Tekil Mesaj gösterimi
Alt 26. December 2009, 08:55 PM   #5
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

DÜNYANIN EN ALÇAK YERİ
Rum Suresi 3. ayette Rumlar'ın Dünya'nın en alçak yerinde yenilgiye uğradıkları geçer. Arapça Dünya'nın en alçak yeri "Edna el-Ard" olarak ifade edilir. Bu ifadeyi bazı çevirmenler en yakın yer olarak çevirmişlerdir. Fakat bu çeviri, ayetin ifadesinin temel anlamına uygun değildir, bu ancak yan bir anlam olarak kabul edilebilir. Ayetin Arapçası'nın temel ifadesi, bu yenilginin Dünya'nın en alçak [Edna el-Ard] yerinde gerçekleştiği şeklindedir. Anlaşılıyor ki, ayetin temel anlamıyla neyi ifade ettiğini anlamayan çevirmenler, yan bir anlamlandırmayla ayeti çevirmişlerdir. Umarız ayetin ortaya koyduğu bir mucizeyi daha açıklayan açıklamamızdan sonra çevirmenler de gerekli düzeltmeyi yaparlar.
Bizans İmparatorluğunun Persler'e yenildiği bölge Suriye, Filistin ve şimdiki Ürdün topraklarının kesiştiği bölgede yer alan Lut gölü (ölü deniz) havzasıdır. Deniz seviyesinden 395 metre aşağıda olan Lut gölü çevresi, Dünya'mızın "en alçak" noktasıdır (Dünya'nın en yüksek noktası Himalayalar, en alçak noktası Lut Gölü [Ölüdeniz] havzasıdır). Rumların ileride savaşı kazanacağını söyleyerek geleceğe dair hiç tahmin edilmeyen bir haberi vererek bir mucize oluşturan Kuran, bu ifadesiyle ancak son yüzyılın ölçüm teknikleriyle bilinebilmiş bir bilgiyi önceden açıklayarak bir mucize daha oluşturmuştur.
MEKKE'Yİ FETHEDECEKSİNİZ
Allah, elçisinin gördüğü rüyanın gerçek olduğunu doğrulamaktadır. Allah dilerse (İnşallah), siz güven içinde başlarınızı traş etmiş, kısaltmış olarak korkusuzca Mescidi Haram'a muhakkak gireceksiniz. Sizin bilmediklerinizi bildiği için bundan önce size yakın bir fetih verdi. (48 Fetih Suresi 27)
Allah, Kuran'da, Peygamber'in rüyasının gerçekleşeceğini ve Mescidi Haram'a saçlar tıraş edilmiş veya kısaltılmış bir şekilde gireceklerini söyler. Kuran'ın bu mucizesi de bu bölümde incelediğimiz Rumların yenilgilerinden sonra galip geleceklerini söyleyen ayet gibi gelecekle ilgili verilen haberlerle ilgili bir mucizedir. Peygamberimizin ve inananların Mekke'den kovulduklarını, Mekkelilerin sayısal ve askeri güç açısından başta üstün olduklarını, inananları hicrete [göçe] mecbur ettiklerini biliyoruz.
Birçok Peygamber dini, dini yaydığı topraklara hâkim edemeden vefat etmiştir. Eğer Kuran'ın müjdesi olmasa Peygamberimiz Mekke'yi fethedeceğini bilemez, bu konuda bir iddiada bulunamazdı. Peygamberin başta rüyasında gördüğü bu olay, Kuran'ın ayetleriyle bir müjdeye dönüşmüş ve inananlar kovuldukları, zayıf oldukları için terk etmek zorunda kaldıkları toprakları geri almışlardır.
Kuran'ın bu ayetleri gibi, Ebu Leheb'in müslüman olmayacağını söyleyen ayetler de (111. sure) mucizevî niteliktedir. Peygamberimizle baştan savaşan Ebu Süfyan, Vahşi gibi birçok kimsenin sonradan müslüman olduğu bilinmektedir. Eğer Ebu Leheb sonradan müslüman olmaya kalksaydı veya müslüman olduğuna dair rol yapsaydı (Sırf kendisi hakkındaki ayetleri yalanlamak için) birçok kişinin aklını bulandırabilirdi.
Gelecekle ilgili tüm bu Kuran ayetleri, Kuran'ın ifadelerindeki endişesizliği, güveni, iddialılığı göstermektedir. İnsan eliyle yazılacak olan bir kitapta duyulacak endişelerin hiçbiri Kuran yazılırken duyulmamıştır. Bu Kuran'ın insan yazması olmadığının, geleceği de çok iyi bilen Allah'ın vahyi olduğunun sayısız delillerinden biridir.
Biz bu kitabı sana her şeyin ayrıntılı açıklayıcısı, bir doğruya iletici, bir rahmet, Müslümanlara bir müjde olarak indirdik. (16 Nahl Suresi 89)
(Kur’an araştırmaları gurubu; Kur’an hiç Tükenmeyen Mucize)
Tekrar konumuz olan 2- 7. ayetlerin tahliline dönersek, şu hususları da eklemek gerekir:
Bu ayetlerde aynı zamanda müminlere uluslararası siyaset de öğretilmektedir. Şöyle ki: Müminler her zaman ehli imandan yana olmalıdırlar. Mümin taraf dururken, müşrik ve inkârcı tarafı tutulamaz, onlara destekçi olunamaz. İnanan taraf ile inkârcı taraf arasındaki çatışmanın türü sıcak savaş da olsa böyledir, ekonomik, siyasi ve kültürel savaş da olsa böyledir.
Ayetteki “Bundan önce ve sonra emir Allah’ındır” ifadesinden, zaferi ve yenilgiyi Allah’ın takdir ettiğini anlamaktayız. Zaten birçok ayette Rabbimiz inananlara yardım edeceğini vaat etmiştir, Ayrıca ileride birçok ayette yer aldığı gibi bu vaadini de gerçekleştirmiştir.
Ve ant olsun ki Biz, senden önce birtakım elçileri kavimlerine gönderdik de, onlar, onlara, apaçık delilleri getirdiler. Sonra Biz, günah işleyen kimselerden intikam aldık. Müminlere yardım da, Bizim üzerimize bir hak idi. (Rum/47)
Ve hani sen, sabah erkenden müminleri savaş mevzilerine yerleştirmek için ehlinden ayrılmıştın. -Ve Allah, en iyi işitendir, ve en iyi bilendir.-
O zaman sizden iki gurup, Allah, kendilerinin velisi olmasına rağmen bozulmaya yüz tutmuştu. Artık inananlar, yalnızca Allah'a tevekkül etsinler.
Ve ant olsun, sizler güçsüz iken, Allah, şükredesiniz diye size Bedir'de yardım etti. Öyleyse Allah'a takvalı davranın.
Hani sen inananlara, “Rabbinizin, indirilen/ hulûl ettirilen üç bin melekle size yardım etmesi size yetmez mi?” diyordun.
Eğer sabrederseniz ve takvalı davranırsanız, evet [sizi Rabbiniz destekler]. Ve eğer onlar, ansızın üzerinize gelseler, Rabbiniz size işaretlenmiş/ eğiten/gönderilmiş beş bin melekle yardım eder.
Ve Allah, bunu [yardımı] size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla yatışsın diye yaptı. Ve bu yardım, sırf, O [Allah], küfretmiş olan kimselerden bir kısmının kökünü kessin yahut onları perişan etsin de kaybeden kimseler olarak dönüp gitsinler diye Azîz ve Hakîm Allah katındandır. (Al-i Imran/121-126)
Hiç kuşkusuz, Allah, birçok yerde ve Huneyn Günü size yardım etti. Hani çokluğunuz size güven vermişti de onun size bir faydası olmamış ve yeryüzü bütün genişliğine rağmen size dar gelmişti. Sonra da arkası dönenler halinde kaçmıştınız.
Sonra Allah, elçisinin üzerine ve müminlerin üzerine huzurunu indirdi ve sizin görmediğiniz ordular indirdi. Küfreden kimseleri de azaba uğrattı. Ve işte bu, o kâfirlerin cezasıdır.
Sonra, bunun [bütün bu olup bitenlerin] arkasından Allah, dilediği kimseye dönüş nasip eder. Ve Allah, çok bağışlayıcıdır, çok merhamet edicidir. (Tevbe/25-27)
Hani siz Rabbinizden yardım diliyordunuz da O [Rabbiniz], “Şüphesiz Ben işte art arda bin melekle size yardım ediyorum” diye cevap vermişti.
Ve Allah bunu sırf size bir müjde olsun ve bununla kalpleriniz yatışsın diye yapmıştı. Ve zafer ancak Allah katındandır. Şüphesiz Allah, Azîz’dir, Hakîm’dir.
O sırada size, yine katından bir güven olarak bir uyku sardırıyordu, sizi temizlemek, şeytanın pisliğini sizden gidermek, yüreklerinize kuvvet vermek ve ayaklarınızı sağlam durdurmak için gökten üzerinize yağmur indiriyordu.
İşte o anda Rabbin meleklere: “Şüphesiz Ben, sizinle beraberim, inanmış kimselere sebat verin. Ben, küfretmiş kimselerin yüreğine korku salacağım, hemen boyunların üstüne vurun, onlardan tüm parmak uçlarına [eklemlerine] da!” (Enfâl/9-12)
Bu bağlamda ayrıca Ali Imran/138-164. ayetlerden oluşan pasaj da okunmalıdır.
8- Kendi içlerinde hiç düşünmediler mi ki Allah, göklerde, yerde ve bu ikisi arasında bulunan her şeyi ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre için yaratmıştır? Ve şüphesiz insanlardan çoğu, Rabblerine kavuşmayı kesinlikle inkâr edenlerdir.
9- Onlar, yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin akıbetlerinin nasıl olduğuna bakmadılar mı? Onlar, kendilerinden daha güçlü idiler; yeryüzünü kazıp altüst etmişler, onu bunların imar ettiklerinden daha çok imar etmişlerdi. Elçileri de onlara nice açık delilleri getirmişlerdi. O hâlde Allah onlara zulmedecek değildi; fakat onlar kendilerine zulmetmekteydiler.
Bu ayetlerde Rabbimiz, insanlardan ve özellikle de yalanlayıcı kesimden Kendisini tanımalarını istemekte; bunun için de onları yerde ve göklerde kurduğu düzeni araştırmaya, evrenin geçici olmak gerçeği ile yaratıldığını tespite ve geçmişte çok güçlü olmalarına rağmen inkârcılıkları yüzünden perişanlığa düşmüş, mahvolmuş toplulukları araştırmaya, sonra da düşünmeye davet etmektedir. Onlar bizzat kendilerine etmişlerdir, azap edilmelerinin nedeni kendi elleriyle yaptıklarıdır.
Burada konu edilen geçmiş kavimler Âd ve Semûd kavimleridir. Daha evvel birçok kez açıkladığımız gibi, Resulullah’ın çağdaşı olan Araplar bu kavimlerin geriye bıraktıkları kalıntıları görü­yor, bir yere gittiklerinde o ülkelerin topraklarından geçiyorlardı.
Ancak araştırılması gerektiği mesajı verilen eski toplumlar sadece o günün Arap toplumunun bildiği bu kavimler ile sınırlı değildir. Dünyanın dört bir tarafındaki geçmiş uygarlıkların tümü incelenip hepsinden ders çıkarılmalıdır.
8. ayette “Kendi içlerinde hiç düşünmediler mi ki, Allah, göklerde, yerde ve bu ikisi arasında bulunan her şeyi ancak hak ile ve belirlenmiş bir süre için yaratmıştır?” denilerek evrenin kaderinin “sona ermek” olduğunun herkesçe bilinebilecek bir olgu olduğuna işaret edilmektedir. Bu husus birçok ayette vurgulanmıştır:
O [Allah], gökleri ve yeryüzünü hak ile yarattı. O, onların ortak koştukları şeylerden yücedir. (Nahl/3)
Peki siz, Bizim sizi sadece boş yere yarattığımızı ve şüphesiz sizin yalnızca Bize döndürülmeyeceğinizi mi sandınız? (Mü’minun/115)
Allah, gökleri ve yeri hak ile yarattı. Şüphesiz bunda, iman edenler için kesinlikle bir ayet vardır. (Ankebut/44)
Eğer o ikisinde [yer ile gökte] Allah'tan başka ilâhlar olsaydı, bunların ikisi de kesinlikle kargaşa içinde olurdu [düzenleri bozulurdu]. O halde Arş'ın Rabbi olan Allah, onların nitelemekte oldukları şeylerden münezzehtir. (Enbiya/22)
9. ayette konu edilen “tarihten ve arkeolojik kalıntılardan, ören yerlerinden ibret alma” konusu Kur’an’da sıkça vurgu yapılan bir konudur:
Görmediler mi ki Biz, onlardan önce yeryüzünde size vermediğimiz bütün imkânları kendilerine verdiğimiz, gökyüzünü üzerlerine bereketlerle gönderip altlarında ırmaklar akıttığımız nice nesilleri helâk ettik. Biz onları, günahları sebebiyle helâk ettik ve onların sonrasından başka bir nesil oluşturduk. (En’am/6)
Ve yeryüzünde gezip de bir bakmadılar mı, kendilerinden öncekilerin sonu nasıl olmuş? Hâlbuki onlar, kuvvetçe kendilerinden daha çetin idiler. Göklerde ve yeryüzünde Allah’ı aciz bırakan hiçbir şey yoktur. Kesinlikle O, en iyi bilendir, en güçlü olandır. (Fatır/44)
Daha yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin sonu nasıl olmuş bir bakmazlar mı? Onlar kendilerinden hem daha çok, hem de kuvvetçe ve yeryüzündeki eserlerinin sağlamlığı bakımından daha çetin idiler. Öyle iken o kazandıkları şeyler, kendilerine fayda vermedi. (Mü’min/82)
Bunlardan başka Al-i Imran/137, En’am/11, Yusuf/109, Nahl/36, Hacc/46, Ankebut/20, Rum/42, Mü’min/21 ve Muhammed/10’a da bakılmalıdır.
10 - Sonra Allah'ın ayetlerini yalanladıkları için, o, kötülük eden kimselerin akıbetleri, “en kötü” oldu. Onlar alay da ediyorlardı.
İnkârcıların açıkça tehdit edildiği bu ayette, Allah’ın ayetlerini yalanlayarak onlarla alay edenlerin, işledikleri kötülüklerine karşılık ahiretteki akıbetlerinin “en kötü” olacağı bildirilmektedir.
Ayette kötülüğün karşılığı “ الشوأىes-Süa [en kötü]” diye nitelenmiştir. Ayetteki “en kötü” ifadesiyle kastedilen, cehennem ateşidir. “Kötülük eden kimseler” ise şirk koşanlar, inkârda bulunanlardır. Zira ayetin devamında “Onlar alay da ediyorlardı” denilmiştir. Allah’ın ayetleriyle onlardan başkası alay etmez. İnandığını iddia edip de alay eden kişi de aslında inkârcıdır.
İyiliğin karşılığı ise “ الحسنىel-husna [en güzel olan]” olarak nitelenmişti:
Göklerde ne var, yerde ne varsa Allah'ındır; yaptıklarıyla kötülük sergileyenleri cezalandırması, güzel davranıp güzel düşünenleri de güzellikle ödüllendirmesi için. (Necm/31)
O dedi ki: “Kim zalimlik ederse muhakkak ona azap edeceğiz; Sonra Rabbine geri döndürülecek, sonra O da onu görülmemiş bir azapla azaplandırır. Amma her kim de iman eder ve salihi işlerse artık buna da en güzel karşılık vardır. Ve Biz onun için emrimizden kolay olanı söyleyeceğiz.” (Kehf/87, 88)
Güzellik yapan kişiler için daha güzeli ve fazlası vardır. Yüzlerine kara bulaşmaz, zillet de. İşte bunlar cennet ashabıdırlar. Onlar orada ebedî kalıcıdırlar. (Yunus/26)
11, 12 – Allah, yaratmayı ilkin yapar, sonra onu iade eder. Sonra da O’na döndürülürsünüz. Saat’in dikildiği gün de suçlular, ümidi keserler.
13 – ortak koştuklarından, onlar için şefaat edecekler de bulunmaz. Ve onlar, ortaklarını inkâr edenler oldular.
Bu ayetlerde Rabbimiz kendisini tanıtmakta ve yarattıklarının kendisinden kaçamayacaklarını, mutlaka sorgulanacaklarını bildirirken, aynı zamanda da bu gün mağrurlanan müşriklerin o gün ümitlerini keseceklerini; güvendikleri sözde şefaatçilerin [Allah’a ortak tanıdıkları kişi ve nesnelerin] de ortalarda bulunmayacağını bildirmektedir.
Ayette geçen “ortak koştuklarından” şeklindeki ifadeden, geçmişten günümüze şirk unsuru olarak kullanılan her türlü şirk malzemesi; melekler, peygamberler, azizler, şehitler ve salih insanlar, Ay, güneş, gezegenler, ağaçlar, taşlar, hayvanlar gibi cansız veya şuursuz varlıklar; ya da şeytan, dini liderler, zalimler, despotlar gibi insanları kandırıp saptırarak veya baskı yaparak Allah'ın kullarını kendilerine ibadete zorlayan tağutlar anlaşılabilir.
Bunların ahiret günü hiçbir işe yaramayacağı Kur’an’da yüzlerce kez ifade edilmiştir:
Ve ant olsun ki, siz, sizi ilk defa yarattığımız zamanki gibi yapayalnız / teker teker Bize geldiniz ve size verdiğimiz şeyleri arkanızda bıraktınız. Ve içinizde kendilerinin ortaklar olduğuna inandığınız şefaatçilerinizi sizinle beraber görmüyoruz. Ant olsun aranızda kesilme olmuş ve yanlış inandığınız şeyler kaybolmuştur. (En’am/94)
Ve hepsini toplayacağımız, sonra da o şirk koşanlar için “Yerlerinize! Siz ve ortaklarınız!” diyeceğimiz gün, artık aralarını iyice açtık [açacağız] ve onların ortakları, “Siz sadece bize tapmıyordunuz ki! Şimdi bizim aramızda ve sizin aranızda şahit olarak Allah yeter. Biz sizin ibadetinizden kesinlikle gafildik [duyarsızdık]” dediler [diyecekler]. (Yunus/28, 29)
İşte onlar, yeryüzünde âciz bırakanlar değillerdir. Kendilerinin Allah’ın astlarından veliyleri [koruyan, yol gösteren, yardım edenleri] yoktur. Onlar için azap kat kat artırılır. Onlar [vahyi] işitmeye tahammül edemiyorlardı ve de görmüyorlardı.
İşte onlar kendilerine zarar vermiş olan kimselerdir. O uydurdukları şeyler de kendilerinden uzaklaşıp kaybolmuşlardır. (Hud/20, 21)
Ve o, ortak koşan kimseler, ortak koştukları şeyleri gördükleri zaman: "Rabbimiz! İşte bunlar, Senin astlarından bizim kendilerine yakardığımız ortaklarımız olan kimselerdir" dediler. Onlar [Koştukları ortaklar] da hemen onlara; "Şüphesiz siz kesinlikle yalancılarsınız" diye söz attılar.
Ve onlar, o gün, Allah'a teslimiyeti koydular. Uydurmuş oldukları şeyler de kendilerinden uzaklaşıp gitti. (Nahl/86, 87)
Ve onlar, kendileri için bir izzet [güç, şan, şeref] olsun diye, Allah’ın astlarından ilâhlar edindiler.
Hayır... Hayır... [Onların zannettikleri gibi değil]... Onlar [edindikleri ilâhlar] onların ibadetlerini inkâr edecekler ve aleyhlerine dönüp karşı olacaklardır. (Meryem/81, 82)
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla