Konu: Feth Suresi
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 9. August 2010, 12:03 AM   #1
Taner
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Jan 2009
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 234
Tesekkür: 60
55 Mesajina 155 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
Taner will become famous soon enoughTaner will become famous soon enough
Standart Feth Suresi

111 (20). Feth Suresi

https://youtu.be/-OFPwJWi11c Hakkı Yılmaz Kuran ve İslam 483. Bölüm. Feth Suresi1. Bölüm

https://youtu.be/nsB7EflJYW0 Hakkı Yılmaz Kuran ve İslam 484. Bölüm Feth Suresi 2. Bölüm.

MEDENÎ, 29 ÂYET

GİRİŞ

Adını 1. âyetteki قتح[feth] sözcüğünden ve bu sûrenin ana konusu olan Mekke'nin fethinden alan sûrenin, Medîne döneminde 111. sırada indiği kabul edilir. Târih kayıtlarına göre bu sûre, hicret'in 6. yılında Hudeybiye Barış Antlaşması sonrasında Medîne'ye dönüşte inmiştir.

Sûrede, birtakım hayırlı hâdiselerin [Hayber ve Mekke'nin fethi] müjdesi verilir, mü’minlerin ölünceye kadar Allah yolunda cihad edeceklerine dair Rasûlullah'a verdikleri sözden [Biatu'r-Rıdvân'dan] övgüyle söz edilerek mü’minler onurlandırılır. Rasûlullah ile birlikte sefere çıkmayanlar, ikiyüzlüler kınanır. Ayrıca Elçi'nin görevi ve gönderiliş amacı bir kez daha hatırlatılır.

Sûrenin iyi anlaşılabilmesi için önce Hudeybiye Barış Antlaşması'nın ansiklopedik düzeyde de olsa bilinmesi gerekir:

HUDEYBİYE BARIŞI ve RIDVAN BİATI

Rasûlullah ve Muhâcirlerin Mekke'den ayrılmasının üzerinden altı yıl geçmiş ve bu süre içerisinde kimse öz yurdu ve akrabaları ile temas kuramamıştı. Muhâcirlerde hasret ve gurbet duyguları kabarmış, Medîneli Ensâr'da da Ka‘be'ye karşı özlem oluşmuştu. Müslümanların hepsi, Mekke'yi ve Ka‘be'yi ziyaret etmek istiyorlardı.

Bu genel istek üzerine, Rasûlullah, Mekke'ye gitmek isteyenlerin hazırlanmasını istedi.

Hazırlıklar yapıldı ve Zilkâde'nin ilk Pazartesi günü [13 Mart 628] 1.400 kişi ile birlikte Mekke'ye doğru hareket edildi. Amacın barış olduğunu göstermek için yanlarına, yolcu kılıcı denilen kılıçtan başka silah almadılar.

Mekkeli müşrikler bu durumu öğrenince toplandılar ve ne pahasına olursa olsun Rasûlullah'ı Mekke'ye sokmamaya karar aldılar. Rasûlullah'ın Mekke'ye daha fazla yaklaşmasına engel olmak üzere de Hâlid b. Velîd komutasında 200 atlıdan oluşan bir birlik gönderdiler.

Bu arada Rasûlullah ve beraberindeki mü’minler Mekke yakınlarındaki Hudeybiye mevkiine gelmişlerdi.

Rasûlullah, amaçlarını bildirmek, Mekke müşriklerinin durum ve tutumlarını öğrenmek için Mekke'ye, Hudâalılardan Hıraş b. Umeyye'yi elçi olarak elçi gönderdi. Elçi Umeyye, müşriklere, savaşmak niyetinde olmayıp yalnızca Ka‘be'yi ziyaret için geldiklerini ve umre yapıp döneceklerini bildirdi. Buna rağmen müşrikler devesine vurup onu yere düşürerek öldürmek istediler. Mekkeli olmayan çoğu Habeşli bazı kimseler araya girip Umeyye'yi kurtardılar. Umeyye geri dönerek durumu Rasûlullah'a anlattı.

Mekkeli müşrikler, Müslümanların Mekke'ye sokulmasını kendileri için büyük onursuzluk sayıyor ve bütün Arap dünyasının gözünden düşecekleri şeklinde yorumluyorlardı.

Bu gelişmeler üzerine Rasûlullah, Ömer'i göndermek için yanına çağırdı. Ömer, Mekkelilerin kendisine olan kinlerinden dolayı güvende olamayacağını, kimsenin de kendisine yardıma gelmeyeceğini ileri sürerek, Mekke'de hâlâ hatırı sayılan ve etkin birçok akrabası bulunan Osman b. Affân'ı göndermesini istedi.

Bunun üzerine Rasûlullah Osman b. Affân'ı çağırıp, onu Kureyş'e gönderdi. Osman b. Affân Mekke-i Mükerreme'ye varınca, önce Rasûlullah'ın mesajını iletti ve, “Biz Hudeybiye'ye muharebeye gelmedik, yalnızca ziyaret ve umre yapmak için geldik” dedi.

Bu arada Kureyşliler Osman'a, “İstersen sen Ka‘be'yi tavaf et; ancak hepinizin Mekke'ye girmesine ve Ka‘be'yi tavaf etmesine izin veremeyiz” dediler. Osman'ın bunu reddetmesi üzerine de onu Mekke'de alıkoyup göz hapsinde tuttular.

Bu arada Hudeybiye'de bulunan Müslümanlar arasında, Osman'ın öldürüldüğü şayiası çıktı. Bu haber üzerine Rasûlullah, mü’minleri biata davet etti. Bütün mü’minler, Allah adına o'na biat ettiler; ölmek pahasına da olsa savaştan kaçmamak ve asla çekinmemek üzere söz verdiler. Bu sözleşme, semure ağacı altında olmuştu. Bu konu, sûrenin 10, 18 ve 19. âyetlerinde yer almaktadır. Bu âyetlerden ilham alınarak bu biata, “Biatu'r-Rıdvân” [razılık biatı] ve biatın alınışında altında durulan ağaca da “Şeceretu'r-Rıdvân” [razılık ağacı] adı verilmiştir.

Kısa bir aradan sonra, Osman ile ilgili ölüm haberinin asılsız olduğu anlaşılmıştır.

Bu arada karşılıklı elçiler gidip geliyor, bir uzlaşma yolu aranıyordu. Müşrikler Müslümanları Mekke'ye sokmamaya kararlı gözüküyorlardı. Rasûlullah ise, “Biz buraya kesinlikle savaşmak için gelmedik. Amacımız Ka‘be'yi ziyarettir, umre yapmaktır. Kureyşliler eski savaşlarda zayıf düşmüşlerdir. Dilerlerse onlarla bir anlaşma, bir süre için barış anlaşması yapmak isterim. Kabul ederlerse ne âlâ, aksi takdirde Allah'a yemin ederim ki, ölünceye kadar onlarla savaşırım” diyerek barış öneriyordu.

Mekkeli müşrikler, Allah Rasûlü'nün kararlılığı yüzünden savaşı göze alamadılar, Osman b. Affân ve bir kısım Mekke'deki Müslümanları serbest bıraktılar. Arkasından, Suheyl b. Amr'ın başkanlığında bir heyeti anlaşma yapmak üzere Rasûlullah'a gönderdiler. Burada meşhur “Hudeybiye Andlaşması” yapıldı.

Rasûlullah ile Süheyl uzun görüşmelerden sonra anlaşma şartlarını tesbit ettiler. Buna göre;

1) Müslümanlarla müşrikler 10 yıl süreyle savaşmayacaklar, birbirlerine saldırmayacaklardı.

2) Müslümanlar bu yıl Ka‘be'yi ziyaretten vazgeçerek geri dönecekler, ancak gelecek yıl umre yapacaklar, müşriklerin boşaltacağı Mekke'de üç gün kalacaklar ve yanlarında yolcu kılıçlarından başka silah taşımayacaklardı.

3) Mekke'den birisi Müslüman olarak Medîne'ye sığındığı zaman iade edilecek; fakat Medîne'den Mekke'ye sığınanlar iade edilmeyecekti.

4) Arap kabileleri istedikleri tarafla anlaşma yapmakta serbest olacaklardı.

Bu antlaşmasının bütün şartları, görünüşte Müslümanların aleyhine idi. Bu nedenle Müslümanlar büyük bir hayal kırıklığına uğradılar. Bu antlaşmayı bir aşağılanma, bir küçük düşürülme olarak kabul ettiler. “Sen Allah'ın Rasûlü değil misin? Davamız hakk dava değil mi? Bu zilleti neden kabul ediyoruz?” diye serzenişte bulundular.

Hudeybiye'de 19 gün kalındıktan sonra Medîne'ye doğru yola çıkıldı. Yolda, bu sûre indi.

RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA

MEAL:

1-3. Şüphesiz Biz, Allah, senin günahlarından geçmiş ve gelecek olanları bağışlasın, sana olan nimetini tamamlasın, seni dosdoğru yola kılavuzlasın ve Allah, sana çok güçlü bir zaferle yardım etsin diye sana apaçık bir fethi açtık.

4. O, kendi imanları ile birlikte, imanca fazlalaşsınlar diye mü’minlerin kalplerine kalbi teskin eden güven ve yatışma duygusu; moral indirendir. Göklerin ve yerin orduları da yalnızca Allah'ındır. Ve Allah en iyi bilendir, en iyi yasa koyandır.

7. Göklerin ve yeryüzünün orduları da Allah'ındır. Allah azîz'dir, hakîm'dir.

8-9, 5-6. Şüphesiz Biz, Allah'a ve Elçisi'ne iman etmeniz, O'na yardım etmeniz, O'na saygı göstermeniz ve sabah-akşam [her zaman] O'nu tesbih etmeniz için, mü’min erkekler ve mü’min kadınları, içinde sürekli kalanlar olarak altlarından ırmaklar akan cennetlere girdirmesi, onların kötülüklerini örtmesi için –işte bu, Allah katında büyük bir kurtuluştur– ve o, Allah hakkında kötü zannda bulunan münâfık erkekleri ve münâfık kadınları, Allah'a ortak koşan erkekleri ve ortak koşan kadınları azaplandırması için –kötülük onların üzerine olmuştur. Allah onlara gazap etmiş, onları lânetlemiş ve kendileri için cehennemi hazırlamıştır. Orası ne kötü bir yerdir!– seni şâhit, müjdeleyici ve uyarıcı olmak üzere elçi yaptık.

10. Şüphesiz, şu, sana bağlılık yemini eden kimseler, ancak Allah'a biat etmektedirler. Allah'ın eli [gücü; nimetleri, yardımları] onların ellerinin [güçlerinin; yardımlarının, hizmetlerinin] üzerindedir. O nedenle, kim sözünden dönerse, artık sadece kendisi aleyhine olmak üzere dönmüştür. Kim de Allah'a verdiği ahde vefa gösterirse, Allah ona hemen büyük bir ödül verecektir.

11. Bedevî Araplardan geri bırakılmış olanlar, sana yakında, “Mallarımız ve ailelerimiz bizi meşgul etti [alıkoydu]. Hadi Allah'tan bizim bağışlanmamızı dile” diyeceklerdir. Onlar, kalplerinde olmayanı dilleriyle söylerler. De ki: “Allah size bir zarar dilediyse veya bir fayda dilediyse, O'na karşı kimin bir şeye gücü yetebilir? Bilakis Allah, yaptıklarınıza haberdardır.”

12. Aslında siz, Elçi ve mü’minlerin, ehllerine [ailelerine, yakınlarına] ebediyyen geri dönmeyeceklerini sanmıştınız. Bu sizin gönüllerinize de güzel göründü. Ve siz kötü zannda bulundunuz ve helâk olmuş bir toplum oldunuz.

13. Ve kim Allah'a ve Elçisi'ne iman etmezse, bilsin ki şüphesiz Biz, kâfirler için saîr'i [çılgın bir ateşi] hazırlamışızdır.

14. Ve göklerin ve yeryüzünün hükümranlığı Allah'ındır. O, dilediğini bağışlar dilediğini azaplandırır. Ve Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

15. Siz ganimetleri almak için gittiğinizde o geri kalanlar, “Bırakın bizi de sizi izleyelim” diyeceklerdir. Onlar, Allah'ın sözünü değiştirmek isterler. De ki: “Siz, asla bizimle gelemeyeceksiniz. Allah daha önce böyle buyurmuştur.” Sonra onlar, “Bilakis, siz bizi kıskanıyorsunuz” diyeceklerdir. Bilakis onlar, pek az bir şey dışında anlamazlar.

16. Bedevî Arapların geri bırakılmış olanlarına de ki: “Siz yakında çok kuvvetli bir kavme karşı çağırılacaksınız; onlarla savaşırsınız veya onlar Müslüman olurlar. Artık, eğer itaat ederseniz, Allah size güzel bir mükâfat verir. Ama önceden yan çizdiğiniz gibi yine yan çizecek olursanız sizi acıklı bir azap ile azaplandırır.

17. Kör için bir vebal yoktur, topal için de bir vebal yoktur, hasta için de bir vebal yoktur. Bununla beraber kim Allah'a ve Elçisi'ne itaat ederse, O [Allah] onu, altından ırmaklar akan cennetlere girdirir. Kim de yan çizerse, onu acıklı bir azap ile azaplandırır.

18-19. Andolsun o ağacın altında sana biat ederlerken Allah, mü’minlerden razı olmuştur. İşte kalplerinde olanı bilmiş onlara kalbi teskin eden, güven ve yatışma duygusu; moral indirmiş ve onları pek yakın bir fetih ve alacakları birçok ganimetler ile mükâfâtlandırmıştır. Ve Allah azîz'dir, hakîm'dir.

20-21. Ve Allah size, alacağınız birçok ganimetleri ve sizin güç yetiremediğiniz, ama Allah'ın sizin için kuşattığı başka şeyleri (siz yararlanasınız) ve mü’minlere bir alâmet olsun, O [Allah] sizi dosdoğru yola kılavuzlasın diye vaat etmiştir. İşte O [Allah], bunu size hemen vermiş ve insanların ellerini sizden çekmiştir. Ve Allah her şeye en iyi güç yetirendir.

22-23. Ve eğer küfretmiş kimseler, sizinle savaşsalardı kesinlikle Allah'ın öteden beri gelen kanunu olarak arkalarına dönüp kaçarlardı. –Allah'ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.– Sonra bir dost ve yardımcı da bulamazlardı.

24-25. Ve O [Allah], sizi onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra Batn-ı Mekke'de [Mekke'nin vâdisinde; Hudeybiye'de], Allah'ın dilediği kimseyi rahmetine girdirmesi için, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çekendir. Ve Allah, yaptıklarınızı en iyi görendir. Onlar, inkâr eden ve sizi Mescid-i Harâm'dan ve ayarlanmış hedylerin yerlerine ulaşmasını engelleyen kimselerdir. Eğer kendilerini henüz tanımadığınız, bilmeyerek ezmek sûretiyle kendilerinden sorumluluğunuz olacak mü’min erkekler, mü’min kadınlar olmasaydı, eğer onlar, birbirinden ayrılmış olsalardı, kesinlikle onlardan inkâr eden kimseleri acıklı bir azapla azaplandırırdık.

26. Hani o inkâr eden kimseler, hamiyeti; câhiliyenin hamiyetini [gurur ve soy asabiyetini, tutuculuğu] kendi kalplerinde alevlendirip kışkırttıkları zaman, hemen Allah; Elçisi'nin ve mü’minlerin üzerine kalbi teskin eden güven ve yatışma duygusunu; morali indirmiş ve onları “takvâ” sözüne ilzam etmişti [sâdık kalmalarını sağlamıştı]. Zaten onlar, buna lâyık ve ehil idiler. Allah her şeyi en iyi bilendir.

27. Andolsun ki Allah, Elçisi'ne o görüntüyü; “Siz, Allah dilerse kesinlikle, güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış kişiler olarak, korkmadan Mescid-i Harâm'a gireceksiniz”i hakk ile doğru çıkardı. Öyleyse O [Allah], sizin bilmediğinizi bilir. Sonra da size bundan ast yakın bir fetih kıldı.

28. O [Allah] hakk dini bütün dinlere üstün kılmak için Elçisi'ni hidâyet ve onunla [hakk din ile] gönderendir. Şâhit olarak da Allah yeter.

29. Muhammed, Allah'ın Elçisi'dir. Onunla beraber olan kimseler, O'nun [Allah'ın], kendileriyle, düşmanları öfkelendirmesi için kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Sen onları, Allah'ın fazlından ve bir hoşnutluk isteyerek rükû edenler, secde edenler olarak görürsün. Onların secde izinden [Allah'a teslimiyetlerinden] nişanları, yüzlerindedir [tüm varlıklarındadır]. Bu, onların Tevrât'taki örnekleridir. Onların İncîl'deki örnekleri de, filizini yarıp çıkarmış, sonra onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, sonra da gövdesi üzerine dikilmiş bir ekin gibidir. Bu, ziraatçıların da hoşuna gider. Allah, onlardan iman eden ve sâlihâtı işleyen kimselere mağfiret ve büyük bir mükâfat vaat etmiştir.

TAHLİL:

1-3. Şüphesiz Biz, Allah, senin günahlarından geçmiş ve gelecek olanları bağışlasın, sana olan nimetini tamamlasın, seni dosdoğru yola kılavuzlasın ve Allah, sana çok güçlü bir zaferle yardım etsin diye sana apaçık bir fethi açtık.

4. O, kendi imanları ile birlikte, imanca fazlalaşsınlar diye mü’minlerin kalplerine kalbi teskin eden güven ve yatışma duygusu; moral indirendir. Göklerin ve yerin orduları da yalnızca Allah'ındır. Ve Allah en iyi bilendir, en iyi yasa koyandır.

7. Göklerin ve yeryüzünün orduları da Allah'ındır. Allah azîz'dir, hakîm'dir.

8-9, 5-6. Şüphesiz Biz, Allah'a ve Elçisi'ne iman etmeniz, O'na yardım etmeniz, O'na saygı göstermeniz ve sabah-akşam [her zaman] O'nu tesbih etmeniz için mü’min erkekleri ve mü’min kadınları, içinde sürekli kalanlar olarak, altlarından ırmaklar akan cennetlere girdirmesi, onların kötülüklerini örtmesi için –işte bu, Allah katında büyük bir kurtuluştur– ve o, Allah hakkında kötü zannda bulunan münâfık erkekleri ve münâfık kadınları, Allah'a ortak koşan erkekleri ve ortak koşan kadınları azaplandırması için –kötülük onların üzerine olmuştur. Allah onlara gazap etmiş, onları lanetlemiş ve kendileri için cehennemi hazırlamıştır. Orası ne kötü bir yerdir!– seni şâhit, müjdeleyici ve uyarıcı olmak üzere elçi yaptık.

Bu âyetlerde, ilk önce Rasûlullah'a, Hudeybiye Antlaşması'nın getireceği iyi sonuçlar gâyet veciz bir şekilde bildirilmekte, sonra da Allah'ın insanlar ve mü’minler için lütfettiği maddî ve manevî nimetler sayılmaktadır.

Pasajın başında konu edilen fetih, “Hudeybiye Antlaşması”dır. Bu antlaşma, zâhiren mü’minlerin aleyhine görünüyordu. Sahabenin çoğu bununla, müşriklere taviz verildiğini, başarısız olunduğunu düşünüyorlardı.

Hudeybiye Antlaşması'nı müteakip nâzil olan bu âyetlerde, bu antlaşma, büyük fetihlerin ilk aşaması, kapının aralanması olarak nitelenmiş, bu sayede, Allah'ın, Elçi'nin günahlarından geçmiş ve gelecek olanları bağışlayacağı, o'na olan nimetini tamamlayacağı, o'nu dosdoğru yola kılavuzlayacağı ve o'na çok güçlü bir zaferle yardım edeceği bildirilmiştir.

Nitekim, ileriki âyetlerde de görüleceği üzere bu antlaşma sayesinde Hayber, sonra Mekke ve daha birçok belde fethedilmiştir. Bunların hepsi Hudeybiye Antlaşması'nın mü’minlere sağladığı imkânlar sayesinde olmuştur. Bu imkânlar, özetle şöyle sıralanabilir:

• Hudeybiye Antlaşması ile Mekkeliler, Medîne İslâm toplumunu resmen tanımışlar ve bu sayede de İslâm dini kabileler arasında büyük bir önem kazanmıştır.

• Hudeybiye Antlaşması'ndan önce Müslümanlarla müşrikler arasında hemen hiç bir ilişki yoktu. Hudeybiye'den sonra iki taraf arasındaki ticarî ve ailevî ilişkiler canlandı. Rasûlullah ve mü’minler, istedikleri yerde İslâm'ı rahatça tebliğ etme imkânına kavuştular. Bunun sonucu olarak da İslâm dini hızla yayılmaya başladı. Öyle ki, Hudeybiye Antlaşması ile Mekke'nin fethi arasında geçen 2 yıl içinde Müslüman olanların sayısı, Hudeybiye'den önceki 19 yıl boyunca Müslüman olanların iki katına ulaştı.

• Bu antlaşmadaki 1. maddenin hükümlerinden yararlanan mü’minler, Mekkelilerden emin olduklarından Hayber'i fethettiler. Bu antlaşma olmasaydı, Mekkeliler Hayberlilere yardım edecek ve Hayber fethedilemeyecekti.

• Antlaşma maddelerinden Müslümanları en çok üzeni, Mekke'den kaçan Müslümanların iade edilmesiydi. Bu madde gereği acı olaylar (Ebû Cendel'in, babası Amr oğlu Süheyl'e teslim edilmesi gibi) yaşanmıştı. Fakat bu madde de mü’minlerin lehine gelişti. Şöyle ki: Mekke'de sıkıntı çeken mü’minler Medîne'ye kabul edilmeyince, Mekke-Şam kervan yolu üzerindeki İs mevkiinde kendilerine bir üs kurdular. Kısa zamanda sayıları 300'e ulaşan Müslümanlar, müşriklerin kervanlarına baskın yapmaya başladılar ve Mekkeli müşriklerin zayıf düşmesini sağladılar. Bunun üzerine Kureyş müşrikleri bu maddenin antlaşmadan çıkarılmasını talep ettiler. Rasûlullah da taleplerini kabul ederek İs'teki Müslümanları Medîne'ye çağırdı.

Tüm bunlar, Hudeybiye Antlaşması'nın bir taviz değil, mü’minlere feth-i mübinlerin kapılarını açan bir antlaşma olduğunu göstermiştir.

Hudeybiye Antlaşması'na, Rasûlullah henüz hicret etmeden Kehf sûresi'nin Zülkarneyn pasajında (güneşin doğduğu yer olarak) işaret edilmişti. Ayrıca daha evvel de Rasûlullah'a bir gün Mekke'ye döneceği vaat edilmişti:

Şüphesiz ki Kur’ân'ı sana farz kılan kişi [Allah], elbette seni dönülecek yere döndürecektir. De ki: “Benim Rabbim, kimin hidâyetle geldiğini ve kimin apaçık bir sapıklık içinde olduğunu daha iyi bilendir.” (Kasas/85)

Burada ise, Hudeybiye Antlaşması bir fetih/zafer olarak nitelenmekte ve bunun daha açık ve daha büyük bir zaferin yolunun açılışı olduğu beyân edilmektedir.

5-6. âyetlerin, teknik olarak ve anlam açısından mevcut Mushaf'taki yerlerinde –ki bu, Mushaf tertip heyetinin gafletinin eseridir– tertip edilmeleri mümkün değildir. Bu âyetleri, mevcut Mushaf'taki yerlerinde tercüme edenler, ekleme ve çıkarmalar yaparak, kelimeleri ve edatları ihmal ederek çevirmek zorunda kalmaktadırlar. O nedenle biz 5-6. âyetleri, 8-9. âyetlere bağlayarak tercüme ettik. Kanaatimizce, Allah'ın elçi göndermesinin bir nedeni, inananların ödüllendirilmesi, inkârcıların da cezalandırılmasıdır. Bu ilâhî ilke şu âyetlerde görülebilir:

Kim doğru yolu bulursa sırf kendi iyiliği için doğru yolu bulmuştur. Kim de saparsa ancak kendi aleyhine sapmış olur. Ve hiçbir yük taşıyıcı başkasının yükünü çekmez. Ve Biz bir peygamber göndermedikçe, azap ediciler olmadık. (İsrâ/15)

Rabb'lerini inkâr edenler için de cehennem azabı vardır. Ve o, ne kötü dönüş yeridir! Oraya atıldıklarında, o kaynarken, onun korkunç sesini işitirler. O, az daha öfkeden çatlayacak. Her ne zaman oraya bir topluluk atılsa, onun bekçileri onlara sorar: “Size bir uyarıcı gelmedi mi?” Onlar derler ki: “Evet, bize uyarıcı geldi de biz yalanladık ve ‘Allah hiçbir şey indirmedi, siz ancak büyük bir sapıklık içindesiniz’ dedik. Ve onlar derler ki: “Eğer biz dinlemiş olsaydık yahut akletmiş olsaydık şu çılgın ateşin ashâbı içinde olmazdık. Böylece günahlarını itiraf ettiler. Artık, uzaklık, çılgın ateş ashâbı içindir. (Mülk/6-11)

Ve inkâr etmiş olanlar bölük bölük cehenneme sevk olundu [olunacak]. Nihâyet oraya vardıklarında kapıları açıldı [açılacak]. Ve onun bekçileri onlara: “İçinizden size Rabbinizin âyetlerini okuyan, bu gününüzle karşılaşacağınıza dair sizi uyaran elçiler gelmedi mi?” dediler [diyecekler]. Onlar, “Evet geldi” dediler [diyecekler]. –Velâkin kâfirler üzerine azap kelimesi hakk oldu.– “Sürekli olarak içinde kalmak üzere girin cehennemin kapılarından” denildi. –Büyüklük taslayanların yeri ne kötüdür!– (Zümer/71-72)

Âyetteki, Sana olan nimetini tamamlasın ifadesi, Allah'ın Rasûlullah'a vereceği cennet, Mekke'nin, Taif ve Hayber'in fethi, büyüklük taslayanların zilletle boyun eğmesi, zorbalık edenlerin itaat etmesi, hür ve güven içinde bir hayat sürülmesi ve Allah'ın dininin yayılması için imkânların oluşması olarak anlaşılabilir.

Rasûlullah'ın şâhitliği konusunu Ahzâb sûresi'nde açıklamıştık:

Ey Peygamber! Şüphesiz Biz seni, bir şâhit, bir müjdeci, bir uyarıcı, Kendi izniyle Allah'a bir davetçi ve ışık saçan bir kandil olarak gönderdik [elçi yaptık]. Sen de inananlara, şüphesiz kendileri için Allah'tan büyük bir lütuf olduğunu müjdele. Kâfirlere, münâfıklara da itaat etme, onların ezalarını bırak. Ve sen Allah'a tevekkül et. Vekil olarak da Allah yeter. (Ahzâb/45-48)

Ve işte böyle Biz, siz, insanlar üzerine şâhitler olasınız, Peygamber de sizin üzerinize şâhit olsun diye sizi hayırlı bir ümmet kıldık. Üzerinde olduğun bu kıbleyi kılmamız da yalnızca; elçilere uyan kimseleri, iki ökçesi üzerinde geri döneceklerden ayıralım diyedir. Bu [tesbit ettiğimiz kıble], elbette, Allah'ın hidâyet ettiği kimselerin dışındakilere çok büyüktür. Ve Allah imanınızı kaybedecek değildir. Hiç şüphesiz Allah, bütün insanlara çok şefkatlidir, çok merhametlidir. (Bakara/143)

Elçiler, vakitlendirildikleri zaman, bunlar hangi gün için ertelendiler ise! Ayırt etme günü için... (Mürselât/11-13)

Her ümmetten bir tanık getirdiğimiz ve seni de işte onların üzerine bir tanık olarak getirdiğimiz zaman bak nasıl? (Nisâ/41)

Allah, melekler ve hakkaniyeti ayakta tutan bilgi sahipleri, şüphesiz Allah'tan başka ilâh diye bir şeyin olmadığına tanıklık etti. O Azîz, Halîm'den başka ilâh diye bir şey yoktur. (Âl-i İmrân/18)

Öyleyse, şüphesiz Allah'tan başka ilâh diye bir şeyin olmadığını bil! Kendi günahın için, mü’min erkekler ve mü’min kadınlar için bağışlanma dile. Ve Allah, sizin gezip dolaştığınız yeri ve durduğunuz yeri bilir. (Muhammed/19)

Rasûlullah'ın ve ümmetinin şâhitliği hususunda Bakara sûresi'nde yaptığımız açıklamaya bakılabilir.[1]

7. âyetteki, Göklerin ve yeryüzünün orduları da Allah'ındır. Allah azîz'dir, hakîm'dir ifadesiyle de, vaat edilen fetih için Allah'ın evrendeki ordularıyla yardımda bulunacağı ima edilmektedir. Allah'ın evrendeki ordularının neler olduğu da şu âyetlerden anlaşılabilir:

O, sizleri karanlıklardan aydınlığa çıkarmak için size destek verendir. O'nun melekleri de (destek verirler). Ve O, mü’minlere çok merhametlidir. O'na kavuşacakları gün onların selâmlamaları, “selâm”dır. O [Allah], da onlar için saygın bir ödül hazırlamıştır. (Ahzâb/43/44)

İşte onlar; Rabb'lerinden, birtakım destekler ve rahmet kendilerinedir. İşte onlar, hidâyete erenlerin de ta kendisidir. (Bakara/157)
Taner isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla