Tekil Mesaj gösterimi
Alt 3. July 2013, 08:50 AM   #1
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart Emanet'i kime teslim etmeliyiz?

İslam diye isim alan hak bir dinin toplumsal hayattaki göstergesi işlerin şûra ile yapılmasıdır. Dalalet ehli veya yoldan çıkmış bir toplumun dünya hayatındaki işareti istibdattır. İstibdat ister monarşi ve hatta veraset yoluyla olsun, isterse, cuntacılık şeklinde olsan “lider sultası” ve “fikir tekeli" varsa şûra dışı ve şûra karşıtı olarak isimlenmesi için yeterli şart oluşmuş olur.

MÜLKÜN SİYASİ AYAĞININ İŞTİRAK HALİNDE KULLANILMASI.

Bu hal, yani mülkün siyasi ayağının iştirak halinde kullanılması elbette ki Şûra’dır.
İstişâre ise katılımcı ve tam demokrasiden temsili türüne geçildiğinde kamuoyuna, muhalefete, baskı guruplarına, diğer baskı guruplarına danışmaktır. Âdet yerini bulsun diye değil, gerçekten hata yapmamak ve kendisini desteklememiş olan insanları üzerek insan(Kul) hakları vebâlini yüklenmemek için bunu yapmalıdır. Bunu yapmayıp kendi bireysel aklı, eğilimi ve hatta görüşü doğrultusunda hareket etmesi hak dinde kerih(iğrenç) görülenlerdendir.

Teknik danışman anlamındaki danışman bulundurmaya gelince; bu, hiç bir zaman ne gerek Kur'an "şura suresi"ndeki mülkü yönetmekte katılımcı demokrasi mecburiyeti olan iştirakın yerini tutan şeydir; ne de zaten kendi kafasına uygun özel danışman atayıp ona sorması hak mânâda şuradır; ne de teknik danışman bunun yerini tutar. Teknik danışman kullanmakta bir sakınca olmasa da, emaneti vereceğimiz insanın bir devlet tecrübesi olmalıdır. Özel alandan tepeden inme kimseler getirilmemelidir. Böyleleri devleti de "tüccar kafası"yla yönetirler ve "kamu görevi ilkesi"ni daima ihlâl ederler.
Öte yandan her müminin ilimle ve gerekli her türlü bilgiyle donanımlı olması mecburiyeti "ata-sözlerinde ve deyişlerde de vardır. Bir kimse eğer ülke yönetmeye kalkmışsa onun ilimle donatılmış olması kat kat farzdır. Bu bakımdan teknik anlamda danışman bulundurmakla ne tam demokrasi anlamına gelen şûra ve ne de istibdattan vazgeçerek her fikre açık olmak ve fikrin muhalif veya yandaş olan kimseden çıkıp çıkmadığına bakmamak suretiyle mutlaka değerlendirmeye alması gerekir. Bunu yapmayan herkes Kur'an dili olan Arap lisanında müstebittir. Müstebit ise çatık kaşlı, bed sözlü kaba şaki kimsedir. Böyle olanların da bizden olmadıklarına dair bir ata-sözü, deyiş de sunalım.:

“Kim ki, bir iş yapmak istediğinde Müslüman bir kimseyle istişare ederse, Allah onu işlerin en doğrusuna iletir.”

Dikkat edilirse burada bir iş yapmak söz konusudur. Yani eyleme geçilecektir. Bu eylem ister kişinin kendi nafakasını karşılamak veya ailesini yönetmek konusunda olsun, isterse ülke yönetmek gibi bir iş olsun danışmak hak dinin emridir. Bu genel fikir "sorma" olduğu için bir "danışma" niteliği taşır. Yaygın olan bu olduğu için de Şura denilince bu anlaşılmaktadır. Hâlbuki Kur'an ve ata-sözleri bu kavramın kullanırken sadece bu fikir alma, işine gelirse uygulama, işine gelmezse uygulamama nitelikli danışmayı kastetmez. Sözü bu dar kalıpları içinde yorumlanması için söylemez vahiler ve resuller. Zaten müsteşara da isim olan istişare şuradan ayrı bir şeydir. Bir teknik bilgi almak amacıyla müstebitin iş olsun diye danışman kullanmasıdır "istişare".

Maalesef, Kur'an’da koskoca bir sure bu isimle anılmasına rağmen içeriğine dikkat edilmeden yasak savma kabilinden ve her hâkimin-egemenin kendisinin atadığı bir teknik danışmana sorar gibi yapması olarak geçiştirilmiştir. Mülkün iştirak haklinde kullanılması hak dinde ideal yol olmasına rağmen, hususileştirmek ve tekelleştirmek kural haline gelmiştir. Halifelik bahane edilerek verasete dayalı istibdat katılımcı demokrasinin(Şûra’nın) yerini almıştır. Böylece de hak dinde hiç yeri olmayan anti demokratik istibdatlar süre gelmiştir. Demokrasiye bile aldırmadan kendi fikrinin ya halkın fikridir veya dinin emridir yalanıyla ve abartısıyla ısrarla dayatan müstebitler liberalizmi de tek iktisadi doktrin haline sokarak kul haklarının ihlaline dayalı bu sistemi küçük bir azınlığın lehine olan sistemi sürdüre geldiler. Sonuçta “bizden” görünen ama bizden olmayanlar çok miktarda türediler. İşte onlar bizden değildir. Bunu da iki ata-sözü saptayarak devam edelim.

SOYGUNCU BİZDEN DEĞİLDİR.

” Soygun yapan bizden değildir.”

BİZİ ALDATAN BİZDEN DEĞİLDİR

“Bizi aldatan bizden değildir. Hile yapıp tuzak kuranlar cehennemdedir.”

"Mülkün iştirak halinde kullanıldığı Medineler" dışında kalan hadarat(yeşillenme, kendine yontma) rejimlerinde genellikle otokratlar hükümdardır. Hakkı yenilen kesimi dinlemeye bile tahammül edemezler. Huzurlarından kovarlar. Bu eskide kalmış bir uygulama da değildir. Yoz kültürden kurtulamamış ve hak arayan vatandaşına hor bakan ve kovan kimselerin tavırları göz önünde durmakta, halen yaşanmaktadır. Onun için şura kendilerine danışman olarak belletilen bir kültürün akıllarını da çalıştırmayan elemanlarının "şûra suresi"ndeki katılımcı demokrasiye intibak etmeleri elbette ki beklenmez. Çünkü yukardan dayatmacılık, iliklerine işlediği halde bunu kabul etmeyerek başkalarını jakobenlikle suçlamakla "mağduriyet edebiyatı"nı sürdürecekleri aymaz bir kamuoyları ekmeklerine yağ sürmektedir. İşte burada emaneti veren “Bizden” değil ki, alanlar bu nitelikte olsunlar. Bunların bu horlayıp küçük görme tavırlarını anlatan bir ata-sözü verelim öyle devam edelim.

YAN BAKMAK BİLE GÜNAH OLARAK YETER.

“Kim din kardeşine haksız yere onu korkutacak bir gözle bakarsa, Allah da Kıyamet Günü kendisini korkutur.”

Burada verilen misal “Bir kimse” olarak dile getirilmiştir. Düşününüz ki, bu kimse özel biriyse, Kamu erglerinden birisini veya üçünü de birden kullanıyorsa!. Onun böyle kaba saba, katı kalpli, bed sözlü olmasının vahametini düşünelim. Ne büyük azabdır emanetin böylelerine geçmesi.

MERHAMETSİZLİK KARŞILIKSIZ KALMAZ.

“Kim yerdekilere merhamet etmezse, göktekiler de ona merhamet etmez.”

Yukardaki mizaç sahipleri bizden değildirler. Bir mümin adayı bunlardan kaçınmalı, emaneti de böylelerine vermemelidirler. Gerçek mümin aşağıdaki ve benzerlerinde nitelendiği gibi olmalıdır.

“Kim ki din kardeşine sevgi dolu bir gözle bakarsa, Allah onun günahlarını bağışlar.”

İslam toplumsal ilişkide öyle önemli esas ve detaylar vermiştir ki, müslümanın yüksek ahlakı nedeniyle yasa koyucuya bile ihtiyaç duymaz. Şeraitin kalbe yazılması da budur. Bu temiz alanda istismarcı da barınamaz.

Saygılarımla.
Galip Yetkin
(Av ilhami Çetin'den)

Konu galipyetkin tarafından (14. November 2014 Saat 11:53 AM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
Bilgi (13. September 2013), dost1 (11. September 2013)