Tekil Mesaj gösterimi
Alt 28. September 2008, 01:30 AM   #6
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

(O) Âlemlerin Rabbinden indirilmedir.

80. ayette Kur’an’ın Allah tarafından indirildiği / hulûl ettirildiği beyan edilmiştir. Yani Kur’an, Allah tarafından bağışlanmıştır, bunda peygamberin herhangi bir rolü yoktur. Kur’an’ın Allah tarafından indirilmiş olduğu iki yüzden fazla ayette tekrarlanırken, birçok ayette de Elçi’nin sadece bir tebliğci olduğu vurgulanmıştır. Zaten Kur’an’ı gerçeğiyle tanıyanlar, onun kul işi olmayıp Rabb’den inme olduğunu hemen kabul ederler ve tam bir teslimiyetle gözyaşı dökerek yerlere kapanırlar. Daha önce birçok yerde açıkladığımız bu husus, İsra suresinde yine konu edilecektir.


Konumuz olan 75–80. ayetlerden oluşan paragraf hakkındaki genel tahlilimizin ardından, 79. ayetle ilgili olarak biraz daha ayrıntıya girmeyi bir zorunluluk addediyoruz. Çünkü piyasadaki meal ve tefsirlerde, 79. ayet hakkında hatalı çeviri ve açıklamalar mevcuttur. Bu hatalar kaynak alınmak suretiyle de; temizlenmiş olmayanların (abdestsizlerin, cünüplerin, hayızlı kadınların) Kur’an’a el süremeyecekleri, yani Kur’an’ı ellerine alıp okuyamayacakları fetvalarla hükme bağlanmıştır. Müslümanları dinlerinin kitabından uzaklaştıran bu fetvalar sonucu, Müslümanlar tarafından bir cep kitabı, bir başucu kitabı olarak değerlendirilmesi ve her koşulda açılıp okunarak yararlanılması gereken Kur’an, maalesef bir mistik ayin malzemesi durumuna getirilmiş ve sadece özel zamanlarda, belli koşullarda ve belirli kişilerce okunur hâle gelmiştir. Böylece de, Kur’an’ı dinlerinin kitabı sayanların yüzde doksan dokuzu, kitaplarının içinde ne yazdığını bilmez olmuştur. Bunların bedeli ise bu gün çok ağır ödenmektedir.
İşte, bu kadar önemli sonuçlar doğurması sebebiyle 79. ayetin tahlilinde hem teknik yönden hem de ayetin Kur’an ile açıklanması bakımında daha fazla ayrıntıya girmek, âdeta bir zorunluluk hâline gelmiştir.

İlk olarak, yukarıda belirttiğimiz şu hususları tekrarlamakta yarar vardır:
- 79. ayet, 77. ayetteki “Kur’an” sözcüğünün sıfatı durumunda olup, müstakil bir cümle değildir.
- 79. ayeti oluşturan cümle, emir ve yasak ifade eden bir “İnşa Cümlesi” değil, bilgi veren bir “Haber Cümlesi”dir.
Ve sonra da, 79. ayette geçen “layemessühü” ve “mutahherun” sözcükleri üzerinde iyice durmak gerekmektedir:

layemessühü

Ayetteki “لايمسّه layemessühü” olumsuz fiiline “el süremez, dokunamaz” şeklinde bileşik fiil manası vermek yanlıştır. Çünkü fiilin doğru çevirisi; “sürebilmez, dokunabilmez” şeklindedir. Zaten “Nefy-i istikbal” kalıbındaki bir fiile “el süremez, dokunamaz” şeklinde yapılan çeviri, anlam olarak uymaz. Bu kalıptaki fiile verilecek doğru anlam; “el sürmez, dokunmaz” şeklinde olmalıdır. Dolayısıyla piyasadaki mevcut meallerde bulunan “el süremez, dokunamaz” ifadeleri yanlıştır.
“Layemessühü” sözcüğünün türediği “مسّ mess” sözcüğünün lügat anlamı; “değmek, dokunmak, yapışmak” demektir. Bu sözcük istiare yoluyla “جنون delilik” anlamında (Bakara; 275, Kamer; 48) ve “cinsel ilişki” anlamında da (Bakara; 236, 237, Ahzab; 49, Âl-i Imran; 47, Meryem; 20, Mücadele; 3, 4) kullanılmıştır.
“Mess” sözcüğü ve türevlerinin lügat anlamında kullanıldığı Kur’an ayetlerine bakıldığında görülmektedir ki, bu sözcükleri tümü “el ile dokunmak” anlamında değil, “soyut olarak yapışmak, ilişki kurmak, kuşatmak” anlamlarında geçmektedir:

Âl-i Imran; 140: Eğer size bir yara değmişse, o kavme de benzeri bir yara dokunmuştu. Ve işte o günler; Biz onları, Allah’ın sizden iman eden kimseleri bilmesi ve sizden şahitler edinmesi için insanlar arasında döndürür dururuz. Ve Allah zalimleri sevmez.

A’râf; 94, 95: Biz hangi kente bir nebi (peygamber) gönderdiysek, onun ehlini (halkını) mutlaka yoksulluk ve darlıkla yakaladık -belki yalvarıp yakarırlar-. Sonra kötülüğün yerini iyiliğe değiştirdik; nihayet çoğaldılar ve; “Atalarımıza da böyle darlık ve sevinç dokunmuştu.” dediler. Bunun üzerine hemen onları, onlar hiç farkında değillerken ansızın yakalayıverdik.

Yunus; 12: Ve insana sıkıntı dokunduğu zaman, yan yatarken, otururken, dikilirken Bize yalvardı. Kendisinden sıkıntısını gideriverdik mi de sanki kendisine dokunan o sıkıntı için Bize hiç yalvarmamış gibi aldırmadan geçip gitti. Haddi aşanlara yaptıkları şeyler işte böyle süslenmiştir.

Bakara; 214: Yoksa siz, kendinizden önce gelip geçenlerin hâli size gelmeden cennete gireceğinizi mi sandınız? Onlara yoksulluklar, sıkıntılar dokundu ve sarsıldılar, hatta Peygamber ve beraberinde iman edenler; “Allah’ın yardımı ne zaman” derlerdi. -Dikkat edin! Gerçekten Allah’ın yardımı pek yakındır.-

Yusuf; 88: Sonra onun (Yusuf’un) huzuruna girince, dediler ki: “Ey Aziz! Bize ve ehlimize sıkıntı dokundu. Ve biz az bir sermaye ile geldik. Sen bize yine ölçek ver. Ve bize sadaka da ver. Şüphesiz Allah sadaka verenleri karşılıklandırır.”
Hicr; 54: O (İbrahim) dedi ki: “Bana ihtiyarlık gelmişken mi beni müjdeliyorsunuz. Peki, neye dayanarak beni müjdeliyorsunuz?”

İsra; 83: Ve Biz insana nimet verdiğimiz zaman, yüz çevirip uzaklaşır. Ona fenalık dokununca da ümitsizliğe düşer.

Mearic; 19–21: Şüphesiz insan dayanıksız ve huysuz yaratılmıştır; kendisine kötülük dokundu mu sızlanır. Kendisine hayır dokundu mu da engelleyicidir (küçük bir yardımı bile engeller).

Âl-i Imran; 120: Size bir iyilik dokunsa fenalarına gider ve eğer size bir kötülük isabet etse onunla sevinirler. Ve eğer sabreder ve takvalı davranırsanız, onların hileleri size hiçbir şeyce zarar vermez. Şüphesiz Allah onları kendi yaptıkları şeylerle kuşatmıştır.

Hud; 113: Ve zulüm yapan kimselere meyletmeyin sonra size ateş dokunuverir. Ve sizin için Allah’ın astlarından veliyler yoktur. Sonra yardım göremezsiniz.

En’âm; 17: Ve eğer Allah sana bir zarar dokundurursa, onu kendisinden başka açacak yoktur. Ve eğer sana bir hayır dokundursa da kuşkusuz O, her şeye gücü yetendir.

Ya Sin; 18: Onlar (o kentin halkı) dediler ki: “Şüphesiz biz sizin yüzünüzden uğursuzluğa uğradık. Eğer vazgeçmezseniz, ant olsun ki, sizi taşlayarak öldürürüz ve mutlaka bizden size çok acıklı bir azap dokunur.”

En’âm; 49: Ve ayetlerimizi yalanlayanlara, yapmakta oldukları fasıklıklar yüzünden azap dokunacaktır.

Bu konuda ayrıca şu ayetlere de bakılabilir: Rum; 33, Zümer; 8, 49, 61, Hud; 10, 48, 64, Fussılet; 49–51, Enbiya; 46, Enfal; 68, Nahl; 53, İsra; 67, Nur; 14, A’râf; 73, 188, 201, Enbiya; 83, Sad; 41, Yunus; 12, 21, 107, Bakara; 80, Âl-i Imran; 24, 174, Şuara; 156, Meryem; 45, Maide; 73, Fatır; 35, Hicr; 48.

Yukarıda mealini verdiğimiz örnek ayetlerde, koyu renkle belirttiğimiz sözcüklere dikkat edilirse, bunların anlamlarının “el ile dokunmak” olarak telâkki edilmesi imkânsızdır. Çünkü bu ayetlerde konu edilen dokunuşlar, yani azabın, yaranın, sevincin, sıkıntının, ihtiyarlığın, hayrın, iyiliğin, ayetin dokunması, hep mecazî dokunmadır ve “bulaşmak”, “ilişki kurmak”, “içine düşmek” gibi soyut eylemlerle ifade edilirler. Dolayısıyla konumuz olan 79. ayetteki “layemessühü” ifadesinden de “el sürmezler, dokunmazlar” anlamını değil; “münasebet kurmazlar, ilişkiye geçmezler, istifade etmezler, ulaşmazlar” anlamını çıkarmak gerekir.

mutahherun

Ayetteki “المطهّرون mutahherun” sözcüğü “طهر tahr, tuhr” sözcüklerinin mezidatından olup, sözcüğün sülasi (üç harfli) kök anlamı; “temiz olmak” demektir. Bizim konumuz olan sözcük ise, “طهر thr” sözcüğünün ortadaki harfi tekrar edilmek suretiyle dört harf haline getirilmiş bir sözcüktür. Arapça dil bilgisinde buna “تفعيل Tef’îl Bab’ı” denir. Sonuç olarak konumuz olan “mutahherun” sözcüğü, “تطهير Tethîr” kökünden türetilmiş İsm-i meful kalıbında, çoğul ve eril bir sözcüktür. “تطهير Tethîr” sözcüğünün anlamı; “iyice arıtmak ve iyice temizlemek yani tertemiz yapmak” demek olup, konumuz olan “mutahherun” sözcüğünün anlamı da; “iyice arınmış olanlar, tertemiz temizlenmiş olanlar” demektir.
“طهر الاطّهار Tahr, Tuhr ve el ittihar” köklerinden gelen sözcükler “maddî temizlik” anlamında olmasına rağmen, Kur’an’da on yedi kez geçen “thr” sözcüğünün Tefîl babı türevlerinin hepsi, maddî kirlerden temizleme anlamında değil de, tenezzüh, tenzih etme; “manevî kirlerden arıtma ve tertemiz etme” anlamında kullanılmıştır:

Tövbe; 103: Onların mallarından sadaka al ki, onunla kendilerini temizlersin ve tertemiz edersin. Ve onlara destek ver. Şüphesiz senin desteğin onlar için bir rahatlıktır. Allah en iyi işitendir, en iyi bilendir.

Maide; 6: Ey iman sahipleri! Namaza kalktığınız zaman yüzlerinizi ve dirseklere kadar ellerinizi yıkayın. Başlarınızı meshedîn, topuklara kadar ayaklarınızı da (meshedin / yıkayın). Eğer cünüp iseniz iyice temizlenin …

Maide; 41: Ey Elçi! Kalpleri iman etmediği hâlde ağızlarıyla “inandık” diyen kimseler ve Yahudilerden küfür içinde koşuşanlar seni üzmesin. Onlar durmadan yalana kulak verirler ve sana gelmeyen kimselere için dinlerler (casusluk ederler); kelimeleri yerlerinden kaydırıp değiştirirler. “Eğer size şu verilirse hemen alın, o verilmezse sakının!” derler. Allah bir kimseyi fitneye düşürmek isterse, sen Allah’a karşı, onun lehine hiçbir şey yapamazsın. Onlar, Allah’ın kalplerini temizlemek istemediği kimselerdir. Onlar için dünyada rezillik vardır ve ahirette onlara büyük azap vardır.

Enfal; 11: O sırada size, yine katından bir güven olarak bir uyku sardırıyordu, sizi temizlemek, şeytanın pisliğini sizden gidermek, yüreklerinize kuvvet vermek ve ayaklarınızı sağlam durdurmak için gökten üzerinize yağmur indiriyordu.

Ahzab; 33: Evlerinizde vakarla oturun, ilk cahiliye kadınlarının süslerini açığa vurması gibi, siz de süslerinizi açığa vurmayın; namazı ikame edin, zekâtı verin, Allah’a ve elçisine itaat edin. Ey ehli beyt! Gerçekten Allah, sizden kiri gidermek ve tertemiz kılmak ister.

Hacc; 26: Bir zamanlar Kâbe’nin yerini İbrahim’e, “Sakın Bana hiçbir şeyi ortak koşma; tavaf edenler, orada kıyam edenler (zulme baş kaldıranlar), secde edişin hanifleri (Allah’a boyun eğmeyi sağlayan hanifler) için evimi tertemiz et!” diye hazırlamıştık.

Müddessir; 4: Ve hemen giysilerini temizle!

Bakara; 125: Ve Biz bir zaman bu Beyt’i, insanlar için bir sevap kazanma ve bir güven yeri kılmıştık. Siz de İbrahim’in makamından kendinize bir namazgâh edinin. Ve Biz İbrahim ile İsmail’e; “Beytimi, hem tavaf edenler için, hem ibadete kapananlar için, hem de, secde edişin hanifleri (Allah’a boyun eğmeyi sağlayan hanifler) için tertemiz tutunuz” diye ahit almıştık.

Nisa; 57: Ve iman edip salihatı işleyenleri, içinde ebedî olarak kalmak üzere, altlarından ırmaklar akan cennetlere koyacağız. Onlara orada tertemiz eşler vardır. Ve onları, koyu bir gölgeliğe girdireceğiz.

Âl-i Imran; 42, 43: Ve hani melekler; “Ey Meryem! Şüphesiz Allah seni seçti, seni tertemiz kıldı ve seni âlemlerin kadınlarına seçti. Ey Meryem! Rabbine gönülden kul ol, ona boyun eğ ve rükû edenlerle (rükû eden erkeklerle) beraber rükû et!” demişlerdi.

Abese; 13–16: değerli sayfalar içindedir, yüceltilmiş, tertemiz temizlenmiş, sefirlerin ellerinde;
saygın, güvenilir.

Beyyine; 2: … tertemiz sayfaları okuyan, Allah’tan bir elçi.

Ayrıca, şu ayetlere bakılabilir: Âl-i Imran; 15, 55, Bakara; 25.

Görüldüğü gibi bu ayetlerdeki “تطهير tertemiz temizlemek”, “مطهّر tertemiz temizlenmiş” ifadelerinin hiç birisi maddî kirlerden temizleme anlamında değil, şirk, küfür ve günah gibi manevî kirlerden temizleme ve temizlenme anlamındadır. Zaten Rabbimiz de müşrikleri neces (pislik) olarak nitelemiş, aklını kullanmayanların üzerine pislik kılacağını ihtar etmiş ve imanlarına zulüm giydirmeyenlerin, kendilerini şirk, pislik bulaştırmak suretiyle kirletmeyenlerin kurtuluşa ereceklerini bildirmiştir.

Tövbe; 28: Ey iman eden kimseler! Müşrikler sadece bir pisliktirler. Artık bu yıldan sonra Mescid-i Haram’a yaklaşmasınlar. Eğer yoksulluktan korktuysanız da Allah sizi dilediğinde lütuf ile yakında zenginleştirecektir. Şüphesiz Allah en iyi bilen, en iyi yasa koyandır.

Yunus; 100: Allah’ın izni olmaksızın, hiç kimse için iman etme yoktur. Ve O (Allah), kirliliği / azabı aklını kullanmayanların üzerine kılar (bırakır).

En’âm; 82: Şu iman edenler ve imanlarına zulüm giydirmeyenler (şirk karıştırmayanlar)... İşte onlar; güven onlarındır. Doğru yolu bulanlar da onlardır.


Sonuç olarak, yukarıda verdiğimiz Kur’an ayetleri ışığında gayet açık olarak görülmektedir ki:
- Vakıa suresinin 79. ayetinde yer alan “layemessühü” sözcüğü, “el sürmek, dokunmak” anlamına değil; “ilişki kurmak, yararlanmak” anlamına gelir.
- Vakıa suresinde “mutahherun” sözcüğü ile kastedilenler; manevî kirlerden, yani şirkten, cehaletten, tutuculuktan temizlenmiş olanlardır.

Nitekim meşhur Kur’an ıstılahları uzmanı Ragıb el İsfehani Müfredat adlı ünlü eserinde konumuz olan ayeti, “Thr” maddesinde aynen şu ibare ile açıklamıştır: “اى إنّه لايبلغ حقائق معرفته إلا من طهّر نفسه وتنقّى من درن الفساد” Anlamı: “ Kesinlikle, Kur’an marifetinin/malumatlarının gerçeklerine ancak nefsini iyice temizleyen ve fesat kirlerini paklayan kişi ulaşır.” . (Müfredat Darülmarifet/Beyrut; s:307–308)

81, 82. Ayetler:

Peki, şimdi siz bu Söz’ü mü (Kur’an’ı mı) küçümsüyorsunuz?
Ve rızkınızı, şüphesiz kendi yalanlamanızı mı kılıyorsunuz?

Kur’an’ın şerefli kitap olduğunun, korunduğunun ve Allah tarafından indirildiğinin kanıtlanmasından sonra burada, hâlâ yalanlayanlar azarlanmaktadır.
Bu ayetlerin takdiri şu şekilde yapılabilir: “Size mesaj, öğüt olarak yollanmış Kur’an’ın Allah tarafından indirilmiş, şerefli bir kitap olduğu kesindir ve Kur’an aranızda korunacaktır. Sizi yaratan da, besleyen de O’dur. Peki, siz nasıl oluyor da nankörlük ediyor, bile bile Kur’an’ı küçümsemeye çalışıyorsunuz. Size verilen rızkın, nimetin, size gösterilen rahmetin karşılığı bu mu?”
82. ayette geçen “rızkın yalanlanması” ifadesini iki türlü anlamak mümkündür:
Birinci olarak bu ifadeden; nankörlerin, verilen rızklara yalanlayarak karşılık verdikleri anlaşılabilir ki, bunu Ali b. Ebi Talip kıraati desteklemektedir. Çünkü Kurtubi ve İbni Kesir’e göre Ali, ayetteki “rızkınızı”, ifadesini “şükrünüzü” diye okurmuş.
İkinci olarak bu ifadeden; nankörlerin, rızklarını; gelirlerini, kazançlarını yalanlama üzerine kurdukları, yalanlayıcılığı iş edinip çevrelerini kandırarak para kazandıkları anlaşılabilir ki, Kureyşlilerin, yani peygamberimizin tebliğini yalanlayanların, İslâm yayıldığı takdirde gelirlerinin azalacağını düşünerek paniklediklerinin bilinmesi, bu anlayışı desteklemektedir.

83–87. Ayetler:

Ancak o boğaza gelip dayandığı zaman ve o zaman siz nazar edip duruyorsunuzdur (onun karşısında bulunuyorsunuz).
Biz ise ona sizden daha yakınız. Velâkin siz görmezsiniz.
Peki, mademki cezalandırılmayacakmışsınız, eğer doğrulardan iseniz onu (Boğaza gelmiş, çıkmakta olan canı) geri çevirmeniz gerekmez mi?

Yine azar içeren bu ayetlerde verilen ve surenin başındakiyle aynı içerikte olan mesaj şöyle takdir edilebilir: “Siz her şeyi ölüm size gelince anlayacaksınız. Ama geri dönüşe gücünüz olmayacaktır.”
Bu ayetlerin benzerleri En’âm ve Kıyamet surelerinde de vardır:

En’âm; 61, 62: Ve O (Allah), kulları üzerinde Kahir’dir (hükümranlığı sürdürür) ve O, sizin üzerinize koruyucular gönderir. Sonra da sizden birinize ölüm geldiği vakit elçilerimiz, hiç eksik-fazla yapmadan, onun canını alırlar.
Sonra kendi gerçek Mevlâlarına döndürülürler. Dikkatli olun, hüküm ancak O’nundur ve O, hesap görenlerin en süratlisidir.

Kıyamet; 26–30: Hayır… Hayır… Köprücük kemiklerine dayandığı zaman,
ve “Kim tedavi edicidir! (Çare bulan kimdir!)” denildiği (zaman),
ve can çekişen bunun o ayrılık anı olduğunu anladığı (zaman),
ve bacak bacağa dolaştığı (zaman),
işte o gün sevk (sürülüp götürülmek), sadece Rabbinedir.

Burada “siz” zamiri ile muhatap alınanlar; ölüm anında canlarını vermekte olanlar ile bunların yakınlarıdır. Bu ayetlerdeki ifadeler ile, inançsızların aşağıdaki ayetlerde ortaya konan yanlış inançları da reddedilmektedir:

Âl-i Imran; 156: Ey iman etmiş kişiler! İnkâr etmiş ve yeryüzünde dolaşan yahut gazaya çıkan kardeşleri için “Yanımızda olsaydılar ölmezlerdi, öldürülmezlerdi.” diyen kişiler gibi olmayın. -Allah’ın bunu onların kalplerinde bir yara kılması için- Ve Allah hayat verir ve öldürür. Ve Allah yaptıklarınızı en iyi görendir.

Casiye; 24: Ve onlar; “Hayat, ancak bu dünya hayatımızdan ibarettir. Ölürüz ve yaşarız. Bizi ancak dehr (geçen uzun zaman) helâk eder.” dediler. Hâlbuki onların buna dair hiçbir bilgileri yoktur. Onlar, sadece zann yürütüyorlar.

88–91. Ayetler:

Amma eğer o, yaklaştırılanlardan (Sabikun’dan) ise, artık rahatlık, güzel kokulu rızk ve Naim cenneti vardır.
Ve eğer o, sağın ashabından ise; artık sana sağın ashabından selâm!

Bir önceki ayet grubunda inkârcıların ölüm anındaki hâlleri anlatıldıktan sonra burada; ölenin, yaklaştırılanlardan, yani “Sabikun (önde olanlar)”dan olması durumunda onun için herhangi bir sıkıntının olmayacağı, aksine, güvenlik, esenlik, güzel kokulu rızklar ve Naim cennetlerinin söz konusu olacağı, sağın ashabından olması durumunda da onun güvende olacağı bildirilmektedir.
Kur’an’da bu sahnelerin yansıtıldığı bir çok ayet vardır:

Fussılet; 30–32: Şu bir gerçek ki, “Rabbimiz Allah’tır” deyip sonra hiç şaşmadan yol alanlar üzerine, melekler sürekli iner; “Korkmayın, üzülmeyin. Size vaat edilen cennetle sevinin.”
Biz, dünya hayatında ve ahirette sizin Yakınlarınızız. Cennette sizin için nefislerinizin arzuladığı her şey var. Orada sizin için istediğiniz her şey var.”
“Gafur ve Rahîm Allah’tan bir ikram olarak...”
Nahl; 32: (Takva sahipleri) O kimselerdir ki; melekler, onların canlarını hoş ve rahat hâlde alırlar. “Selâm size, yapmış olduğunuz işlerin karşılığı olarak girin cennete...” derler.

92–94. Ayetler:

Ve ama yalanlayıcılardan (solun ashabından) ise; işte kaynar sudan bir ziyafet! Ve cahime (cehenneme) atılma!

Bu ayetlerde; ölen kimsenin solun ashabından (yalanlayıcılardan) olması hâlinde, onun cehenneme atılma ve kaynar sudan bir ziyafet (!) ile karşılaşacağı söylenerek, 51, 52. ayetlere gönderme yapılmıştır.

95, 96. Ayetler:

Şüphesiz işte bu (Bizim naklettiklerimiz), kesin bilginin, gerçeğin ta kendisidir.
Öyle ise büyük Rabbinin adını tesbih et!

Rabbimiz, beyanlarının tümüyle gerçek olduğunu bildirdikten sonra elçisine şunu söylemektedir: “Onlar ne yaparlarsa yapsınlar, ne derlerse desinler, neye ve nasıl inanırlarsa inansınlar, sen görevini yap, Rabbinin her türlü noksanlıktan uzak olduğunu öğretmeye devam et.”
Daha evvel birçok yerde açıkladığımız gibi “tesbih”; “Allah’ı eksiklerden tenzih etmek, ona sürülen karaları temizlemek” demektir. “Tesbih” konusunda A’la suresinin tahlilinde yer alan açıklamalarımızı burada da aynen tekrarlamakta yarar görüyoruz:
“تسبيح Tesbih” kelimesinin; sözlük anlamı ile “havada ve suda hareket etmek, geçip gitmek, yüzerek uzaklara gitmek” demek olan “sebh” kökünden türemiş bir kelime olduğunu ve Kur’an’daki anlamının da, Allah’ı O’na yakışmayan şeylerden uzak tutmak, Allah’ı yüceltmek, O’nun her türlü kemal sıfatlarla donanmış olduğunu iyi kavramak ve bunu her vesile ile yüksek sesle söylemek olduğunu, Kalem suresinin 29. ayetinin tahlilinde söylemiş ve belirtmiştik. “Tesbih”, kısaca yaratanı tüm nitelikleriyle tanımak ve tanıtmak demektir ve “tesbih”in otuz üçlük, doksan dokuzluk imameli tespihlerle ve Ebu Hüreyre’nin namazlardan sonra otuz üç kere “Sübhanellah” dedirtmesiyle hiç alâkası yoktur.
İsmin tesbihi
Bir ismi “tesbih” etmek, yani noksanlıklardan uzak tutup, yüceltmek demek; aslında o ismin sahibini “tesbih” etmek demektir. Çünkü bir ismin sahibinin yüceliği ve kutsallığı, ismin yüceliği ve arınmışlığı ile ifade edilir. Bir kısım âlimler, “isim ile sahibi aynıdır” demişlerse de, hepsi ismin arındırılmasındaki maksadın, sadece ismin sözlük anlamlarının değil, asıl o sıfat ve isimlerin sahibinin arındırılmasına yönelik olduğunu kabul etmişlerdir. Dolayısıyla burada “ismin tesbihi”nden maksat, kendisine yakışmayan isim ve sıfatların, Rabbimizden uzak tutulmasıdır.
Kur’an’ın indiği dönemde Araplar arasında;
- meleklerin, Allah’ın kızları olduğu,
- Üzeyir’in ve İsa’nın Allah’ın oğlu olduğu,
- bazı melek ve putların Allah’a yaklaştırıcı olduğu,
- cinnler ile Allah arasında bir nesep (soy bağı) ilişkisi bulunduğu gibi yanlış ve saçma inanışlar yaygındı. İşte, “ismin tesbihi” emri ile yapılması gereken, bu tarz inançları yansıtan isim ve sıfatların Rabbimizin isim ve sıfatları arasından derhal çıkartılıp atılmasıdır.
“İsmin tesbihi”nde üzerinde durulması gereken bir diğer önemli husus da; hile, tuzak, intikam gibi konularda Rabbimize yakıştırılan isim ve sıfatların, eksiklik lekesinden uzak tutulması hususudur.
Bu açıklamalar ışığı altında, “Ve güneşin doğmasından önce, batmasından önce ve geceden bir bölümde Rabbini hamd ile tesbih et.” ifadesi şu anlama gelmektedir: “O’nu, o müşriklerin dediklerinden tenzih et; onların karşı koymalarından usanma! Tam aksine, onlara Allah’ın azametini hatırlat ve O’nu şirkten, eş ve çocuklar edinmişlik iftirasından ve imkân dahilinde (akla yatkın, olabilir) olan ‘haşr’dan âciz olmaktan tenzih et!”



Doğrusunu en iyi bilen Allah’tır.
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla