Tekil Mesaj gösterimi
Alt 28. September 2008, 12:10 AM   #4
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

MERYEM VE İSA PEYGAMBERİN DOĞUMU

Surenin 16–34. ayetlerinde çok önemli bir konu yer almaktadır. Biz, hem Müslümanlar hem de Ehl-i Kitap için büyük önem arz eden bu konunun doğru anlaşılmasını sağlamak amacıyla, Kur’an’ın Meryem ve İsa peygamberin doğumu hakkında verdiği bilgileri, Zekeriyya peygamber kıssasında yaptığımız gibi, önce toplu olarak sunmayı ve sonra ayetlerin tahliline geçmeyi uygun görüyoruz:

16.Kitap’ta Meryem’i de an! Hani o, ailesinden/yakınlarından ayrılarak doğu tarafında bir yere kaçıp gitmişti.

17.Sonra ailesiyle/yakınlarıyla kendisi arasına bir perde edinmişti de Biz ona ruhumuzu/ilâhî mesajımızı gönderdik, sonra ruhumuzu/mesajlarımızı getiren elçi, Meryem’e mükemmel bir beşerî örnek verdi.

18.Meryem: “Ben senden Rahmân’a [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'a] sığınırım. Eğer sen Allah’ın koruması altına girmiş birisi/takî isen…” dedi.

19.Elçi/Zekeriyyâ: “Ben sadece, sana tertemiz bir delikanlı bağışlamam/bağışlamak için, Rabbinin elçisiyim” dedi.

20.Meryem: “Benim nasıl delikanlım olabilir? Bana hiçbir beşer dokunmamıştır. Ben bir yasa tanımaz/iffetsiz biri de değilim” dedi.

21.Elçi: “Öyledir! Rabbin buyurdu ki: Babasız çocuk vermek, Bana pek kolaydır. Hem Biz, onu nezdimizden insanlara bir alâmet/gösterge ve rahmet yapacağız.” Ve o gerçekleştirilmiş bir iş oldu.

22.Sonunda Meryem/delikanlıya gebe kaldı. Sonra da O’nunla uzak bir yere kaçtı gitti.

23.Sonra doğum sancısı onu bir hurma kütüğüne tutunup dayanmaya zorladı. “Keşke bundan önce ölseydim ve büsbütün unutulan biri olsaydım!” dedi.

24-26.Sonra ona; Meryem’e aşağısındaki kişi; Zekeriyya seslendi: “Sakın üzülme, Rabbin alt tarafında bir su arkı akıttı. Hurma kütüğünü kendine doğru silkele, üzerine olgunlaşmış taze hurmalar düşsün. Sonra ye-iç, gözün aydın olsun. Sonra eğer beşerden birini görürsen, ‘Ben Rahmân’a [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'a] bir oruç adadım, onun için bugün hiçbir kimseyle konuşmayacağım’ de.”

27-28.Sonra Meryem, çocuğunu yüklenerek toplumuna getirdi. Toplumu dediler ki: “Ey Meryem! Doğrusu sen görülmemiş bir şey yaptın. Ey Hârûn’un kız kardeşi! Senin baban kötü bir kişi değildi, annen de yasa tanımaz/iffetsiz bir kadın değildi.”

29.Bunun üzerine Meryem ona; doğum anında aşağısında bulunan kişiye; Zekeriyya’ya işaret etti, ondan gelişmeleri açıklamasını istedi. Zekeriyya, Meryem’in zina etmeden çocuğu doğurduğuna kefil olup çocuğun ma’bedde yetiştirilmesini istedi. Onlar, “Biz, yüksek mevkide olan kişiler, Sabiî; bizim dinimizi terk etmiş birine nasıl söz söyleriz/Biz, yüksek mevkide olan kişiler, Sabiî; bizim dinimizi terk etmiş birine nasıl söz söyler?” dediler.



34.İşte bu, hak söze göre, hakkında ihtilâf edip durdukları, “30Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. O bana kitabı verdi ve beni bir peygamber yaptı. 31Beni, ben nerede olursam olayım mübarek kıldı. Hayatta bulunduğum müddetçe bana salâtı [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmayı; toplumu aydınlatmayı] ve zekâtı/vergiyi yükümlülük olarak ulaştırdı. 32Ve beni, anneme iyi davranan bir kimse yaptı. Ve beni bir zorba, mutsuz biri yapmadı. 33Ve doğurulduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak yeniden diriltileceğim gün, selâm benim üzerimedir. 36Ve şüphesiz Allah benim Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. O hâlde O'na kulluk edin, işte bu, dosdoğru yoldur” 34diyen Meryem oğlu Îsâ'dır.

Meryem, Elçinin öğüdüne uyarak oruç tutmuş ve kavminin üzücü ithamlarına rağmen onlara cevap vermemiştir. Konuşmamasından başka bir de Size o cevap verecek şeklinde ZEKERİYA peygamberi işaret etmesi ise herkesi çileden çıkarmış ve kavminin ““Biz, yüksek mevkide olan kişiler, Sabiî; bizim dinimizi terk etmiş birine nasıl söz söyleriz/ Biz, yüksek mevkide olan kişiler, Sabiî; bizim dinimizi terk etmiş birine nasıl söz söyler?” sözlerine muhatap olmuştur.



Bu ayetlerden de Zekeriyya peygamberin de oğlu Yahya gibi Sabii olduğu; Yahudi olmayıp Yahudiliği terk etmiş olduğu anlaşılmaktadır.



“Sabiî” kavramı yukarıda açıklanmıştı.



Daha evvel birçok yerde Mushaf tertip heyetinin, necmleri ve dilbilgisi kurallarını dikkate almadıklarını, tertili ihmal ettiklerini, Mushafı kronolojik olarak tertip etmediklerini göstermiş; bu durumun da, tertip heyetinin dilbilimde uzman olmamalarından, düzeltmeleri sonra yapmak üzere önce bütünü koruma yolunu tercih etmelerinden kaynaklanmış olabileceğini ifade etmiştik.



Ne var ki, bu heyetin ve baş sorumlunun bu olumsuzluklara karşı duyarsız kalışı, bu nedenle birçok olay ve katliamın zuhuru, buna rağmen tertibin irdelenmesinin engellenmesi, bizi, bunun ihmal ve gafletten değil, ihânetten kaynaklandığı kanaatine sevketti.



Kur’ân'daki [Meryem, Zuhruf, Nisâ sûreleri] Îsâ peygamberle ilgili pasajlarda bazı âyetlerin yer değiştirmiş olduğunu, bunların bulunduğu yere teknik ve semantik açıdan uygun düşmediğini gördük ve bunları da belirttik.



Pasaj ve paragraflardaki tertilin bozulmasının, özellikle de isa ve Musa ile ilgili pasajlarda oluşu insanı cidden düşündürüyor.



Kur’ân'daki bazı âyetler, yerlerinden alınıp Îsâ ile ilgili pasajın içine yerleştirilmiş, bunun sonucu olarak da Kur’ân'a yönelik nitelikler, Îsâ peygambere kaydırılmış, böylece de yanlış inançların oluşması sağlanmıştır. Bu nedenle, tertipte olduğu gibi kıraatte de bir dahlin olup olmadığını araştırmayı bir iman borcu bildik ve Meryem sûresi'ndekiÎsâ ile ilgili pasajı yeniden ele alıp inceledik ve daha evvel ihmal ettiğimiz çok önemli bulgulara ulaştık. Bu âyetleri, yeni bulgular çerçevesinde meallendiriyoruz. Musa ile ilgili pasajlar da ileriki surelerde gelecektir.



Meryem/29. âyetin, mevcut Mushaftaki gelenekçi anlayışa göre meali şöyledir:



Bunun üzerine o [Meryem], o'na [çocuğa] işaret etti. Onlar, “Biz beşikte bir sabî olan kimseyle nasıl konuşuruz?” dediler.



Bu meale göre Meryem, elçinin öğüdüne uyarak oruç tutmuş ve kavminin üzücü ithamlarına rağmen onlara cevap vermemiştir. Konuşmadığı gibi, “Size o cevap verecek” şeklinde bebeğini işaret etmiş, kavmi, Biz beşikte bir sabî olan kimseyle nasıl konuşuruz? deyince de Îsâ beşikte konuşmuştur.(!)



Bu anlam, Âl-i İmrân/46, Mâide/110. âyetlerin mevcut kıraatleriyle de desteklenmiş ve Îsâ'ya beşikte konuşma mucizesi verilmiş ve Îsâ, mevcut âyet tertibine göre beşikteyken, “Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. O bana kitabı verdi ve beni bir peygamber kıldı [yaptı]. Beni, ben nerede olursam olayım mübârek kıldı. Hayatta bulunduğum müddetçe bana salâtı ve zekâtı tavsiye etti. Ve beni, anneme iyi davranan bir kimse [kıldı]. Ve beni bir zorba, bir mutsuz kılmadı. Ve doğurulduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak ba‘s olacağım [yeniden diriltileceğim] gün selâm benim üzerimedir. Ve şüphesiz Allah benim Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. O hâlde O'na ibâdet edin, işte bu, dosdoğru yoldur” diye konuşmuştur. (!)



Ne var ki, belirttiğimiz gibi, bu paragrafın tertibi de düzgün yapılmamış, Îsâ'nın sözlerinden olan 36. âyet[“Ve şüphesiz Allah benim Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. O hâlde O'na ibâdet edin, işte bu, dosdoğru yoldur” ifadeleri],34. âyet olarak tertip edilerek paragraf kuralsızlaştırılmış ve anlamsızlaştırılmıştır. Yani bu ayet açıkça paragrafa müdahale edildiğini haykırmaktadır.



Biz tahlilimizi, önce bu pasajda ve Îsâ ile ilgili diğer âyetlerde yer alan المَهد[el-mehdi/beşik]sözcüğü üzerinde yaptık. Diğer sözcükler gibi ilk Mushaflarda harekesiz olarak yazılı olan bu sözcüğün,المَهد[el-mehdi],المُهد[el-müdi]veالمِهد [el-mihdi]olarak okunması mümkündür. المَهد[el-mehdi]okunursa,“beşik”; المُهد[el-mühdi]okunursa“yüksek mevki” anlamına gelmektedir.[1]



Elimizdeki resmi Mushafta bu sözcüğün Îsâ ile ilgili olarak ilk geçtiği yer Âl-i İmrân/38-39. âyetlerdir. İlk Mushaflardan İsam nüshasında bu âyetlerin yer aldığı 385. varak kayıptır.Bu sayfa, Dâvûd b. Ali Keylanî tarafından Mekke'de 1437/841 senesinde yazılarak Mushafa yerleştirilmiştir.[2]Kayıp olan sayfayı yazanlar âyettekiالمهد[el-mhd]sözcüğünü harekelememişler; yani sözcüğüالمَهد[el-mehdi],المُهد[el-mühdi]veالمِهد[el-mihdi]şeklinde okunabilir kılmışlardır.



Meryem/29'daki el-mehdi sözcüğü,المُهد[el-mühdi]şeklinde okunursa, âyetin anlamı, “29Bunun üzerine Meryem ona; doğum anında aşağısında bulunan kişiye; Zekeriyya’ya işaret etti, ondan gelişmeleri açıklamasını istedi. Zekeriyya, Meryem’in zina etmeden çocuğu doğurduğuna kefil olup çocuğun ma’bedde yetiştirilmesini istedi. Onlar, “Biz, yüksek mevkide olan kişiler, Sabiî; bizim dinimizi terk etmiş birine nasıl söz söyleriz/“Biz, yüksek mevkide olan kişiler, Sabiî; bizim dinimizi terk etmiş birine nasıl söz söyler” şeklinde olacaktır.



Yine bu âyetin orijinalindekiنكلّم[nükellimü]diye okunan sözcüğün, ilk Mushaflarda harekesiz oluşu ve bu sözcüğü oluşturan harflerinيكلّم[yükellimü]şeklinde de okunabileceği gerçeğinden hareket edildiğinde âyetin anlamı, “Bunun üzerine Meryem ona; doğum anında aşağısında bulunan kişiye; Zekeriyya’ya işaret etti, ondan gelişmeleri açıklamasını istedi” onlar da “Biz, yüksek mevkide olan kişiler, Sabiî; bizim dinimizi terk etmiş birine nasıl söz söyleriz/Biz, yüksek mevkide olan kişiler, Sabiî; bizim dinimizi terk etmiş birine nasıl söz söyler” şeklinde olur.



Âyetteki sözcüklerin kıraatlerini ve anlamlarını böylece açıkladıktan sonra pasajdaki âyetlerin tertibi konusuna yeniden dönüyoruz.



Elimizdeki Mushafın 30. âyeti,قال[qâle/o dedi ki]ifadesiyle başlamaktadır. Bu âyet, 29. âyetin devamında tertip edilerek, Îsâ, beşikteki çocuk dedi ki: “…” anlamı oluşturulmuştur. Bu sözcükler, beşikteki çocuğun konuşamayacağını ileri sürenlere bir gösteri durumunda olsa idi, teknik olarak cümle “fâ-i takibiyye” ile başlayarak ifadenin,فقال[fe qâle]şeklinde olması gerekirdi. Nitekim 29. âyette Meryem'e yapılan ithama karşı Meryem'in savunması, فأشارت اليه[fe eşâretileyhi/bunun üzerine o, (yani, Meryem), o'na Zekeriyya’a işaret etti] şeklinde “fa-i takıbiyye” ile gelmiştir.



Kısacası 30. âyetde, teknik yönden bulunduğu yere uygun değildir. 30. âyet teknik ve anlam itibariyle, 34. âyetin devamıdır. Cümle hâlinde 31-33 ve 36. âyetler ile birlikte 34. âyette yer alan “Meryem oğlu Îsâ” ifadesinin sıfatıdır. Bu kabule göre paragrafın anlamı şöyle olacaktır:



29.Bunun üzerine Meryem ona; doğum anında aşağısında bulunan kişiye; Zekeriyya’ya işaret etti, ondan gelişmeleri açıklamasını istedi. Zekeriyya, Meryem’in zina etmeden çocuğu doğurduğuna kefil olup çocuğun ma’bedde yetiştirilmesini istedi. Onlar, “Biz, yüksek mevkide olan kişiler, Sabiî; bizim dinimizi terk etmiş birine nasıl söz söyleriz/ Biz, yüksek mevkide olan kişiler, Sabiî; bizim dinimizi terk etmiş birine nasıl söz söyler?” dediler.



34.İşte bu, hak söze göre, hakkında ihtilâf edip durdukları, “30.Şüphesiz ben Allah'ın kuluyum. O bana kitabı verdi ve beni bir peygamber yaptı. 31.Beni, ben nerede olursam olayım mübarek kıldı. Hayatta bulunduğum müddetçe bana salâtı [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmayı; toplumu aydınlatmayı] ve zekâtı/vergiyi yükümlülük olarak ulaştırdı. 32.Ve beni, anneme iyi davranan bir kimse yaptı. Ve beni bir zorba, mutsuz biri yapmadı. 33.Ve doğurulduğum gün, öleceğim gün ve diri olarak yeniden diriltileceğim gün, selâm benim üzerimedir. 36.Ve şüphesiz Allah benim Rabbimdir, sizin de Rabbinizdir. O hâlde O'na kulluk edin, işte bu, dosdoğru yoldur” 34.diyen Meryem oğlu Îsâ'dır.



Bu paragrafta açıkça Îsâ'nın peygamberlik görevi ve hayatı özetlenmiştir. Onun tebliğinde de Sünnetullah dışında herhangi bir ayrıcalık söz konusu değildir.

Îsâ'nın misyonu ile ilgili burada verilen özet şu âyetlerde de zikredilmiştir:



“Şüphesiz Allah, Meryem oğlu Mesih'in kendisidir” diyen kimseler kesinlikle kâfir olmuşlardır. Hâlbuki Mesih, “Ey İsrâîloğulları! Benim Rabbim ve sizin Rabbiniz Allah'a kulluk edin. Şüphesiz kim Allah'a ortak koşarsa kesinlikle Allah ona cenneti haram eder, onun barınağı da ateştir. Ve zâlimler için yardımcılardan kimse yoktur.” “Allah, üçün üçüncüsüdür” diyen kimseler kesinlikle kâfir olmuşlardır. Oysa tek ilâhtan başka ilâh yoktur. Eğer söylediklerinden vazgeçmezlerse, kesinlikle onlardan kâfir olan kimselere acı veren bir azap dokunacaktır.



(Mâide/72-73)



Îsâ apaçık delillerle geldiği zaman dedi ki: “Ben size hikmeti [zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri] getirdim ve hakkında ihtilâfa düştüğünüz şeylerin bir kısmını size açıklayayım diye geldim. O hâlde Allah'a karşı takvâlı olun ve bana itaat edin. Şüphesiz ki Allah; O, benim Rabbimdir ve sizin Rabbinizdir. Öyle ise O'na kulluk edin. İşte bu, doğru bir yoldur.



(Zuhruf/63-64)



Bu paragraftaki metne göre de, “mühd”de [yüksek mevkide] olan, Îsâ değil o günün ileri gelen mabed görevlileridir.



Meselenin temel unsuru olan المهد[el-mehd] kelimesi,Îsâ peygamber ile ilgili olan Âl-i İmrân/46 ve Mâide/110'da da geçmektedir. Sözcük,المُهد [el-mühd] şeklinde okuyup anlamlandırıldığında bu âyetlerin anlamı şöyle olacaktır:



Ve yüksek bir mevkide bulunarak, yetişkin biri olarak insanlarla konuşacak ve o sâlihlerdendir.



(Âl-i İmrân/46)



O zaman Allah şöyle diyecektir: “Ey Meryem oğlu Îsâ! Senin üzerinde ve annenin üzerinde olan nimetimi hatırla! Hani Ben seni rûhu'l-kudüs ile desteklemiştim.Yüksek bir mevkide bulunarak ve yetişkin biri olarak insanlarla konuşuyordun. Hani sana kitabı, hikmeti [zulüm ve fesadı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeleri], Tevrât'ı ve İncîl'i öğretmiştim. Hani Benim iznimle çamurdan kuş şeklinde bir şey yapıyordun ve üflüyordun, o da Benim iznimle kuş oluveriyordu. Anadan doğma kör olanı ve alaca hastalığına yakalanmış kimseyi iznimle iyileştiriyordun. Yine Benim iznimle ölüleri çıkarıyordun. Ve hani İsrâîloğulları'na apaçık mucizelerle geldiğin ve onlardan inkâr edenlerin, ‘Bu ancak apaçık bir sihirdir’ dedikleri zaman seni onlardan korumuştum.”



(Mâide/110)



Bu âyetlerde, Meryem/29'un aksine yüksek mevkide olan Îsâ'dır. Rabbimiz o'na yüksek mevkiler ihsan etmiştir. Bu Nisâ/158'de, Onu kesin olarak öldürmediler. Aksine Allah o'nu Kendine yükseltti [derecesini artırdı] şeklinde ifade edilmiştir. Böyle yüksek mevkilerin İdrîs peygambere de ihsan edildiği bildirilmiştir:



Ve Kitap'ta İdrîs'i an/hatırlat. Şüphesiz o, çok sâdık biriydi, bir peygamberdi. Ve Biz o'nu yüce bir mekâna yükselttik.



(Meryem/56-57)



Bu açıklamalardan anlaşıldığına göre, MushaftakiÎsâ ile ilgili pasajların âyetlerinin yerleri ve kıraatleri, Îsâ'ya özel bir statü verebilmek için bilinçli olarak değiştirilmiş ve böylece Îsâ beşikte iken konuşturulmuş, göğe/Allah'ın yanına uçurulmuş, insanlar tekrar geleceğine inandırılmış, gelişi kıyâmet alameti sayılmış ve ölmeden evvel herkesin o'na iman edeceği inancı yaygınlaştırılmıştır.



Yahûdi ve Hristiyanlar, Îsâ peygamberin beşikte konuştuğunu reddetmekte ve şu görüşleri ileri sürmektedirler:



Eğer bu olay gerçekten meydana gelseydi, çok ilginç ve etkileyici olması sebebiyle tevatür şeklinde yayılır ve hiç unutulmazdı. Hâlbuki böyle bir olay hiç duyulmamıştır ve Hristiyanların en fanatiklerinde bile böyle bir inanç oluşmamıştır. Ayrıca Yahûdilerin o dönemde Îsâ'ya düşman oldukları târihî bir gerçektir. Nitekim Îsâ elçiliğini ilân edince o'nu öldürmeye uğraşmışlardır. Eğer Îsâ beşikte konuşmuş ve peygamberliğini ilân etmiş olsaydı, Yahûdiler o'nu daha o zaman ortadan kaldırırlardı.






35.Allah için çocuk edinmek diye bir şey yoktur. O, bundan arınıktır. O, bir şeye hükmederse, ona sadece “Ol” der, o da oluverir.

Îsâ peygamberin gayr-i meşru bir çocuk ve sahte bir peygamber olduğunu iddia eden Yahudiler ile onun Allah’ın oğlu olduğunu ve Allah’ın onda cisimlendiğini iddia eden Hıristiyanlar, birbirleri ile sürekli ihtilâf hâlinde olmuşlardır. Yukarıdaki Âyetler, hem Yahudilerin hem de Hıristiyanların bu yanlış anlayışları sebebiyle ortaya çıkmış olan ihtilâflara son vermiş olmaktadır. Böylece Rabbimiz her iki tarafın da yanlış düşünce ve kanaatlerini ortadan kaldırmış, gerçeği bütün açıklığıyla ortaya koymuştur. Allah’ı Kur’ân’dan tanıyanlar ve aklıselim sahipleri artık bilmektedirler ki, Allah çocuk edinme gibi noksanlıklardan münezzehtir.

Kur’ân’da bu konuların yer aldığı başka Âyetler de vardır:

116-118.Ve hani Allah demişti ki: “Ey Meryem oğlu Îsâ! Sen mi insanlara: ‘Beni ve annemi, Allah’ın astlarından iki tanrı edinin’ dedin?” Îsâ: “Sen arınıksın, benim için gerçek olmayan bir şeyi söylemem bana yakışmaz. Eğer ben onu demiş olsam, Sen, bunu kesinlikle bilmiştin. Sen, benim içimde/özümde olanı bilirsin, ben ise Senin zatında olanı bilmem. Şüphesiz Sen; görülmeyeni, duyulmayanı, sezilmeyeni, geçmişi, geleceği en iyi bilenin ta kendisisin! Ben, onlara sadece, Senin bana emrettiklerini; ‘Benim ve sizin Rabbiniz olan Allah’a kulluk edin’ dedim. Ve ben, içlerinde olduğum müddetçe onlar üzerine tanıktım. Ne zaman ki Sen, beni vefat ettirdin; geçmişte yaptıklarımı ve yapmam gerekirken yapmadıklarımı bir bir hatırlattırdın/ beni öldürdün, Sen, onları gözetleyenin ta kendisi oldun. Ve şüphesiz Sen, her şeye en iyi tanık olansın. Eğer onlara azap edersen, şüphesiz onlar, senin kullarındır ve eğer onları bağışlarsan, şüphesiz Sen, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/ mutlak galip olanın, en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapanın ta kendisisin” dedi.(Mâide: 116–118)

59.Şüphesiz Allah katında Îsâ’nın durumu, Âdem’in/her insanın durumu gibidir; O, onu topraktan oluşturdu, sonra ona “Ol!” dedi, o da hemen oldu.

60.Bu gerçek, senin Rabbindendir, öyleyse şüphecilerden olma. 61Sana bilgiden geldikten sonra artık kim bu konuda seninle tartışırsa hemen: “Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra da birbirimizi dışlayıp gözden çıkaralım da Allah’ın dışlayıp gözden çıkarmasını yalancılar üzerine kılalım” de.(Âl-i İmrân: 59–60)

37.Sonra da kendi aralarından çıkan tutarsız gruplar, ihtilâfa düştüler. İşte o büyük günün tanıklığından, duruşmasından o kâfirlerin; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddeden o kişilerin vay haline!

İsa peygamber ile ilgili olarak Hıristiyanlar, kendi aralarında da hiziplere, mezheplere ayrılmışlardır. İlk dönem Kur’an bilimcilerinden olan Mukatil’in tespitlerine göre o dönemde Hıristiyanların içinde farklı inanışlara sahip üç grup vardır:

- “İsa Allah’ın oğludur” diyen Nasturîler,

- “İsa Allah’ın kendisidir” diyen Mar-Yakubîler ve

- “Allah üçün üçüncüsüdür” diyen Melkanîler.

Rabbimiz Kur’an’da bu sapık inançları reddedip gerçeği açıklamıştır:

43.Allah, onların dediklerinden büyük bir yücelikle arınık ve pek yücedir. (İsra/ 43)

73.Andolsun, “Allah üçün üçüncüsüdür” diyen kimseler kesinlikle kâfir; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenbirileri olmuşlardır. Oysa tek ilâh’tan başka ilâh yoktur. Eğer söylediklerinden vazgeçmezlerse, kesinlikle onlardan kâfirlere; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmişolan kimselere acı veren bir azap dokunacaktır.(Maide/ 73)

Kur’an’da Meryem ve İsa peygamber hakkında verilen bilgiler, İsa peygamberin doğumu ile Kur’an’ın inişi arasındaki dönemde ortaya çıkmış Yahudi ve Hıristiyan inançlarını yansıtmaktadır. Ne var ki, Kur’an’ın inişinden bu yana, tıpkı Müslümanların yüzlerce mezhebe binlerce meşrebe ayrıldığı gibi, Hıristiyan ve Yahudiler de mezheplere, meşreplere ayrılmışlar ve her bir hizip değişik inanç ve yaşam tarzı sergilemiştir. Bizim düşüncemize göre, gerek Müslümanlar, gerekse Ehl-i Kitap arasında ortaya çıkmış olan yanlış inanç ve yaşam tarzlarının insanların hayatlarından çıkarılıp atılması için Kur’an’da verilen mesajlar ve ilâhî ilkeler sadece Müslümanlara değil, Ehl-i Kitap’a da ulaştırılmalıdır. Kur’an erlerinin ortaya koyacağı bu yöndeki çalışmalar, insanlığın doğru istikameti tanıması bakımından önemli sonuçlara yol açacak bir potansiyeli taşımaktadır.

38.Bize gelecekleri gün, neler işitecekler, neler görecekler! Fakat şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapan o kimseler, bugün apaçık bir sapıklık içindedirler.

39.Ve sen onları, kendileri bilgisizlik, duyarsızlık içindeyken ve inanmıyorlarken emrin yerine getirileceği o büyük pişmanlık günüyle uyar!

40.Şüphesiz Biz, yeryüzüne ve onun üzerindeki kimselere vâris olacağız/onlar gidecek Biz kalacağız. Ve onlar yalnızca Bize döndürüleceklerdir.

39. ayetteki uyarma talimatı peygamberimize verilmektedir. Uyarının ulaştırılacağı muhatap ise hem peygamberimizin o günkü muhatapları [yani o günleri yaşayanlar], hem de daha sonra Kur’an’ın tebliğ edildiği kimselerdir. Büyük bir tehdit ve azar üslûbu ile hatırlatılan “pişmanlık günü” ise mahşeriyle, cennetiyle, cehennemiyle ahiret günüdür. O gün cennetteki insanlar bile “Keşke daha fazla salihat işleseydim de daha büyük nimetlere nail olsaydım!” diye pişmanlık duyacaklardır.

12.Suçluları, Rablerinin huzurunda başları öne eğilmiş olarak: “Ey Rabbimiz! Gördük ve dinledik, şimdi bizi geri çevir de sâlih bir amel işleyelim, biz artık kesin bir şekilde inanıyoruz” derlerken bir görsen! (Secde/ 12)

55-58.Ve ansızın azap gelmeden,

kişinin, “Allah’ın yanında, yaptığım ölçüsüzlüklerden dolayı yazık bana! Doğrusu ben alay edenlerdendim” demesinden

yahut “Allah, bana doğru yolu gösterseydi, her hâlde ben Allah’ın koruması altına girmiş kimselerden olurdum” demesinden

veya azabı gördüğü zaman, “Bana bir geri dönüş olsaydı da ben de o iyilik-güzellik üretenlerden olsaydım” demesinden önce Rabbinizden size indirilenin en güzelini izleyin.” (Zümer/ 56)

41.Kitap’ta İbrâhîm’i de an/hatırlat. Şüphesiz ki o, özü-sözü doğru biri idi, peygamberdi.

Bu ayetle başlayan pasajda tevhit dininin önderi İbrahim peygamberin insanlara tanıtılması amaçlanmıştır. Bu doğrultuda olmak üzere, İbrahim’in (as) hem peygamberliğinden, hem de “sıddık” biri olduğundan söz edilmiştir. “Sıddık” sözcüğü; “son derece sadık ve doğru, hakkı adamakıllı tasdik eden, tasdikinde çok samimî kimse” demektir.

Hatırlanacak olursa, İbrahim peygamberin ismi ilk defa A’lâ suresinde, ikinci olarak da kendisine verilen “suhuf”taki bazı ilkelerin açıklanması sebebiyle Necm suresinde geçmişti. Daha sonra Sad suresinin 45–47. ayetlerinde de adı zikredilmiş, “Güç ve basiret sahibi kullarımız İbrahim’i, İshak’ı ve Yakub’u da hatırla! Şüphesiz Biz onları yurt düşüncesi saflığıyla saflaştırdık [arı duru hâle getirdik]. Ve şüphesiz onlar, yanımızda seçilmiş en hayırlı kimselerdendir” denilerek onun da hayırlı kimselerden biri olduğuna dikkat çekilmişti.

Kişisel özellikleri ve tevhit mücadelesinde verdiği emekler Kur’an’da hep karşımıza çıkacak olan İbrahim peygamber hakkındaki ilk ayrıntı ise konumuz olan bu ayetlerde verilmektedir.

İbrahim peygamberin kıssasının anlatıldığı bu ayetlere geçmeden önce, onu tanıtan diğer ayetlerden birkaç örnek daha vermenin yararlı olacağı kanaatineyiz:

130.Ve İbrâhîm’in dininden/yaşam tarzından, kendini akılsızlaştıran kimseden başka kim yüz çevirir? Ve Biz o’nu dünyada seçmiştik. Hiç şüphesiz o, âhirette de iyilerden biridir.( Bakara/ 130)

75.Şüphesiz İbrâhîm, çok yumuşak huylu, çok ah-vah eden/yufka yürekli/yönelen biriydi.(Hud/ 75)

4,5.İbrâhîm’de ve o’nunla beraber bulunanlarda –İbrâhîm’in babası için, “Senin için kesinlikle bağışlanma dileyeceğim. Ve Allah’tan olan hiçbir şeye gücüm yetmez” demesi hariç– kesinlikle sizin için güzel bir örnek vardır. Hani İbrâhîm ve İbrâhîm ile beraber olanlar, toplumlarına, “Biz, sizden ve sizin Allah’ın astlarından taptıklarınızdan uzağız. Biz, sizi silip attık. Ve siz, bir tek olarak Allah’a inanıncaya kadar sizinle bizim aramızda sonsuza dek bir düşmanlık ve buğz belirmiştir. Rabbimiz! Yalnız Sana dayandık, Sana yöneldik. Ve dönüş ancak Sanadır. Rabbimiz! Bizi, kâfirler; Senin ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddedenkimseler için bir ateşe atılma/imtihan aracı yapma! Bizi bağışla! Rabbimiz! Şüphesiz Sen, en üstün, en güçlü, en şerefli, mağlûp edilmesi mümkün olmayan/mutlak galip olanın, en iyi yasa yapanın, en sağlam yapanın ta kendisisin!” demişlerdi.(Mümtehine/ 4, 5)

120,121.Şüphesiz İbrâhîm içtenlikle Allah’a boyun eğen, ortak koşma inancından dönmüş, Allah’ın nimetlerine karşılık ödeyen başlı başına bir ümmet idi. Ve o, ortak koşanlardan olmadı. Ve Allah, o’nu seçti ve dosdoğru yola kılavuzladı.

122.Ve Biz İbrâhîm’e dünyada iyilik-güzellik verdik. Ve şüphesiz O, âhirette de kesinlikle sâlihlerdendir.

123.Sonra sana: “Küfürden; Allah’ın ilâhlığını ve rabliğini bilerek reddetmekten, ortak koşmakdan dönmüş bir kişi olan ve ortak koşanlardan olmayan İbrâhîm’in dinine/yaşam tarzına tâbi ol” diye vahyettik. (Nahl/ 120- 123)
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla