Tekil Mesaj gösterimi
Alt 30. November 2011, 04:35 PM   #5
yeşil
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Oct 2011
Mesajlar: 107
Tesekkür: 791
69 Mesajina 174 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 23
yeşil has much to be proud ofyeşil has much to be proud ofyeşil has much to be proud ofyeşil has much to be proud ofyeşil has much to be proud ofyeşil has much to be proud ofyeşil has much to be proud ofyeşil has much to be proud of
Standart

Döneme ismini verecek kadar önemli olan diğer bir şahsiyet Beyâzid Bistâmî`dir. Horasan`ın Bestam şehrinde doğan ve Zerdüşt bir geçmişe sahip bir ailenin çocuğu olan Beyazîd, tasavvufa temel olacak bazı esaslar oluşturur, yeni inançlar getirir. Bunların en önemlisi Bir`de yok olma ve şathiyedir. Bir`de yok olma inancı Vahdet-i Vucûd inancının habercisi durumundadır. Hint okenli Bir`de yok olma inancını Beyâzıd, Ebû Ali el-Sındî`den alarak tasavvufa dahil eder. [1]


Buna göre kişi rhî ve bedenî bazı imtihanlara muhatap olur ve başarırsa Tanrı`yla bir olma durumuna erişir. Bu Kulun Tanrı katına çıkması biçiminde gerçekleşebileceği gibi, Tanrının kulun seviyesine inmesi biçiminde de gerçekleşir. Bu gerçekleştiğinde de Tanrı-kul ayrılığı kalkmış olur. (el-fenâ fi`t Tevhid)


Kendisini Tanrıyla bir olarak gören kişi de elbetteki normal insana oranla farklı özellikler taşıyacaktır. Bu özellikler, Bistamî`de nasslara tamamen aykırı şekilde açığa çıkan şathlar olur. Sûfînin kendi varlık ve benliğinden habersiz hale geldiği, sekr halinde iken söylediği ve nasslara ters görünen sözler anlamındaki şathlar, sonradan tamamıyla tasavvufun en önemli konu ve kavramlarından birisi olur. Sûfilerin iddiasına göre cezbe ve vecd haline erişen bir sûfi duyular aleminin dışına çıktığı için, o anda duyular alemiyle uyuşmayan sözler sarfeder.


Bu sözlerin sûfinin o andaki durumuyla ilgili olduğu, o hali yaşamayanların bu durumu bilemeyeceği iddia edilir. Tasavvuf mensubu olmayanlar tarafından en çok eleştiri konusu edilmiş olan bu şathlar sûfiler tarafından arzulanan ve ulaşılmaya çalışılan bir halin ifadesi olarak görülmüş ve savunulmuştur. Onlar bu durumu içkiyle sarhoş olan kişinin farklı aleme geçip, (öyle zannedip) sarhoş olmayanlara ters gelen şeyle ifade etmesine benzetirler ve böylelikle durumlarını açıklayıp meşrulaştırmaya çalışırlar. Ancak bu açıklamalar inandırıcı olmamıştır ki, şathlar bir çok sûfinin hayatına mal olmuştur.[2]

Çok sayıda sûfide şath açığa çıkmasına rağmen şath denildiğinde özellikle iki isim akla gelir, bunlardan birisi Beyâzıd iken, diğeri gelecek yüzyılın sûfilerinden Hallac-ı Mansur`dur.

Onların isimleri şathla bütünlük sağlayacak kadar tanınır olmuştur.


Beyâzıd`ın şathlarına örnek verecek olursak, o şunları söyler:
„Öyle bir deniz geçtim ki, Peygamberler onun kıyısında durdu. „
„Cehennem dediğin nedir ki?, Onu görsem hırkamın ucuyla söndürüveririm.“
„Kendimi noksan sıfatlardan tenzih ederim.“ Ne de büyük zuhurum var.“ [3]

„ Allah beni bir defa yükseltti, önüne oturttu ve bana şöyle dedi: „Ey Ebû Yezid, yaratıklarım seni görmeyi arzuluyorlar.“ Bunun üzerine ben dedim ki; „Beni vahdaniyetinle donat ve Sen`in benlik elbiseni bana giydir ve beni ehadiyetine yükselt, ta ki, yaratıkların beni gördüklerinde diyebilsinler: „Seni( yani Allah`ı ) gördük ve Sen O`sun“ Fakat Ben (Ebû Yezid) orada olmam“, Hak`kı Hak`la gördüm, ve bir zaman Hak`da Hak`la birlik oldum. Ne nefes, ne dil, ne kulak, ne başka birşey vardı. Vakta ki, Tanrı kendi nurundan bana göz verdi, o zaman O`na O`nun nuruyla baktım ve O`nu kendi bilgisiyle gördüm, O`nun lutfunun diliyle, kendisiyle görüştüm: „ Seninle benim hâlim nasıldır ?“ dedim. Bana „Ben seninle senim. Senden başka Allah yok“ dedi. [4]

Bayazidi Bestami’nin bazı söylevlerinden seçmeler :

“Allah’a andolsun ki benim bayrağım Muhammed (S.A.V)’in bayrağından daha büyüktür! Benim bayrağım nurdur. Altında bütün insanlar ve cinler ve peygamberlerden olanlar bulunuyor.” [5]
“Benim bir benzerim ne gökte bulunur; ne de benim sıfatlarımın bir benzeri yeryüzünde bilinir!” [6]
“Musa Peygamber, Allah’ı görmek istedi. Ben ise Allah’ı görmeyi değil, Allah beni görmeyi irade buyurdu!” [7]

Bu ve benzer sözler, o günlere kadar müslümanların arasında görülmemiş şeylerdi. Hele sahabe ve tabîunda hiç görülmemişti. Ancak dönemin sûfileri bütün bunları Allah`la bir olacak kadar yücelmiş kullar oldukları inancıyla dile getirirler. Karşı çıkanlara da, kendilerinin bâtınla uğraştıklarını ve aslın bu olduğunu, halbuki kendi dışındakilerin kabuğa (zâhir) takılıp kaldıklarını, zâhirle (şeriatla) kendilerini değerlendiremeyeceklerini iddia ederler.

3. yüzyılın en mûtedil sûfilerinden olan Cüneyd, nasslara bağlılıkla, yukarıda anlatılan düşünceler arasında gidip, gelir. Çağdaş bir araştırıcının ifadesiyle, Vahdet-i Vûcud çukurunun kenarında dönüp durur.[8]

O marifet bilgisini kabul eder ancak bir sınır getirir. Bu bilginin naslara aykırı olmaması gerektiğini savunur. Bid`at olarak nitelenen ve tasavvufn esaslarından olan tesbih, zikr gibi konulardan dolayı suçlandığında „ Ben Allah`a doğru götüren bir yolu reddetmem“[9] cevabını verir.

Beyazıd gibilerini, hayali güçlerine aldandıkları düşüncesiyle suçlar: „Kim sûlûktan önce Kur`an ezberlemez, hadis yazmaz ve fıkıh öğrenmezse ona iktida etmek caiz olmaz“ [10] diyerek Bestâmiler`in temsil ettiği anlayışa karşı çikar. O özelliklet tevhid inançı üzerinde durur ve bunu her türlü bozuk inanca karşı korumaya çalışır. Ancak bunu yaparken bir ayağı da tasavvuf üzerindedir. O bu özelliğiyle ileride isminden bahsedilecek olan fakat sınırları tam belirlenemeyen Sûnni sûfiliğinin temsilcisi durumundadır. Cüneyd, Beyâzıd`da en basit biçimde ifadesini bulan panteizme bir sınır çizme gayreti içinde olur. Fakat başaramaz. Dolayısıyla Cüneyd, inanç ve düşünceleriyle değil, sadece ismiyle yaşar. Onun, yaptığı en önemli iş tasavvufun sivri yönlerini törpülemek olur.

Aynı dönemde, İslâmî bir yapıyı temsil ettiği kadar sûsi de olan ve İslâm`ın sınırlarını taşmayan bir tasavvuf oluşturmaya çalışan Muhasibî`de vardır. O, tasavvufun temelinde yer alan ilahî aşk inancını tasavvufun bünyesine tamamen ayrılmayacak şekilde adapte eder.[11]
Onun temsil ettiği tasavvuf anlayışı Selefî, Felsefî, ehl-i Sünnet tasavvufu üçlüsünün sonuncusunda yer alır. Onun esaslarını belirler. Bunu yaparken de zamanın İslam dışı tasavvufuna çeki-düzen vermeye çalışır.

[1] Fahrî 192,193
[2] Mukaddime 2/259 [ Ibn Haldun, Çev: Zakir Kadiri Uğan, Devlet Kitapları, 3 cilt,ist 1970]
Ayrıntılı bilgi için bkz:
- İbn Haldun 133 [ Tasavvufun Mahiyet, Çev: Süleyman Uludağ, Dergah yy. ist 1984]
- GölpInarlı 83-85 [Abdülhaki GölpInarlı, 100 Soruda Tasavvuf, Gerçek yy. ist. 1985]
- Sülemi 12 [ Dr. Süleyman Ateş, Sülemi ve Tasavvufu Tefsiri, Sönmez Neş. ist. 1969]
[3] Gölpınarlı, 84 : Sülemi, 13 : İbn Haldun, 59, 121,153 : Fahri, 193
[4] Güngör 255, 256 [Prof. Dr. Erol Güngör, İslam Tasavvufunun Meseleleri, Ötüken yy. ist. 1982]
[5] ( Bayazidi Bestami ve İslam Tasavvufunun özü, Celal Yıldırım, Demir Kitabevi, Aralık 1978 baskısı, sayfa 263 ).
[6] (Yukarıda adı geçen kitap, sayfa,sayfa 265 ).
[7] (Yukarıda adı geçen kitap, sayfa 320 ).
[8] Fahri, 198
[9] Hitti. 2/675
[10] İşâri Tefsir, 73
-Corbin ,194 [Henry Corbin, İslâm Felsefesi Tarihi, Çev: Prof.Dr. Hüseyin Hatemi, İletişim yy. 1986]
[11] Güngör 70,72


...
yeşil isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla