Tekil Mesaj gösterimi
Alt 4. October 2009, 11:13 AM   #1
TUĞÇE DENİZ AKIN
Katılımcı Üye
 
TUĞÇE DENİZ AKIN - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: May 2009
Mesajlar: 93
Tesekkür: 79
42 Mesajina 79 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 16
TUĞÇE DENİZ AKIN will become famous soon enoughTUĞÇE DENİZ AKIN will become famous soon enough
Standart Kur’anda Nefs

Nefis kelimesinin yalınkat kökeni olan n-f-s, her ne suretle olursa olsun havanın çıkışına delalet eder. Rüzgar için de, soluk için de geçerlidir. Teneffüs, soluğun göğüsten çıkmasına denilir. İnsanı rahatlatan rüzgara da aynı isim verilir. Hadisteki "Rüzgara sövmeyiniz, çünkü o Rahman'ın nefesindendir" ifadesindeki nefes bu türdendir.

İşte bu kökten türeyen nefis, lügatte ilkin kan manasına kullanılmış. Hayızlı kadına "nüfesâ'", lohusalığa "nifas" denmesi bu yüzden. Kan, canlılığı temsil ettiği için, can ve hayat manasında, bunu sağlayan ve manevi hayatın kaynağı olan "ruh" ve maddi hayatın kaynağı olan "kalp" manasında kullanılmış. Nefs, semantik süreçlerden geçerek en geniş anlamını kazanmış ve nihayet " bir şeyin kendisi, zatı" anlamında kullanılmıştır.
İslam ilahiyatında bir ıstılah olarak nefis şu manaya gelir: "Kendi kendinin farkında olan zat". Bunu şöyle de ifade edebiliriz: " Ben idrakine sahip olan kendinde varlık ."

Bu ıstılahi anlam bizi şuurlu varlıkların kapısına getirip bıraktı. Demek ki, nefis bizim ilahiyatımızda "şuurlu" varlıklar hakkında kullanılıyor. Kur'an'daki kullanımları da bu çerçevededir.

Mukatil, Kur'an'da nefsi "nefs" maddesi olarak değil, çoğuluyla "enfus" başlığı altında almış. Mukatil'in yorumuna göre, Kur'an'da nefis yedi ayrı anlamda kullanılmış. Bunlar ve ayetlerden getirdiği şahitler şöyle:

1. "Kalp" anlamına (53:23; 12:53; 50:16; 17:25).

2. "İnsan" anlamına (5:54; 5:32)

3. "Millet/ümmet" anlamına (4:29; 24:61)

4. "Tür/cins" anlamına (9:128)

5. "Can/hayat" ve "ruh" anlamına (6:93; 39:42).

6. "Öteki, yekdiğeri" anlamına (2:85).

7. "Yakınlık" anlamına (4:44).

Mukatil b. Süleyman'ın (öl. 150 h.) bu kelimenin Kur'an'daki kullanımıyla ilgili Kur'an'dan yaptığı çıkarımların itiraz edilecek yönleri bulunabilir. Mesela nefsin "kalp" anlamına kullanılışına getirdiği Yusuf 53. ayeti, bunlardan biri. Üstada göre ayeti şöyle anlamamız lazım: " Ben kalbimi temize çıkarmam, çünkü kalp kötülüğü emreder."

Bu ayeti ben tercüme edecek olsam, şöyle ederim: "..Bununla ben kendimi temize çıkarıyor da değilim; çünkü, Rabbimin rahmeti(yle koruması) dışında, kuşku yok ki insan benliği, kötülüğün daniskasını işletebilir; şu da var ki Rabbim, rahmeti sınırsız bir bağışlayıcıdır."

"Bu sözler Züleyha'ya mı Hz. Yusuf'a mı nisbet edilmeli?" ihtilafında benim tercihim birincisidir. Bu ayrı bir konu. Ayette iki kez "nefs" geçmekte, bizce bu ikisinin anlamı dahi aynı vurguyu taşımamaktadır. Birinci "nefis" doğruda doğruya "ben idrakine sahip zat", yani kişinin "ben, kendim" derken kasdettiği "ben" iken, ikinci "nefs" bilinçaltında yer tutan şehvet, öfke, korku, hırs gibi güdüleri ifade eden "benlik/ego"dur.

Birinci "nefs" beyan ehlinin tarifine yakın iken, ikinci "nefs" irfan ehlinin tarifine yakın durmaktadır. Birinciyle ikinci bir dersek, o zaman "ben kendimi temize çıkarmam, çünkü ben kendim, kötülüğü emrederim" gibi bir anlam çıkar. Bu ise, insanın günahkar doğduğunu söyleyen kilise ilahiyatını destekler. Oysa ki insan, temiz bir fıtratla yaratılmıştır.

Yukarıdaki listede yer almayıp da Kur'an'da yer alan unsurlar da var. Mesela Kur'an'da ahiretteki insana "nefs" tabir olunur. Bu mahiyetini bilemediğimiz özel bir kullanımdır: " Ey (Rıza ile) tatmin olmuş nefis!" (89:27) ayeti buna örnek. Yine Kur'an'da "nefs" insan türünün kendisinden yaratıldığı ilk "öz" veya "töz" (Msl. 4:1). Ayrıca Kur'an'da Allah(celle celalüh) için kullanılır (Msl. 5:116). Hem insanı hem cin topluluğunu ifade için kullanılır (6:130). Fakat melekler içinhiç kullanılmaması, nefsin bilinçle bire bir alakasına yaptığımız vurguyu haklı çıkarması açısından ilginçtir.

Sanırım bir şey iyi anlaşılmıştır: Nefis Kur'an'da olsun, sözlükte olsun, gerçek bir "çok anlamlı" kelimedir ve yaklaşımların farklılığını biraz da kelimenin bu yapısı tahrik etmektedir. Bir dahaki yazıda nefsin İslam bilgi sistemleri içindeki yerine bakalım.

Mustafa İslamoglu.....




Nefis nedir? (2)

Evet, nefsin çok anlamlı bir kelime olduğunu, hakeza aynı şeyin Kur'an'daki kullanımlar için de söz konusu olduğunu, daha önce örneklerle göstermiştik.
Çok anlamlılık, sözlükle sınırlı kalmıyor ki! O kelimeyle yapılan kavramsallaştırmalara ve o kelimeyle inşa edilen düşünce dünyasına bir biçimde yansıyor. İşte nefis kelimesinin çok anlamlılığı da, bizim düşünce dünyamıza, "çok katmanlı" nefis teorileriyle yansıdı.

Çok katmanlı nefis kavramsallaştırması, en çok irfan bilgi sisteminde yaygınlık kazandı. Bu bilgi sistemi, Kur'an'da kullanılan ibarelerin çağrışımıyla, nefsin hallerini şöyle sıraladı:

1. Nefs-i emmâre (emreden nefis).

2. Nefs-i levvâme (kınayan nefis).

3. Nefs-i mülhime (ilham eden nefis).

4. Nefs-i mutmaine (tatmin olan nefis).

5. Nefs-i raziyye (razı olan nefis).

6. Nefis-i merziyye (razı olunan nefis).

7. Nefs-i safiye (arınmış nefis).

Biri çıkar da bu kavramsallaştırmanın Kur'an'la bire bir örtüşmediğini söylerse, ona hayır denilemez. Zira Kur'an'da bu ifadeler kavram olarak yer almazlar. Mesela nefs-i emmâre kavramsallaştırması, Kur'an'daki "inne'n-nefse le-emmaratun bi's-sui" (12: 53) ibaresinden ilhamla kotarılmıştır. Fakat ayette nefis bir "ıstılah" olarak kullanılmamıştır. İrfan ekolünün bu kavramsallaştırmasında, "nefis" sıradan bir kelime değil, bu okulun üzerine koskoca tezler yüklediği bir "ıstılah"tır. O bu anlamıyla artık bir tasavvuf terimidir. "Kur'ânî anlamıyla hiçbir alakası yoktur" denilemez, fakat "Bu kavramsallaştırma Kur'an'a aittir" de denilemez.

Hiç şüphe yoktur ki, bir tasavvuf ıstılahı olarak "nefs" kelimesi kavramsallaştırılırken, kadim inanç sistemlerindeki "nefs" teorilerinden birçok şey alınmıştır. İrfan ekolündeki nefs tasavvuru, tıpkı "dört unsur" (anasır-ı erbaa) tasavvurunda olduğu gibi, İslâm irfanının saf ürünü değildir. Bu da ayrı bir konu.

Fakat bu tasnifin bize vereceği çok önemli bir şey var: Nefsin tıpkı sözlük anlamı gibi, mahiyeti de tek ve değişmez değildir. Halden hale giren "ben"dir. Tam burada nefsin "kalp" karşılığı yerine oturuyor. Çünkü kalbin anlamı da bu: "İnkılab eden, bir kararda durmayan, halden hale giren." Hatırlayalım Efendimizin "Ey kalpleri evirip çeviren Allah(celle celalüh)'ım! Kalbimi dinin üzere sabit kıl!" duasını.

Bu neyi gösteriyor: Nefsin etkilenen tabiatını. Aslında kalbe "kalp" denmesi mecazdır. Çünkü "kalp" maddi bedenin hayat merkezidir ve bastığı kanla bu hayatı tüm hücrelere iletir. Göz bu sayede görür, dil bu sayede söyler, kulak bu sayede işitir. Tıpkı bunun gibi, bir de manevi bedenin merkezi olan kalp vardır. Onu "akl-ı selim" bağı ile imandan yana bağlarsanız, oradan aldığı ışığı manevi göze, kulağa, dile, dudağa, ele, ayağa yansıtır. Eğer onu akıl adlı bağ ile şeytandan yana bağlarsanız, karanlıkta kalır: Sahibi sağır, dilsiz ve kör olur. Bu benzetmemizde "bağ" anlamına gelen aklın da "araç" makamında durduğu ortaya çıktı. Bir kararda durmayanı, sürekli devineni, halden hale geçen nefsi bağlayan bağ.


Bilinçli yapılan her hareket "nefsin" eylemidir. Bu eylemi bilinç belirlemez, aksine bilinci etkileyen odak belirler. Bu ya bilinçaltıdır, ya bilinçüstüdür. Bilinçüstü bilinci iman ile etkiler. Bu imanın tahkiki arttıkça, bilinç bilinçaltına karşı bağımsızlaşır ve güçlenir. Güdüleri iyi terbiye edilmiş bir yarış atı gibi kullanan usta bir süvari olur. Eğer bilinci etkileyen bilinçaltı ise, bilinç karanlığa odaklanmıştır. Çünkü içgüdüler bilinci esir alır. Şehvet, korku, öfke birer nimettir. Bu atla süvarinin yer değiştirdiği anlamına gelir. Bilincin amiri haline gelen içgüdüler, bilincin şeytanı olmuş demektir. Kur'an'ın ifadesiyle artık o "ben", ayartıcı benlik şeytanının uydusu haline gelir (43: 36).

Modern psikoloji işin içine işte bu noktada girer. Freud'un bilinçaltını putlaştıran "libido"su, tam bir emreden nefistir. Freud, nefs-i emarenin avukatlığını yapar. Ona karşılık Jung, bilinçüstünü savunur. Jung'un Dört Arketip'te yaptığı "Kehf suresi tefsiri", aslında içgüdülere karşı bilincin ve bilinçüstünün bir savunmasıdır.

Ben demedim mi, girdik mi çıkamayız diye? Daha fazla işi karıştırmadan noktalamayı ben istemez miyim? Fakat görüyorsunuz, beceremiyorum. Bir dahaki sefere söz, bitecek ))




Nefis nedir? (3)

Şimdiye kadar yazılanlardan şu sonuçları çıkarabiliriz:

1. Nefis "kendi kendinin farkında olan, ben idrakine sahip şuurlu zat"tır.

2. Nefis dilde ve vahiyde çok anlamlı bir kelime olarak kullanılmıştır.

3. Buna bağlı olarak, İslâm bilgi sistemlerinin nefis telakkileri farklılık arz eder ve bu telakkilerin tümünün ortak paydası da değişken ve halden hale giren bir nefis tanımıdır.

4. Nefis sahibi varlıklar bilinçli varlıklardır, nefis bilinçle ilgilidir.

5. Bilinç nereye yönelirse, nefis aynasında o görünür. İmana yönelirse Rahman, inkâra yönelirse Şeytan görünür.



Bu özet ışığında, "nefis terbiyesi" kavramı nasıl anlaşılmalıdır?

Öncelikle "nefis terbiyesinden" söz etmek, elbette maddi insandan değil "manevi insandan" söz etmektir. Ne var ki, insanda yer alan manevi fakültelerden sadece birinin terbiyesinden değil, top yekun "insan terbiyesinden" söz etmektir. Çünkü nefis "ben"e ait her bir fakülteyi kapsar.

Bu anlamda nefis terbiyesi, nefsin bilinçle "olmazsa olmaz" ilişkisinden dolayı, akıl terbiyesidir. Kur'an aklı kalbin bir faaliyeti olarak alır ve "akleden kalp" ifadesini kullanır. Buradaki kalp de "kan pompası" değil, Kaf 37'nin de açıkça ifade ettiği gibi, tabir caizse manevi bedene başkent olan manevi kalptir. Efendimiz(aleyhissalatu vesselam), "kalp" kelimesini manevi kalbin yerine istiare yaparak kullandığı o meşhur hadislerinde, "Bedende bir et parçası vardır ki, o bozulursa bütün beden bozulur, o düzelirse bütün beden düzelir" buyurur.


Madem "akleden kalbe" manevi bedenin başkenti dedik, şöyle bir benzetme yapabiliriz: İnsan ülkesinin başkenti olan kalp kimin iktidarındaysa, bu ülkenin taşrasını oluşturan göz kulak, dil dudak, el ayak hep o başkente bağlı olarak çalışır. Taşranın kalitesini merkez belirler. Başkentteki kötü yönetim bütün ülkeye yansır. Sevaplar, imanın iktidarına sağlanmış bir lojistik destek, günahlar şeytanın iktidarına sağlanmış bir lojistik destektirler.

İman da, şeytan da o başkente göz diker. O başkentte imanın iktidarı, bedenin tüm taşrasına yansır. Göz hakkı görür, kulak hakkı ve hayrı işitir, dil hakkı ve hayrı söyler, el hak için kalkar, ayak istikamet üzre yürür. Yine akıl, bir kararda durmayan kalbi Allah(celle celalüh)'ın dediği istikamete bağlar.

Kalp başkentinde şeytanın iktidarı, bütün bunları tersine çevirir. Kalbi şeytana kaptırmış bir "nefs/ben/zat", şeytanın yörüngesine girmiş ve onun uydusu olmuştur: "Kim O Sonsuz Rahmet Sahibi'nin vahyine karşı kör davranırsa, onun şeytanı (olmuş) bir türün yörüngesine sokarız da, kendisi onun uydusu haline gelir." (43: 36).

"Nefis terbiyesi" adı altında, "terbiyeli şiş kebap", "terbiyeli köfte", "terbiyeli dolma" türü, kışkırtılarak azmanlaşmış bir nefis elde etmek istemiyorsak, bu terbiyenin kurallarını, âlemlerin terbiyecisi olan Rabbu'l-'Alemîn'den sormak zorundayız. Hiç, "yaratan bilmez mi"? Nefsi o yarattı.

Yarattığının en güzel nasıl terbiye edileceğini de, o bilir. Yukarıdaki ayet işte bu gerçeği, vahyin merkezinde yer almadığı bir terbiye sürecinin, bırakın terbiye etmeyi, şeytana uydu yetiştirmekle sonuçlanacağını söylüyor.

"Terbiye" etmek, bu kalıbın dildeki özelliği gereği, "bir şeyi basit halinden alıp, aşama aşama potansiyel olarak barındırdığı kemaline doğru yüceltmektir". Burada terbiyesinden söz edilen insandır. İnsan terbiyesinden söz etmek için, insanı tanımak gerek. Kişinin kendi terbiyesinden söz edebilmesi için de, kendini bilmesi, tanıması gerek.

Nefis terbiyesinden söz ederken yine istiareye başvurmak zorundayız: Çift kutupluluk mahlukatın yasasıdır. İnsan benliği de bu yasaya tabidir. Yaratıcı yasası gereği, insanın içine bir pozitif, bir de negatif kutup koymuştur. Biri faz, biri nötr. Biri ışık hattını, diğeri toprak hattını temsil eder. Bu kutuplar, suladıkça gelişme potansiyeli taşır. Kişi hangisini sularsa, oradaki tohum büyüyüp serpilir. Negatif kutbu sulayan, sonunda Cehennem ağacı olan

"Zakkum"unu büyütür, pozitif kutbu sulayan Cennet ağacı olan "Tuba"sını büyütür. Tercih insanındır; irade var olduğu sürece mazeret yoktur.
En garantili terbiye Rabb'in terbiyesidir; akıllı olan "nefs", O'nun terbiyesine baş koyar.


Alıntı

Kaynak:Bydigi Forum
TUĞÇE DENİZ AKIN isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla