Tekil Mesaj gösterimi
Alt 26. December 2009, 08:57 PM   #8
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

Ve kendi dillerinizin yalan vasfetmesi ile Allah’a yalan uydurmak için, “şu helaldir, şu haramdır” demeyin; aksi hâlde Allah'a iftira etmiş olursunuz. Şüphesiz Allah’a yalan uyduran kimseler kurtulamazlar. (Nahl/116)
Oysa dinin kaynağı tektir ve o da Allah’ın vahyidir. Dolayısıyla dinde ayrılığa düşülmemeli, din adına daima içinde tefrika, ihtilaf olmayan o vahye müracaat edilmelidir.
O [Allah], dinden Nuh'a tavsiye ettiği şeyi, sana vahyettiğimizi, İbrahim'e, Musa'ya ve İsa'ya tavsiye ettiğimiz şeyi şeriat kıldı: “Dini doğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin.” Senin kendilerini davet ettiğin şey, müşriklere ağır geldi. Allah dilediğini kendine seçer ve kalpten yöneleni de ona kılavuzlar. (Şûra/13)
Ey iman edenler! Allah'ın ve Resulünün önüne geçmeyin! Allah'a karşı takvalı olun. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir. (Hucurat/1)
Ey iman etmiş kimseler! Allah'a itaat edin, Elçi’ye ve sizden olan emir sahibine itaat edin. Sonra eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah'a ve ahiret gününe inanan kimseler iseniz, onu Allah ve Elçi’ye havale edin. Bu, daha iyidir ve ilk iş olma bakımından daha güzeldir. (Nisa/59)
Dinin asıl kaynağından sapıldığında tefrika kaçınılmazdır. Bilindiği üzere, dinimizdeki ihtilafların pek çoğu, peygamberimize nispet edilen ve hadis, sünnet diye adlandırılan haberlerden kaynaklanmaktadır. O hâlde dindar kişilerin de ilk günden beri “aynı” olan ve bugün de “aynı”lığı devam eden Gerçek Din’e [Kur’an’a] uymaları, parçalanmalara yol açıp bölük bölük olanların yoluna uymamaları gerekmektedir. Aksi takdirde -ayette bildirildiği gibi- “... şüphesiz onların işi Allah’adır (En’am/159)”; yani onlar hakkındaki hüküm Allah tarafından verilecektir:
Şüphesiz o iman etmiş kimseler, Yahudi olmuş kimseler, Sabiîler, Hıristiyanlar, Mecusiler ve eş koşmuş olanlar; şüphesiz Allah, kıyamet günü bunların arasını ayıracaktır. Şüphesiz Allah her şeye en iyi tanıktır. (Hacc/17)
Gerçek Din'in temel ilkeleri şunlardır:
1- Kâinatın tek ilâhı ve rabbi Yüce Allah’tır.
2- Sıfatlarında, güç ve kudretinde kimse O'nun dengi ve ortağı tutulamaz.
3- Tüm insanların dünyada yaptıklarının hesabını vereceği bir başka âlem kurulacaktır. Bu konu En’am suresinin 159, 160. ayetlerinde detaylandırılmıştı. (Tebyinü’l Kur’an; c. 6 , s. 466- 468)


33, 34 - İnsanlara bir sıkıntı dokununca da, Rabb’lerine yönelerek O’na yalvarırlar. Sonra, onlara kendinden bir rahmet tattırınca, bir de bakarsın ki, içlerinden bir gurup, kendilerine verdiğimiz nimetlere nankörlük etmek için Rabb’lerine şirk koşarlar. -Haydi, faydalanın bakalım! Yakında bileceksiniz.-
35 - Yoksa Biz, onlara bir sultan [delil] indirmişiz de o [delil], onların O'na [Allah’a] ortak koştukları şeyleri mi söylüyor?
36 - Biz insanlara bir rahmet tattırdığımız zaman da, onunla şımarırlar. Ellerinin önceden yaptığı şeyler sebebiyle kendilerine bir kötülük isabet ederse, hemen onlar umutsuzluğa düşerler.
37 – Onlar, şüphesiz Allah’ın dilediği kimseye rızkı serdiğini ve ölçülendirdiğini de mi görmediler? Şüphesiz bunda iman edecek bir kavim için ayetler vardır.
Bu ayetlerde, insanların, özellikle de müşriklerin genel karakteri sergilenmektedir. Putperestlere ait bu genel karakter Kur’an’da birçok kez konu edilmiştir.
İşte onlar, gemiye bindiklerinde, dini yalnız Allah’a özgü kılarak O’na yalvarırlar. Sonra ne zaman ki onları karaya çıkarıp kurtardı, bir de bakarsın ki onlar, kendilerine verdiklerimize nankörlük etmek ve kazançlı çıkmak için şirk koşuyorlar. Artık onlar, yakında bilecekler. (Ankebut/65, 66)
Ve eğer insana, tarafımızdan bir rahmet tattırıp sonra da onu kendisinden çekip alsak, kuşkusuz o umutsuzdur, çok nankördür.
Ve eğer, kendisine dokunan mutsuzluktan sonra, ona mutluluğu tattırsak, elbette, “Kötülükler benden gitti” der. Ve kuşkusuz o, şımarıktır, böbürlenen biridir. (Hud/9, 10)
O, sizi bir candan yaratan ve ondan da, kendisine ısınsın diye eşini yapandır. Ne zaman ki o, onu örtüp bürüdü, o zaman o hafif bir yük yüklendi. Ve bununla gidip geldi. Ne zamanki zevce ağırlaştı o zaman onlar [o ikisi] Rabblerine dua ettiler: “Eğer bize sâlih [bir çocuk] verirsen, and olsun ki [kesinlikle] şükredenlerden olacağız.”
Ne zaman ki onlara [o ikisine] sâlih [bir çocuk] verdi, o ikisine verdiği şey hakkında O'nun için ortaklar kıldılar. Onların ortak koştuğu şeylerden Allah münezzehtir, yücedir. (A’raf/189, 190)
Ayetlerini size göstermek için, şüphesiz, Allah’ın nimetiyle geminin denizde kayıp gittiğini görmedin mi? Şüphesiz bunda, tüm çok sabırlı ve çok şükreden için ayetler vardır.
Ve gölgeler gibi bir dalga onları bürüdüğünde, O’nun için dini arındırarak Allah’a yalvarırlar. Ama ne zaman ki karaya çıkararak kurtardı, onlardan bir kısmı orta yolu tutar [iman küfür arasında bir yol tutar]. Ve bizim ayetlerimizi ancak, tam hain ve tam nankör bile bile inkâr eder. (Lokman/31, 32)
Ve denizde size bir zarar dokunduğunda, o yalvardığınız kişiler kaybolup giderler. O, müstesna [kaybolmaz]. Sonra O, sizi karaya çıkararak kurtarınca, yüz dönersiniz. Ve insan, çok nankördür! (İsra/67)
O, sizi tek bir nefisten yarattı, sonra ondan eşini kıldı [yaptı]. Ve sizin için hayvanlardan sekiz eş indirdi. Sizi annelerinizin karınlarında üç karanlık içinde, yaratılıştan sonra bir yaratılışla yaratıyor. İşte bu, mülk [krallık, hâkimiyet] yalnız kendisinin olan Rabbiniz Allah’tır. O’ndan başka ilâh diye bir şey yoktur. Öyleyse, nasıl oluyor da çevriliyorsunuz?
Eğer inkâr/nankörlük edecek olursanız, biliniz ki, şüphesiz Allah size hiç bir ihtiyacı olmayandır ve O, kulları için küfre/nankörlüğe rıza göstermez. Ve eğer şükrederseniz, sizin için ona razı olur. Hiç bir taşıyıcı, bir başkasının yükünü çekmez. Sonra dönüşünüz yalnızca Rabbinizedir. Böylece yapmış olduklarınızı size haber verecektir. Şüphesiz O, sinelerin özünde saklı olanı iyi bilendir.
İnsana bir sıkıntı dokunduğu zaman, bütün gönlünü ona vererek Rabbine dua eder. Sonra kendisine tarafından bir nimet lütfettiği zaman da önceden O’na dua ettiği hali unutur da Allah’ın yolundan sapıtmak için O’na ortaklar kılar [oluşturur]. De ki: “Küfrünle biraz yararlan! Şüphesiz sen ateşin ashabındansın.” (Zümer/6, 8)
Ve iyilik olarak sahip olduğunuz ne varsa, işte Allah’tandır. Sonra size bir zarar dokunduğunda, hemen yalnız O’na sığınırsınız.
Sonra, zararı sizden giderince, sizden bir gurup, kendilerine verdiklerimizi inkâr etmek/verdiklerimize nankörlük etmek için Rab’lerine şirk koşarlar. – Haydi, şimdi faydalanın! Fakat yakında bileceksiniz.- (Nahl/53- 55)
İnsana gelince, Rabbi onu her ne zaman sınayıp da kendisini üstün kılar ve nimetler verirse: "Rabbim beni üstün kıldı" der.
Ama her ne zaman da sınayıp rızkını daraltırsa: "Rabbim beni aşağıladı" der. (Fecr/15,16)
37. ayette “Onlar, şüphesiz Allah’ın dilediği kimseye rızkı serdiğini ve ölçülendirdiğini de mi görmediler? Şüphesiz bunda iman edecek bir kavim için ayetler vardır” buyrulmaktadır. Burada ekonomik değerlerin Rabbimiz tarafından ayarlandığı; daralttığında kimsenin ümitsizliğe düşmemesi, bollaştırdığı zamanda da kimsenin şımarmaması gerektiği bildirilmektedir. Nitekim bu husus Zuhruf suresinde şöyle açıklanmış idi.
Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Şu basit hayatta [dünya hayatında] onların geçimliklerini aralarında Biz paylaştırdık Biz. Birbirlerine işlerini gördürsünler diye Biz onların bir kısmını bir kısmının üzerine derecelerle yükselttik. Ve Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır. (Zuhruf/32)

38 – Öyleyse, yakınlık sahibine, miskine ve yolcuya hakkını ver. Bu, Allah'ın yüzünü [rızasını] dileyenler için daha hayırlıdır. Ve bunlar felah bulanların ta kendileridir.
39 – Ve insanların malları içinde artsınlar diye ribadan verdikleriniz, Allah yanında artmaz. Allah'ın yüzünü [rızasını] dileyerek zekâttan verdikleriniz… İşte o kimseler, kat kat arttıranların ta kendileridir.
Bu ayetler, rızkın Allah tarafından taksim edildiği konusunun devamı mahiyetindedir. 37. ayette “Onlar, şüphesiz Allah’ın dilediği kimseye rızkı serdiğini ve ölçülendirdiğini de mi görmediler? Şüphesiz bunda iman edecek bir kavim için ayetler vardır” buyrulmuştu. İnsanın sahip olduğu mal varlığının esas sahibi Allah olduğuna göre, 38. ayette de kişinin uhdesinde bulunan mal varlığını hak sahiplerine; yakınlara, miskine ve yolcuya vermesi gerektiği bildirilmektedir.
39. ayette ise “Ve insanların malları içinde artsınlar diye ribadan verdikleriniz, Allah yanında artmaz. Allah'ın yüzünü [rızasını] dileyerek zekâttan verdikleriniz… İşte o kimseler, kat kat arttıranların ta kendileridir” buyrularak o günün insanlarının çıkarcılıkları ve açgözlülükleri kınanmaktadır. Bunlar, mallarındaki Allah hakkını yerine vermeyip daha da çoğaltabilmek için yatırım yapan kimselerdir.
O devirde kimileri mallarını kendilerine daha çok geri döneceğini gözeterek zenginlere hediye verirlerdi. Böylece mallarını çoğaltmaya çalışırlardı. Yerinde bir tabirle, “Kazın geleceği yerden tavuğu esirgemezlerdi.” Burada konu edilen “ رباًriba [artış]”, Bakara suresinde konu edilen ve ciddi bir insanlık suçu olan “faiz” değildir; çıkar amaçlı hediye vermek, çıkar amaçlı yardımda bulunmak demektir. Bu anlamda riba serbest olmakla beraber, ayetten anlaşıldığına göre hoş bir davranış değildir.
Yasaklanan “ الرّبوا riba [faiz]”, Bakara ve Al-i Imran surelerinde yer almaktadır:
O, ribayı yiyen kişiler, şeytanın bir dokunuşuyla çarptığı kişinin kalkışından başka türlü kalkamazlar. Bu, şüphesiz onların, ”Alış-veriş, riba gibidir” demeleriyledir. Oysa ki Allah, alış-verişi helal, ribayı haram kılmıştır. Kendisine rabbinden bir öğüt gelip de yaptığından vazgeçenin geçmişi kendisine, işi Allah’adır. Ve kim ki yeniden dönerse, işte o dönenler ateşin dostlarıdır. Onlar orada sürekli kalacaklardır.
Allah ribayı mahveder, oysa sadakaları bereketlendirir. Allah günahta ve inkârda direnen hiç kimseyi sevmez.
Kesinlikle İman eden ve salihatı işleyen, namazı ikame eden ve zekatı veren kişilerin Rabbleri katında mükafatları vardır. Ve onlar üzerine hiçbir korku yoktur, onlar mahzun da olmazlar.
Ey iman edenler! Allah'tan korkun ve artık faizin peşini bırakın, eğer gerçekten müminler iseniz.
Eğer böyle yapmazsanız, o zaman Allah ve Resulü tarafından size savaş açılmış olduğunu bilin. Eğer tevbe ederseniz, sermayeleriniz sizindir. Haksızlık etmezsiniz, haksızlığa da uğramazsınız. (Bakara/275-279)
Ey iman etmiş kimseler! Kat kat artırılmış olarak ribayı yemeyin. Felah bulmanız için Allah'a takvalı davranın.
Kâfirler için hazırlanmış olan ateşten de sakının.
Merhamet olunmanız için Allah ve Elçi’ye itaat edin.
Ve Rabbinizden bağışlanmaya ve eni göklerle yer kadar olan, bollukta ve darlıkta infak eden, öfkelerini yutan ve insanları affeden muttakiler için hazırlanmış olan cennete yarışın. –Ve Allah, Muhsinleri [iyilik güzellik üretenleri] sever. (Âl-i İmran/130-134)
40 - Allah, sizi yaratan, sonra size rızık veren, sonra sizi öldüren ve sizi diriltendir. Hiç sizin ortak koştuklarınızdan, bunlardan birini yapacak kimse var mı? Allah, onların ortak koştuklarından münezzeh ve çok yücedir.
Bu ayetle pasaj, tevhidi öğreten bir bildiri ile bağlanmaktadır: Yaratan da rızıklandıran da Allah’tır. Yaratma ve rızıklandırma gücü olmayanlardan kesinlikle ortak olmaz, böyleleri ilah da edinilmez, herkes bunu iyi bilmelidir. Allah, onların ortak yakıştırmalarından münezzeh ve yücedir.
41- İnsanlar dönerler diye; kendilerinin elleriyle kazandıkları şeyler yüzünden, yaptıklarının bir kısmını onlara tattırmak için karada ve denizde fesat/kargaşa ortaya çıktı.
Bu ayette Rabbimiz, yaptıkları yanlışlar yüzünden insanlara hatalarının bir kısmının cezasını tattırmak için yeryüzünde kargaşa; bozulmalar oluştuğunu bildirerek onlardan akıllarını başlarına almaları, yaptıkları işlerle karada ve denizde fesat çıkarmamalarını / doğadaki dengeyi bozmamalarını emretmektedir. İleride bu mesaj farklı bir üslup ile de gelecektir.
Şüphesiz Biz, emaneti [güvenliği, düzeni, dengeyi] göklere, yere ve dağlara yaydık da, onlar, onu taşımaya yanaşmadılar, ondan [güvenliğin, düzenin, dengenin alıp götürülmesinden] korktular. Ve onu insan taşıdı [ona ihanet etti]. Şüphesiz o [insan], çok zalim ve çok cahildir. (Ahzab/72)
Ve onları yeryüzünde birçok ümmetlere ayırdık. Onlardan bir kısmı sâlihlerdi, bir kısmı da bundan aşağı idi. Ve Biz, onları dönsünler diye iyiliklerle ve kötülüklerle belâlandırdık [imtihan ettik]. (A’raf/168)
Burada konu edilen fesat, doğal dengenin bozulmasıdır. Yani mevsimlerin bozulması, yağışların azalması veya çoğalması, bitkilerin verimsizleşmesi, suların kirlenmesi, buna bağlı olarak suda yaşayan canlıların yok olması, atmosferin bozulması, ozon tabakasının zayıflaması ve delinmesi, buna bağlı olarak yüksek radyasyonun neden olduğu kanser ve benzeri hastalıkların çoğalması; tüm bunların sonucunda da yeryüzünde sıkıntılı bir hayatın meydana gelmesidir.
Bilinen bir gerçek ki; hazza dayalı bir üretim ve tüketim perspektifi yüzünden insanoğlu kontrolsüz bir teknolojik gelişmeyle doğadaki dengeyi hızla bozmaktadır. Bunun sonucu olarak içilecek temiz su kaynakları, solunacak temiz hava ve yenilecek doğal ve sağlıklı yiyecek temini her geçen gün biraz daha zorlaşmaktadır. Bu zorlukların oluşturduğu biyolojik ve psikolojik komplikasyonların insan sağlığını ciddi olarak tehdit ettiği bilimsel çalışmalarla da teyit edilmiştir. Bugün bu tehlikeli sürecin tüm devletlerce de algılandığı gerçek olmakla beraber, olumsuz sonuçlarının giderilmesi konusundaki uluslararası irade henüz yeterince güçlü değildir.
BM şemsiyesi altında yapılan ve Kloro Floro Karbon gazlarının atmosfere salınımı konusunda sınırlamalar getiren Kyoto Protokolü ancak 2005 yılında imzalanabilmiştir. Bu ve benzer antlaşmalarla çevrenin insan ve diğer canlıların sağlığına yeniden uygun hale getirilmesi çabalarına ağırlık verilmeli ve Allah’ın doğaya koyduğu ekolojik denge yeniden sağlanmalıdır. Aksi halde insanlık daha büyük felaketlerle karşılaşacak ve bu felaketler tadımlık olmayacaktır.
Ekolojik denge ve bu dengenin korunmasına yönelik son zamanlarda bir hayli bilimsel çalışma yapılmakta ve bir takım tedbirler alınmaktadır. Okurların bu konuyu detaylı olarak bilimsel verilerden okumasını ve takip etmesini öneriyoruz.
42 - De ki: Yeryüzünde gezin de bundan öncekilerin akıbeti nasıl olmuş bir bakın. Onların çoğu ortak koşanlar idiler.
41. ayette “İnsanlar dönerler diye, kendilerinin elleriyle kazandıkları şeyler yüzünden, yaptıklarının bir kısmını onlara tattırmak için karada ve denizde fesat/kargaşa ortaya çıktı” denilmiş ve dikkatler insanoğlunun yeryüzündeki olumsuz tasarruflarına çekilmişti. Bu ayette de bu olumsuz tasarrufların yol açtığı yıkımı insanların bizzat kendi gözleriyle incelemeleri istenmektedir. Gezip inceleyenler, müşrik toplumlarının akıbetlerinin nasıl olduğunu yeryüzünün her tarafında açıkça gözlemleyebilirler. Rabbimizin emri gereğince, yeryüzünde kargaşa çıkaranların sonunun nasıl olduğu, tarihi verilerle de örneklenerek bilimsel olarak ortaya konulmalıdır.
O [Karun]; “O [servet], bana ancak kendimdeki bilgi sayesinde verildi.” dedi. Bilmez miydi ki Allah, kendinden önceki nesillerden, ondan daha güçlü, ondan daha çok topluluğu [taraftarı, birikimi] olan kimseleri kesinlikle helâk etmişti. Ve günahkârlar günahlarından sorulmaz [Allah onların hepsini bilir]. (Kasas/78)
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla