Tekil Mesaj gösterimi
Alt 8. August 2012, 06:09 AM   #5
pramid
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2010
Mesajlar: 764
Tesekkür: 191
507 Mesajina 1.128 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
pramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud ofpramid has much to be proud of
Standart

"Rızıklar Güvende Mi?"

Hiç kuşkusuz evrende bulunan her şeyin hükmü ve hikmeti Allah’a mahsustur. O ki, yarattığı her şeyi insanların hizmetine sunmuş ve onlara emanet etmiştir. Emanet, gündelik dildeki en genel anlamıyla güvenilen kimseye veya kuruma bırakılan şeye denir. Geldiği “emn” köküne bağlı olarak esas anlamı ise güven, korkusuzluk ve korumak demektir. Bu anlamda pratiğe yansıması; güvenilir ve güvende olmak, inanmak ve onaylamak(mümin olmak), bir şeyi korumayı üzerine almak, insan benliğinin/nefsin itminana kavuşması ve anlayarak hakka boyun eğmek(iman), korkunun ortadan kalkması şeklinde olmaktadır.

Allah, insanların birbirlerine adaletli davranmaları, eşitlik, özgürlük, mutluluk ve güvenlik içinde yaşamaları için, onlara en büyük emaneti olan Vahyine uymalarını buyurmuştur. Rızkınıda insanlar için genişçe yaymıştır. Bu rızıklardan(nimet/her türlü geçimlik) insanlar üretim, ticaret, takas ve başka yöntemlerle ihtiyaçlarını gidermek için yararlanmaktadırlar. Söz konusu yararlanmada rızkı verenin yaptırım hakkının olması doğal ve gereklidir. Bu bağlamda Kureyş Suresinin çok önemli mesajlar içerdiğini düşünüyorum. Surenin tarihsel yanını ve özel olarak Mekke’deki Kureyş kabilesi ile olan ilgisini saklı tutarak mesajlarının evrenselliğinden hareketle günümüzdeki izdüşümüne bakmak istiyoruz.

“Rızıklarını kazanmaya çalışanlar (Kureyş) için, onların yolculuklarında yazın ve kışın güvenliği sağladı. Öyle ise onlar da bu Ev’in(dünya) Rabbine kulluk etsinler. Ki O, açlıktan doyuran ve onları her tür korkudan güvende tutandır.” (Kureyş, 106:1-3)

Surenin içeriğine baktığımızda şu önemli mesajları görüyoruz: yazın ve kışın ticaret ya da başka çalışmalarla rızkı kazanma, açlıktan doyurulma, güvende tutulma ve bunları onlara sağlayan her şeyin sahibi Allah ile olan ilişkileri. Bu mesajlar nazil olduğu dönemde geçerli olduğu gibi, her dönemde aynı şekilde geçerlidir. Yani evrenseldirler. İnsanların Allah ile olacak ilişkileri ayette şöyle özetlenmiş: “… onlar da bu Ev’in(Kâbe(taban)/Sisteme) Rabbine ibadet etsinler” Emir ve öğüt böyle… İnsanlar ne yapmışlar?

Allah için mi hayırlar üretip tüketmişler(ibadet), yoksa başka türlü mü? Şimdi ona bakalım: insanlar yaratıldıklarından beri, kendi aralarında ayrılığa düşerek birbirlerine üstünlük sağlamaya çalışmışlar ve insanlardaki bu üstünlük sağlama tutkusu, zamanla azgınlığa dönüşmüştür. Neticede Allah’ın emir ve yasakları çiğnenmiş, yerine sömürü ve zulüm üzerine oturan bir düzen kurulmuştur(Günümüzde buna kapitalizm/tekasürleşme deniyor). Böylece Allah’ın yeryüzüne yaydığı ve insanların hizmetine sunduğu rızkın elde edilmesi ve dağıtımı adalet ve eşitlik ölçüleri içinde değil, güçlü egemenlerin istediği gibi olmuştur/olmaktadır. Çünkü vahiyden uzak, tamamen güçlülerin kendi heva ve heveslerine göre oluşturduğu Dünya düzeninde güçlü olanlar, sürekli haklı çıkmış ve öyle görülmüşler/görülüyorlar…

Egemenlerin kurduğu düzenlerde insanlar kendi aralarında çeşitli ideolojilere, dinlere, uluslara ve benzeri topluluklara ayrılmışlar. Bu topluluklar da kendi aralarında irili, ufaklı alt ve üst düzeyde sınıflara ayrılarak insan toplumu karmaşık bir hal almıştır. Neticede insanların ihtiyacı olan rızkın elde edilip dağıtımında haksızlıklar hüküm sürdüğü için, açlık ve açıkta kalma korkusu toplumda önemli bir sorun haline gelmiştir. Doyurulacağından emin olmayan bir toplumda huzurlu ve güvenli bir yaşamın var olması düşünülemez. Böyle bir toplumda bireyler tereddüt ve tedirginlikler içinde ürkek ve korkak bir şekilde yaşarlar. Özgüvenlikten uzak çoğunluk böyle iken küçük azınlıklar da tam tersine büyüklenme ve şımarıklık içinde nimetleri israfla tüketirler/tüketiyorlar.

Bilindiği gibi, rızkın kazanılmasında üretimin önemli bir yeri vardır. Bu anlamda üretim alanları ve araçları değişik değişiktir. İnsanlar bilgi, beceri, alet ve emekleriyle tarım, hayvancılık, sanayi ve çeşitli hizmet sektörleri gibi alanlarda gerekli olan ürünleri üretirler. İnsan, söz konusu çalışmaları hep yaşadığı yerde değil, bazen gurbete giderek, bazen de ticari yolculuklarla başka yerlerde de yapabilir. Bu şekilde yaz ve kış demeden yeryüzüne yayılmış olan rızıklardan ihtiyaçlarını karşılamaya çalışır. Bu noktada üretim de tüketim kadar önemlidir. İbadet kavramının esasta üretim, daha özel olarak da “hayır üretmek” olduğunu düşünürsek, üretimde çok dikkatli olunması gerektiği kolayca anlaşılır. Üreten kapitalist, insanın zihnini bozarak tüketicisini de üretiyor. Onlar, “Ürettiklerimizin tüketimini insanların keyfine bırakamayız, tüketicimizi de kendimiz üretiriz.” diyorlar ve öyle de yapıyorlar.

Durum böyle olunca iş Allah’a karşı sorumluluk bilinci içinde olan insanlara(muttakilere) kalıyor. Kapitalistin keyfine göre değil; gerektiği miktarda, gerektiği zaman, gereken kalitede/standartlarda ve fiyatta, gerçekten ihtiyaç olan maddelerin üretimi ibadettir. Çeşitli reklamlarla(alış-verişte müşteriyi kızıştırarak) insanları özellikle de masum çocukları kandırarak satmak için yapılan stoklama, üretim değil, kaynak israfıdır ve bu şekilde para kazanmak hiç de ahlaki değildir.

Yukarıda da değindiğimiz gibi, rızkın elde edilmesi ve dağıtımı, vahiyden uzak bir otoritenin elinde ise, toplam gelir dağılımında da adaletsizliğin olacağı kesindir. Böyle olunca insanlar arasında asgari denge bozulmakta, açlığından ölen insanlarla, mal varlığının miktarını bilmeyecek/bilemeyecek kadar zenginleşenler aynı toplumda görülebilmektedir. Bu konularda uluslar arası ve ulusal kurumlar aracılığıyla çeşitli istatistikler yapılmaktadır. Burada bunların istatistikî sonuçlarına girmeden şunu söylemeliyim; ülkemizin milli gelir, asgari geçim, asgari ücret, açlık sınırı, adaletli gelir dağılımı, insani gelişim endeksi, mutluluk memnuniyeti gibi konularla ilgili karneleri(raporlar) pek iç açıcı değil. İflas ettiği söylenen Yunanistan’da asgari ücret Türkiye’nin tam iki katı, iflasın eşiğinde denen İspanya’da ise iki katından da fazladır.

Rızıklarını sağlamak ve korumak için çalışanların, açlıktan ve korkudan emin kalabilmeleri, sömürü ve zulme dayalı yasalarla mümkün değildir. Dünyada sürmekte olan düzene(eskisine de yenisine de) bu açıdan bakıldığında, sömürü ve zulüm üzerine kurulmuş tağuti sistemlerin egemenlikleri olduğu görülmektedir. Köpek balığı(qırş) gibi hep kendileri yiyorlar. Öyle ki bunlar kendilerini kendilerinden başkalarına da yedirmezler. Yani güç ve sermayeleri hep kendi içlerinde dolaşır veya el değiştirir. Bu anlamda dünyadaki ticaret (kureyş/qrş: kuruş yani para) yollarının çoğunun emin/güvenli olmadığı, yani rızık emanetinin büyük bir kısmının gaspçı ve hırsızların elinde bulunduğu görebilen gözler için apaçık ortadadır. Başka bir ifadeyle mallar/nimetler, zenginlerin(abdestli-abdestsiz kapitalistlerin) ellerinde toplanıp bir zulüm aracı (devlet/güç) olmuştur(Haşr, 59: 7).

Egemenlerin, zayıfların haklarına tecavüz ettikleri ve yeryüzünde az tok insanın, çok aç insanın bulunmasından belli olmuyor mu? Örneğin; kimi medya haberlerine göre, Afrika’dan çalınıp(gasp edilip) Avrupa’ya götürülen kaynakların onda biri geri Afrika’ya dönse, bütün Afrika halklarının Batı Avrupa ülkeleri standardında bir yaşamları olabilecekmiş. Bu haberler/bilgiler medyada gereği gibi yer almazsa da onları zaten bilmek zor değil.

Ekonomik gücü elinde bulunduran müstekbirler diğerlerini sömürmek ve egemenliği sürekli kendi ellerinde tutmak isterler. Bunlar sömürdükleri ülkelerin ileri gelen yönetici kesimini kendi yanlarına alarak, diğerlerini açlığa ve yoksulluğa iterler. Ötekileştirdikleri bu insanlara işbirlikçileri eliyle zulmederler. Kendi emelleri doğrultusunda devam eden düzenlerini yıkıp vahiy doğrultusuna çekmeye çalışan Müslümanları da katlettiklerini görmekteyiz. Geçmişte olduğu gibi, günümüzde de bu olay bütün şiddet ve çıplaklığıyla sürüyor. Batı emperyalizmi ve yerli işbirlikçi mukallitler eliyle mazlum halklar öldürülüyor/katlediliyor. Oysa Kureyş Suresinde istenen, insanların kaynaklarına(emanete) sahip çıkıp, adaletle kendi ihtiyaçlarını kendilerinin karşılamasıdır/doyurulmalarıdır.

Rızkı yeryüzüne yayan Allah, vahiy bilgisiyle donatılan ve bu terbiye ile adaleti, eşitliği, özgüven ve özgürlüğü sağlamak için çabalayan Müslümanların gerekirse yaz-kış yolculukları yapıp göç etmelerini, her türlü şartlara kendilerini alıştırmalarını istemektedir. Elde ettikleri haklarını güven içinde tutabilmeleri, itaat ve ibadetlerini Allah’ın buyruklarına uygun olarak yerine getirmelerine bağlıdır. Ancak bu şekilde yapılan kulluk ile doyurulmuş, güvende ve korkusuzca yaşanabilir. Çünkü O, Rab, bu Evin yani yer, gök ve her şeyin sahibidir. Bu noktada şunu söyleyebilir miyiz? Kendilerine nimet/rızık verilenler Bu Evin Rabbine gereği gibi kulluk etmedikleri için bilinen olumsuzluklar yaşanıyor. Sorgusu ölüm sonrasına bırakılan hesap, işte böyle tersine dönüyor…

Elbette, ahretteki cennet-cehennem kavşağında bugünden yarına tutulan hesapların bir sağlaması yapılacak; “Sonra, o gün, her nimetten hesaba çekileceksiniz (Tekâsür, 102:8).” Kureyş Suresi ile ilişkisi bakımından Tekâsür Suresinin son ayetini konu bağlamında böylece andıktan sonra, soru bir başlıkla başladığım yazıyı bir soru ile bitirmek istiyorum: “O gün”, aynı zamanda herkes için, bu gün olabilir mi?
pramid isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
pramid Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 2 Kisi:
Bilgi (11. August 2012), dost1 (8. August 2012)