Tekil Mesaj gösterimi
Alt 18. September 2013, 07:24 PM   #9
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

BİZ’DEN OLMASI GEREKEN YÖNETİCİ GÜVEN VEREN, GÜVEN DUYULAN OLMALI.


Kuran elbetteki "biz" tanımında “Mümin” vasfını taşıyan insanı da kasdetmektedir. Ama dikkat edilirse, Nisa–58 ve 59 ayet lafızlarında(lütfen ayetlere bakın) "Mümin" diye bir lafız yoktur. Elbette ki bunun sebebi vardır. Sebeplerin başında da dinin istismara elverişli bir kurum olmasındandır. İnsanlara sureti haktan görünerek iktidar mücadelesi ve mülk şehvetini tatmin için kullananlar hem eskiden beri ve hem de günümüzde sayılamayacak kadar çoktur. Onun için rabbimiz emaneti kendisine tevdi edeceğimiz kimselerin insani vasıflarını ve yüksek ahlâk ve karakterlerini açıklarken “müslüman” veya “mümin” lafzını doğrudan kullanmamıştır. Hal böyle olmasına rağmen tarih boyu yine de istismarcılar ilim, sadakat ve liyakati ilk sıralara koyma yerine, emanete namzet olanın dış görünüşüne bakarak karar verme yolunu takip etmektedirler.

Nitekim bu istismarı ve maalesef hâlâ Kur'an'dan haberdar olmayan bilgisiz kitlelerin nasıl kandırıldığını ve çağırıldıkları din dışı ölçüye davete icabet ettiklerini 2007’li yıllarda cumhurbaşkanı seçimi öncesi gördük. Kur'an'dan yeteri kadar haberdar olmayan ve dini siyasetine ve siyasetini de mülkleşmesine payanda etmiş kişilerin “dindar Cumhurbaşkanı” çağrılarına icabet ederek(uyarak) Kur'an'dan destek alamayacak bir yola girmişlerdir. Hem de müminlik kıstasını sadece eşinin tesettürüne istinat ettirerek(dayandırarak) bunu kullanmıştır. Şu dini bilgi eksikliğine bakın ki, Kur'an "herkese kendi çalışmasının karşılığı vardır" derken eşin(tesettürü sebebiyle) şefaat etmesini meşrulaştıracak yeni bir din icat edildiğini de görmekteyiz. Eğer halk dinini bilseydi, değil kadın tesettürünün kocayı mümin yapacağı yalanına inanmak, Kur'an şahadetiyle sabit olan zalim Firavunun mümine ve hem de takva-vera sahibi Asiye'nin şefaatinden yarar görmediği ve helâk edildiğini bilirler ve bu tür dini ikbal(yüksek bir mevkiye ulaşma) ve emellerine alet edenlere fırsat vermezlerdi. Çünkü uyguladıkları sosyo ekonomi politik hak dine aykırı olan serbest yerle ilgilidir. Bu ise öyle bir zulümdür ki, ona sapanlar insanlık tarihi boyunca Allah'ın gazabına uğramışlardır. Çünkü bu hem gadaret(insafsızlık) ve hem de emanete ihanettir. Çünkü varsılı daha varsıl, yoksulu daha yoksul yapan bir düzendir ki, zulüm denince bu ferdiyetçi sistemin eşitliksiz olan imtiyazcı ve iltimasçı sistemi anlaşılır.


ZAYIFLARIN KORUNMASINDAN YANA TAVIR KOYMAYANLARIN DURUMU

“Kim ki, yanında bir mü'min ezildiği halde ona yardım etmeye gü*cü yeterken yardım etmezse, Allah onu Kıyamet Günü insanların gö*zü önünde zelil kılacaktır.”

Serbest piyasa ekonomisi bu şerri ihtiva eder. Dindarlığa hatalı kıstas getirilince öyle bir kamuoyu oluşur ki, yukarıdaki günahı işlemek de doğallaşır. Bir vahim örnek de, yine dindarlık iddiasıyla iktidara gelen benzer bir zihniyet, Fransa’nın emperyalist zulmüyle soykırıma uğrayan Cezayir müslümanlarının yanında yer almamıştır. Özgürlükler gündeme geldiğinde, İslam kıstası hatalı oluşmuş toplumun emaneti verdiği aynı kıstası taşıyanlar, yani Türkiye Müslümanlarının Müslüman diye iktidar yaptığı heyet, “ezildiği” halde sahip çıkmadıkları gibi uluslararası alanda, maalesef Cezayir müslümanlarının aleyhine oy kullanmışlardır.

Bütün bunlar gösteriyor ki, toplumumuz hak olan Kur'an'da konulan kıstasları değil, zahiren müslüman aramaya devam etmekte, bu nedenle de dinde fakihlik(İnce anlayış) kazanamamaktadır.



DİNDE İNCE ANLAYIŞLI( FAKİH) OLMAK ALLAH’TAN HAYIRDIR.

“Allah kimin hayrını dilemişse onu dinde bilgi ve ince anlayış sahi*bi yapar. Ve doğru yolunu kendisine ilham eder.”

Allah, ilmi arayana bu hayrı verir. Dünyayı isteyenlere ve bunun için de dini istismar edenlerin peşine takılanlara elbette ki hikmetle hidayet edecek değildir.


İKİ AÇTAN BİRİSİ İLMİ, DİĞERİ DÜNYAYI ARAYANDIR.

“İki aç vardır ki, doymaz: İlmi arayan, dünyayı arayan.”

İnsanlar eğer, feodalist, liberalist ve kapitalistler olmaya özenir de dünyayı tercih ederse, devletçiliği ve halkçılığı yıkarak sınıflı ve imtiyazlı toplumda kendisinin ve hizbinin iltimaslı ve imtiyazlı olmasına çalışırsa Allah onun kalbindeki zerre kadar imanı da alır da bunu bile fark etmez; ferdiyetçilik taraftarı, toplumculuk düşmanı olurlar.


KARŞILIKLI DAYANIŞMANIN OLDUĞU YERDE ANCAK MÜMİN VARDIR.

“Mü'minler birbirleri için aksamı(kısımları) birbirlerine destek veren bir bina gibidir.”

Şimdi bir bunun üzerinde düşünelim, bir de bize kendilerini dindar diye pazarlayan, ama insanların ayrı ayrı duvarlar olmaları ve hatta birbirlerine rakipler olarak hizipleşmelerini serbest piyasa ekonomisi adı altında yürürlüğe koyarak ikiyüzlü davranışlarına bakalım. Objektif bir insan için çok iğrenç bir durum vardır ortada. İş ve amaçları birleştirilmek yerine, aksine yarış ve savaşa sokulmuş insanların arasında kardeşlik kurmak mümkün müdür? Oysa ki bize kardeşlik emredilmiştir.


MÜMİN ASLA BİRİBİRİNİN RAKİBİ OLAMAZ. ÖYLE İSE SERBEST REKABET HAK BİR DİNE ASİ GELMEKTİR.

“Mü'min mü'minin aynasıdır, mü'min mü'minin kardeşidir. Kay*bettiği bir şeyini onun için muhafaza eder. Arkasından onu savunur.”

Eğer insanları, seçtiğiniz ekonomi politik gereği birbirine destek değil, köstekleyerek birbirlerine rakip ve rakibi geçmek üzerine tesis etmişseniz öncelikle iman-mümin ilkesine ihanet etmiş olursunuz. Çünkü mümin kavramının oluşumunda ağırlığı olan unsur “inanılır ve güvenilir olmak”tır. Eğer doğrusu bu olmasaydı yüce Allah Haşr–23 ayette şöyle der miydi?

“…El Melik-ül Kuddüs-üs-selam-ül mümin-ül…”

Öncelikle şunu belirtelim ki Allah tertemizlik ve kusursuzluğu ifade etmek için “Kuddüs” ismini kendisi için kullanmıştır. İnsanlar için bu kavram değil, Tayyib ve tahir kavramları kullanılır. Haşr–23 ayet Allah’ı "melik" olarak açıkladıktan sonra onun "kuddüs" olduğunu açıklamaktadır. Yine bir başka anlamdırmaya göre Allah’ın kusursuz ve lekesiz bir "Melik" olduğunun açıklandığını anlarız. Buradan insanın alacağı hisse ise müminin tertemiz olması gerektiğidir. Yine emaneti ister bizzat ve isterse bilvasıta kullanalım aranan vasıflarımız çalmamak ve çaldırmamak, ezmemek ve ezdirmemektir. Eğer bir heyet daha dindar olduğunu öne çıkartarak iktidar olmuş ama ona destek verenlerden bir kısmı yolsuzluklarını sürdürüyor ve kendi hizbinin iktidar olması bunu kolaylaştırıyorsa Allah böyle bir toplumu ne mümin sayar ve ne de ona merhamet gözüyle bakar.
Bu kötü halin örnekleri çoktur zamanımızda. Hatta böyleleri yandaştır diye korunmaktadırlar.

Yine mukayesemizi Haşr–23 ayetten sürdürürsek(lütfen ayete bakın), ancak Tayyib ve Tahirlik isimde değil ruh ve davranışlarda yer etmiş olanların toplum için selamet olacakları vurgulandıktan sonra “mümin” kavramı Allah ismi olarak zikrediliyor. Aslında sıfat dememiz gerekir ama bir nitelik Allah’ta olunca ona sıfat değil isim demek daha doğrudur. İşte bir inananda ve bir melikte müştereken aranacak vasıflar çok temiz ve temizlenmeyi seven olmalıdır(bkz. Tövbe–108). Yani fityan ehli olmalıdır. Mescid'il haramı ziyaret ile bırakmayan, mülkte iştirak içinde olunarak temizlenmeyi savunan Tayyiplerden-Tahirlerden olması gerekir. Oysa biz öyle mi yapıyoruz. Aksine, Tövbe–108 ehli fityanlardan değil, "Dırar mescidi" ehli olan liberalistlerden emanetçi seçmekteyiz. Toplumculuğu savunma yerine, toplumcu parti ve onların temizlenmeyi seven ve temiz toplum diyen kalben mümin insanlarını “Meymenetsiz” ve toplumculuğu da meymenetsizlik olarak nitelendirip, böyle hakaret eden ve hor görenlerle aynı hizipte yer alan böylelerine emaneti veriyoruz. Ferdiyetçi midir insanlara hayırlı olmayı savunan, yoksa toplumcu mudur(Sosyalist midir) insanlara en çok faydalı olan?

Mademki Haşr–23 Allah için de "Mümin" kelimesini kullanır, öyle ise, “Mümin kişi Allah’a iman edendir” deyip geçiştiremeyiz. Çünkü "Mümin" kelimesi bu ayette bizzat Allah’a isim(Sıfat) olmuştur. Allah dışında ilah olmadığına göre Cenab-ı hakk kime iman etmektedir?
Demek ki mümin kavramının öncelikli anlamı "bir dinin inananı" değildir. Yüksek ahlak ve karakter sahibi olduğu konusunda şek ve şüphe duyulmadığı için "kendisine inanılıp güvenilen zat" anlamındadır. Öyle ise bir insan ister sıradan bir dindar, isterse emaneti yüklenen olsun, güven verecek vasıflardan mahrumsa ona "mümin" denmez. Ona emanet de verilmez. İnsanlara faydalı olmak gibi bir idealizmi de olması gerekir. Ensar ve iysar ahlaklı olmalıdır. Açıkça liberalizmi savunan bir kimsede bunların olmadığı ayan beyan ortadadır.


MÜMİN KENDİSİNE ISINILAN VE BAŞKASINA İYİLİĞİ DOKUNANDIR

“Mü'min, başkalarına ısınan ve kendisine de ısınılabilen kimsedir. Başkasına ısınamayan ve kendisine de ısınılamayan kimsede hayır yoktur, insanların en hayırlısı, insanlara en çok faydası dokunandır.”

Dikkat edildiğinde burada Hıristiyan, Yahudi ve Müslüman değil "mümin"(Güven duyulan adam) tanımlanmaktadır. Bu tanımlar çoktur. Ama inceliği fark eden yoktur. Müminin öncelikli anlamının "güvenilirlik" olduğunu bilmek gerekir. Bu nitelikler mümine ilave olunan aksesuarlar değil, müminin oluşum şartıdırlar. Varlık sebebidirler. Bu nitelikler yoksa mümin olma yoktur ortada. İnsanlar bilme ile inanma arasındaki farkı çoğunlukla bilmezler. Allah vardır diye bilmek, Kitap inmiştir, resul gelmiştir diye bilmek insanı mümin yapmaz. Allah’ın var olduğunu, resul ve kitap gönderdiğini bilenler vardır ortada.
Eğer bu bilmek, Allah’a “Güvenmek” aşamasına gelmiş ve Allah’ı Rabb edinmek için yalnız Allah veli edinilmişse ortada mümin vardır. Burada çok dikkat ister. "Eminlik" niteliğiyle ilgili bir kavram olan müminlik Haşr–23 ayette Allah için bu anlamda kullanılmıştır.
İnsan için mümin kavramı iki anlama da gelir: Kendisine güvenilecek ve gerçekten güven veren insan ve diğer yandan da, şek ve şüpheyi atmış olarak güvenip itimat eden insan anlamıma gelir. Yani emin olma olgusunun iki tarafını da anlatan bir kavramdır mümin.


MUHACİR HATA VE GÜNAHLARDAN HİCRET EDENDİR

“Mü'min, insanların malları ve canları konusunda kendisinden emin oldukları kimsedir. Muhacir de hatâ ve günahlardan uzak du*ran kimsedir.”

Kendisine güven duyulan, itimat edilen dürüst insana mümin denilir şeklinde bir tanım yapılabilir. Onun için müminin zıttı hain olmuştur. Onun için Müslüman alemi çoğunlukla “Mümin” diye getirip başına taç yaptıkları tarafından ihanete uğramıştır. Çünkü mümin kavramının asıl anlamının liyakat sahibi, işinin uzmanı ve kendisine güvenilecek bir insan olma vasfını araştırmayı ihmal edip, zahiren(görünüşte) inanıyor mu inanmıyor mu hatalı kıstasını öne çıkarttığı için birçok sahtekâr dünyalığını kurtarmak için sureti haktan görünerek onu dış görünüşle aldatagelmiş ve daha da aldatacaktır.

İşte bu ümmet zaten kendisine sorulmadan bin yılı aşkın bir zamandır yönetilegelmiştir. Sorulduğunda da, emanete talip olanlardan emanet verileceklerde liyakat ve güvenilirlik gibi vasıflarından kıstas seçmek yerine “sözleri tasdik ediyor mu” diye zahiri bir kıstasla emaneti vermiş ve bu nedenle de ihanete sık uğraya gelmiştir. Bu eksik kıstasla hareket edişi de şu kavramla anlatılır: "Bu adam İslam’ı diliyle tasdik ediyor. Kılık kıyafeti de şöyle, camide de gördüm. Karısı da şu kıyafette" deyip, mümin adderek itimat etmek hıyanete uğramayı kolaylaştırır. Çünkü iktidarı ele geçirenlerin halkı istismarının önüne, şekli imanla değil, ancak yüksek ve güzel ahlak ilkeleriyle donanmış bir gönülle geçilir. İnsanlar acziyetlerinden dolayı birilerinin himayesine sığındıklarında burada emanet vermek değil himayeye girmek söz konusudur. Müslümanlar ilk yarım yüz yıl sonrası buna mahkûm olmuşlardır. Böylece de Nisa–58 ve 59 ayetler muallâkta kalmışlardır.

Güvende bile tedbiri elden bırakmamak gerekir. Her duyduğuna inanma, İslam tipi inanana yakışan hallerden değildir. Her güçlü kuvvetliye “beni daha iyi korur diye “ sığınmak yine akıl kârı değildir. Doğru olan şey, karşılıklı dayanışmalı sistemi kurup(salâtı ikâme edip) “güçlü arama” gafletini bırakmak gerekir. Yine güçlülerin "saymakla bitirilemeyen" faydalarına dalkavukluk edenlerin yalanlarına itimat etmemek gerekir. Çünkü Feodalizmin ve Liberalizmin dalkavukları insanları aldatarak her mahallede bir milyarder yarat ki sana çok faydası olsun hilesiyle feodalizme ve liberal kapitalizme esaret durumunu sürdürecek politikalar üretirler. Böylece Nuh–21 ila 26 ayetler arasında anlatılan acayiplik çıkar ortaya. Hak resuller ve Lukmanlar bu zayıfları hürleştirmeye ve zilletten kurtarmaya çalışmalarına rağmen bu güruh aksine malı ve aşireti kalabalık olanların yanlarına sığınırlar. Böylece de kasabını sırtında taşıyarak kesime elverişli yere doğru kendi kasabını götüren ahmak deve durumuna düşerler. Bunun için her duyduğuna inanan ve her zahiren tasdikçiyi “Bizden” kabul edenlere giden bir kavramla güçlüye sığınırken bile dikkat edilmesi gereken şeyin fayda-zarar kıstası olduğunu da belirtmek gerekir.
İman, emin ve mümin kavramı bu kadar önemli ve çok kapsamlı bir kavramdır. Bundan gaflet edenler Allah’ı veli edinmeyi akledemeyenlerdir. Yine karşılıklı veli edinme sitemi olan "Ensariyet"i keşfedemeyenlerdir. Bunun için “Güçlü” ararlar. O toplumda yeteri kadar güçlü yoksa onu “yaratırlar”. Fakirden zengine imkan pompalayarak teşvik tedbirleri ve muafiyet ve istisnalarla “kıyaklar” yaparak adam palazlandırma politikaları da ortaya girdiğinde bu dinin de inananları elbette vardır ortada. Ama asla bu inananlar İslam inananı değildirler. Çünkü mülkperestliği kutsamakla putperest olmuşlardır. Çünkü Diyojen kadar akıllı olup, gölge edenlerin fayda üretmediklerini bilmeleri gerekirken ilimden uzak cehaletleri bu bilince ermelerine manidir de reşit olamamışlardır. Reşit zannettikleri diğer cahilleri de mürşit edinince günümüzdeki ecnebinin ayakları altında zillete düşmüş ümmet manzaraları durur karşınızda.

İşte hak din müminiyle, batıl din müminin burada ayrılırlar. Batıl dinler feodalizm ve liberalizmde olduğu gibi imtiyaz ve iltimas uygulayarak güçlüler oluşturalım ve sonra da bunların himayesine girelim diye teori oluşturur ve bunun propagandasını yaparlar. Hak din mensubu ise bilir ki, güçlü deve birçok devenin mazlum duruma düşmesiyle güçlü hale gelir. Tıpkı güneş ve toprağı daha çok kullanma ve yararlanma imkanı olan büyük ağaçların küçüklerin su ve güneşle ilgisini keserek çökertmeleri gibi. Onun için Filozof güçlüye “Gölge etme başka ihsan istemem” diyebilmiştir. Onun için ister siyasi, ister sosyal ve isterse ekonomik emanet olsun bunlar gölge edeceklere verilmez.

Bir diğer önemli vasıf da, gölge edecek kadar güçlü ve bundan dolayı zarar verenlerden olmayacak. İşte feodalizm ve liberalizm toplumunda zarar vermeyen bulmak imkânsızdır. Çünkü rekabet ve rekâbet dolayısı ile yengi, kuvvetli olmanın yol ve yöntemidir. Burada zarar vermemek değil, tam tersine zarar vererek farklı duruma geçmek önde, ilerde ve yüksekte olmak gerçekleştirilir.

Demek ki iki önemli anlamı olan Mümin kavramının biraz da “güvenilir, itimat edilir olmak” anlamını öne çıkartarak, daima hatırda tutmak gereklidir. İşte o zaman Nisa–58 ve 59. ayetlerde bize verilen emrin ne olduğunu, ne aldanan ne de aldatanlardan olmamanın ideal olduğunu daha iyi anlarız.
Adalet ve Rahmet sitesinden say6gılarımla.
Galip Yetkin.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
dost1 (19. September 2013)