Tekil Mesaj gösterimi
Alt 15. August 2009, 02:38 PM   #4
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

BİR ÇİĞNEMLİK ET PARÇASI
Sonra o damlacığı, asılıp tutunana dönüştürdük. Sonra asılıp tutunanı bir çiğnemlik et haline getirdik.” (Müminun/14)
Kuran anne rahminde geçirdiğimiz asılıp tutunma [alaka] aşamasından sonra bir çiğnemlik et [mudga] aşamasını geçirdiğimizi söyleyerek bir mucize daha sergilemektedir. Gerçekten de anne rahmindeki embriyo hem ufaklığından, hem de kemiklerin daha ileride oluşacak olmasından ötürü bir çiğnemlik et görünümündedir. Ayrıca ilginçtir ki resimden de belli olacağı gibi embriyo, anne karnında geçirdiği belli bir aşamada üzerinde diş izleri varmış gibi bir şekle sahiptir. Bu yüzden Kuran'da "bir çiğnemlik et" aşaması geçirdiğimizin söylenmesi çok yerinde olan mucizevî bir anlatımdır.
"Bir çiğnemlik et" tabiri Hac/5’te "kısmen belli, kısmen belirsiz bir çiğnemlik et parçasından" yaratıldığımız söylenerek geçmektedir. Gerçekten de bu aşamada embriyo gözle görülecek kadar belli, detayların anlaşılamayacağı kadar belirsiz bir büyüklükte olduğundan, "kısmen belli, kısmen belirsiz" tabiriyle uyum içindedir. İnsanın baş, gövde, ayak, iç organlar gibi ayrı vücut bölümlerinden bir kısmı belli olmaya başladığı, bir kısmı ise belli olmadığı için de bu aşama için “kısmen belirli, kısmen belirsiz” tabirinin geçmesi çok uygundur.
Prof. Dr. Keith L. Moore Kuran'da "bir çiğnemlik et" diye bahsedilen dönem hakkında şunları söylemektedir: "Söz konusu ayetlerin ne demek istediğini, bu dönemdeki embriyoyu incelediğimiz zaman hayretle öğrendik. çünkü embriyo 28 günlükken üzerinde tespihimsi bir yapı meydana geliyor ve bunlar görünüş olarak aynı diş izlerine benziyordu. Bu dönemdeki embriyonun plastikten bir modelini yaptık ve onu çiğneyerek üzerinde diş izlerimizi bıraktık. Ortaya çıkan manzara incelediğimiz aşamadaki embriyoya olağanüstü derecede benziyor ve Kuran'ın insan embriyosundan neden bir çiğnemlik et olarak bahsettiğini çok güzel açıklıyordu."
GÜNÜ GELİNCE BİR ÇİĞNEMLİK ET
Tek bir hücre bölüne bölüne ayrı organları, farklı dokuları oluşturmaktadır. Yaratılışın bir aşamasında bir çiğnemlik et kadar olan varlığımız, günü gelince tüm organlarıyla, kaslarıyla, iskeletiyle, beyni, gözleri, kulakları ile insan olacaktır. Bir bu çiğnemlik et aşamasını, bir de vücudumuzdaki organların aldığı son hali düşünelim. Böylece Allah'ın kusursuz yaratışına bir kez daha tanık olabiliriz.
Gün gelecek bu bir çiğnemlik et, kalp olacaktır. O kalp ki bir günde ortalama 10.000 kez atar. Hem de hiç haberimiz olmadan, biz kalbi attırmak için hiçbir çaba sarf etmeden. Kalbe gelen kirli kan ile temiz kanlar birbirine karışmaz, kanın vücuda gerektiği gibi dağılımı mükemmel bir şekilde gerçekleşir. Kalbin kulakçıkları ve karıncıkları yaratılış harikalarıdır. Atar ve toplardamarlarla kanın organize çalışması sayfalarca yazıya konu olacak mükemmellikte ve kompleksliktedir.
Gün gelecek bu bir çiğnemlik et karaciğer olacaktır. O karaciğer ki 400'den fazla görevi vardır. Bu minik et parçası, Dünya'nın hiçbir laboratuarının beceremeyeceği üretimleri hiç şaşmadan, bizim haberimiz hiç olmadan, bizim için yapar...
Gün gelip de bu bir çiğnemlik et, vücudumuzu saran kaslar olacaktır. Yemek yemekten koşmaya, yürümeye, oturmaya, gülmeye kadar her hareketimiz kaslarımızın sayesindedir. Kaslar çok karmaşık ve büyük bir koordinasyon ağıyla çalışır. En basit hareket gibi gözüken gülme için bile on yedi kasın aynı anda çalışması gereklidir.
Beynimiz, ellerimiz, ayaklarımız, bağırsaklarımız, böbreklerimiz, solunum sistemimiz, kanımız... Hepsi başlangıçta bahsettiğimiz bu bir çiğnemlik et aşamasını geçirir. Ondan önce ise ancak mikroskopla gözükebilen bir damla su aşamasını ve diğer aşamaları geçirirler. Sonunda ise ciltlerle ansiklopediye anlatımının sığmayacağı mükemmel vücudumuz yaratılır. Kuran bizi tüm bunları incelemeye, bu yaratılışlar üzerinde düşünmeye davet etmektedir. Kuran'ın ibadetlerle ilgili ayetleri de önemli bir yere sahiptir ve bunlar üzerinde çokça tartışılmıştır. Oysa düşünme, akletme ile ilgili Kuran ayetleri, şekilsel ibadetlerle ilgili ayetlerden çok daha fazla sayıda olmalarına rağmen çok daha az düşünülmüş, çok daha az gündeme getirilmiştir.
Ey insan, o çok cömert Efendine karşı seni aldatan nedir?
O ki seni yarattı, sana bir düzen içinde biçim verdi ve uyumlu hale soktu.
Dilediği bir biçimde seni oluşturdu.” (İnfitar/6-8)
KEMİKLERİN OLUŞUMU VE ETLE KAPLANMALARI
“Sonra o damlacığı asılıp tutunan bir şeye dönüştürdük. Sonra asılıp tutunan şeyi, bir çiğnemlik et parçası haline getirdik. Sonra bir çiğnemlik et parçasını, kemik olarak yarattık. Sonra kemiğe et giydirdik.” (Müminun/14)
“... Kemiklere de bir bak. Nasıl yerli yerince düzenliyoruz onları ve sonra da onlara et giydiriyoruz.” (Bakara/259)
Tercümede geçen "bir çiğnemlik et" ifadesi, Arapça "mudga" kelimesinin karşılığıdır. Kemiğe giydirilen et vurgulanırken geçen "et" ifadesi ise ayette "lahm" kelimesi ile anlatılır. Bu deyim "taptaze et" gibi eti vurgular. Bu ayrımın altını çizmekte fayda vardır.
Embriyo başlangıçta kemiksiz bir çiğnemlik et formundadır. Embriyodaki kıkırdak doku, ayette söylendiği gibi sonradan kemikleşmeye başlar. Yine aynen ayetin söylediği gibi kemikleşme başladıktan daha sonra kas etleri oluşarak kemikleri sarar. Ayette geçen "lahm" kelimesi kas etleri için kullanılmaktadır. Kuran'da 1400 yıl önce haber verilen bu oluşum sırasından bilim çok yakın döneme dek habersizdi. Bu dönemde kemiklerin ve kasların beraber oluştuğu düşünülüyordu. Gelişmiş mikroskoplar ve anne karnının içine giren mikro kameralar, Kuran'ın haklılığını bir kez daha göstermiştir.
İSKELETİMİZİN MÜKEMMEL YARATILIŞI
Bakara Suresi'nden alıntıladığımız ayet, kemiklerin kasla sarılmasını vurgulamadan önce iskelet yapımıza dikkat çekmekte ve bu yapıyı incelememizi teşvik etmektedir. Bu ayeti okurken Allah'ın Kuran'da oluşturduğu bilimsel mucizeyle beraber, Allah'ın vücudumuzda oluşturduğu yaratılış mucizesini de kemiklerimiz bağlamında düşünelim.
Bir mühendislik harikası olan iskeletimiz, her biri ihtiyacımıza göre ölçülüp biçilmiş değişik boyutlarda 206 kemikten meydana gelir. İskeletimiz, eklemler ve bağlarla birbirine tutturulmuş; atlama, koşma, eğilme, oturma ve benzeri hareketler için ölçülerek, planlanarak inşa edilmiş bir kemik kuledir. Her hareketimizde iskeletimizi farkına varmadan, zorlanmadan kullanır, iskeletimizin hizmetimize verilmiş olması sayesinde günlük hayatımızı sürdürürüz. örneğin bu kitabın sayfalarını çevirirken kaç eklemimizi kullandığımıza dikkat edin: Omuz, dirsek, bilek ve parmak eklemlerimizin her birini nasıl da kolaylıkla, birbiriyle uyumlu bir şekilde kullanırız. Hem de iskeletimizi kullandığımızın hiç farkına varmadan…
Bu eşsiz mimari yapıya ister mühendis, ister doktor gözüyle bakınız, bu yapı karşısında bildiklerinizin ne kadar yetersiz kaldığını göreceksiniz. İskeletimiz vücuda dayanak oluşturur, organlarımızı mükemmel bir şekilde korur, sinir ve kas sistemlerinin bağlantısını sağlar ve vücudun hareketlerini gerçekleştirmesinde en önemli görevi üstlenir. İskeletimizin her parçası kendi farklı görevini mükemmel bir şekilde yerine getirir. Kafatası ve leğen kemiğinde olduğu gibi kemiklerin hareketinin sakıncalı olduğu yerlerde eklemler sabittir. Hareketin gerekli olduğu kalça veya omuz gibi yerlerde eklemler oynaktır. Boyun omurundaki kemikler, başın kendi ekseni etrafında 180 derece dönmesine imkân verecek şekilde yaratılmışlardır. Bu sayede aşağıyı, yukarıyı ve her iki yanımızı görmek için bütün vücudumuzu döndürmek gibi bir zahmete katlanmaksızın, sadece başımızı çevirmemiz yetmektedir. Akciğer ve kalp gibi organlarımıza yakın yerdeki kemikler bu organları koruyacak ve bu organların çalışmasını aksatmayacak şekilde yaratılmışlardır...
Bir betonarme binayı ayakta tutan kolon, kiriş ne ise, insanı ayakta tutan iskelet sistemi de odur. Ancak düşünen bir insanı hayrete düşürecek nokta, modern binalarda iskelet sistemi bina ağırlığının %6070'ini oluşturduğu halde, insan iskeletinin, toplam insan ağırlığının %15 kadarını oluşturmasıdır. Bu hafif iskeletin dayanma gücü ise çok yüksektir. Mesela uyluk kemiği dikey vaziyette bir ton ağırlığı kaldırabilecek kapasitededir. Kemiklerimizde sağlamlık ve esneklik mükemmel ölçülerle buluşturulmuştur...
İskeletimizin bir yağlanma sistemi vardır ki, sırf bu sistemin detayları sayfalara sığmaz. Vücudumuzdaki her bir eklem kendisi için gerekli özellikteki yağlarla düzenli olarak yağlanmaktadır. Her hareket ettiğimizde birbiri üstünde hareket eden, sürtünen omurların aşınmasının disk denen dayanıklı kıkırdaklarla önlenmiş olması da yaratılış planımızın ayrı bir bölümüdür.
İskeletin harika yaratılışının çok az bir kısmını anlattığımız bu bilgiler bile Bakara/259’da "Kemiklere de bir bak ..." denerek, niye gözlerimizin iskeletimize çevrildiğini göstermektedir. Bir çiğnemlik et, anne karnında kemiklere çevrilirken bu mükemmel yaratılış başlamaktadır. Daha sonra bu sistem kadar harika olan kas yapımız da yaratılacaktır.

Gerçekten de insanı karışımlı bir damla sudan yarattık. Onu deniyoruz. Bu yüzden onu işiten ve gören yaptık.” (İnsan/2)
Meni denen karışımın bir gün işitebilmesi ve görebilmesi, gülmesi ve ağlaması, düşünmesi ve anlaması, çeşitli eserler oluşturması ve sanatsal zevklerinin olması ne kadar da mükemmeldir! İnsana bu özelliklerin verilmesi ne büyük armağandır! Ayet, karışımlı bir damla suyun bir gün gelip de işitici ve görücü olduğunu söylerken, becerinin bir damla suda değil, onun Yaratıcısında olduğunu vurgulamaktadır. Ayetin önce işitmeyi, sonra görmeyi sayması da anlamlıdır. çünkü ceninde önce işitme organı kulak, sonra görme organı gözler oluşmaktadır. [Bir çok Kuran ayetinde "işitmeden ve görmeden" beraber bahsedilir. Bu ayetlerin hepsinde önce işitme, sonra görme geçmektedir. Hamileliğin 23. haftasında kulak gelişimini tamamlamıştır. Gözün hassas tabakası retina ise 25. haftada bile tam gelişmemiştir.] Ayetin önce işitmeyi, sonra görmeyi sayması bu noktaya işaret etmek için olabilir. Doğrusunu Allah bilir.
Allah her dişinin neye gebe olduğunu, rahimlerin neyi eksiltip, neyi arttırdığını bilir. O'nun katında her şey bir ölçü iledir.” (Rad/8)
(Kur’an Araştırmaları Grubu)
İnsan denen varlığın hepsi istisnasız bu program çerçevesinde dünyaya gelmiştir. İsa peygamber de ana rahmine farklı bir yöntemle ilkah edilmiştir ama o da nutfe, alaka ve diğer aşamaları geçirerek dünyaya gelmiştir.
Doğrusu Allah katında İsa’nın durumu, Âdem’in durumu gibidir; O, onu topraktan yarattı, sonra ona “ol!” dedi, o da oluverdi. (Al-i Imrân/59)
Yaratılışa ait programlar hatırlatıldıktan sonra “Sonra şüphesiz sizler, bunların ardından mutlaka öleceksiniz. Sonra şüphesiz siz, kıyamet gününde diriltileceksiniz” buyrularak peygamberler de dâhil her canlının mutlaka öleceği ve tüm insanların ahirette toplanacağı ihtar edilmektedir. İnsanın ölüme ve dirilmeye karşı koyma gücü yoktur. Ölümün ve ahıretin hak oluşu hem insanın acziyetini fark etmesini, hem de dünyadaki davranışlarının dengeli olmasını sağlar. Öldükten sonra dirilip yaptıklarının karşılığını göreceğine inanan kişiler, dünyadaki hayatlarını azmadan, şımarmadan, umutlu bir bekleyiş içinde geçirirler.
Her nefis [kimliği olan varlık] ölümü tadıcıdır. Ve fitne olmak üzere, sizi Biz, şer ve hayır ile belalandırırız. Ve siz yalnız Bize döndürüleceksiniz. (Enbiya/35)
Her nefis [[kimliği olan varlık] ölümü tadacaktır. Sonunda yalnızca bize döndürüleceksiniz. (Ankebût/57)
Şüphesiz sen ölüsün [öleceksin], şüphesiz onlar da ölülerdirler [öleceklerdir]. (Zümer/30)
O'nun, sizi bir topraktan yaratması da Kendisinin ayetlerindendir. Sonra da siz şimdi dağılıp- yayılan bir beşersiniz. (Rum/20)
Ki O, yarattığı her şeyi en güzel yapan ve insanı yaratmaya bir çamurdan başlayandır.
Sonra onun soyunu bir özden [sülale'den], basbayağı bir sudan yapmıştır. (Secde/7, 8)
De ki: "Yeryüzünde gezip dolaşın da, O’nun yaratmaya nasıl başladığına bir bakın. Sonra Allah, son yapıyı inşa edecektir. Şüphesiz Allah, her şeye güç yetirendir. (Ankebut/20)
Biz sizi hakir bir sudan yaratmadık mı?
Sonra onu belli bir ölçüye/vakte kadar sağlam bir yerin içinde tuttuk.
Demek ki Bizim gücümüz yetti. Ne güzel güç yetirenleriz Biz. (Mürselat/20- 23)
17 – Ve ant olsun ki Biz, sizin üstünüzde yedi yol yarattık. Ve Biz, yaratmaktan gafil değiliz.
18 – Ve Biz gökten bir ölçüde su indirdik de onu yeryüzünde durgunlaştırdık. Ve şüphesiz Biz, onu gidermeye de kesinlikle güç yetirenleriz.
19 – Sonra da Biz, onun sayesinde sizin için hurmadan ve üzümden bahçeler meydana getirdik. Bunlarda sizin için birçok meyveler vardır ve siz onlardan yersiniz.
20 – Ve Tûr-ı Sinâ'dan çıkan, yağ bitiren, yiyenlere katık olan bir ağaç meydana getirdik.
21, 22- En’amda [dört bacaklı, iki tırnaklı geviş getiren ve ot yiyen hayvanlarda] da sizin için kesinlikle bir ibret vardır. Onların karınlarındaki şeylerden size içiririz. Onlarda sizin için birtakım yararlar daha vardır. Ve siz, onlardan yersiniz, onların üzerinde ve gemilerin üzerinde taşınırsınız yüklenirsiniz.
Bu ayetlerde Rabbimiz, insanlara lütfettiği nimetleri sayıp dökmüştür. Bu nimetler daha evvel de birçok kez hatırlatılmıştı.
17. ayetteki “sizin üstünüzde yedi yol” ifadesi, semanın katmanlarını, uzayı ifade etmektedir. “Yedi” sayısı çokluktan kinaye olup “yedi gök” ifadesi Kur’an’da birçok kez yer almıştır:
O, yedi göğü, birbiri üzerine yaratandır. Rahman’ın yaratmasında bir çatlaklık- uygunsuzluk görmezsin. Haydi, gözünü döndür, bir bozukluk görüyor musun? Sonra gözünü iki kere daha döndür. Gözün, aciz olarak ve çok bitkin olduğu halde sana dönecektir. (Mülk/3)
Yedi gök, yeryüzü ve bunların içinde bulunanlar, Allah’ı tesbih ederler. O’nu hamd ile tesbih etmeyen hiçbir şey yoktur. Fakat siz, onların tesbihlerini iyi kavramıyorsunuz. Şüphesiz ki O, halimdir, çok bağışlayandır. (İsra/44)
Allah’ın yedi göğü tabakalar halinde nasıl yarattığını ve Ay’ı onların içinde bir ışık kıldığını, güneşi de bir lamba kıldığını görmediniz mi? (Nuh/15, 16)

Allah, yedi göğü ve yerden de onlar kadarını yaratandır Allah’ın her şeye kadir olduğunu ve Allah’ın bilgisinin, her şeyi kuşattığını bilesiniz diye buyruk bunlar arasında iner durur. (Talâk/12)
Ayetin sonundaki “Ve Biz, yaratmaktan gafil değiliz” ifadesiyle Rabbimiz yarattığı her şeyin Kendi kontrolünde olduğunu, her şeyin her halinden haberdar olduğunu ve her şeyin kayıt altında tutulduğunu bildirmiştir.
O [Allah], yere gireni ve ondan çıkanı; gökten ineni ve onda yükseleni bilir. Ve O, Rahîm’dir, Gafûr’dur. (Sebe/2)
O, gökleri ve yeri altı günde yaratan sonra arş üzerine istiva eden, yere gireni, ondan çıkanı, gökten ineni, ona çıkanı bilendir. Ve nerede olursanız olun O sizinle beraberdir. Ve Allah yaptıklarınızı görendir. (Hadid/4)
Gaybın anahtarları da yalnızca O’nun katındadır. O’ndan başka hiç kimse onları bilmez. Karada ve denizde olanları da bilir O. O bilmeksizin bir yaprak dahi düşmez. Yerin karanlıklarındaki bir tane, yaş ve kuru hiçbir şey yoktur ki apaçık bir kitapta bulunmasın. (En'âm/59)
18. ve 19. ayetlerde ise gökten belirli ölçüde su indirildiği ve bu suyun yeryüzünde durgunlaştırıldığı [depolandığı]; depolanan bu su sayesinde de meyvelerin ve sebzelerin yetişip insanların onlardan faydalandığı dikkatlere sunulmuştur.
Burada konu edilen “su”, evrende ilk yaratıldığı haliyle var olan ve yer ile gök arasında yok olmadan, eksilmeden dönüp duran su olabilir. Bu da büyük bir mucizedir.

Ve her şeyin hazineleri yalnız Bizim yanımızdadır. Ve Biz, onu ancak belli bir ölçü ile indiririz. (Hicr/21)
Rabbimiz suyu gökten ölçü ile indirmekte ve onunla hayatın idamesini sağlamaktadır. Bu konuya ait detay daha evvel verilmiştir. (Tebyinü’l Kur’an; c.2, s.269)
18. ayetin sonunda Rabbimiz “Ve şüphesiz Biz, onu gidermeye de kesinlikle güç yetirenleriz” buyurarak insanları tefekküre ve şükretmeye davet etmektedir.
De ki: "Gördünüz mü? Eğer suyunuz yerin dibine geçiriliverse, size kim bir pınar suyu getirebilir?" (Mülk/30)
20. ayette Rabbimiz insanlara lütfettiği zeytin ve zeytinyağına dikkat çekmektedir.

Daha evvel birkaç yerde açıkladığımız gibi, Tur-ı Sina, Şam [bugünkü Suriye, Filistin ve Ürdün toprakları] arazisindendir.
“Tûr” sözcüğü, Kur’an’da yer aldığı ayetlerde [Bakara/63, 93, Nisa/154, Meryem/52, Ta Ha/80, Müminun/20, Kasas/29, 46, Tur/1, Tin/2] Musa peygamberin vahiy aldığı özel dağın adı olarak kullanılmıştır Musa peygambere Allah tarafından ilk hitabın yapıldığı dağın adı olan “Tûr” sözcüğü, “Sina, Sena” gibi sözcüklerle birleştirildiğinde “Sina Dağı” anlamına gelmektedir. Bu konu ile ilgili detay Meryem Suresinin tahlilinde verilmiştir. (Tebyinü’l-Kur’an; c:3, s:506)
Ayette zeytin ağacına dikkat çekilirken zeytinin birçok bölgede yetişmesine rağmen “Tur Dağı”nda yetiştiğinin ifade edilmesi, o günün insanlarının Tur dağındaki zeytinliği iyi bilmelerinden ve zeytinciliğin ana yurdunun Tur dağı olduğunu kabul etmelerinden dolayıdır.
21, 22. ayetlerde Rabbimiz, en’amda [dört bacaklı, iki tırnaklı, geviş getiren ve ot yiyen hayvanlarda] insanlar için ibretlerin ve birçok faydanın olduğunu hatırlatmıştır. Bu husus En’am, Ya Sin ve Nahl surelerinde de detaylı olarak yer almıştı. Burada ilgili ayetleri hatırlatıyoruz:
Hayvanları O yaratmıştır. Onlarda sizi ısıtacak şeyler ve birçok faydalar vardır. Siz onlardan bir kısmını da yersiniz. (Nahl/5)
Ve onlar [hayvanlar], ancak canınızın bir parçası tükenerek ulaşabileceğiniz bir memlekete yüklerinizi taşırlar. Şüphesiz sizin Rabbiniz, kesinlikle çok şefkatlidir, çok merhametlidir. (Nahl/7)

Şüphesiz sizin için en’amda [keçi, koyun, deve sığırda] da size bir ibret vardır. Biz, size Onların karnındaki dışkı ile kan arasındaki şeylerden içenlerin boğazından kolaylıkla geçen halis süt içiriyoruz. (Nahl/66)
Ve Allah size evlerinizden bir huzur ve dinlenme kıldı. Ve hayvanların derilerinden yolculuk ve konaklama günlerinizde evler ve yünlerinden, yapağılarından ve kıllarından bir süreye kadar, döşeme eşyası ve kazanç kıldı. (Nahl/80)
Allah, onlardan bir kısmına binesiniz diye sizin için hayvanları kılandır [yaratan, ayarlayandır]. Onların bir kısmından da yiyorsunuz. Ve sizin için onlarda daha nice menfaatler vardır. Ve [Allah] Onların üzerinde gönüllerinizdeki bir arzuya erersiniz diye [hayvanları kılandır [yaratandır, ayarlayandır]]. Ve siz, onlar üzerinde ve gemiler üzerinde taşınırsınız. (Mü’min/79, 80)
Ve onlar görmediler mi ki: Biz şüphesiz onlar için ellerimizin [kudretimizin] meydana getirdiklerinden birtakım hayvanlar yarattık da onlar, onlara sahip bulunuyorlar.
Ve onları, kendileri için zelil kıldık da. Bu yüzden binekleri onlardandır. Onlardan yiyip duruyorlar da.
Ve onlarda daha birçok menfaatler ve içecekler var. Hâlâ şükretmeyecekler mi? (Ya Sin/71- 73)
23 - Ant olsun ki Biz, Nûh’u kavmine elçi gönderdik de o, “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin için O’ndan başka ilah yoktur. Hâlâ takvalı davranmayacak mısınız?” dedi.
24, 25 - Bunun üzerine, kavminden kâfir ileri gelenler “Bu, sizin gibi bir beşerden başka bir şey değildir. Size fazlalık sağlamak istiyor. Eğer Allah isteseydi, kesinlikle melekleri indirirdi. Biz evvelki atalarımızda bunu duymadık. Bu, yalnızca kendisinde delilik bulunan bir adamdır. Öyle ise, bir süreye kadar onu umutla bekleyin” dediler.
26 – O [Nuh]: “Rabbim! Beni yalanlamalarına karşı bana yardım et!” dedi.
27 -29 - Bunun üzerine Biz ona: “Bizim gözetimimiz ve vahyimiz ile gemiyi yap. Sonra Bizim emrimiz gelip de tandır kaynayınca, her cinsten eşler halinde iki tane ve bir de onlardan, daha önce kendisi aleyhinde Söz geçmiş olanların dışındaki ehlini [aileni, yakınlarını, inananlarını] gemiye sok. Zulmetmiş olanlar konusunda bana başvurma. Şüphesiz onlar boğulmuşlardır. Sonra sen ve beraberindeki kişiler gemiye yerleştiğinde de: ‘Hamd bizi zalimler topluluğundan kurtaran Allah içindir’ de! Ve: ‘Rabbim! Beni bolluk olan bir yere indir/bana bolca ikramda bulun. Sen, indirenlerin/ikramda bulunanların en iyisisin’ de” diye vahyettik.
30 - Şüphesiz bunda kesinlikle birtakım ayetler vardır. Ve biz, kesinlikle belalandıranlarız [sınayanlarız].
Rabbimiz insanlara verdiği nimetleri sayarken 22. ayette “ve gemilerin üzerinde taşınırsınız, yüklenirsiniz” diyerek insanın sudan yararlanma akıl ve yetisine de değinmişti. Buna örnek olarak bu pasajda Rabbimiz Nuh peygamberi gündeme getirmiş ve onunla ilgili özet bir açıklama yapmıştır.
Nuh peygamber ile ilgili geçmiş surelerde çok uzun açıklamalar yer almıştı:

And olsun ki Biz, Nuh’u kavmine elçi gönderdik de o, “Ey kavmim! Allah'a kulluk edin, sizin için O'ndan başka bir ilâh yoktur. Cidden ben, aleyhinize olan üstünüze gelecek büyük bir günün [din gününün] azabından korkuyorum” dedi.
Kavminin ileri gelenleri, “Biz seni apaçık bir sapıklık içinde görüyoruz” dediler.
(Nuh) dedi ki: “Ey kavmim! Bende herhangi bir sapıklık yoktur. Velâkin ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim. Size Rabbimin gönderdiği gerçekleri tebliğ ediyorum, size öğüt veriyorum ve Allah tarafından, sizin bilmediğiniz şeyleri biliyorum. Takvaya sahip olmanız ve rahmete nail olabilmeniz için, içinizden sizi uyaracak bir kişiye, bir zikir [öğüt, kitap] gelmesine şaştınız mı?”
Bunun üzerine o'nu yalanladılar, Biz de o'nu ve o'nunla beraber gemide bulunanları kurtardık, ayetlerimizi yalanlayanları da boğduk! Gerçekten onlar, kör bir kavim [topluluk] idiler. (A’raf/59 -64)
Bir de onlara Nuh'un önemli haberlerini oku: Hani o kavmine: “Ey kavmim, eğer benim aranızda duruşum/ size karşı çıkışım ve Allah'ın ayetleriyle öğüt verişim size ağır geliyorsa, şunu bilin ki, ben yalnızca Allah'a tevekkül etmişimdir. Artık siz ve ortaklarınız her ne yapacaksanız toplanıp bütün gücünüzle karar veriniz. Sonra bu işiniz size dert olmasın. Sonra bana gerçekleştirin, bana mühlet de vermeyin. Sonra da eğer yüz çevirirseniz; zaten ben sizden bir ücret istemedim! Benim ücretim sadece Allah’ın üzerinedir. Ve ben müslümanlardan olmakla emrolundum” demişti.
Buna rağmen yine de onu yalanladılar. Biz de onu ve gemide kendisiyle beraber olanları kurtardık. Ve onları halifeler yaptık. Ayetlerimizi inkâr edenleri de suda boğduk. O uyarılanların akıbetinin nasıl olduğuna bir bakıver. (Yunus/71 -73)
Ve ant olsun ki, Nuh’u da kavmine elçi olarak gönderdik: “Gerçekten ben sizin için apaçık bir uyarıcıyım. Allah’tan başkasına ibadet etmeyiniz! Ben, sizin hakkınızda acı bir günün azabından korkarım.”
Buna karşılık, kavminin küfretmiş olanlarının ileri gelenleri: “Biz seni sadece bizim gibi bir beşer [sıradan bir insan] olarak görüyoruz. Sana sığ görüşlü aşağı tabakalarımızdan [ayak takımımızdan] başkasının uyduğunu görmüyoruz. Sizin bizim aleyhimize bir fazlalığınızı da görmüyoruz. Bilakis biz sizi yalancılar sanıyoruz” dediler.
O [Nuh], dedi ki: “Ey kavmim! Gördünüz mü [hiç düşündünüz mü], ben Rabbimden apaçık bir delil üzere isem ve O, bana kendi tarafından bir rahmet bahşetmiş de bu size saklı tutulmuşsa?! -Biz, siz ondan hoşlanmadığınız hâlde sizi ona zorlar mıyız?”-
Ve “Ey kavmim! Ben sizden herhangi bir mal istemiyorum. Benim ücretim ancak Allah’a aittir. Ve ben iman edenleri kovacak değilim. Onlar elbette Rabblerine kavuşacaklar. Velâkin ben sizi cahillik eden bir kavim olarak görüyorum.”
Ve “Ey kavmim, ben onları kovarsam, Allah’a karşı bana kim yardım edecek? Peki, siz hiç düşünmez misiniz?
Ve ben size ‘Allah’ın hazineleri benim yanımdadır’ demiyorum. Ve ben gaybı bilmem. Ben size ‘Ben bir meleğim’ de demiyorum. O sizin kendinize göre, hor gördükleriniz hakkında ‘Allah onlara hiçbir hayır vermez’ de demiyorum. Allah, onların içlerindekini, en iyi bilendir. İşte asıl o zaman ben kesinlikle zalimlerden olurum.”
Onlar dediler ki: “Ey Nuh! Bizimle mücadele ettin [didişip durdun] de mücadelemizi çoğalttın. Haydi artık doğrulardan isen, bizi tehdit ettiğin şu azabı bize getir!”
O [Nuh]: “Onu size ancak dilerse Allah getirir. Ve siz O’nu âciz bırakanlar değilsiniz. Ben size öğüt vermek istemiş olsam da, eğer Allah sizi azdırmayı murat ediyorsa, benim öğüdüm size bir fayda vermez. O, sizin Rabbinizdir ve yalnızca O’na döndürüleceksiniz” dedi.
Ya da “Onu uydurdu” diyorlar. De ki: “Eğer onu ben uydurdum ise suçu [vebali] benim üzerimedir. Bense sizin işlediğiniz suçlardan uzağım.”
Ve Nuh’a vahyolundu: “Kesinlikle kavminden iman etmiş olanlardan başka artık kimse iman etmeyecektir. Onun için onların yaptıkları şeylere üzülme. Ve Bizim gözetimimiz altında ve vahyimize göre gemiyi yap. Zulüm yapan kimseler hakkında da Bana hitapta bulunma. Kesinlikle onlar suda boğulmuşlardır [boğulacaklardır].”
Ve o, gemiyi yapıyordu, kavminden bazı ileri gelenler, ona her uğrayışta onunla alay ediyorlardı. O [Nuh] dedi ki: “Bizimle alay ediyorsunuz, biz de sizinle tıpkı bizimle alay ettiğiniz gibi alay edeceğiz. -Artık o aşağılatıcı azabın kime geleceğini ve o sürekli azabın kimin üstüne ineceğini ileride bileceksiniz.-
Nihayet emrimiz geldiği ve fırın/ tandır kaynadığı zaman Biz dedik ki: “Her cinsten birer çifti ve aleyhlerinde hüküm verilmiş olanların dışında aileni ve iman etmiş olanları onun içine yükle.” —Zaten onunla birlikte çok azından başkası iman etmemişti.-
Ve o [Nuh] dedi ki: “İçerisine binin, onun akışı da duruşu da Allah adınadır. Kesinlikle Rabbim gerçekten çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.”
Ve o [gemi] onlarla, dağlar gibi dalgalar içinde akıp gidiyordu. Ve Nuh ayrı bir yere çekilmiş olan oğluna seslendi: “Yavrucuğum, bizimle beraber bin, kâfirlerle beraber olma!”
O [Nuh’un oğlu], dedi ki: “Ben, kendimi sudan koruyacak bir dağa sığınacağım.” O [Nuh]; “Bugün O’nun [Allah’ın] merhamet ettiğinden başkasını, Allah’ın bu emrinden koruyacak kimse yoktur” dedi. Ve dalga aralarına girdi. O da suda boğulanlardan oluverdi.
Ve “Ey yeryüzü suyunu yut! Ey gökyüzü sen de tut!” denildi. Sular da çekildi. Emir de yerine gelmiş oldu. Gemi de Cudi üzerine oturdu. Ve o zalim kavme, “Uzak olun! [kahrolun!]” denildi.
Ve Nuh Rabbine seslenip de dedi ki: “Rabbim! Oğlum benim ehlimdendi. Senin vaadin de elbette haktır. Ve Sen hâkimlerin en hâkimisin.”
O [Allah]: “Ey Nuh! Şüphesiz o senin ehlinden değildir. Şüphesiz o, salih olmayan bir iştir/ o, salih olmayan bir iş işlemiştir. Hakkında bilgin olmayan bir şeyi Benden isteme! Şüphesiz Ben, seni, cahillerden olmaktan sakındırırım” dedi.
O [Nuh]; “Ey Rabbim! Ben hakkında bilgim olmayan bir şeyi istemiş olmaktan dolayı sana sığınırım. Ve eğer Sen beni bağışlamazsan, bana merhamet etmezsen ben hüsrana uğrayanlardan olurum” dedi.
Denildi ki: “Ey Nuh! Bizden bir selâm ve seninle birlikte olanlardan gelecek ümmetlere bir selâm ve bolluklarla gemiden in. -Ve ilerde kendilerini birçok nimetten faydalandıracağımız, sonra da bu yüzden kendilerine tarafımızdan acıklı bir azap dokunacak nice ümmetler vardır.-
İşte bunlar [Nuh ile ilgili anlatılanlar], sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bunları sen ve kavmin bundan önce bilmiyordunuz. Şu hâlde sabret. Şüphesiz akıbet, takvalı davrananlarındır. (Hud/25-48)
Biz de hemen sel gibi boşalan bir su ile göğün kapılarını açıverdik.
Yeri de kaynaklar hâlinde fışkırttık, derken sular takdir edilmiş/ayarlanmış bir iş üzerine birbirine kavuştu. (Kamer/11, 12)
Nuh kıssasına baktığımızda görülmektedir ki, Nuh’un (as) toplumu da Resulullah’ın toplumu [Kureyşliler] gibi elçinin beşerliğini bahane edip atalar dinini körü körüne taklit etmekte direnen cahil ve akletmeyen bir toplumdur. Geçmişte Nuh ile Resulullah arasında yaşamış elçiler ile kavimleri arasında da hep aynı şeyler yaşanmıştır.
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla