, biz yalnızca iyilik etmek ve arayı bulmak istedik, diye yemin ederek sana nasıl gelirler!”(Nisa–62)

“Onlar Allah'ın, kalplerindekini bildiği kimselerdir; onlara aldırma, kendilerine öğüt ver ve onlara, kendileri hakkında tesirli söz söyle”(Nisa–63)

Allah kendi yoluna tarik dememiş, sebil demiştir. Bunun kavramsal anlamı ise insanlar için fayda veren şeylerin, ihtiyaç duyulan şeylerin özelleştirilmeyip, kamuya açık tutulmasıdır. Allah’ın hidayet edeceği kimseler, doğru imandan sonra ikinci sırada gelen toplumculuk ilkesinin başat hale gelmesi için mücadele ederler. Tâğutlaşanlar ve tâğuttan işlerini soranlar, onları işlerine hakem yapanlar ise ferdiyetçilik yolunda ittifaklar kurarlar. Toplumcu sistemlere karşı savaş halindedirler. Bunun tipik misali ise yakın tarihimizde, Kore savaşıdır, NATO’ya girmektir, tâğut’ların lideri A.B.D’den yana ittifaklar içinde olmaktır. Oysa NATO, pozitif zühd içeren hak şeraitin ve onun minhacı muttakiler kollektivizminin kökünü silahla kazımak için kurulmuş ve finans kapitalin(Ahır zaman Deccal’ının emrindeki bir şer gücüdür. Yine bir yemini Bânus(Kapitalist üretim tarzı ki, vergileri azaltılarak iltimas ve imtiyazlı hale getirilenlerin sistemi) olan Avrupa birliğine entegre olmaya çalışanlardır. Bunlar sebilin değil, egoizmin ve servetlerin bireylerde toplanmasının savaşını vermektedirler, içi boşaltılarak sonradan batıllaşan din ekonomi politikleri bunlardır, hak bir din iken, adalet ve merhametten soyutlanarak içi boşaltılan din türlerine verdimiz örnektir. Sema’ı(Allah’ın işittirmesiyle edinilen) dinlerin tümü başlangıçta hem iman, hem insani ilişkiler açısından dolu ve hak ilkeler üzere iken, sonradan liberalistleşerek içlerinin boşaltılması anlamında batıllaşmaları böyle olur. Diğer taraftan Sema’ı olmayan dinler, hevâsına uyan insanın başlangıçtan beri zaten batıl olan dinleri ile sonradan hayırdan uzaklaşarak adaletin pelin otuna çevrildiği dinlerin önemli ayrımı budur. Yani akletmeyen ve hevâlarını din edinenlerdir bunlar.

Saygılarımla
Galip Yetkin.

Konu galipyetkin tarafından (24. October 2011 Saat 01:23 PM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
hiiic (24. October 2011)