Tekil Mesaj gösterimi
Alt 16. January 2009, 08:28 PM   #3
Taner
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Jan 2009
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 234
Tesekkür: 60
55 Mesajina 155 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
Taner will become famous soon enoughTaner will become famous soon enough
Standart

27-30. AYETLER:

27 - Buna karşılık, kavminin küfretmiş olanlarının ileri gelenleri; “Biz seni sadece bizim gibi bir beşer [sıradan bir insan] olarak görüyoruz. Sana sığ görüşlü aşağı tabakalarımızdan [ayak takımımızdan] başkasının uyduğunu görmüyoruz. Sizin bizim aleyhimize bir fazlalığınızı da görmüyoruz. Bilakis biz sizi yalancılar sanıyoruz.” dediler.
28 – O [Nuh], dedi ki: “Ey kavmim! Gördünüz mü [hiç düşündünüz mü], ben Rabbimden apaçık bir delil üzere isem ve O, bana kendi tarafından bir rahmet bahşetmiş de bu size saklı tutulmuşsa?! -Biz, siz ondan hoşlanmadığınız hâlde sizi ona zorlar mıyız?”-
29 – Ve “Ey kavmim! Ben sizden herhangi bir mal istemiyorum. Benim ücretim ancak Allah’a aittir. Ve ben iman edenleri kovacak değilim. Onlar elbette Rabblerine kavuşacaklar. Velâkin ben sizi cahillik eden bir kavim olarak görüyorum.”
30 – Ve “Ey kavmim, ben onları kovarsam, Allah’a karşı bana kim yardım edecek? Peki siz hiç düşünmez misiniz?

Her toplumda olduğu gibi, Nuh kavminde de gerçeklerin karşısına çıkanlar toplumun ileri gelenleridir. Bunun tarihte hep böyle olduğunu Rabbimiz şöyle bildirmiştir:

Ve işte böyle Biz, senden önce de hangi kente bir uyarıcı göndermişsek, mutlaka oranın şımarık varlıklı kimseleri; “Şüphesiz biz babalarımızı bir ümmet [önderli toplum] üzerinde bulduk. Biz de kesinlikle onların izlerine uyanlarız.” dediler. (Zühruf/23)

Kavmin ileri gelen inkarcıları, soyluluk ve ihtişamlarına güvenerek Nuh peygamberden “sığ görüşlü aşağı tabakadan” olarak niteledikleri kimseleri yanından kovmasını istemektedirler ki, aynı talep Mekke ileri gelenleri tarafından peygamberimize de yapılmış, onlar da zayıf kişilerle aynı mecliste oturmak istememişlerdir. Mekkeli kodamanların bu girişimlerine karşılık Rabbimiz de peygamberimize şu talimatları vermiştir:

Ve Allah’ın rızasını dileyerek sabah akşam Rabblerine dua eden kimseleri kovma. Onların hesabından sana hiçbir şey [sorumluluk] yoktur, senin hesabından da onlara hiçbir şey yoktur. Ki onları kovup da zalimlerden olasın!
Ve Biz, “Allah, aramızdan bunlara mı iyilikte bulundu” desinler diye, onlardan bazısını bazısı ile fitnelendirdik. Allah, şükredenleri daha iyi bilen değil midir? (En’am/52, 53)

Ve kendini, sabah akşam Rabblerinin rızasını isteyerek O’na [Rabblerine] yalvaran kişiler ile beraber sabırlı kıl. Basit hayatın süsünü isteyerek onlardan gözlerini de ayırma. Ve de kalbini, Bizim zikrimizden gafil kıldığımız, hevasına uymuş ve de işi aşırılık olan kimseye uyma. (Kehf/28)


40. AYET

40 - Nihayet emrimiz geldiği ve fırın/ tandır kaynadığı zaman Biz dedik ki: “Her cinsten birer çifti ve aleyhlerinde hüküm verilmiş olanların dışında, aileni ve iman etmiş olanları geminin içine yükle”. -Zaten onunla birlikte çok azından başkası iman etmemişti.-

Bu ayette geçen “fırın/tandır kaynadığı zaman” tabiri azabın yaklaştığını belirten temsilî bir ifadedir. Bu ifade, Arapların savaşın kızışma anı için kullandıkları “fırın/tandır ısındı, kızdı” tabiri ile büyük benzerlik arz etmektedir.
Rabbimizin Nuh peygambere verdiği talimat içinde yer alan “ve aleyhlerinde hüküm verilmiş olanların dışında aileni” ifadesi, Nuh peygamberin ailesinde de inkârları sebebiyle cezalandırılmasına karar verilmiş olanların bulunduğunu göstermektedir. Sonraki ayetlerde, bunlardan birinin Nuh peygamberin oğlu, diğerinin de eşi (Tahrim/10) olduğu açıklanmaktadır.
Rabbimizin gemiye binenlerin “çok az” olduğunu söylemesine ve sayıları hakkında bir bilgi vermemesine rağmen rivayetlerde bunların kaç kişi oldukları, adları ile birlikte yer almaktadır:

İbn Abbas [r.a] der ki: Hz. Nuh`un kavminden seksen kişi iman etmişti. Bunların üç tanesi oğlu idi: Sâm, Hâm ve Yâfes. Bunlarla birlikte üç de gelini iman etmişti. Bunlar gemiden çıktıklarında bugün Musul taraflarında "Karyetu`s-Semaîn" [seksen kişinin kasabası] diye bilinen bir kasaba inşa ettiler. Haberde nakledildiğine göre, gemide seksen kişi vardı. Bunlar arasında Hz. Nûh ile boğularak cezalandırılandan başka bir hanımı, üç oğlu ve bunların zevceleri de vardı. Katâde, el-Hakem b. Uyeyne, İbn Cüreyc ve Muhammed b. Ka`b`ın görüşü de budur. Hâm gemide iken hanımına yaklaştı. Bunun üzerine Hz. Nûh da Yüce Allah`a nutfesini değişikliğe uğratması için dua etti, böylelikle siyahiler ondan doğmuş oldu. Atâ dedi ki: Nûh [as], Hâm`a: Çocuklarının saçları kulaklarından aşağıya inmesin, nerede olurlarsa Sâm ve Yâfes`in çocuklarına köle olsunlar, diye beddua etti.
el-A`meş: [Gemidekiler] yedi kişi idiler. Nûh, üç oğlu ve üç gelini, diyerek Nuh`un hanımını saymamıştır.
İbn İshâk dedi ki: Hanımları hariç on kişi idiler. Nûh, oğullan Sâm, Hâm ve Yâfes ile ona iman etmiş altı kişi ile bunların hepsinin hanımları.” (Kurtubi; el-Camiu li Ahkami’l-Kur’an)


41-43. AYETLER

41 – Ve o [Nuh] dedi ki: “İçerisine binin, onun akışı da duruşu da Allah adınadır. Kesinlikle Rabbim gerçekten çok bağışlayıcı, çok merhametlidir.
42 – Ve o [gemi] onlarla, dağlar gibi dalgalar içinde akıp gidiyordu. Ve Nuh ayrı bir yere çekilmiş olan oğluna seslendi: “Yavrucuğum, bizimle beraber bin, kâfirlerle beraber olma!”
43 – O [Nuh’un oğlu], dedi ki: “Ben, kendimi sudan koruyacak bir dağa sığınacağım.” O [Nuh]; “Bugün O’nun [Allah’ın] merhamet ettiğinden başkasını, Allah’ın bu emrinden koruyacak kimse yoktur.” dedi. Ve dalga aralarına girdi. O da suda boğulanlardan oluverdi.

41. ayetteki “onun akışı da duruşu da Allah adınadır” ifadesi, meydana gelen olayların hep Allah’ın müdahalesi ile geliştiği, herhangi bir karışıklığın söz konusu olmadığı anlamındadır. Bu durum, kıssanın anlatıldığı diğer ayetlerde de belirtilmiştir:

Sonra sen ve beraberindeki kişiler gemiye yerleştiğinde de, “Hamd bizi zalimler topluluğundan kurtaran Allah içindir” de!
Ve de ki: “Rabbim! Beni bolluk olan bir yere indir/bana bolca ikramda
bulun. Sen, indirenlerin/ikramda bulunanların en iyisisin.” (Müminûn/28, 29)

Ve O, bütün çiftleri [eşleri] yaratan ve sizin için gemilerden ve hayvanlardan bineceğiniz şeyleri kılandır.
Siz onların sırtına binip üzerlerine yerleştiğiniz zaman, Rabbinizin nimetini anarak şöyle diyesiniz: "Bunları bizim hizmetimize veren Allah`ı tenzih ve tesbih ederiz. Yoksa bizim bunlara gücümüz yetmezdi."
"Gerçekten biz Rabbimize döneceğiz." (Zühruf/12-14)

Ve onlar Allah`ı hakkıyla takdir etmediler. Ve yeryüzü kıyamet günü O`nun avucundadır. Gökler de O’nun sağ eliyle [kudretiyle] dürülmüştür. O, onların ortak koştuklarından münezzeh ve çok yücedir. (Zümer/67)

Ve o vakit Rabbin [onlara], kıyamet gününe kadar üzerlerine, mutlaka kendilerini en kötü azaba uğratacak kimseler göndereceğini ilân etti. Şüphe yok ki, Rabbin cezayı çabucak verendir. Ve muhakkak ki O, Gafur ve Rahîm’dir. (A`râf/167)

Ve onlar senden, iyilikten önce kötülüğü çabuklaştırmanı isterler. Hâlbuki onlardan önce onlara misal olacak cezalar gelip geçmiştir. Ve gerçekten senin Rabbin, zulümlerine karşılık insanlar için cidden mağfiret sahibidir. Ve kesinlikle senin Rabbin, azabı cidden çok çetin olandır. (Ra`d/6)

Şüphesiz, sular kabarınca, onu, size bir ibret yapalım ve anlayışlı kulaklar anlasın diye sizi [akıcıda] gemide Biz taşıdık. (Hakka/11, 12)

O’nu [Nuh’u] da, nankörlük edilen kişiye bir mükâfat olmak üzere, korumamız/ gözetimimiz altında akıp giden levhaları [tahtaları] ve çivileri/ urganları olan [sal] üzerinde taşıdık.
Ve ant olsun Biz, bunu bir ayet olarak bıraktık. O hâlde var mı ibret alıp düşünen? (Kamer/13-15)

Bazı kaynaklarda Nuh peygamberin gemiye binmeyen inkârcı oğlunun “Yam” ismindeki dördüncü oğlu olduğu ileri sürülmüştür.

44. AYET

44 - Ve “Ey yeryüzü, suyunu yut! Ey gökyüzü sen de tut!” denildi. Sular da çekildi. Emir de yerine gelmiş oldu. Gemi de Cudi üzerine oturdu. Ve o zalim kavme, “Uzak olun [kahrolun]!” denildi.

Mevdudî, Tufan’ın bittiğini ve geminin Cudi üzerine oturduğunu anlatan bu ayet hakkında bazı araştırmalar yaptıktan sonra şu mütalâada bulunmuştur:

Kur`an`a göre, gemi, Doğu Anadolu`da eskiden Cezire-i İbn-i Ömer olarak anılan bölgenin kuzeydoğusunda bulunan Cudi Dağı`nın üzerine oturmuştur. Fakat Kitab-ı Mukaddes`e göre geminin oturduğu yer Ararat [Ağrı] dağıdır. Kadim tarihler de geminin oturduğu yerin Cudi Dağı olduğunu teyit etmektedirler. Sözgelimi M.Ö. 250 yıllarında yaşamış olan Babil kentinin dini lideri Berasus, Keldanilerle ilgili tarihinde Hz. Nuh`un gemisinin Cudi Dağı üzerine oturduğunu söylemektedir. Aristo`nun öğrencisi Abydenus ise aynı rivayeti teyit etmekle kalmaz, aynı zamanda kendi çağındaki birçok Iraklının geminin parçalarına sahip olduklarını, bu parçaları batırdıkları suları da hastalara şifalı su olarak içirdiklerini yazar.
Şimdi meseleyi yeniden mütalaa edelim: Burada zikredilen tufan tüm yeryüzünü kapladı mı, yoksa yalnızca Hz. Nuh`un [a.s] bölgesini mi içine aldı? Bu, şimdiye dek halledilmemiş bir sorudur. Kitab-ı Mukaddes`e ve İsrailiyata bakarsanız tufan arz çapında olmuştu. (Tekvin 7: 18-24) Fakat Kur`an bu konuda sükut etmektedir. Gerçi tufandan arta kalanları tüm insanlığın selefleri olarak zikretmektedir ama bu illa da tufanın dünya çapında olduğunu düşünmemizi gerektirmez. Bu meseleye şöyle bir açıklama getirilebilir: Tarihin o döneminde yeryüzünün yerleşim bölgesi yalnızca Hz. Nuh`un [a.s] yaşadığı bölgeydi ve tufandan arta kalan kuşaklar tedrici olarak yeryüzünün diğer bölgelerine yayıldılar. Bu teoriyi iki şey desteklemektedir. Birinci olarak, Dicle ve Fırat bölgesinde büyük bir tufanın meydana geldiği yolunda tarihsel geleneklerin, arkeolojik buluntuların ve jeolojik kanıtların teyit ettiği kesin deliller söz konusudur. Buna karşılık yeryüzünün diğer bölgelerinde tufanın dünya çapında olduğunu kanıtlayacak herhangi bir delil söz konusu değildir. İkinci olarak, Amerika ve Avustralya gibi birbirinden çok uzak yerlerdekiler dahil hemen tüm yeryüzü sakinlerinin geleneklerinde bir zamanlar yeryüzünde büyük bir tufanın koptuğu yolunda rivayetler vardır. Bunlardan çıkarılacak sonuç, insanlığın atalarının bir zamanlar yeryüzünün belli bir yöresinde yaşıyor olduklarıdır. Demek ki, bu olaydan sonra yeryüzünün çeşitli yerlerine dağılmışlar ve tufana dair rivayetlerini de beraberlerinde götürmüşlerdir. (Mevdudi; Tefhimü’l-Kur’an)

45 - 47. AYETLER

45 – Ve Nuh Rabbine seslenip de dedi ki: “Rabbim! Oğlum benim ehlimdendi. Senin vaadin de elbette hakktır. Ve Sen hâkimlerin en hâkimisin.”
46 – O [Allah]; “Ey Nuh! Şüphesiz o senin ehlinden değildir. Şüphesiz o, salih olmayan bir iştir/ o salih olmayan bir iş işlemiştir. Hakkında bilgin olmayan bir şeyi Benden isteme! Şüphesiz Ben, seni, cahillerden olmaktan sakındırırım” dedi.
47 – O [Nuh]; “Ey Rabbim! Ben hakkında bilgim olmayan bir şeyi istemiş olmaktan dolayı sana sığınırım. Ve eğer Sen beni bağışlamazsan, bana merhamet etmezsen ben hüsrana uğrayanlardan olurum” dedi.

Bu ayette “ehil” kelimesi birinci plânda din kardeşliği açısından “yakın” anlamında kullanılmış, böylece mühim olanın soy yakınlığı değil, din yakınlığı olduğu vurgulanmıştır. Zira Nuh peygamber ile oğlu arasındaki nesep yakınlığı tartışmasızdır; ancak Allah “Ey Nuh! Şüphesiz o senin ehlinden değildir” diyerek buradaki “ehil” sözcüğün “iman ve amel yakınlığı” anlamında olduğunu göstermiştir. Demek oluyor ki, kişi mümin olmadıkça, peygamber çocuğu da olsa bunun ona bir yararı dokunmamaktadır.
“Ehil” sözcüğünü ayetteki bağlamından kopararak:
* “O, Benim kendilerini kurtarmayı vaat ettiğim aile halkından değildir”
* “Nuh onu kendi oğlu sanıyordu ama o Nuh’un oğlu değildi. Nuh’un karısı onu başkasından peydahlamıştı.”
* “Oğlan Nuh’un evinde doğdu ama eşinin eski kocasındandı” şeklinde zorlama yorumlarla açıklamaya çalışmak gereksizdir. Çünkü bir peygamber çocuğunun da inkârcı, zalim olması mümkündür:

Ve hani Rabbi İbrahim’i, bir takım kelimeler ile belâlandırmış [sınamış], o, onları tam olarak yerine getirince [Rabbi ona], “Ben seni insanlara imam [önder] yapacağım.” demişti. O da; “Zürriyetimden de [yap]!” dedi. [Rabbi ona] “Benim ahdim zalimlere nail olmaz!” dedi. (Bakara/124)

Ancak şu husus gözden kaçırılmamalıdır: Nuh peygamberin bizzat oğlu için Allah’a yalvarması, oğlunun müşrik olduğunu bilmediğini göstermektedir. Zira müşrikler için istiğfar etmek mümkün olmadığından, onun da bile bile oğlu için böyle bir talepte bulunması mümkün değildir:

Kendilerine, cehennem ashabı oldukları iyice belli olduktan sonra peygambere ve iman etmiş kişilere, akraba bile olsalar, müşrikler için istiğfar etmek yoktur.
İbrahim`in babası için istiğfar etmesi de yalnızca ona vermiş olduğu bir sözden dolayı idi. Sonra onun Allah için bir düşmanı olduğu kendisine açıkça belli olunca ondan [istiğfardan] vazgeçti. Şüphesiz İbrahim, çok içli, çok halim birisi idi. (Tövbe/113, 114)

Nitekim Rabbimiz 46. ayette “Hakkında bilgin olmayan bir şeyi Benden isteme! Şüphesiz Ben seni cahillerden olmaktan sakındırırım” demek suretiyle Nuh peygambere bu konuda bilgisi olmadığını belirtmiş ve ona öğüt vermiştir. Nuh peygambere verilen bu öğütten Allah’tan ne isteneceğinin iyi bilinmesi gerektiği anlaşılmalıdır. Allah’tan bilinçsizce ve bilgisizce bir şey istemek doğru bir davranış değildir.
Rabbimiz Kur’an’da insanlara sürekli öğüt vermiştir:

Eğer siz inanmış kimseler iseniz, onun bir benzerini ebedî olarak bir defa daha tekrarlamamanızı Allah size öğütler. (Nur/17)

Kadınları boşadığınız zaman iddetlerini bitirdiklerinde, artık onları ya iyilikle tutun veya iyilikle salın. Yoksa haklarına tecavüz için zararlarına olarak onları tutmayın. Her kim bunu yaparsa kendi nefsine zulmetmiş olur. Sakın Allah’ın ayetlerini oyuncak edinmeyin, Allah’ın üzerinizdeki nimetini, size kendisiyle öğüt vermek üzere indirdiği kitap ve hikmeti [zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri] hatırlayıp, düşünün. Hem Allah’a takvalı davranın ve bilin ki Allah her şeyi hakkıyla bilir.
Ve siz kadınları boşadığınız zaman ecellerini [iddet sürelerini] bitirdiklerinde, aralarında maruf bir şekilde rızalaştıkları takdirde, kendilerini kocalarıyla nikâhlanacaklar diye sıkıştırıp, engellemeyin. İşte bu, sizden Allah`a ve ahiret gününe inanan kimselerin kendisiyle öğütlendiği şeydir [ilkedir]. Bu, sizin için daha uygun ve daha nezihtir. Ve Allah bilir, siz ise bilemezsiniz. (Bakara/231, 232)

Şüphesiz Allah size, emanetleri ehline vermenizi ve insanlar arasında hükmettiğiniz zaman adaletle hükmetmenizi emrediyor. Şüphesiz Allah, bununla size ne güzel öğüt veriyor. Şüphesiz Allah her şeyi çok işiten, çok iyi görendir. (Nisa/58)

Şüphesiz Allah, size adaleti, iyilik-güzellik yapmayı ve yakınlara vermeyi emreder; hayasızlıktan, kötülükten ve azgınlıktan nehyeder. Öğüt almanız için size öğüt verir. (Nahl/90)


47. ayette, Nuh peygamber Âdem ile eşinin şu duasını tekrarlamak*tadır:

[Onlar; her ikisi] “Ey Rabbimiz! Biz kendimize zulmettik ve eğer bizi bağışlamazsan ve bize rahmetinle muamele etmezsen muhakkak zarara uğrayacaklardan oluruz!” dediler. (A`râf/23)

Nuh peygambere verilen mesaj daha sonra onun neslinden gelen İbrahim peygambere de verilmiştir. Rabbimiz, inanmayanları dışlayarak rızk duasında bulunan İbrahim peygambere inan*mayanları da az bir zaman faydalandıracağını bildirerek uyarıda bulunmuştur:

Ve bir zaman İbrahim; “Rabbim, burasını güvenli bir belde kıl, halkını; onlardan Allah’a ve son güne inananları, meyvelerle rızklandır.” demişti. O [Allah] dedi ki: “Küfreden kimseyi dahi çok az kazançlandırırım, sonra da onu ateşin azabına sürüklerim. Ve ne kötü varılacak yerdir!” (Bakara/126)

49. AYET

49 - İşte bunlar [Nuh ile ilgili anlatılanlar], sana vahyettiğimiz gayb haberlerindendir. Bunları sen ve kavmin bundan önce bilmiyordunuz. Şu hâlde sabret. Şüphesiz akıbet, takvalı davrananlarındır.

Nuh peygambere ait kıssa bitirildikten sonra bu ayette peygamberimize dönülmüş, kendisinin ve kavminin bilmediği bu kıssadan ders alarak sabretmesi istenmiştir. Hatırlanacak olursa, peygamberimize daha önce de sabırlı olması emredilmişti:

Sen onların dediklerine sabret ve güçlerin sahibi kulumuz Davud’u hatırla. Şüphesiz o, [Rabbine] çokça dönendi. (Sad/17)

Öyleyse Rabbinin kararına karşı sabret; balık arkadaşı gibi olma. Hani o bir kez aşırı bunaldığında Rabbine seslenmişti. (Kalem/48)

Rabbimizin kıssadan alınmasını istediği dersler, suç ve cezanın bireysel olduğu, insanların sosyal statülerine göre değerlendirilme*mesi gerektiği, insanların değerlendirilmesinde hasep, nesebin önemli olmadığı ve hiç kimseye ayrıcalık tanınmadığı gibi hususlardır.
Kıssanın peygamberimize hitap eden son ayeti, alınması gereken mesajlarla beraber şu şekilde takdir edilebilir: “Nuh`un başından ge*çenleri size anlattım. O nasıl sabretti ise siz de sabretmelisiniz. Toplumu*nun ona gösterdiği olumsuz tepkiyi ve işi ne derece ileri gö*türdüklerini gördünüz. Nuh’un nasıl kurtarıldığını da öğrendiniz. Size de olumsuz tepkiler olacaktır. Ama bunun en büyük çaresi sabırdır. Siz de Nuh gibi mutlaka selâmete ereceksiniz.”

50-52 - Ad’a da kardeşleri Hud’u (gönderdik)... O, dedi ki: “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin. Sizin için O’ndan başka ilâh yok. Siz uydurmacılardan başka bir şey değilsiniz. Ey kavmim! Buna karşılık ben sizden bir ücret istemiyorum. Benim ecrim ancak beni yaratan üzerinedir. Hâlâ akıllanmayacak mısınız? Ey kavmim! Rabbinizden mağfiret isteyin, sonra O`na tövbe edin ki, üzerinize gökten bol bol göndersin ve sizi kuvvetinize kuvvet katarak çoğaltsın. Ve günahkârlar olarak sırt çevirmeyin.”

İkinci ibret tablosu, Hud peygamber ile onun kavmi Ad hakkındadır. Hud peygamber de kavmine karşı peygamberimizin verdiği mücadeleye benzer bir mücadele vermiş ve Mekkeliler gibi müşrik olan Ad halkını tevhide davet etmiştir. Tarihte iki tane Ad kavmi yaşamış olup birisi Hud peygamberin elçi olarak gönderildiği kavim, diğeri de sütunlar sahibi olan İrem halkıdır.
Hud kıssası bu surede Nuh kıssası kadar uzun ve detaylı olarak verilmemiştir. 50 ile 60. ayetler arasında özetlenen kıssa, elçi ile kavmi arasında geçen karşılıklı konuşma şeklindedir. Bu anlatımıyla kıssa adeta canlı bir tiyatro sahnesi gibidir. Kıssanın bu anlatımında, daha evvelki surelerde anlatılanlara göre farklı bazı ifadeler de mevcuttur.

Ad, gönderilmişleri [elçileri, mesajları] yalanladı.
Hani kardeşleri Hud onlara demişti ki: “Siz takvalı davranmaz mısınız? Şüphesiz ki ben, sizin için güvenilir bir elçiyim. Artık Allah’a takvalı davranın ve bana itaat edin. Ve buna karşılık ben sizden hiçbir ücret istemiyorum. Benim ecrim âlemlerin Rabbi üzerinedir. Her yüksek tepeye, alâmet bir bina kurarak mı eğleniyorsunuz? Sonsuzlaşmanız için / sanki sonsuzlaşacakmışsınız gibi sanayi üreten yerler [fabrikalar / kaleler] mi edinirsiniz? Yakaladığınız vakit de zorbaca mı yakaladınız? Artık Allah’a takvalı davranın ve bana itaat edin. Size o bildiğiniz şeyleri verene; davarlar, oğullar, cennetler [bağlar, bahçeler], pınarlar verene takvalı davranın. Şüphesiz ki ben sizin hakkınızda büyük bir günün azabından korkuyorum.”
Onlar dediler ki: “Sen, öğüt versen de yahut öğüt verenlerden olmasan da bizim için aynıdır. Bu, sadece öncekilerin hayat tarzlarıdır. Ve biz azaba uğratılacaklar değiliz.”
Bunun üzerine onu yalanladılar da Biz kendilerini helâk ettik. Şüphesiz ki bunda kesinlikle mutlak bir ayet vardır, ama onların çoğu iman ediciler değillerdi.
Ve şüphesiz ki Rabbin, kesinlikle Aziz [mutlak galip] ve Rahîm’in [engin merhamet sahibinin] ta kendisidir. (Şuara/123-140)

(Ant olsun ki,) Ad’a da kardeşleri Hud’u (elçi gönderdik). O, “Ey kavmim! Allah’a kulluk edin, sizin için O’ndan başka bir ilâh yoktur. Hâlâ sakınmaz mısınız?” dedi.
Kavminden, ileri gelen kâfir kimseler “Biz seni sefahet [akıl hafifliği, cahillik] içinde görüyoruz ve gerçekten seni yalancılardan sanıyoruz” dediler.
(Hud da) “Ey kavmim! Bende sefahet [akıl hafifliği, cahillik] yok, velâkin ben âlemlerin Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçiyim. Size Rabbimin gönderilerini tebliğ ediyorum ve ben sizin için güvenilir bir öğütçüyüm. Sizi uyarması için içinizden bir adam üzerine Rabbinizden, size bir zikir [öğüt/kitap] gelmesine şaştınız mı? Düşünün ki O sizi, Nuh kavminden sonra halifeler yaptı ve yaratılışta boy pos itibariyle sizi artırdı. Allah’ın nimetlerini hatırlayın ki, kurtuluşa erdirilesiniz” dedi.
(Onlar da) Dediler ki: “Demek sen tek Allah`a kulluk edelim ve atalarımızın kulluk ettiklerini bırakalım diye mi bize geldin? Eğer doğrulardan isen bizi tehdit ettiğin şeyi bize getir!”
(Hud)] Dedi ki: “Artık size Rabbinizden bir azap ve bir hışım inmiştir. Haklarında Allah’ın hiç bir delil indirmediği, sadece sizin ve atalarınızın taktığı isimler hakkında mı benimle tartışıyorsunuz? Bekleyin öyleyse, şüphesiz ben de sizinle birlikte bekleyenlerdenim!”
Bunun üzerine onu ve onunla beraber olan kimseleri tarafımızdan bir rahmetle kurtardık ve ayetlerimizi yalanlayan ve iman etmemiş olan kimselerin kökünü kestik. (A’raf/65-72)

53-57 - Onlar dediler ki: “Ey Hud! Bize bir açık kanıt ile gelmedin. Ve biz senin sözünle ilâhlarımızı terk edecek değiliz. Biz sana inananlar değiliz de. Ancak ‘Tanrılarımızdan bazısı seni fena çarpmış’ diyebiliriz.” O [Hud] dedi ki: “Şüphesiz ben Allah’ı şahit tutuyorum, siz de şahit olun ki, ben, Allah’ın astlarından O’na ortak koştuğunuz şeylerden uzağım. Hadi öyleyse hepiniz bana tuzak kurun, sonra beni hiç bekletmeyin. Şüphesiz ben gerçekten, benim de Rabbim sizin de Rabbiniz olan Allah’a tevekkül ettim. Onun, perçeminden yakalayıp denetlemediği hiçbir dabbeh [hareket eden canlı] yoktur. Şüphesiz ki benim Rabbim, dosdoğru bir yol üzerinedir. Buna rağmen yine de sırt çevirirseniz, ben size ne ile gönderilmişsem, işte onu tebliğ ettim. Ve benim Rabbim, sizin yerinize başka bir kavmi halife yapar. Ve siz O’na hiçbir şeyce zarar veremezsiniz. Hiç şüphesiz Rabbim, her şeyi koruyup gözetendir.”
58 – Ve ne zaman ki emrimiz geldi, Hud`u ve onunla birlikte iman etmiş olan kişileri, tarafımızdan bir rahmet ile kurtardık, Biz onları çok ağır bir azaptan da kurtardık.

Bu ayetlerde, Hud peygamberin gayet açık, net, ikna edici, akla ve mantığa uygun açıklamalarına yer verilmiş ve bu açıklamalar karşısında, iyi düşünenlerin gerçeği inkâr etmedikleri, düşünemeyenlerin ise inkârlarına devam ettikleri vurgulanmıştır.

59, 60 - Ve işte bu, Rabblerinin ayetlerine kafa tutan, O’nun elçilerine isyan eden ve her inatçı zorbanın emrine uyan Ad’dır. Bu dünyada ve kıyamet günü arkalarına lânet takıldı. Haberiniz olsun! Ad, Rabblerini inkâr ettiler. Haberiniz olsun! Hud’un kavmi olan Ad’a uzaklık verildi.

Hud kıssanın sonunda yer alan bu ayetlerde Rabbimiz sanki parmakla gösterircesine Ad’ı işaret etmiş, “Ve işte bu, Rabblerinin ayetlerine kafa tutan, O’nun elçilerine isyan eden ve her inatçı zorbanın emrine uyan Ad’dır” diyerek çok canlı bir uyarı yapmıştır.
Ad kavmini konu alan ayetlerden, bu kavmin Allah’ın ayetlerini bile bile inkâr ettikleri, elçileri yalanladıkları, her zorbanın arkasından gittikleri ve bu suçları yüzünden cezalandırıldıkları anlaşılmaktadır. Kıssadan çıkartılması gereken hisse ise, belirtilen suçları işleyenlerin de Ad ile aynı kötü akıbete ulaşacak olduklarıdır.

61, 62 - Semud’a da kardeşleri Salih’i (gönderdik). O, dedi ki: “Ey halkım! Allah’a kulluk edin. Sizin için O’ndan başka ilâh yok. O, sizi yeryüzünden oluşturan ve size orada ömür geçirtendir. Artık O’ndan af dileyin. Sonra O’na tövbe edin. Şüphesiz Rabbim Karîb`dir [çok yakındır], Mucîb`dir [cevap verendir].” Dediler ki: “Ey Salih! Sen, bundan önce aramızda aranan/ ümit beslenen bir kişi idin. Şimdi kalkmış, atalarımızın kulluk ettiklerine kulluk etmemizi mi yasaklıyorsun? Ve hiç şüphesiz biz, bizi çağırdığın şey hakkında kafaları karıştıran bir kuşku içindeyiz.”
63, 64 - O [Salih] dedi ki: Ey kavmim! Eğer ben Rabbimden apaçık bir delil üzerinde isem ve O bana kendinden bir rahmet vermişse… Bu durum karşısında O’na asi olursam beni Allah’tan kim korur? O zaman sizin de bana zarardan başka katkınız olmaz. Ve ey kavmim! İşte size mucize olarak Allah’ın nâkası [beş yaşında, yavrulu, bol sütlü dişi devesi]. Artık onu bırakın, Allah’ın yeryüzünde yesin. Ve ona kötülük dokundurmayın; sonra sizi yakın bir azap yakalayıverir.

Bu ayetlerde, yine peygamberimizin elçilik mücadelesine benzeyen bir başka mücadelenin anlatımına başlanmış, Semud kavmine elçi yapılan Salih peygamber ile kavmi arasındaki diyalog, herhangi bir izahı gerektirmeyecek açıklıkla canlı olarak nakledilmiştir.
“Nâkatullah” ve “Semud” sözcükleri ile ilgili detay Şems ve A’raf surelerinin tahlillerinde verildiğinden burada tekrar açıklamaya gerek görülmemiştir. (Tebyinü’l-Kur’an; c: 1, s: 511-517 ve c: 2, s: 613-615)

65 - Derken, onlar, onu [nâkayı] inciklerinden keserek öldürdüler. Bunun üzerine o [Salih] dedi ki: “Yurdunuzda üç gün daha yararlanın. İşte bu, yalanlanmayacak bir vaattir.”

Bu ayette, Semud kavminin Allah’ın nâkasını [kamu maliyesini] ayaklarını [gelir kaynaklarını] keserek yok etmeleri üzerine Salih peygamberin kavmine sonlarının yaklaştığını ihtar eden sözleri yer almaktadır. Bu sözler arasında geçen “üç gün” ifadesi de, muhtemelen zamanın kısalığından kinayedir.

66 – Artık ne zaman ki, emrimiz geldi, Salih’i ve onunla birlikte iman etmiş olan kişileri, tarafımızdan bir rahmetle kurtardık. O günün perişanlığından da kurtardık. Hiç şüphesiz ki senin Rabbin, O güçlü, mutlak üstün olandır.
67 – Ve o zalimleri, korkunç bir gürültü yakalayıverdi de yurtlarında diz üstü çöküp kaldılar.
68 - Sanki orada hiç kalmamışlardı. Haberiniz olsun! Hiç şüphesiz Semud kavmi gerçekten Rabblerini inkâr ettiler. Haberiniz olsun! Semud için uzaklık verildi.

Semud kavminin sonunun bildirildiği bu ayetlerde, Salih peygamber ve onunla birlikte iman etmiş olanların kurtarıldıkları, diğerlerinin ise sanki orada hiç yaşamamışlar gibi mahvedildikleri anlatılmaktadır. “Sanki orada hiç kalmamışlardı” ifadesi, adlarının, sanlarının ve izlerinin yok olup gittiği anlamındadır. Bununla o kavimden geriye sadece ibret verici bu kıssanın kaldığı vurgulanmıştır. Hatırlanacak olursa, bu kıssa ile ilgili olarak A’raf suresinde şu açıklamalar verilmişti:

(Ant olsun ki,) Semud’a da kardeşleri Salih’i (elçi olarak gönderdik). O dedi ki: “Ey kavmim, Allah’a kulluk edin, sizin için O’ndan başka bir ilâh yoktur. Size Rabbinizden açık bir delil [kanıt] geldi. İşte şu, Allah’ın dişi devesi, sizin için bir ayettir; bırakın onu Allah’ın yeryüzünde yesin, sakın ona kötülükle dokunmayın, yoksa sizi acıklı bir azap yakalayıverir. Ve düşünün ki Ad’dan sonra sizi halifeler yaptı. Ve yeryüzünde sizi yerleştirdi; onun düzlüklerinden saraylar yapıyorsunuz, dağlarından evler yontuyorsunuz. Öyleyse Allah’ın nimetlerini hatırlayın ve yeryüzünde fesatçılar olarak taşkınlık yapmayın.”
Kavminden büyüklük taslayan ileri gelenler, içlerinden zayıf görünen inanmış kimselere dediler ki: “Siz, Salih`in, gerçekten Rabbi tarafından gönderilmiş bir elçi olduğunu biliyor musunuz?” [Onlar da] “Kesinlikle biz onunla gönderilene inananlarız [inanıyoruz]!” dediler.
O büyüklük taslayan kimseler; “Biz, sizin inandığınızı kesinlikle inkâr edenleriz [ediyoruz]!” dediler.
Hemencecik de o dişi deveyi ayaklarından kesip öldürdüler ve büyüklenerek Rabblerinin buyruğundan dışarı çıktılar ve “Ey Salih! Eğer hakikaten gönderilen elçilerden isen, bizi tehdit ettiğini getir bize!” dediler.
Bunun üzerine hemen onları, şiddetli sarsıntı yakalayıverdi de yurtlarında diz üstü çökekaldılar. (A’raf/73-78)

Kıssanın tümü dikkate alınarak Semud kavminin işlediği suçlar şu şekilde özetlenebilir:
* Körlüğü doğru yola tercih etmek,
* Allah’ın devesini öldürmek,
* Elçileri [elçilik misyonunu] yalanlamak

Bu suçlar başka ayetlerde de açıklanmıştır:

Semud’a gelince; işte Biz onlara doğru yolu gösterdik. Fakat onlar körlüğü doğru yol üzerine sevdiler [tercih ettiler]. Bunun üzerine kazandıkları şeyler sebebiyle alçaltıcı azabın yıldırımı onları yakalayıverdi.
Ve Biz iman etmiş kimseleri ve takvalı davranmış olan kimseleri kurtardık. (Fussılet/17, 18)

Fakat onlar, onu yalanladılar, deveyi de inciklerini kesip öldürdüler. Rabbleri de günahları dolayısıyla onları düzleyiverdi [yerle bir etti]. (Şems/14)

Semud, gönderilmişleri [elçileri, mesajları] yalanladı. (Şuara/141)

69 – Ve ant olsun ki, İbrahim`e de elçilerimiz müjde ile geldiler, “Selâm!” dediler. O; “Selâm!” dedi de saf hâle getirilmiş buzağıyı getirmeye gecikmedi.
70 – Sonra da onların ona uzanmadığını görünce, onları yadırgadı ve içinde onlara karşı bir korku uyandı. Onlar; “Korkma, şüphesiz biz Lut’un kavmine gönderildik” dediler.
71 – Ve onun [İbrahim`in] karısı ayaklanmıştı, gülüverdi. Sonra ona İshak`ı, İshak`ın arkasından da Yakub`u müjdeledik.
72 - O [İbrahim’in karısı] dedi ki: “Vay be! Ben mi doğuracağım! Ben bir “acuz”um [kocası işe yaramaz bir zavallıyım, bahtsız bir karıyım]. Şu kocam da yaşlı bir adam iken! Şüphesiz bu, çok tuhaf bir şey!”
73 - Onlar [elçiler]; “Sen Allah`ın işinden mi şaşıyorsun? Allah`ın rahmeti ve bollukları üzerinizdedir. Ey ev halkı! Şüphesiz ki O, Hamid’tir [övülmeye lâyıktır], Mecid’tir [cömertliği boldur].” dediler.
74 - Sonra İbrahim’den korku iyice geçip gidince ve kendisine müjde gelince, Bizimle Lut kavmi hakkında mücadeleye başladı.
75- Şüphesiz İbrahim, çok yumuşak huylu, çok ah vah eden [yufka yürekli], yönelen biri idi.
76 - -“Ey İbrahim! Bundan vazgeç. Şüphesiz Rabbinin emri kesin olarak geldi ve hiç şüphesiz onlar; onlara geri çevrilmesi mümkün olmayan bir azap gelecektir.-

Bu pasajda Hud suresinde nakledilen kıssaların dördüncüsü yer almaktadır. İbrahim peygamberin hayatından önemli bir kesitin nakledildiği pasajın içeriği, daha çok İbrahim peygamberin insanlara güzel örnek oluşuyla ilgilidir. Pasajda değinilen olayların Hicr ve Zariyat surelerindeki anlatımları, konunun daha iyi anlaşılmasına katkı sağlayacaktır:

Ve onlara [kullarıma], İbrahim’in misafirlerinden haber ver.
Hani onlar [İbrahim’in misafirleri], İbrahim`in yanına girdiler de “selam!” demişlerdi. O [İbrahim]: “ Şüphesiz biz sizden korkanlarız” demişti.
Onlar [İbrahim’in misafirleri]: “Korkma! Şüphesiz biz sana bilgin bir oğul müjdeliyoruz” dediler.
O [İbrahim] dedi ki: “Bana ihtiyarlık gelmişken mi beni müjdeliyorsunuz. Peki neye dayanarak beni müjdeliyorsunuz?”
Onlar [İbrahim’in misafirleri]: “Seni gerçekle müjdeliyoruz. Ümidini kesenlerden olma!” dediler.
O [İbrahim] dedi ki: “Rabbimin rahmetinden, sapıklardan başka kim ümit keser?”
O [İbrahim]: “Ey gönderilmişler [elçiler]! İşiniz nedir?” dedi.
Onlar [elçiler]: “Şüphesiz biz suçlu bir kavme gönderildik.
Ancak Lût ailesi müstesnâdır.” -Şüphesiz Biz, Lût`un karısı hariç onların hepsini muhakkak kurtaracağız. Biz takdir ettik. Şüphesiz o, kesinlikle geride kalanlardandır [gözü arkada olanlardandır].- (Hicr/51-60)

İbrahim’in saygınlaştırılmış misafirlerinin haberi sana geldi mi?
Hani onlar, onun [İbrahim`in] üzerine girmişlerdi de "Selâm!" demişlerdi. O [İbrahim]; “Selâm tanınmamış topluluk!” dedi.
O İbrahim, sonra ehline gitti de semin [güç veren] buzağı ile geldi.
Sonra onu [güç veren buzağıyı] onlara yaklaştırdı, “Nasiplenmez misiniz?” dedi.
Sonra onlardan çekindi. Onlar “Korkma!” dediler ve onu çok bilgili bir oğul ile müjdelediler.
Bunun üzerine karısı bağırarak öne geldi de elini yüzüne vurarak “Bir bahtsız, bir kısır!” dedi.
Onlar [Misafirler]: “Rabbin işte böyle buyurdu. Şüphesiz O [Rabbin], hikmet sahibidir. En iyi bilenin ta kendisidir” dediler.
Bunun üzerine o [İbrahim]; “Sizin önemli işiniz nedir ey elçiler?” dedi.
Onlar [elçiler]: “Şüphesiz biz, Rabbin katından aşırı gidenler için işaretlenmiş, çamurdan pişirilmiş sert taşları üzerlerine yağdırmamız için günahkâr bir kavime gönderildik”dediler.
Bunun üzerine Biz müminlerden orada bulunan kimseleri çıkardık.
Fakat Biz orada müslümanlardan bir evden başka bulmadık.
Ve Biz orada acı bir azaptan korkan kimseler için bir ayet bıraktık. (Zariyat/24-37)

İbrahim peygamberin hayatının bu bölümünün Kitab-ı Mukaddes’teki anlatımı ise şöyledir:

15 Tanrı İbrahim`e, "Karın Saray’a gelince, ona artık Saray demeyeceksin" dedi, "Bundan böyle onun adı Sara olacak.
16 Onu kutsayacağım; ondan sana bir oğul vereceğim. Onu kutsayacağım ve ulusların anası olacak. Halkların kralları onun soyundan çıkacak."
17 İbrahim yüzüstü yere kapandı ve güldü. İçinden, "Yüz yaşında bir adam çocuk sahibi olabilir mi?" dedi, "Doksan yaşındaki Sara doğurabilir mi?"
18 Sonra Tanrı`ya, "Keşke İsmail`i mirasçım kabul etseydin!" dedi.
19 Tanrı, "Hayır. Ama karın Sara sana bir oğul doğuracak, adını İshak koyacaksın" dedi, "Onunla ve soyuyla antlaşmamı sonsuza dek sürdüreceğim.
20 İsmail`e gelince, seni işittim. Onu kutsayacağım; onu verimli kılacak, soyunu alabildiğine çoğaltacağım. On iki beyin babası olacak. Soyunu büyük bir ulus yapacağım.
21 Ancak antlaşmamı, gelecek yıl bu zaman Sara`nın doğuracağı oğlun İshak`la sürdüreceğim."
22 Tanrı İbrahim`le konuşmasını bitirince ondan ayrılıp yukarıya çekildi.
23 İbrahim evindeki bütün erkekleri - oğlu İsmail`i, evinde doğanların ve satın aldığı uşakların hepsini - Tanrı`nın kendisine buyurduğu gibi aynı gün sünnet ettirdi.
24 İbrahim sünnet olduğunda doksan dokuz yaşındaydı.
25 Oğlu İsmail on üç yaşında sünnet oldu.
26 İbrahim oğlu İsmail`le aynı gün sünnet edildi.
27 İbrahim`in evindeki bütün erkekler - evinde doğanlar ve yabancılardan satın alınanlar - onunla birlikte sünnet oldu. (Tekvin; 17/ 15-27)
Taner isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla