Tekil Mesaj gösterimi
Alt 1. November 2016, 12:31 PM   #1
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart Anlam Daraltması ve bilgide standartçılık

ANLAM DARALTMASI VE BİLGİDE STANDARTÇILIK HAK VE ADALETE HİÇ DE UYGUN DEĞİLDİR.

(Adalet ve rahmet sitesinden.)

Bilen bilir ki bütün yeryüzünde ki ağaçlar kalem olsa ve yedi misli daha olsa, bütün denizler mürekkep olsa yedi misli daha olsa, bütün bunlar tükenir de Âlim olan Rabbimizin sözleri yine de tükenmez. Yine vahiler ve onlardan kaynaklanan dini bilgi ve hayat bilgisi bir Allah lütfü olup, Allah’ın sırf merhametinden dolayı insanlara uzattığı kurtuluş ipidir.
Allah bunun için vahileri birden ziyade kıraatte elverişli bir yapıda insanlara gönderir ki, aklen ve fikren çok çok genişlesin.

Yeryüzüne hâkim olmak isteyenler ise, her şeyi tek kalıba dökerek öğretmeyi ve yönetmeyi basite indirgemek isterler.
Fikirleri dondurmak ve sözün değil en güzeline, vasatına bile ulaştırmayan bir kısırlaştırmayı esas alır, fikri gelişmeleri ve insanın kendi kendisini yönetmekte veya birlikte müzakereye dayalı ve şurayı hâkim kılacak çeşitli fikirlerin yarışmasından hakikat güneşinin doğmasının yolunu kapatmak ve hakkı boğmak isterler.
Hâlbuki Allah muradı bu değildir.
Eğer Murat bu olsaydı;
Tek fikir ve tek kişi yönetimi en ideal şey olur, diğerleri yasaklanırdı.
Zaten gerek de kalmazdı.
Oysa fikirlerin yarışmasından karanlık değil, hakikat güneşi doğar.

Bunu dilemiş olan Allah vahileri de yedi kıraate uygun bir zenginlikte gönderirken, müstebit-baskıcı yapıda olanlar ise önce okumada ve sonra da anlam çıkartmakta kısırlaştırmaya yönelirler;
daha bir asır geçmeden çıkartılmadık hüküm kalmaz ve artık ne yeni yasaya, ne de daima en güzeli aramaya lüzum kalır. Her şey dondurulur ve zaman durdurulur, hayat dondurulur.
Eğer bir kültür sadece üst bir sınıfın siyasi, sosyal ve ekonomik bakış açısını tekelleştiriyorsa ona istibdattan/baskıcılıktan başka ne denilebilir?
Yine bir vahi sadece tek bir anlama gelecek şekilde filizleri budanan bir ağaç gibi tek bir kıraatte donduruluyorsa o vahi sonraki nesillere geçmişi ve geçmişteki insanın tek tip hayatını asırlar sonrasının insanına yaşatmak amacından başka neye hizmet edebilir?
Hani Kuran “sözün en güzeline uymayı” emretmişti?
Sözün en güzeli nasıl olur da kodamanların bakış açısıyla aynı şeyi ifade eder?
Tek ve kısır bir yoruma eğer mevzuat kilitlenmişse, yeni yorumlara ne gerek kalır ki? Bu durumda yeni hükümler nasıl çıkartılır da maslahata uygun faydalı ufuklar açılabilir?
Hak dinde yasalar olup bittiyse parlamentoya gerek kalır mı? Parlamentere gerek kalır mı? Peki, vahiden bu sonucu çıkartıyorsan katılımcı demokrasi anlamına gelen “Şura” niçin Kuran surelerinden birisinin ismi olsun?
Öyle ise anlam daraltması diye açtığımız bu çok önemli başlık ilim ve adalet isteyenler için olağanüstü bir öneme sahiptir.
Bize göre bir vahiyi tek bir kıraate uygun hale getirmek, hareke ve noktalayarak anlamı kısırlaştırmanın, bir amacı filiz vermeyecek şekilde budamak veya yaprak çıkartacak kınları yakmaktan farkı yoktur. Bunun için son din ümmetinin de hatalı olarak monarşi ve aristokrasiye meylederek karanlıkta kaybolmasına bir anlamda ara vererek, diğer bir anlamda ise bir önemli açıklamadan sonra devam etmek üzere Mushaf haline getirilmiş ve filizleri ve yaprak kınları üzerinde duran çok bereketli vahiyi bence kısırlaştırmak anlamına gelen tek kıraat ile nokta ve harekelendirilerek anlam daraltmasına gidilmesi uygun değildi.
Öyle ise bir ara başlıkla açıklamayı sürdürelim.

Kuran’ın ikinci Defa Mushaf haline getirilmesi:

Bilindiği gibi selam ona Resulullah’a(s.a.s) vahyi geldikçe ezberlettirilir ve ayrıca ele geçen çeşitli yazım eşyaları üzerine yazdırılırdı. İlk Halife Ebu Bekir(r.a) zamanında yapılan savaşlarda Kuran ezberlerinde olan hafızlarların sayısının gittikçe azalması karşısında haklı olarak telaşlanan Ömer’in(r.a) uyarıları ile Kuran’ın bütün yazılmış nüshalarının bir kitapta toplanması işine başlandı. Herkes yanında bulunan Sure ve ayet bölümlerini getirdi, hafızların hafızalarının da karşılaştırılmasıyla, iki kapak arasında sayfaların toplandığı, adına Mushaf denilen kitap meydana getirildi. Bu gerçekten yapılması gereken bir işti.
Yapılmaması gereken ise, Vahyinin çeşitli şeyler üzerine yazılan o ilk yazımlarının hatıra olarak saklanmayıp zayi edilmesi idi. Bu konudaki değerlendirmeleri de, bu konunun uzmanı ve emsalleri içinde hatırı sayılır derecede güzel bir tefsir çalışması yapmış ve bundan da daha önemlisi objektif bir kaynak olan Prof. Süleyman Ateşin “yüce Kuran’ın çağdaş tefsiri “ isimli eserinin refakatinde yapalım. Kaynak olarak yararlanacağımız eserin yapacağımız alıntıları hep birinci ciltten olacağı için, sadece sayfa numaralarını vermekle yetineceğiz. İlk alıntıyı yapalım. Önce o hayırlı işten, yani Kuran’ın bütün sure ve ayetlerinin bir araya sıralanması ve ciltlenerek iki kapak arasına alınması(Mushaflaştırmak) hayırlı olayından bahsedelim.
8. sayfada şöyle yazılmıştır;
”Yemame savaşında yedi yüz sahabe şehit düşünce, Kuranı kerimin akıbetinden endişe duymaya başlayan Ömer İbn El Hattab, Halife Ebu Bekir’i, Kuran’ı yazmaya ikna etti. Bu işte görevlendirdikleri Zeyd İbn Sabit, yorucu bir çalışmadan sonra Kuran’ı surelerin tertibini göz önünde bulundurmadan derledi.”
Bu derleme elbette ki zaruri idi, ama ikinci kez tekrar yazdırılıp akabinde de hareke nokta gibi işaretlerle anlamların daraltılması gereksizdir. Böyle bir kıraat birliğine gerekte yoktu.
Çünkü Kuran Kıraat edilsin diye değil, okunsun, tertil ile tilavet edilerek anlaşılsın diyedir.
Onun makbulü içinden sessiz okuyup, düşünüp anlamak, araştırma yapmak, analiz yapmaktır okunması.
Kuran kendisinin kıraat edilmesini değil, okunup anlaşılmasını, üzerinde düşünülmesi istemektedir. Elbette ki mukallid/taklitçi için fark eder.
Ama Kuran insanı mukallid değil, aksine akleden, tefekkür eden, tedebbür eden rey sahibi insandır.
Bunun için Kıraatler farklı olsa, aynı olsa ne çıkar. Her bir ayrı kıraat bize bir başka bakış açışını hatırlatmaz mı?
Böylece ufkumuz genişleyip ilkelere varmamız, hüküm oluşturmamız daha kolaylaşmaz mı?
Ama Kuran okunup anlaşılsın diye değil de, anlaşılmadan yüksek sesle bağırılıp durulsun, bir gürültüdür kopsun, bununla mutmain olunsun diye bir lirik haz niyetiniz varsa, tabi ki içerik yerine, tek tipliliği yeğlersiniz.

Sözümüzü biraz yumuşatalım. Diyelim ki, hadi cahillerin kafası karışmasın diye tek bir kıraat resmileştirildi. Ama ilmin resmileştirilmemesi gerekirdi. Yani farizalı(Hipotezli) düşünmek ilim yapmaktır. Zaten feraiz de bundan başka nedir ki? Yani, harekesiz ve noktasız bir metin muhafaza edilmeli, ilme âşık olanlar bundan okumalıydı.

Yani önceki soyut metin muhafaza edilerek, bu metinde araştırmacılar içindir, İlimde derinleşmek isteyenler buradan istifade etsin denilebilirdi. Veya "tek kıraate biz indirdik ama biz bunu bir takım zaruretlerden böyle yaptık, inceleme ve araştırma yapmak isteyenler bunları yok saysınlar, ilimde derinleşsinler" diye bir ilan yapılabilirdi. Bunun aksine, önceki şeklin, yani ilim yapmaya daha müsait olan, ufuk açan metnin yasaklanıp, nüshaların yanlarında bulunduranlardan toplatılmasının manası nedir?

Araplar İslam öncesi de bu dili kullanmışlar. Arap şiirleri yazılmış, kimse bunları anlamadıklarını söylememiştir. Onlarda birden ziyade anlamları olan edebi sanatların kullanıldığı mecazları bol olan malzemeden inşa edilmişti şiirleri. Hatta kuzey batı Arabistan da yaşayan Nebatiler Aram alfabesinden Arap alfabesine geçiş döneminde bir alfabe kullandılar. Bugünkü gramerleri de yoktu. Ama fevkalade anlaşıyorlardı. Belki de Sarf ve nahiv ilmine uygun fiil çekimleri de yoktu. Yine güney doğu Asya da kullanılan ”Tay “ dili hep tek heceli sözcüklerle dolu, hem de yazılışları aynı okunuşları ayrı kelimeler var ama bu güne kadar anlaşıp gitmektedirler. Bunların arasını "titremlerle" ayırırlar. Beş tür titremle…
Demek ki, ilk Kuran kodifikasyonundan sonra, bazı sudan sebeplerle tekrar derleme yapılmasına, hareke ve noktalanmasını haklı gösterecek hiçbir sebep yoktur. Ama Monark lar her şeyi kendi kafalarına göre topluma dayatmak mizacında bulundukları için “modelci” dirler. Tıpkı Modernistler gibi. Düşünmezler ki, modelcilik aklı devreden çıkaran bir kötülüktür.
Ya imam Ebu Hanife gibi birisi gelip de teakkul, tefekkür ve tedebbürü devreye sokup Kuran emri olan “rey ileri sürmek” faaliyetini meşrulaştırmasaydı kim bilir daha da ne kadar kötüleşirdik. İmam Ebu halifeyi ilk önce fikri tekelleştirenler bir türlü hazmedemediler. Ama doğru olan şey bilinçsiz mukallitlik değil, aksine her müminin “benimdir” diyebileceği bir fikri olmalıdır. Vahiden de kendi anladığı bir şeyler mutlaka olmalıdır…
Bu ön açıklamalardan sonra, yine tarihi olayları öğrenmek üzere Prof. Ateşin eserinden aktarmalar yapalım.
Eserin onuncu sayfasında şöyle yazılmıştır:
”Hz. Osman’ın Halifeliği sırasında İslam devletinin sınırları genişlemiş ve çeşitli dilleri konuşan insanlar Müslüman olmuşlardı. Ana dilleri yabancı olan bu Müslümanların Kuran’ı Arap gibi okumaları elbette çok güçtü. Ayrıca Arabistan’ın biri birinden uzak bölgelerinde yaşayan Arap Kabilelilerinin Lehçe ve şiveleri arasında da –bugün olduğu gibi- büyük farklar vardı. Özellikle Ermenistan savaşında baş gösteren bu ayrılıklardan endişe eden kumandan Huzeyfe, dönüşte henüz evine gitmeden, Halife Osman’ın huzuruna girdi; Bu ümmet helak olmadan önce yetiş de onu kurtar, dedi. Irak’tan, Şam’dan, Hicaz’dan insanların toplandığı o savaşta, askerlerin birbirini tekfir etmelerine neden olan kıraat aykırılıkları gördüğünü anlattı. Ben Yahudi ve Hıristiyanların ihtilafa düştükleri gibi bu ümmetin de kitaplarında ihtilafa düşeceklerinden korkuyorum, dedi.”
Bu zatın telaşlanmasındaki gerçek sebebi bilemeyiz. Ama eğer Resulullah’ın gerçekten yakınında bulunmuşsa, onun Kıraat farkları konusunda tepki göstermeyip, ”öylede” okunabileceğini açıkladığını bilmesi gerekir. Yine herkes okuduğundan aynı şeyi anlamıyorsa ki bu gayet doğaldır, iki insanın dahi algısı tıpatıp birbirinin aynı değildir; bundan kim ne zarar görür ki?
Asıl zarar bir kimsenin veya bir sınıfın algısının peşinen doğru olduğunun kabulüyle toplumda resmi görüş yapılmasıdır zararlı olan.
Bu insanın feveranını Resulullah yanında bulunmuş olan devlet büyüklerinin aldırmaması ve hatta şu hadisi hatırlatması gerekir. “Bir kimse toplum helak oldu diye feryat ediyorsa, bilin ki kendisi helak olmuştur.
Yine ayrıca Resulullah herkesin her şeyi tıpatıp benzer şekilde anlamamasından doğan farka “rahmet” demişken, bunu en başta halife bilmekte iken, bu zatın “ümmet helak olmuştur” yaygarasına tepkisiz kalınması ve lafın ağzına tıkılmayışı da çok tuhaf bir tutum olmalıdır. Benim bu konudaki kanaatim ise; Emevi asilzadeleri veraya ve pozitif zühde(Devletçilik-Halkçılık) ilişkin Kuran hükümlerinden sıkıldılar. Monarşiye devam için yeni yasa yapma ihtiyacı olmamalıydı.
Bu da resmi bir yorumla sözün en güzeli olmayan bir mevzuat oluşturup bunu da geleceği dahi bağlama gücünü yükleyerek tabulaştırırsanız, yasa yapacak organa gerek kalmaz. Böylece de bi müstebit dahi kocaman toplumu yönetir hale gelir.
Mülk şehvetinden ayrı kalmak çok zorlarına gidiyordu. Onlar da Ermeni papazları gibi Veraya dayalı hak din yaşam biçiminden dönüp, kilise babalarının hiyerarşik yapılanmasına benzemek istiyorlardı. Yani din takva üzere yaşam için değil, dua ve ayin içindir tezinin yerleşmesini istiyorlardı. Ama Kuran okunup anlaşılmak içindir.
Yahudilerin ağlama duvarı önünde sallanarak yaptıkları gibi kıraat ederek mest olmak için değildir.
Çünkü Kafkaslarda ordunun bulunduğu bu dönemde temas kurdukları papazlar onlara işin kolayını öğretmişlerdi, diye tahmin ediyorum.
O da riyakârca yaşamak, yani camide ibadet etmek, zengin den fakire de küçük bir yardım yapmak, ama asla ekâbirlikten vazgeçmemek.
Feodalist ve liberalist üretim tarzını dine uygun bularak ihtiyaç fazlasını ahara infak etmeyip, israf, servet ve sermayeye ekleyerek ekonomik faaliyeti devam ettirmek anlamına gelen kapitalist üretim tarzına saparak hem dini inkâr etmek ve hem de Bakara–219/2 ve Nahl–71 ayetlerini ihlal etmek yolunu tuttular.
Zaten yapılan yeniden derleme, Kuran bütünlüğüne değil, onun sosyo ekonomik kalın çizgilerine yönelik olmuştur. O yönler törpülenerek tek anlama gelecek şekilde noktalanıp harekelenerek muğlâklaştırılmıştır. Ama dikkatli bir araştırmacı, bol ayetli bu kitaptan tekrar Resulullah zamanındaki Azimet, Zühd, takva ve veraya dayalı Hak dinin gerçek ekonomi politiğini keşfedip çıkartabilir(bkz. Maun suresi).
Yani Yukarıda geçen Resulullah hadisinde haber verilen husus gerçekleşmiştir. Müçtehit Hakim Ali Rahmet-ullah gibi dinimizi devletçilik ve halkçılık ilkeleriyle hareket eder nitelikte anlamamız perdelenmiştir.

Nitekim yukarıda belirttiğimiz gibi akıl eden, tefekkür ve tedebbür eden ve feraiz yapanlar için bir zararları olmamıştır. Açıklamamızı ispat için herhangi bir sureye bakalım. Mesela Meariç suresi olsun. Onu inceleyerek Maun süresinin doğru tefsirini berrak bir şekilde algılayabiliriz.
O Sürede “dini yalanlayan ve riyakâr olanların kimler olduğunu” ve zekâtın ne anlama geldiğini hemen anlarız. Her zekât geçen ayette “ihtiyaç fazlasının zimmetten çıkartılması “ anlamına geldiğini, yüzde iki buçuk “Kıptiliğiyle” alakası olmadığını anlarız.
İnfak ayetlerine bu tavırlarıyla hiç aldırmayanları nasıl hak dini ikrar edenler sayabiliriz?
Bu bakımdan dumanlandırılan bu operasyon, Kuran’a zerre kadar zarar verememiştir. Zarar görenler ise, zaten veraya yatkın olmayan ve birilerini kutsallaştırarak, kendi yorumlarını Allah kelamı yerine koyanlardır. Hazretler ve efendiler icat ederek şirk ehli oluverenler yollarını şaşırmışlardır.
Zamanla dini ticarileştirip, ticareti de dinleştirenler tuzaklarını bu kesimdekilerin yeşil ot alanlarına kurmuşlardır.
Bunlar da zarar görüversinler.
Şöyle ki, Allah’ın kitabını rehber edinen ve Vakıa süresinde açıklandığı gibi, 88. ayette tanımlanan kimselerdir “innehü, Le Kuran’ün kerim ün” (kesinlikle o Kuran kerem sahipleri içindir), o da “faziletli, erdemli” anlamına gelir. İşte onlar Kuran geldiği yere gitse de sadece bu ayet kalsa yine kurtuluşa ererler.
Bunun için bu ikinci toplamada, toplayanlar noktalayıp, harekeleyenler ne yapmış olurlarsa olsunlar, ona zarar verememişlerdir.
Allah dilerse aksayan gerçek sosyo ekonomi politiği, ona iyi gözle bakmayanların da kalplerine yazabilir. Bu bakımdan, bu olayın büyütülmesinden yana değilim. Noktalama ve harekeleme, hem faydası, hem zararı olan bir işlemdir. Faydası şudur ki, sıradan insanlara kitap inmesine rağmen, onlar büyük bir tembellik içinde onun ne meal, ne de tefsirinin kapağını bile kaldırmaz ki, çok zengin manalara gelen noktasız-harekesiz metin üzerinde kafa yorsun.
Ama âlimler açısından durum farklıdır. Onlar, Ayetin içini açıp yarmak ve elinden geldiği kadar içindekini dışarı dökmek zorundadır.
Çünkü onun görevi, ayetlerden ilkelere, oradan da evrensel hukuku keşfetmek ve Adalet devletini yürürlüğe koyma zorunluluğu vardır.
İslam coğrafyasında hem gerçek demokrasinin ve hem de ekonomik demokrasinin bir türlü yerleşememesinin sebepleri arasında en önemlisi Vahi ağacı budanarak ve yaprak kınları dağlanarak dumura uğratılmasıdır.
Bunu yönetimde kolaylık için yapmışlardır.
Mevzuat hazır ve gelecek zamanlar için dahi değiştirilmemek güzelleştirmemek için hazırdır. Başa bir kimse kondurulup hele de hanedan ilan edilerek veraset yoluyla da saltanatı sülalece sürdürme garantisi verilince fikir tartışması ve en güzelini arama idealizmi asayişe kurban edildi demektir.
Bu ise hak dine ve hakiki dindara hiç yakışmayan bir tutum ve davranıştır. Bunu icat edenlerle birlikte tepkisiz kalanlarda cezalarını (ben ceza değil hak ettiklerini) çekmektedirler. Bu ceza ise “saman çöpü kadar bile ağırlık taşımamak” zillet cezasıdır. Ta ki bu ümmet kendisinde olanı değiştirip Ra’d–11 ayette anlatılan şartları tersine çevirdiğinde o zaman yepyeni bir halk yaratılmış ve melekût için hazırlanmış ümmet sahnede demektir(Bkz. Maide–54)

Saygılarımla.
Galip Yetkin.

Konu galipyetkin tarafından (2. November 2016 Saat 12:41 PM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
dost1 (1. November 2016)