Konu: Tevbe Suresi
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 9. August 2010, 12:08 AM   #4
Taner
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Jan 2009
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 234
Tesekkür: 60
55 Mesajina 155 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
Taner will become famous soon enoughTaner will become famous soon enough
Standart

Konumuz olan âyet ve bu âyeti destekleyen diğer âyetlerden anlaşıldığına göre mal ve evlat nimet olmasının yanısıra azap sebebi de olabilmektedir. Bunun nasıl olduğuna gelince:

Müslüman, mal ve evlâtların kendisine Rabbi tarafından verilmiş emânetler olduğunu ve bunlarla imtihan edildiğini bilir ve bunların dünya hayatının süsü olduğuna, esas hayırlı olanların ise âhirette kendisine verileceğine inanır. Kısaca Müslüman emânetçidir. Bu nedenle onları kaybettiği zaman, “Allah verdi, Allah aldı” diyerek teslimiyet gösterir. Eğer bunlar Rabbi ile kendi arasına girecekse, bunlar olmasın daha iyi diye düşünür.

Kâfir için ise mal-mülk her şeydir, nihâi gâyedir; zira o malı ve parası kadar adamdır, oğulları nisbetinde güçlüdürler.

İnsan çok sevdiği ve amaçladığı herhangi bir şey için çok gayret sarf eder. Amacına ulaştığında ise onu muhafaza etmeye çalışır, kaybetmek korkusuyla yaşar.

Amacı çok mal ve çocuk olan kimse de onları kaybetmekten korkar, kaybettiğinde onların acısıyla yanar tutuşurlar. Her iki hâlde de azap içinde olur.

Mal kazanmak ve evlât büyütmek çok meşakkatli olmasının yanı sıra, onları korumak da kolay değildir. Bu nedenle kimi insanlar, azalmasından korktukları için, yemek ve vermek şöyle dursun, koklamazlar bile. Kısacası malları onlara yük ve azaptır. Müslüman ise zekât, sadaka, infak yoluyla malını Allah yolunda harcar, şehit olması için evladını cepheye gönderir.

Konumuz olan âyette, Rasûlullah'tan imrenmemesi istenenler münâfıklardır. Mal ve evladın münâfıklara nasıl bir azap aracı olacağına gelince:

Mü’minler, dünya için değil âhiret için yaratıldıklarını bildikleri için dünyaya, dünya malına ve evlada sevgileri zayıftır. Mutluluğun sadece dünyada mal ve evlât ile olduğuna inanan münâfıkların ise bunlara sevgisi ve rağbeti çok; bunları kaybetmeleri hâlinde duyacakları elem ve acıları fazla olur. Ölüm yaklaştığında da bu elem ve acılar daha da artar. İşte azabın bu çeşidi, mala ve evlada olan sevgileri sebebiyle daha dünyada iken onların başına gelir.

Rasûlullah'a buğz etmelerine rağmen münâfıklar, o'na hizmet için mecburen mallarını, canlarını ve çocuklarını seferber ediyorlardı. Şüphe yok ki bu, onlar için bir azaptı.

Münâfıklar, rezil ve rüsvay edilmekten, nifak ve küfürlerinin ortaya çıkıp Rasûlullah'ın kendilerini öldürmeye, çoluk-çocuklarını esir etmeye ve mallarını ellerinden almaya yönelmesinden korkuyor, inen her âyetle rezilliklerinin ortaya çıkmasından endişe ediyorlardı. Yine, Hz. Peygamber onları her çağırdığında, yaptıkları hile ve kötülüklere o'nun vakıf olmuş olacağından korkuyorlardı. Kısacası diken üstünde duruyorlar; her an yakalanma korkusu içinde olan bir hırsız, her an yalanı ortaya çıkacak olan bir yalancı gibi tedirgin yaşıyorlardı. İşte bütün bunlar, onların kalplerinin çok acı duymasına ve çok azap çekmelerine sebep oluyordu.

Bazı münâfıkların mü’min ve muttaki çocukları olmuştur; Hanzala b. Ebî Âmir ve Abdullah b. Ubey gibi. Çocukları mü’min ve muttaki olan münâfıkların duyacağı elem, sıkıntı ve kederi düşünün. İşte böylece evlât onlar için azap vesilesi olur.

Sahabenin yoksul ve güçsüzleri, savaşlara katılarak, Rasûlullah'ın hizmetine koşuyor; şerefli bir nam, büyük bir övgü elde ediyor, birçok da ganimete nail oluyorlardı. Münâfıklar ise, çok olan mallarına ve güçlü kuvvetli evlâtlarına rağmen, adeta yatalak, zayıf ve güçsüz kimseler gibi evlerinde kalakalıyor, herkes onlara hınç ve istihza ile bakıyorlardı. Böylece mal ve evlât çokluğu, onların itibarsız ve şerefsiz olmalarına sebep oluyordu. Dünyada bundan daha kötü bir azap ise düşünülemez.

58-59. âyetlerde, Onlardan bazıları da, sadakalar hakkında sana dil uzatan kimselerdir. Ki, o sadakalardan kendilerine verilmişse hoşnut olurlar, verilmemişse hemen öfkeleniverirler buyurularak, Rasûlullah'ı eleştirmeye kalkışanlar konu edilmişlerdir. Bunların kimliğiyle ilgili şu bilgiler ulaşmıştır:

Ebû Sa‘îd (r.a) şöyle demiştir: Hz. Peygamber (s.a), mal taksim ediyordu. Derken o'nun yanına, Mikdâd ibn Zî'l-Huvaysıra, et-Temîmî denilen, Hurkûs ibn Züheyr –ki Hurkûs (daha sonra) Hâricîlerin reisi olmuştur– gelir, “Adil ol yâ Rasûlallah” der. Bunun üzerine Hz. Peygamber (s.a), “Yazıklar olsun sana, ben adalet yapmazsam kim yapar?” deyince, bu âyet nâzil olur.[7]

Bu kimselerle ilgili olarak, Ve keşke onlar, Allah ve Elçisi'nin kendilerine verdiğine razı olsalardı. Ve “Bize Allah yeter. Allah, yakında bize lütuf verecektir, Elçisi de. Şüphesiz biz, sadece Allah'a rağbet edenleriz” deselerdi buyurularak, bu kişilerin Allah ve Rasûlü'nü iyi tanıyamadıkları açıklanmıştır.

60. Kesinlikle, Allah tarafından bir fariza [taksim/zorunlu görev] olarak; sadakalar [kamunun gelirleri] ancak, fakirler, miskinler [yoksullar, işsizler], o iş üzerine çalışan görevliler [kamu görevlileri], müellefe-i kulûb [kalpleri İslâm'a ısındırılacaklar], boyunduruktakiler [özgürlüğü olmayan köleler], ağır borç altındakiler, Allah yolundakiler [askerler, öğrenci ve öğretmenler], yolda kalmışlar içindir. Allah her şeyi en iyi bilendir ve en iyi yasa koyandır.

Daha önce, sadakalar konusunda Rasûlullah'ı eleştiren saygısız, bencil kişiler konu edilip onlara tavsiyelerde bulunulmuştu. Burada ise bu vesileyle, sadakaların kimlere verilmesi gerektiği bildirilmektedir. Buna göre sadakalar; fakirler, miskinler [yoksullar, işsizler], o iş üzerine çalışan görevliler [kamu görevlileri], müellefe-i kulûb [kalpleri İslâm'a ısındırılacaklar], boyunduruktakiler [özgürlüğü olmayan köleler], ağır borç altındakiler, Allah yolundakiler [askerler, öğrenci ve öğretmenler], yolda kalmışlar için harcanmalıdır.

FAKİR

Fakir, “ailesine yetecek kadar malı olmayan, hayatî ihtiyaçları için başkalarına bağımlı olan kimse”dir.

MİSKİN

Miskin, “hareket kabiliyetini kaybetmiş, iş yapma imkân ve fırsatları kalmamış kimse”dir.

Zekâttan köleleri özgürlüğe kavuşturmak için de harcama yapılmalıdır. Bu da, özgürlük sözleşmesi yapan köleye malî destek vermek ya da onu sahibinden satın alıp azat etmek sûretiyle olur.

Borçları nedeniyle kendisi ve ailesi sıkıntıya düşmüş kimselere de zekât fonundan yardım yapılır.

Âyetteki, Allah yolu ifadesi, –Allah yolunda askerliğin, eğitim-öğretimin, tebyîn için yayının önceliği olsa da– “Allah'ı hoşnut eden tüm iyi ameller”i kapsayan genel bir ifadedir.

ÂMİLÎN

Âmilîn, “zekâtı toplamakla görevli kimseler”dir. Bunlar bugün için “kamu personeli” olarak değerlendirilebilir.

MÜELLEFET-İ KULUB

Müellef-i kulub, “İslâm'a ısındırılmak için –zengin dahi olsalar– kendilerine zekât verilecek kimseler”dir. Rasûlullah, zengin kabile reislerine bu amaçla zekâttan para aktarmıştır.

İBNÜ'S-SEBÎL [YOLCU]

İbnü's-sebîl, “elindeki tükenen, memleketinde zengin olsa bile bulunduğu yerde yardıma muhtaç olan yolcu”dur. Bu gibilere de zekât fonundan destek verilir.

61. Yine onlardan bazıları, Peygamber'i inciten ve “O, bir kulaktır!” diyen kimselerdir. De ki: “Sizin için bir hayır kulağıdır; Allah'a inanır, mü’minlere inanır ve sizden iman edenlere de bir rahmettir.” Ve Allah'ın Elçisi'ni inciten kimseler, acıklı bir azap kendileri için olanlardır.

62. Sizi hoşnut etmek için, sizin için Allah'a yemin ederler. Bunlar eğer mü’min iseler Allah'ı ve Elçisi'ni razı etmeleri daha doğrudur.

63. Şüphesiz kim Allah ve Elçisi'yle boy ölçüşmeye kalkarsa, şüphesiz onun için içinde ebedî kalanlar olarak cehennem ateşi olduğunu bilmediler mi? İşte bu, en büyük rüsvaylıktır.

Bu âyetlerde de münâfıkların portreleri çizilmektedir: Onlardan bazıları, Peygamber'i inciten ve “O, bir kulaktır [kendisine söylenen her şeyi dinleyip tasdik eden biridir]” diyen kimselerdir. Rasûlullah, herkesi dinlediği ve herkesin istediği şeyi söylemesine izin verdiği için onlar bunu bir hata olarak görür ve bu şekilde itham ederlerdi.

Bunlara, Sizin için bir hayır kulağıdır; Allah'a inanır, mü’minlere inanır ve sizden iman edenlere de bir rahmettir açıklaması yapılarak, Rasûlullah'ın kıymetini bilmeleri istenmekte, sonra da, Ve Allah'ın Elçisi'ni inciten kimseler, acıklı bir azap kendileri için olanlardır buyurularak uyarılmaktadırlar.

Rasûlullah'ın onlara rahmet olması, başta Rasûlullah içlerinde iken Allah'ın kendilerine azap etmeyeceği ilkesidir:

Hâlbuki sen içlerinde iken Allah onlara azap edecek değildi. İstiğfâr ettikleri sürece de Allah onlara azap edici değildir. (Enfâl/33)

Sonra da Rasûlullah'ın, onların dünya ve âhiret hayatlarını kurtarmak için çalışmasıdır:

Biz seni de ancak, âlemler için bir rahmet olarak/rahmet için gönderdik. (Enbiyâ/107)

Bundan sonra da, Sizi hoşnut etmek için, sizin için Allah'a yemin ederler buyurularak, başka bir kesim tanıtılmakta ve onlar da, Bunlar eğer mü’min iseler Allah'ı ve Elçisi'ni razı etmeleri daha doğrudur denilerek uyarılmaktadırlar.

Buların ardından da Allah ve Rasûlü'ne karşı tavır alanların tümü, Şüphesiz kim Allah ve Elçisi'yle boy ölçüşmeye kalkarsa, şüphesiz onun için içinde ebedî kalanlar olarak cehennem ateşi olduğunu bilmediler mi? İşte bu, en büyük rüsvaylıktır tehdit edilmektedir.

64. Münâfıklar, kalplerindeki şeyleri kendilerine haber verecek bir sûrenin üzerlerine indirilmesinden çekinirler. De ki: “Siz, alay edin! Şüphesiz Allah, sizin çekindiğiniz şeyi ortaya çıkarandır.”

65. Ve eğer onlara sorsaydın, kesinlikle “Biz sadece dalmıştık, oyun oynuyorduk” diyecekler. De ki: “Allah, âyetleri ve Elçisi ile mi alay ediyordunuz?”

66. Özür dilemeyin, siz “İman ettik” dedikten sonra kesinlikle küfrettiniz. Sizden bir kısmını affetsek bile, şüphesiz kendileri günah işleyen kimseler oldukları için azaplandıracağız.

Bu paragrafta da ilk önce münâfıkların davranışları; Rasûlullah ve mü’minler Tebük seferi için hazırlanırken gizli toplantılarında alaylı konuşmaları ifşa edilmekte ve rûh hâlleri; diken üstünde duruşları, gerçek yüzlerini ve gizli oturumlarını açığa vuran bir âyetin nâzil olmasından çekindikleri bildirilmektedir: Münâfıklar, kalplerindeki şeyleri kendilerine haber verecek bir sûrenin üzerlerine indirilmesinden çekinirler.

Sonra da, Siz, alay edin! Şüphesiz Allah, sizin çekindiğiniz şeyi ortaya çıkarandır buyurularak uyarılmaktadırlar. Münâfıklara sorulduğunda, “Biz sadece dalmıştık, oyun oynuyorduk” diyecekler. Allah'ın, âyetleri ve Elçisi ile alay edip etmedikleri sorulduğunda ise, birtakım mazeretler ileri sürerek özür dileme cihetine gidecekler. Bunların özürleri dikkate alınmayacak, zira “İman ettik” dedikten sonra küfretmişlerdir. Allah bir kısmını affetse bile, günah işleyen kimseler oldukları için onları azaplandıracaktır.

67. Münâfık erkekler ve münâfık kadınlar birbirlerindendir; kötülüğü emreder, iyilikten sakındırırlar ve ellerini sıkı tutarlar [cimrilik ederler]. Allah'ı terk ederler de, Allah da onları terk ediverir. Gerçekten de münâfıklar fâsık kimselerin ta kendileridir.

68. Allah, münâfık erkek ve münâfık kadınlara ve inkârcılara, içinde temelli kalanlar olarak cehennem ateşini vaat etmiştir. O, onlara yeter. Ve Allah onlara lânet etmiştir! Ve onlara kalıcı bir azap vardır.

69. Siz de tıpkı kendinizden önceki, sizden daha güçlü, kuvvetli, mal ve evlatça sizden daha varlıklı ve de paylarına düşen kadar yararlanan kimseler gibisiniz. İşte siz de sizden öncekiler paylarına düşen kadarıyla nasıl yararlanmak istedilerse siz de onlar gibi payınıza düşen kadarıyla yararlanmak istediniz. Siz de dalanlar gibi daldınız. İşte bunların, dünyada ve âhirette amelleri boşa gitti ve işte bunlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir.

70. Onlara, kendilerinden önceki kişilerin; Nûh'un kavmi'nin, Âd'ın, Semûd'un, İbrâhîm'in kavmi'nin, Medyen ashâbı'nın ve mü’tefikelerin [alt-üst olmuş kentlerin] haberi gelmedi mi? Onlara elçileri açık delillerle gelmişlerdi. Ve sonra Allah, onlara zulmeden değildi. Velâkin onlar kendilerine zulmediyorlardı.

Bu âyetlerde münâfıklar tanıtılmakta; kadınıyla erkeğiyle birbirinin aynısı oldukları, kötülüğü emredip iyilikten sakındırdıkları, ellerini sıkı tuttukları [cimrilik ettikleri], Allah'ı terk ettikleri, buna mukabil Allah'ın da onları terk ettiği, fâsık oldukları, Allah'ın kadın ve erkeğiyle münâfık ve inkârcılara, içinde temelli kalacakları cehennem ateşini vaat ettiği, onun onlara yeteceği, Allah'ın onlara lânet ettiği ve onlar için kalıcı bir azap olduğu bildirilmektedir.

Onların dünyadaki durumları ve âhirette karşılaşacakları âkıbetleri açıklandıktan sonra, onlar doğrudan muhatap alınarak, Siz de tıpkı kendinizden önceki, sizden daha güçlü, kuvvetli, mal ve evlatça sizden daha varlıklı ve de paylarına düşen kadar yararlanan kimseler gibisiniz. İşte siz de sizden öncekiler paylarına düşen kadarıyla nasıl yararlanmak istedilerse siz de onlar gibi payınıza düşen kadarıyla yararlanmak istediniz. Siz de dalanlar gibi daldınız denilerek uyarılmış, sonra da ibret almaları için tüm insanlara, İşte bunların, dünyada ve âhirette amelleri boşa gitti ve işte bunlar hüsrana uğrayanların ta kendileridir. Onlara, kendilerinden önceki kişilerin; Nûh'un kavmi'nin, Âd'ın, Semûd'un, İbrâhîm'in kavmi'nin, Medyen ashâbı'nın ve mü’tefikelerin [alt-üst olmuş kentlerin] haberi gelmedi mi? Onlara elçileri açık delillerle gelmişlerdi. Ve sonra Allah, onlara zulmeden değildi. Velâkin onlar kendilerine zulmediyorlardı denilerek onlarla ilgili bilgi verilmiştir.

71. İnanan erkekler ve inanan kadınlar; bunların bazısı bazılarının velîleridirler. Bunlar ma‘rûfu emrederler, münkerden vaz geçirirler, salâtı ikâme ederler, zekâtı verirler, Allah'a ve O'nun Elçisi'ne itaat ederler. İşte bunlar; Allah onlara rahmet edecektir. Şüphesiz Allah, azîz'dir, hakîm'dir.

72. Allah, mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara, içinde sürekli kalanlar olarak altlarından ırmaklar akan cennetler ve adn cennetlerinde hoş meskenler vaat etti. Allah'ın rızası ise daha büyüktür. İşte bu, çok büyük kurtuluşun ta kendisidir.

Münâfıkların durumunun beyân edilmesinden sonra karşıtlık metodu çerçevesinde gerçek mü’minlerle ilgili de açıklamalar yapılmaktadır: İnanan erkekler ve inanan kadınlar; bunların bazısı bazılarının velîleridirler. Bunlar ma‘rûfu emrederler, münkerden vaz geçirirler, salâtı ikâme ederler, zekâtı verirler, Allah'a ve O'nun Elçisi'ne itaat ederler. İşte bunlar; Allah onlara rahmet edecektir. Şüphesiz Allah, azîz'dir, hakîm'dir. Allah, mü’min erkeklere ve mü’min kadınlara, içinde sürekli kalanlar olarak altlarından ırmaklar akan cennetler ve adn cennetlerinde hoş meskenler vaat etti. Allah'ın rızası ise daha büyüktür. İşte bu, çok büyük kurtuluşun ta kendisidir.

73. Ey Peygamber! İnkârcılar ve münâfıklar ile cihad et. Ve onlara karşı sert ol. Onların barınma yerleri de cehennemdir. Ve o, ne kötü bir oluş yeridir.

74. Onlar, söylemediklerine, Allah'a yemin ederler. Hâlbuki onlar, o küfür kelimesini kesinlikle söylediler. İslâmlaşmalarından sonra da kâfir oldular. Ve nail olamadıkları şeyleri çok istediler. Onlar, sadece, Allah'ın ve Elçisi'nin onları [mü’minleri] O'nun [Allah'ın] lütfundan zenginleştirmiş olmasından kinlendiler. Artık, eğer tevbe ederlerse kendileri için hayırlı olur. Eğer geri dururlarsa da Allah onları dünyada ve âhirette çok acıklı bir azap ile azaplandıracaktır. Yeryüzünde onlar için bir velî ve iyi bir yardımcı da yoktur.

75. Ve onlardan bazıları, “Eğer Allah lütfundan bize verirse, mutlaka bağışta bulunacağız ve kesinlikle iyilerden olacağız” diye Allah'a söz veren kimselerdir.

76. Sonra, ne zaman ki Allah, onlara lütfundan verir, onda cimrilik ederler ve yüz çevirerek geri dururlar.

77. Sonunda Allah'a vaat ettikleri şeylerde sözlerini tutmadıkları ve yalan söyledikleri için, O da Kendisiyle karşılaşacakları güne kadar kalplerinde sürüp gidecek bir münâfıklık yerleştirerek onları cezalandırdı.

78-79. Şüphesiz onlar; mü’minlerden, sadakalardan kendi gönülleriyle bağışta bulunanlara ve güçlerinin yettiğinden fazlasını bulamayanlara dil uzatan, sonra da onlarla alay eden kimseler, Allah'ın, onların sırlarını ve fısıltılarını bilip durduğunu ve şüphesiz Allah'ın bütün bilinmeyenlerin çok iyi bilicisi olduğunu bilmediler mi? Allah, onları maskaraya çevirmiştir. Ve onlar için çok acıklı bir azap vardır.

Bu âyetlerde Allah, Elçisi'ne, kâfir ve münâfıklarla cihad etmesini ve cihadı sürdürmesini emretmekte ve onların değişmez tutumları ile ilgili daha detaylı bilgiler vermektedir: Ey Peygamber! İnkârcılar ve münâfıklar ile cihad et. Ve onlara karşı sert ol. Onların barınma yerleri de cehennemdir. Ve o, ne kötü bir oluş yeridir. Onlar, söylemediklerine, Allah'a yemin ederler. Hâlbuki onlar, o küfür kelimesini kesinlikle söylediler. İslâmlaşmalarından sonra da kâfir oldular. Ve nail olamadıkları şeyleri çok istediler. Onlar, sadece, Allah'ın ve Elçisi'nin onları [mü’minleri] O'nun [Allah'ın] lütfundan zenginleştirmiş olmasından kinlendiler. Artık, eğer tevbe ederlerse kendileri için hayırlı olur. Eğer geri dururlarsa da Allah onları dünyada ve âhirette çok acıklı bir azap ile azaplandıracaktır. Yeryüzünde onlar için bir velî ve iyi bir yardımcı da yoktur. Ve onlardan bazıları, “Eğer Allah lütfundan bize verirse, mutlaka bağışta bulunacağız ve kesinlikle iyilerden olacağız” diye Allah'a söz veren kimselerdir. Sonra, ne zaman ki Allah, onlara lütfundan verir, onda cimrilik ederler ve yüz çevirerek geri dururlar. Sonunda Allah'a vaat ettikleri şeylerde sözlerini tutmadıkları ve yalan söyledikleri için, O da Kendisiyle karşılaşacakları güne kadar kalplerinde sürüp gidecek bir münâfıklık yerleştirerek onları cezalandırdı. Şüphesiz onlar; mü’minlerden, sadakalardan kendi gönülleriyle bağışta bulunanlara ve güçlerinin yettiğinden fazlasını bulamayanlara dil uzatan, sonra da onlarla alay eden kimseler, Allah'ın, onların sırlarını ve fısıltılarını bilip durduğunu ve şüphesiz Allah'ın bütün bilinmeyenlerin çok iyi bilicisi olduğunu bilmediler mi? Allah, onları maskaraya çevirmiştir. Ve onlar için çok acıklı bir azap vardır.
Taner isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla