Tekil Mesaj gösterimi
Alt 28. March 2010, 12:55 AM   #6
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Selamun Aleykum! Değerli Canneylesin Kardeşim!

Alıntı:
canneylesin Nickli Üyeden Alıntı Mesajı göster
Burada Sayın Hakkı Yılmaz'ın tefekkür bahsinde anlattığı ham düşünce konusunu açmakta fayda görüyorum:

“Peki, onlar, yeryüzünde dolaşmadılar mı ki kendilerinin, kendisiyle akledecekleri kalpleri ve kendisiyle işitecekleri kulakları olsun. İşte, şüphe yok ki, gözler kör olmaz, fakat göğüslerin içindeki kalpler kör olur”(Hacc 46).

Bu ayet bize asıl akletmek faaliyetinin kalp ile olduğunu söylemektedir. Çoğumuz bu tip ayetlerin manevi anlamları olduğunu insanın kalbi ile akledemeceğini düşünür. Oysa ki bilimin gelişmesi ve ilerlemesi sayesinde manevi anlamı olduğu zannedilen bu ayetlerin aslında müteşabih oldukları ve bilimsel anlamda birebir doğruyu söylediklerinin açığa çıkacağını düşünüyorum.

Kalp günde oluşan yüzbinlerce düşünceden ve düşüncenin insana verdiği rahatsızlıklardan arınmış bir haldedir. Düşünce ise beş duyumuzla algıladığımız dış dünyaya beynimizin verdiği tepki ve bu tepki neticesinde sonuca ulaşmak için yürüttüğümüz beyin faaliyetidir. Bu anlamda Kur’an’da yer alan Adem kıssasına bakacak olursak Rabbimiz Adem’e “bu ağaca yaklaşma” demiştir. “Bu ağaca yaklaşma” emiri üzerine Adem’in beyninin verdiği tepki “benim sonsuzlaşmamı engellemek için bu ağaca yaklaşma” dedi, olmuştur. Beyninin verdiği bu tepkinin peşinden giden Adem Rabbinin yasakladığı şeyi yapmıştır. Akletmemiş, sorgulamamış düşüncelerinin arasında kaybolmuştur. Eğer Adem akletmiş olsaydı yani kalbinin sesini dinlemiş olsaydı ya da bir sorgulamaya yani tefekküre girişmiş olsaydı beyninin ürettiği bu ham düşünceden sakınabilirdi. Ama yapamadı.

Beyin her zaman ham düşünce mi üretir? Beynin elde ettiği her sonuç ham mıdır? Burada önemli olan nokta beyinle yapılan düşünme faaliyeti ile akletme faaliyeti arasındaki korelasyondur. Eğer sadece beyninizle düşünürseniz her zaman ham düşünceye ulaşırsınız. Düşünme faaliyeti isterse aylarca isterse yıllarca sürsün sonucunda ulaşacağınız sonuç ham olacaktır. Bu durumda olgunlaşmamış bir sonuca dayanarak yaptığınız eylem, dış dünyaya yansıttığınız davranış da yanlış olur. Ancak düşünme faaliyetinin içine akletme fonksiyonunu dahil edebilirseniz o taktirde ulaşacağınız sonuç gerçek bilgi olacaktır. Beynin ürettiği ham düşüncelerden kurtulmak için bir destekçimiz daha vardır. O da Kur’an ve bilimdir. Eğer düşüncelerimizin ürettiği ham sonuçlardan kurtulmak için aklederken özellikle Kur’an’dan ve bilimden yardım alırsak o taktirde gerçek bilgiye ulaşma ihtimalimiz çok daha fazla artar. Üç tane silahımız var; Akletme + Kur’an + Bilim. Eğer üçünü birden kullanabilirsek Rabbimizin ayetlerini daha rahat görebiliriz.

Peki ürettiğimiz şeyin ham düşünce olup olmadığını nereden bileceğiz? Ürettiğimiz şeyin ham düşünce olup olmaması eldeki sonucun bilimsel verilere uygunluğu ile ölçülür. Eldeki sonuç yaşadığımız çağda tüm dünyada kabul gören bilimsel verilere uygun ise ürettiğimiz şey doğrudur ham düşünce değildir. Burada önemli olan ulaştığımız sonucun doğru veya yanlış olmasıdır. Elimizde bize göre ne kadar somut veri ya da sonuç olursa olsun eğer ulaştığımız sonuç yanlış ise o düşünce hamdır.
Allah razı olsun.

"kalp" ile ilgili yapılan bir çalışmayı sizlerle paylaşmak istiyorum.

"Kalp" sözcüğü; "insanın ortası, özü" demektir. Bundan dolayı "yürek"e de "kalp" denmiştir. Araplar "yürek"i, düşünce ve tefekkürün merkezi olarak bildikleri için zamanla "akıl"a da "kalp" demeye başlamışlardır. "Akıl"ın "kalp" olarak isimlendirilmesi aslında "mahalliyet mecazı mürseli" sanatı olmasına rağmen, "akıl" ve "kalp" kelimeleri giderek eş anlamlı isimler olarak görülmüş ve böylece bu kullanım, doğru bir temele dayanıp dayanmadığına bakılmaksızın "kalp" ve "akıl sözcüklerinin geçtiği diğer dillerde de uygulama alanı bulmuştur. Bu sebepledir ki Kur`an`da kalp sözcüğü, kan pompalayan organ olarak değil aklın, düşüncenin, tüm zihinsel fonksiyonların merkezi olan "beyin" anlamında kullanılmıştır.

Gerçekten de tarihe bakarsak, ders almak, geçmiş olaylardan ibret almak, insanların hep birbirine tavsiye ettiği ve yapılmasının gerekli olduğuna inandığı bir yöntemdir. Ama kendisine geçmişten öğüt çıkarmak, ayette de işaret edildiği gibi, aslında kalbi (aklı) olan insanlar için söz konusudur. Kalbi (aklı) olmayan veya kalbi ölü olan (aklı çalışmayan) insan, öğüt, ibret alamaz. Kalbi (aklı) olan insan ise geçmişteki acı akıbetler konusunda son derece hassastır. Mezarlar ve örenler gibi etkileyici ve coşturucu yerler kalbi (aklı) olan insanı etkiler; duygularını coşturur, hatıralarını canlandırır, ona ilham kaynağı olur. Ama kalbi (aklı) olmayanlar, bu gibi yerler ve olaylar karşısında kör, sağır ve dilsizdirler:

Bakara;18: (Onlar) sağırdırlar, dilsizdirler, kördürler. Artık onlar dönmezler.

Münafikun; 4:Ve onları gördüğün zaman kalıpları senin hoşuna gider ve eğer konuşurlarsa sözlerine kulak verirsin. Onlar sanki dayanmış keresteler gibidirler. Her gürültüyü kendi aleyhlerine sanırlar. Onlar düşmandırlar, onlardan hemen sakın. Allah onları öldürmüştür! Nasıl da döndürülüyorlar?

A`râf; 179:Ant olsun ki, cinlerden ve insanlardan bir çoğunu cehennem için yarattık; onların kalpleri vardır, onlarla anlamazlar. Gözleri vardır, onlarla görmezler. Kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte bunlar dört ayaklı hayvanlar gibidirler. Hatta daha da sapıktırlar. İşte onlar da gafillerin ta kendileridir.

Furkan; 43, 44:Hevasını (kötü duygularını, tutkularını) kendisine tanrı edinen kişiyi gördün mü? Peki onun üzerine sen mi vekil oluyorsun?
Yoksa sen, onların çoğunun gerçekten (vahye kulak) vereceğini yahut akıllarını kullanacaklarını mı sanıyorsun? Gerçekte onlar hayvanlar gibidir, hatta yol bakımından daha sapıktırlar / şaşkındırlar (aşağıdırlar).

Kasas; 50:Buna rağmen eğer sana cevap vermezlerse, bil ki onlar, sırf heveslerine uymaktadırlar. Allah`tan bir yol gösterici olmaksızın kendi hevesine uyandan daha sapık / şaşkın (aşağı) kim olabilir? Kesinlikle Allah zalim kavme yol göstermez.

Ahkâf; 26:Ve ant olsun ki, Biz, sizi güçlü kılmadığımız şeylerde onları güçlü kılmıştık (size vermediğimiz imkânları onlara vermiştik). Onlara da kulaklar, gözler ve duygular kılmıştık (vermiştik). Buna rağmen kulakları, gözleri ve duyguları onlara hiçbir fayda sağlamadı. Çünkü onlar Allah`ın ayetlerini bile bile inkâr ediyorlardı. Alay etmekte oldukları şey de onları sarıp kuşatıverdi.

Kur`an, son derece manidar örneklerle anlattığı bu kâfirlerin hâlini, bağırıp çığıran ve kendi sesinden başka bir şey duymayan çobanın hâline benzetmiştir. Kuru gürültüyle hakk sözü bastırıp boğarak galip gelmeyi çok iyi bilip uygulayan kâfirler, Kur`an`a göre ancak sükûnet ve ciddiyetle dinleyerek anlaşılabilecek sözleri dinlemeye değer ve anlamlı bulmazlar. Onları kör, sağır, dilsiz ve yüreksiz olarak niteleyen Kur`an, bu kâfirlerin kıyamet günü de böyle kör, sağır ve dilsiz olarak haşredileceğini bildirmiştir (Bakara; 171 ve İsra; 97).

Allah`ın kalpleri mühürlemesi ve damgalaması:

Yukarıda söylediğimiz gibi bu konu, ilgili Kur`an ayetleri yardımı ile incelenecek ve Kur`an`dan öğrenilecektir. Ancak ayetlere geçmeden evvel, bu ayetlerle ilgili doğru değerlendirme yapılmasını sağlayacak iki özelliğin hatırlatılmasında yarar görüyoruz:
Birinci özellik; ayetlerde zikredilen kişilerin belirgin olmasıdır. Konumuz çerçevesinde aşağıda okuyacağımız ayetlerde "kalpleri, kulakları mühürlenen/ damgalanan, uyarının fayda vermeyeceği, inanmayacak olan "kâfirler"in hepsi ism-i mevsul denilen "الّذين ellezine" sözcüğüyle ifade edilmiş olup, muarrafattandır yani, peygamberimize işaret edilen belli, belirli kişilerdir. Dolayısıyla ayetlerdeki ifadelerin, bizim kâfir olarak bildiğimiz kimseler için kullanılması doğru değildir. Çünkü biz, çevremizde gördüğümüz kalpleri mühürlü, iman etmemiş olan insanların hiçbir zaman iman etmeyeceklerini ve kâfir olarak kalacaklarını bilemeyiz. Bunu ancak Allah bilebilir. Nitekim bu ayetlerde de iman etmeyecekleri Allah tarafından bilinen kişiler, bir lütuf olarak peygamberimize bildirilmiştir.

İkinci özellik; ayetlerin mucize özelliğidir. Aşağıda sunacağımız ayetler, Ebuleheb örneğinde olduğu gibi ömür boyu iman etmeyecek olanların, onlarla fazla oyalanmaması için peygamberimize bildirildiği, yani istikbalden (gelecekten) haber verildiği, bu sebeple de mucize özelliği arz eden ayetlerdir. Gerçekten de ayetlerde belirtilen bu kişiler akıllarını başlarına almamışlar, kalpleri mühürlü yaşamışlar ve cehennemlik olarak ölüp gitmişlerdir.
Kaynak:İşte Kur'an (Hakkı Yılmaz)

Kusursuzluk sadece Allah'a mahsusdur.
Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır.
Sevgi,saygı ve muhabbetle.
Allah'a emanet olunuz.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
elmuh (30. March 2010), sabaha_dogru (3. April 2010)