Tekil Mesaj gösterimi
Alt 25. April 2009, 09:35 PM   #11
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

“ÖLÇÜ VE TARTI” KONUSUNDA

Yazıklar olsun! İnsanlardan kendilerine bir şey aldıkları zaman tam ölçen, kendileri başkalarına bir şey ölçtükleri veya tarttıkları zaman eksik ölçen muttaffifin kişilere!
Onlar, büyük bir gün için tekrar diriltileceklerini zannetmiyorlar mı?
Öyle bir gün ki, insanlar âlemlerin Rabbi için ayakta dikilirler. (Mutaffifin/1-6)

151. ayetteki “kötülüklerin açığına ve gizlisine yaklaşmama” ilkesi, genellikle “zinaya yaklaşmama” olarak kabul edilmiştir. Hâlbuki ayetin ifadesi geneldir ve bütün çirkin işleri ve kötülükleri kapsamaktadır.
153. ayetteki “Ve şüphesiz ki, bu, dosdoğru olarak Benim yolumdur. Hemen ona uyun!” sözleriyle Rabbimizin insanları kendi çizdiği sınırlar içindeki yola davet eden ve onlara kurtuluş yolunu gösteren ifadenin bir benzeri de Şûra suresindedir:

O [Allah], dinden Nuh`a tavsiye ettiği şeyi, sana vahyettiğimizi, İbrahim`e, Musa`ya ve İsa`ya tavsiye ettiğimiz şeyi şeriat kıldı: “Dini doğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin.” Senin kendilerini davet ettiğin şey, müşriklere ağır geldi. Allah dilediğini kendine seçer ve kalpten yöneleni de ona kılavuzlar. (Şûra/13)

154 - Sonra Biz, Rablerine kavuşacaklarına inansınlar diye iyilik, güzellik üretenlere tamam olarak, her şeyi genişçe açıklamak ve kılavuz ve rahmet olmak üzere Musa’ya Kitap’ı verdik.

Rabbimiz, İslami ilkelerin bir özeti mahiyetindeki beyannamesini açıkladıktan sonra, bu ayette de böyle bir beyannamenin insanlara daha evvel Musa peygamber vasıtasıyla da ulaştırıldığını bildirmektedir.
Ayetin başındaki “ ثمّsümme [sonra]” edatı zamanda sonralığı değil, kelamda sonralığı ifade etmekte olup konunun pekiştirilmesi amacıyla kullanılmıştır.
Ayette görüldüğü gibi, aslında Tevrat da Kur’an’ın özelliklerini taşımaktadır:

Ve bundan [Kur`an`dan] önce bir rehber ve rahmet olarak Musa`nın kitabı vardı. Ve bu [Kur`an] ise zulmeden kimseleri uyarmak, iyilik-güzellik üretenleri müjdelemek için Arap lisanı üzerine tasdik eden bir kitaptır. (Ahkaf/12)

Onlar: "Ey toplumumuz! Şüphesiz biz Musa`dan sonra indirilen ve kendisinden öncekileri tasdik eden, hakka ve dosdoğru yola kılavuz olan bir kitap dinledik.” dediler. (Ahkâf/30)

Ve Biz onun için o levhalarda her şeyden, bir nasihat ve her şey için bir detay yazdık. “Haydi, bunları kuvvetle al, kavmine de en güzel şekilde almalarını emret. Yakında size o fasıkların yurdunu göstereceğim.” (A`raf/145)

155 - 157 – Ve bu [Kur`an], “Kitap, sadece bizden önceki iki topluluğa [Yahudi ve Hıristiyanlara] indirildi, biz ise onların ders yapışlarından habersizdik [o kitapları okuyamıyor ve dillerini anlayamıyorduk” veya “Eğer bize kitap indirilseydi, biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk” demeyesiniz diye Bizim indirdiğimiz bereketli bir kitaptır. O nedenle, rahmet olunmanız için ona uyun ve takvalı davranın. İşte size de Rabbinizden açık delil, kılavuz ve rahmet gelmiştir. Öyleyse Allah’ın ayetlerini yalanlayıp onlardan yüz çevirenden daha zalim kim olabilir? Ayetlerimizden yüz çevirenleri, yüz çevirmeleri sebebiyle azabın kötüsüyle cezalandıracağız.

Bu ayetler ilk bakışta peygamberimizin çağdaşı olan Arapları muhatap alıyor gibi görünse de, ayetlerin mesajı, başta o dönemin Arapları olmak üzere, kendileri bizzat muhatabı olmadıkça vahye inanmayı reddeden bütün zamanların insanlarına yöneliktir. Rabbimiz, bu beyanıyla, “habersiz olmak” veya “anlamamak” konularında kimseye bir mazeret ileri sürme imkânı bırakmadan, tüm bahane uydurma kapılarını kapatarak Kur’an’ın işlevi ve önemini bildirmekte, böylece “muhatap biz değiliz” veya “dili yabancı olduğu için anlayamıyoruz” gibi itirazlarla sorumluluktan kurtulmanın mümkün olamayacağına işaret etmektedir. Başka bir şekilde ifade etmek gerekirse, ayetteki “ ‘Biz ise, onların okumasından habersizdik [o kitapları okuyamıyor ve dillerini anlayamıyorduk’ veya ‘Eğer bize kitap indirilseydi, biz onlardan daha çok doğru yolda olurduk’ demeyesiniz diye” şeklindeki ifade hem Arapların kendi dilleri dışındaki kitaplarla ilgili itirazlarını ortadan kaldırmaya yönelik bir ifadedir, hem de tüm zamanlardaki insanlara Kur’an’ın her dile en doğru şekilde çevrilip anlaşılmasının sağlanması için sorumluluktan kaçamayacaklarını ihtar eden bir talimat niteliğindedir.

Ve bundan [Kur`an`dan] önce bir rehber ve rahmet olarak Musa`nın kitabı vardı. Ve bu [Kur`an] ise zulmeden kimseleri uyarmak, iyilik-güzellik üretenleri müjdelemek için Arap lisanı üzerine tasdik eden bir kitaptır. (Ahkaf/12):

Ve eğer Biz onu yabancı dilde bir Kur’an yapsaydık, elbette “Ayetleri detaylandırılmalı değil miydi? İster yabancı dilde ister Arapça!” diyeceklerdi. De ki: “O, iman edenler için bir kılavuz ve bir şifadır. İnanmayanlara gelince, onların kulaklarında bir ağırlık vardır. Ve Kur’an onlar üzerine bir körlüktür. Onlara çok uzak bir mekândan seslenilmektedir.” (Fussılet/44)

Ve şüphesiz ki bu [apaçık kitap], kesinlikle âlemlerin Rabbinin indirmesidir.
Onunla [apaçık kitapla], uyarıcılardan olasın diye apaçık bir Arapça lisan ile senin kalbine Emin Ruh [Güvenilir Can, sağlam bilgi] indi.
Ve şüphesiz o [er-Ruhu’l-Emin; sağlam bilgi], kesinlikle öncekilerin kitaplarında da vardı.
Ve İsrailoğulları bilginlerinin onu [kendi kitaplarında sağlam bilginin varlığını] bilmesi, onlar için bir ayet olmadı mı?
Ve Biz onu [apaçık kitabı] yabancılardan [Arapça bilmeyenlerden] birine indirseydik de, bunu o, onlara okusaydı, onlar, buna iman ediciler değillerdi. (Şuara/192-199)

Artık onlar [dünyayı isteyenler], hiç Rabbinden açık bir belge üzere olan ve kendisini O’ndan [Rabbinden] bir şahidin takip ettiği ve de kendinden önce [önünde] bir önder ve rahmet olarak Musa’nın kitabı bulunan kimse gibi midir? İşte onlar [böyle olanlar], ona [Kur’an’a] inanırlar. Hangi hizipten olursa olsun kim onu inkâr ederse, ona vaat edilen yer ateştir. İşte bütün bunlardan dolayı sen de bundan [Kur’an’dan] şüphe içinde olma. Kesinlikle o, Rabbinden bir hakktır/ gerçektir. Fakat insanların çoğu iman etmiyorlar. (Hud/ 17)

Musa peygambere indirilen kitaptan [Tevrat’tan] söz edildikten hemen sonra Kur`an’ın gündeme getirilmesi, Kur’an’da birçok yerde görülen bir durumdur. Hatırlanacak olursa, yukarıdaki 90-92. ayetlerde de aynı durum söz konusudur:

İşte bunlar, Allah’ın kılavuz olduğu kimselerdir. Artık sen de onların kılavuzlarına uy. De ki:”Ben ona karşılık sizden bir ücret istemiyorum. O, sadece âlemlere bir öğüttür.”
Ve onlar: “Allah, hiçbir beşere bir şey göndermemiştir” demekle, Allah’ı hakkıyla takdir edemediler [gereği gibi tanıyamadılar]. De ki: Musa`nın insanlara aydınlık ve kılavuz olmak üzere getirdiği, sizin parça parça kâğıtlar kıldığınız, bir kısmını belli ettiğiniz, birçoğunu gizlediğiniz; siz ve babalarınızın, sayesinde bilmediğiniz birçok şeyleri öğrendiğiniz Kitap`ı kim indirdi? Sen de ki: “Allah!” Sonra onları boş uğraşlarında oynar hâlde bırak.
İşte bu da Bizim kentlerin anasını [Anakent’i] ve yanı başındaki kişileri uyarman için indirdiğimiz kendinden öncekini doğrulayıcı mübarek [bereketi, bolluk dolu] bir Kitaptır. Ahirete inananlar ona da inanırlar ve onlar desteklerine de koruyucudurlar [desteklerini de sürdürürler]. (En’am/90-92)

Rabbimizin vahyinin birliği, yani bütün kitapların aynı mesajı taşıdığı, çok açık ifadelerle Maide suresinde bildirilmiştir:

İçinde hidayet ve nur bulunan Tevrat`ı, Şüphesiz Biz indirdik. Teslim olmuş kişiler olan peygamberler onunla Yahudilere hükmederler, rabbaniler [kendilerini Allah’a adamış kişiler] ve ahbar [âlimler] da, Allah`ın kitabından kendilerinden korumaları istenilen ve kendilerinin de üzerine tanıklık ettikleri şeylerle hükmederler. İnsanlara saygı duyup ürpermeyin, Bana saygı duyup ürperin. Benim ayetlerimi de az bir paraya satmayın. Ve kim Allah`ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar kâfirlerin ta kendileridir.
Ve Biz onda [Tevrat’ta] onlara, zata zat, göze göz, buruna burun, kulağa kulak, dişe diş yazdık. Yaralara kısas vardır. Bununla beraber kim kısas hakkını bağışlarsa, bu kendisi için keffaret olur. Ve kim Allah`ın indirdiğiyle hükmetmezse, işte onlar zalimlerin ta kendileridir.
Ve Biz onların [o peygamberlerin] izleri üzerine, yanlarındaki Tevrat`ı doğrulayıcı olarak Meryem oğlu İsa`nın gelmesini sağladık. Ve ona Tevrat’tan kendinden öncekileri doğrulamak, muttakilere yol gösterme ve öğüt olmak üzere içinde yol gösterme olan İncil’i verdik.
İncil ehli de Allah`ın onda indirdikleriyle hükmetsinler. Kim, Allah`ın indirdiği ile hükmetmezse, artık işte onlar fasıkların ta kendileridir. (Maide/44-47)

Ve bundan [Kur`an`dan] önce bir rehber ve rahmet olarak Musa`nın kitabı vardı. Ve bu [Kur`an] ise zulmeden kimseleri uyarmak, iyilik-güzellik üretenleri müjdelemek için Arap lisanı üzerine tasdik eden bir kitaptır. (Ahkaf/ 12)

158 - Meleklerin gelmesinden yahut Rabbinin gelmesinden, ya da Rabbinin bazı ayetlerinin gelmesinden başka bir şey mi bekliyorlar? Rabbinin ayetlerinden bazısı geldiği gün, daha önce iman etmemiş yahut imanında bir hayır kazanmamış kimseye, artık inanması bir fayda sağlamaz. De ki: “Bekleyiniz; şüphesiz biz de bekleyicileriz.”

Bu ayette, önceki ayetlerde onca detay verildikten sonra hâlâ küfür ve şirk üzerinde inat edenlere, bu durumlarını ne zamana kadar sürdürecekleri sorulmakta ve eğer bela, musibet, ölüm veya kıyametle yüz yüze gelince inanacaklarsa, o inanmanın yararı olmayacağı bildirilmektedir.
Ayetteki “Rabbinin gelmesi” ifadesi mecazi bir ifadedir. Kur’an’da pek çok yerde geçen bu tür ifadelerin gerçek anlamda anlaşılmamaları gerekir. Çünkü Allah’ın gelmesi, gitmesi asla söz konusu değildir.
Rabbimiz bu ayettekilere benzer uyarıları başka ayetlerde de yapmıştır:

Hayır… Hayır… Yer üst üste sarsıntılarla dümdüz edildiği zaman, Rabbinin geldiği ve meleklerin saf saf dizildiği zaman, o gün cehennem de getirilmiştir; o insanın, o gün aklı başına gelecektir, artık aklının başına gelmesinin kendisine ne yararı var ki! (Fecr/21-23)

Ayette geçen “bazı ayetlerin gelmesi” ifadesi, kimileri tarafından “Güneş’in batıdan doğması”, “Deccal’in gelmesi”, “Dabbetülarz’ın ortaya çıkması”, “İsa’nın Şam’da beyaz minareye inmesi” gibi başlıklarla dile getirilen kıyamet alametleri olarak değerlendirilmiş ve bunları doğrular mahiyetteki birçok rivayetle birlikte ele alınmıştır. Ancak bunların hiç birisi sağlam delile dayanmamaktadır. Ayette konu edilen olgu, başta ölüm esnasında çektirilen sıkıntı olmak üzere, müşriklerin dünyada iken uğratıldıkları cezalandırılmalardır.

Ayetteki “Rabbinin ayetlerinden bazısı geldiği gün, daha önce iman etmemiş yahut imanında bir hayır kazanmamış kimseye, artık inanması bir fayda sağlamaz” ifadesi, “iman-ı yeis” ve “iman-ı beis” diye kavramlaşmış olan; sıkıntı ve ümitsizlik içinde iken çaresizlikten, zoraki yapılan imanın işe yaramadığını bildirmektedir.

ZORAKİ İMAN

Allah’a, Allah’ın peygamberlerine ve âhiret gününe iman etmeyen bir kimse, eğer ölüm anında, ölümün şiddetleri kendisine gelip çattığı ve ilâhî azabı kesinkes görüp hissettiği zaman iman ederse, bu imana “iman-ı ye’s” veya “iman-ı be’s [zoraki iman]” denir.
Zoraki iman şu üç durumda söz konusu olur:

1- Hayatta iken karşılaşılan felâketler karşısında.

2- Ölüm anında.

3- Kıyamette ve kıyamet sonrası dirilişte.


Bu üç durumdan biriyle karşılaştıktan sonra iman edenlerin imanları kabul edilmez. Çünkü onlar özgür iradeleri ile değil, karşılaştıkları belâların sebep olduğu korku ve ümitsizlikle, yani zoraki olarak iman etmişlerdir. Bu nedenle de, bu imanları kendilerine hiçbir fayda vermez.
Bu konu hakkında Kıyamet suresinin tahlilinde (Tebyinü’l-Kur’an; s: 1, c: 616-619) detaylı açıklama yapıldığından, ilgili bölümün oradan okunmasını öneriyoruz.

159 – Şüphesiz şu, dinlerini parça parça edip grup grup olanlar; sen hiçbir şeyce onlardan değilsin. Şüphesiz onların işi Allah’adır. Sonra O [Allah], onlara yapmakta oldukları şeyleri haber verecektir.
160 - Kim iyilik getirirse, artık ona onun [getirdiğinin] on misli vardır. Kim de kötülük getirirse, artık o, sadece onun misliyle cezalandırılır ve onlar haksızlığa uğratılmazlar.

Peygamberimize hitap edilmekle beraber onun şahsında tüm inananların muhatap alındığı bu ayetlerde, önce dini birliği bozanlar kınanmakta, sonra da insanların bu dünyadan ahirete getirdiklerine karşılık Rablerinden alacakları mükâfat ve cezaların ölçüsünden söz edilmektedir.
159. ayet, gelecekte olacaklar için bir uyarı mesajıdır. Çünkü burada konu edilen tefrikacılar, geçmişte ayrılığa düşüp birbirini sapık ilan eden Hıristiyanlar ve Yahudiler değildir. Burada, kimi Müslüman geçinenlerin mezhep mezhep, tarikat tarikat, cemaat cemaat ayrılacakları; her birinin hakk dinden ayrı bir takım inanç ve amel şekli oluşturacakları ve birbirilerinden kopacakları bildirilmekte, müminlerin ise bu duruma karşı uyanık olmaları istenmektedir. Aynı uyarı Rum suresinde de görülmektedir:

Kalben O’na yönelenler olarak, O’na takvalı davranın, salâtı ikame edin, müşriklerden; dinlerini parça parça bölmüş, fırka fırka olmuş kimselerden de olmayın. -Her fırka kendi yanlarındaki şeylerle böbürlenmektedir.- (Rum/31, 32)

Rabbimiz, Kur’an’da, dinin kaynağında bildirilen ilkelerin hepsini almayıp işine geleni almak ve helal-haram konusunda Allah’a iftira etmek suretiyle insanların dini parça parça etmelerine birçok örnek vermiştir:

… Yoksa siz Kitap’ın bir kısmına inanıp da bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Şu hâlde içinizden böyle yapanların alacağı karşılık dünya hayatında bir rüsvalıktan başka nedir? Kıyamet günü de azabın en şiddetlisine uğratılırlar. Allah yaptıklarınızdan gafil / habersiz değildir. (Bakara/85)

Ve onlara, "Allah’ın indirdiğine iman edin." denildiği zaman, onlar; "Biz kendimize indirilene iman ederiz." dediler. Ve onlar, o, kendilerinin beraberindekileri tasdik eden hakk olmasına rağmen ondan ötesini inkâr ediyorlar. De ki; “Peki eğer müminler idiyseniz niçin daha önce Allah`ın peygamberlerini öldürüyordunuz?” (Bakara/91)

Ve kendi dillerinizin yalan vasfetmesi ile Allah’a yalan uydurmak için, “şu helaldir, şu haramdır” demeyin; aksi hâlde Allah`a iftira etmiş olursunuz. Şüphesiz Allah’a yalan uyduran kimseler kurtulamazlar. (Nahl/116)

Oysa dinin kaynağı tektir ve o da Allah’ın vahyidir. Dolayısıyla dinde ayrılığa düşülmemeli, din adına daima içinde tefrika, ihtilaf olmayan o vahye müracaat edilmelidir.

O [Allah], dinden Nuh`a tavsiye ettiği şeyi, sana vahyettiğimizi, İbrahim`e, Musa`ya ve İsa`ya tavsiye ettiğimiz şeyi şeriat kıldı: “Dini doğru tutun ve onda ayrılığa düşmeyin.” Senin kendilerini davet ettiğin şey, müşriklere ağır geldi. Allah dilediğini kendine seçer ve kalpten yöneleni de ona kılavuzlar. (Şûra/13)

Ey iman edenler! Allah`ın ve Resulünün önüne geçmeyin! Allah`a karşı takvalı olun. Şüphesiz Allah işitendir, bilendir. (Hucurat/1)

Ey iman etmiş kimseler! Allah`a itaat edin, Elçi’ye ve sizden olan emir sahibine itaat edin. Sonra eğer herhangi bir şeyde anlaşmazlığa düşerseniz; Allah`a ve ahiret gününe inanan kimseler iseniz, onu Allah ve Elçi’ye havale edin. Bu, daha iyidir ve ilk iş olma bakımından daha güzeldir. (Nisa/59)

Dinin asıl kaynağından sapıldığında tefrika kaçınılmazdır. Bilindiği üzere, dinimizdeki ihtilafların pek çoğu, peygamberimize nispet edilen ve hadis, sünnet diye adlandırılan haberlerden kaynaklanmaktadır. Hâlbuki Rabbimiz, 159. ayetteki “sen hiçbir şeyce onlardan değilsin” ifadesiyle elçisini tefrika sebebi olmaktan uzak tutmakta, onu bu pisliklerden aklamaktadır. O hâlde dindar kişilerin de ilk günden beri “aynı” olan ve bugün de “aynı”lığı devam eden Gerçek Din’e uymaları, onda parçalanmalara yol açıp bölük bölük olanların yoluna uymamaları gerekmektedir. Aksi takdirde -ayette bildirildiği gibi- “... şüphesiz onların işi Allah’adır”; yani onlar hakkındaki hüküm Allah tarafından verilecektir:

Şüphesiz o iman etmiş kimseler, Yahudi olmuş kimseler, Sabiîler, Hıristiyanlar, Mecusiler ve eş koşmuş olanlar; şüphesiz Allah, kıyamet günü bunların arasını ayıracaktır. Şüphesiz Allah her şeye en iyi tanıktır. (Hacc/17)

Gerçek Din`in temel ilkeleri şunlardır:
1- Kâinatın tek ilâhı ve rabbi Yüce Allah’tır.
2- Sıfatlarında, güç ve kudretinde kimse O`nun dengi ve ortağı tutulamaz.
3- Tüm insanların dünyada yaptıklarının hesabını vereceği bir başka âlem kurulacaktır.


160. ayette Rabbimiz, kıyamet günündeki hükmünü ve adaletindeki lütfunu beyan etmiş; o gün kimsenin haksızlığa uğratılmayacağını, kötülüklerin misliyle cezalandırılacağını, iyiliklerin ise 10 misli ile mükâfatlandırılacağını açıklamıştır. Kur’an’da bu ayetin mesajını içeren birçok ayet daha mevcuttur: Bakara/62, Maide/69, Nahl/97, Kehf/88, Meryem/60, Ta Ha/75, 82, Furkan/70, 71, Kasas/67, 80, Rum/44, Sebe’/37
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla