Tekil Mesaj gösterimi
Alt 28. September 2008, 12:13 AM   #6
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

56.Ve Kitap’ta İdris’i an/hatırlat. Şüphesiz O, özü-sözü doğru biriydi, bir peygamberdi. 57.Ve Biz O’nu yüce bir mekâna yükselttik.

İdris peygamber Kur’an’da ilk kez burada anılmakta olup bir kez de Enbiya suresinde anılacaktır.

Ayetten öğrendiğimize göre, İdris peygamber de sözünde duran, içi dışı doğru bir kişi ve bir elçiydi. Yaptığı kulluk sonucunda Rabbi tarafından yüksek bir mertebeye yükseltilmişti. Bu yüksek mertebe, bize göre, peygamberlik rütbesi ve İsmail peygamberin de ulaştığı Allah’ın hoşnutluğu mertebesidir. İsrailiyatın etkisinde kalan birçok müfessir, İdris peygamberin yükseltildiği mertebeyi onun canlı olarak göklere çıkarıldığını, sonra da cennete yerleştirildiğini anlatan nakillerle açıklamışlardır. Rivayetlerdeki uydurmalar zaman içinde daha da abartılarak “Kırk Sual” ismiyle şöhret olan kitapta efsaneleştirilmiştir.

Bu hikâyelerde İdris peygamberin adı Kitab-ı Mukaddes’te[34] geçen “Hanok” olduğu ileri sürülmüştür. Tevrat Honak’tan şu cümlelerle bahsetmektedir:

İdris peygamberin canlı olarak göğe, cennete çıkışından başka, onun ilk yazıyı yazan, ilk dikiş diken, ilk hesap yapan ve ilk silâh kullanan kişi olduğuna dair de hikâyeler düzülmüştür:

“ … İbn Abbas (r.a), Ka’bu’l-Ahbar’dan ‘Biz onu pek yüce bir yere yükselttik’ ayetini sormuş, o da şöyle demiştir: ‘İdris (a.s)’e, meleklerden bir arkadaşı geldi. Hz. İdris (a.s) ondan ölüm meleğiyle konuşmasını ve canını almayı tehir etmesini istedi. Bunun üzerine bu melek, onu iki kanadı arasına alıp göklere yükseltti. Birden, orada ölüm meleği ile karşılaştılar. Bunun üzerine ölüm meleği o meleğe: ‘Bana görev verildi ve Hz. İdris’in (as) canını dördüncü kat semada al!’ diye emir verildi. Ben de ‘O yeryüzünde iken bu nasıl olur?’ diyordum. Hz. İdris (a.s) bunu duyar duymaz dönüp baktı. Ölüm meleği de onu görüp hemen orada ruhunu aldı.’ Bil ki, Allah Teâlâ onu göklere yükselttiğini beyan buyurarak methetmiştir. Çünkü adet, göklere ancak kadrü kıymeti yüce olan kimsenin yükseltilmesi şeklinde cereyan etmiştir.”[35]

İdris peygamber ile ilgili dikkat çekici bir ansiklopedi yazısı da şudur:

HZ. İDRİS (A.S)

Hz. İdris, Hz. Şit Aleyhisselâm’ın torunlarından bir peygamberdir. Kendisine 30 suhuf kitap verildi. Asıl adı Ahnuh [Hanuh]’dur. Kur’an-ı Kerimde, çok kitap okuduğu için ona İdris lakabı verilmiştir. Ayrıca, kendisine peygamberlik, hikmet ve sultanlık verildiği için “Müselles bi’n-ni’me [kendisine üç nimet verilen]” de denilmiştir. İdris Aleyhisselâm’ın Babil veya Mısır’da Münif’de doğup yaşadığı rivayet edilmiştir. Babasının ismi Yerd’dir. Annesinin ismi Berre veya Esvet’tir. Kendisi Adem Aleyhisselâm’ın altıncı göbekten torunudur. Adem’e (a.s) kadar olan nesebi şöyledir: İdris (a.s), Yerd, Mehlail, Kinan, Enus, Sit (a.s), Adem (a.s). İdris Aleyhisselâm’ın pek çok evladı olmuştur. Bunlardan en meşhuru Metüselah’dir, çünkü Resulullah efendimizin nuru İdris Aleyhisselâm’dan sonra ona geçmiştir. Adem Aleyhisselâm’ın oğlu Kabil’in evladından olan bir topluma peygamber gönderilmiştir. Cebrail Aleyhisselâm dört defa gelip ona Allah’ın emir ve yasaklarını bildirmiştir. İdris Aleyhisselâm’ın bunları insanlara 105 veya 120 sene bildirdiği rivayet edilmiştir. Kendisine verilen birçok mucizelerden bazıları, ağaçlarda ne kadar yaprak olduğunu bilmesi, havadaki bulutlara çekilmeleri için emir verebilmesi ve kendisinden sonra gelecek olan peygamberleri haber vermesi idi. İnsanlara peygamberimizin vasıflarını ve kendisinden sonra vuku bulacak olan Nuh tufanını anlatmıştır. Ama ne yazık ki, kendisine çok az kişi itaat etmiştir. İdris Aleyhisselâm 72 dil konuşurdu ve her kavmi hak dine kendi dili ile davet etmiştir. Kendisi 100 şehir kurmuştur. İnsanlara çok ilimler öğretmiştir. Bunlardan bazıları fen, tıp, astronomi ve daha nice ince ve derin ilimlerdir. Kendisi kalem ile yazan ve iğne ile diken (bunun için ona terzilerin piri de denilmiştir) ilk insandır. Bunlar tabii ki Allah’ın ona bir ihsanıdır. Yeryüzünün meskûn [yerleşilmis] yerlerini dört bölgeye ayırıp her birisine bir vekil tayin etmiştir. Bir müddet sonra Aşure gününde göğe kaldırıldı: “Kitapta İdris’i de an. Hakikaten o, pek doğru bir insan, bir peygamberdi. Onu üstün bir makama yücelttik.” (El-Meryem, 56-57). Bir rivayete göre eski Yunanlılar ve daha sonra gelen feylezoflar, fizik, kimya ve tıp ilimlerini İdris Aleyhisselâm’ın kitaplarından almıştır. İdris Aleyhisselâm hakkında dört ayet [Meryem; 56-57; Enbiya 85-86] inmiştir. Allahü Teala mübarek Kur’an-i Kerim’de: “İsmail’i, İdris’i ve Zülkif’i de [yadet]. Hepsi de sabreden kimselerdendi. Onları rahmetimize kabul ettik. Onlar hakikaten iyi kimselerdi” (El-Enbiya/85-86) buyurmuştur. Peygamberimiz Muhammed (s.a.s) de bir hadis-i şerifinde: “Ben [Mirac gecesinde] dördüncü kat semada [gökte] İdris (as) ile karşılaştım. Cibril bana: ‘Bu gördüğün İdris’dir. Ona selâm ver!’ dedi. Ben de ona selâm verdim. O da benim selâmıma cevap verdi. Sonra bana: ‘Merhaba salih kardeş, salih peygamber!” dedi”buyurmustur. (Buhari, Müslim)[36]

58.İşte bunlar, Âdem’in soyundan, Nûh ile beraber taşıdıklarımızdan, İbrâhîm ve İsrâîl’in soyundan, kılavuzluk ettiğimiz ve seçtiğimiz peygamberlerden Allah’ın kendilerine nimetler verdiği kimselerdir. Onlar kendilerine Rahmân’ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ın] âyetleri okunduğu zaman ağlayarak ve boyun eğip teslimiyet göstererek yere kapanırlardı.

Bu ayette, adı anılan peygamberlerin soyları bildirilerek onların hem Allah’ın nimetlerine mazhar olan, hem de Allah’a karşı bilinçle saygı gösteren kimseler oldukları ifade edilmiştir.

Ayette adı geçen peygamberler ile surede haber verilen diğer peygamberlerin soy ilişkisi aşağıdaki gibidir:

- Âdem’in soyundan İdris (as),

- Nuh’un (as) soyundan İbrahim (as),

- İsrail’in [Yakub’un] (as) soyundan da Musa (as), Harun (as), Zekeriyya (as) ve İsa (as) gelmiştir.

Allah’ın ayetleri okunduğunda O’nu tanıyan bilinçli her insanın göstermesi gereken tavır, secde ederek yere kapanmaktır. Duyarsızlar ise ayetleri görmezden gelirler:

107,108.De ki: “Siz Kur’ân’a ister inanın, ister inanmayın; şu daha önce kendilerine bilgi verilenler; Kur’ân onlara okunduğunda onlar, boyun eğip teslimiyet göstererek çeneleri üstü kapanırlar. Ve “Rabbimiz her türlü kusurdan arınıktır. Rabbimizin vaadi kesinlikle gerçekleşecektir” derler.”

109.Ve onlar, ağlayarak çeneleri üstü kapanırlar. Ve Kur’ân, onların saygılarını, alçak gönüllüğünü artırır.(İsra/ 107–109

15.Gerçekten Bizim âyetlerimize ancak, kendilerine öğüt verildiği zaman boyun eğip teslimiyet göstererek yerlere kapanan ve Rablerinin övgüsüyle birlikte noksan sıfatlardan arındıran ve büyüklük taslamayan kimseler inanırlar.

16.Onların yanları, yan gelip yattıkları yerlerden uzaklaşır; onlar keyfetmezler, onlar korku ve ümit içinde Rablerine dua ederler ve kendilerine verdiğimiz rızıklardan bağışlarlar.

17.İşte, kişi, kendisi için, yaptıklarına karşılık gözler aydınlığı olacak şeylerden gizlenmiş olan şeyleri bilmiyor!(Secde/ 15–17)

59-61.Sonra onların ardından kötü bir nesil geldi ki, salâtı [mâlî yönden ve zihinsel açıdan destek olmayı; toplumu aydınlatmaya çalışmayı] kaybettiler/hayatlarından çıkarıp attılar. Ve şehvetlerine uydular. Bundan dolayı tevbe eden ve iman eden ve sâlihi işleyenler hariç onlar azgınlıklarının cezasıyla karşılaşacaklardır. İşte tevbe eden, iman eden ve sâlihi işleyenler cennete; Rahmân’ın [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'ın] kullarına –görmedikleri hâlde– vaat ettiği Adn cennetlerine girecekler ve hiçbir şekilde haksızlığa uğratılmayacaklardır. Şüphesiz O’nun vaadi kesinlikle yerini bulacaktır.

62.Onlar orada boş bir söz işitmezler. Ancak “Selâm [sağlık, esenlik, mutluluk]!” işitirler. Orada onlar için her zaman rızıkları da vardır.

63.İşte bu, kullarımızdan Allah’ın koruması altına girmiş kişilere miras olarak/zahmetsizce ve son sahipleri olmak üzere vereceğimiz cennettir.

Bu ayet gurubunda, Allah’ın nimetler verdiği o salih kişilerden sonra gelen yoz kuşakların imanı, salihatı işlemeyi ve salâtı / sosyal desteği hayatlarından çıkarıp attıkları ve tutkularının esiri oldukları; bu sebeple de ceza gördükleri ve görecekleri vurgulanmakta, ayrıca yanlıştan dönenlere de cennetin verileceği bildirilmektedir.

“Salâtın / sosyal desteğin kaybedilmesi” ifadesi çoğu zaman yanlış anlaşılmış ve bu ifadeye dayanılarak bir vakit namaz bile geçirenler cehennem ile tehdit edilmişlerdir. Hâlbuki ayette “zayi ettiler” buyrulmuştur. “Zayi’” sözcüğü “bir şeyin elden çıkması, kaybetme” demektir. Zayi etmenin “geçirmek” anlamındaki “fevt” sözcüğü ile hiçbir alâkası yoktur.

Salâtın zayi edilmesi onun hayattan çıkarılıp atılması anlamına gelir ki, bu da kâfirlik demektir. Nitekim 60. ayette “Bundan dolayı tövbe eden ve iman eden ve salihi işleyenler hariç” denilerek salâtı hayatlarından çıkarıp atanlardan tövbe etmeleri, imana gelmeleri ve salihi işlemeleri istenmiştir. İmana davet ancak kâfirler için söz konusu edilebilir. Mümin bir kişinin imana davet edilmesi anlamsızdır. Dolayısıyla burada imana davet edilenler namaz vaktini geçiren müminler değil, salâtı hayatlarından çıkarıp atmış olan kâfirlerdir. Eğer salâtın zayi edilmesini “namazın vaktinin geçirilmesi” olarak anlamak ve çevirmek, namazı vaktinde kılamayan Müslümanları korkutmak ve onları daha duyarlı olmaya teşvik amacıyla yapılıyorsa, bu, kaş yaparken göz çıkarmak anlamına gelir. Çünkü iyi maksatla da olsa, ayetin anlamını bozmak doğru olamaz.

Önceleri inanmış ve salihat işler bir durumda iken sonradan yozlaşarak kâfirleşmiş toplumların durumu Hadid suresinde de dile getirilmiştir:

16.İnananlar için hâlâ vakti gelmedi mi ki kalpleri Allah’ı anmak ve haktan gelen için ürpersin de, daha önce kendilerine Kitap verilmiş, sonra üzerlerinden uzun zaman geçmiş, dolayısıyla kalpleri katılaşmış kimseler gibi olmasınlar. Onların çoğu da yoldan çıkmıştır.(Hadid/ 16)

62. ayette geçen “sabah akşam” deyimi, daha önce de belirttiğimiz gibi “bir sabah bir akşam” anlamında olmayıp “daima, her zaman” anlamındadır.

CENNET ORTAMI

Rabbimiz 61. ayette Adn cennetlerini iman eden ve salihatı işleyenler için vaat etmiş, orada bulunanların en küçük bir haksızlığa bile uğramayacaklarını bildirmiştir. 62. ayette ise cennet ortamını ve lütfedeceği nimetleri “Onlar orada boş bir söz işitmezler. Ancak ‘Selâm’ işitirler. Orada onlar için sabah akşam [her zaman] rızkları da vardır” ifadesiyle dile getirmiştir.

“Selâm” sözcüğü “barış, sağlık, güvenlik ve esenlik” anlamındadır. Cennet ortamında işitilecek “selam” sözü, cennet ashabının daima barış içinde, sağlıklı, güvende ve mutlu tutulacaklarını ifade etmektedir.

Cennet ortamına dair Kur’an’da birçok ayet (Vakıa/ 25, 26, Nebe’/ 31–36, Ya

Sin/ 58, Ra’d/ 21–24 ve Zümer/ 73, 74) mevcuttur.

64.Biz Kur’ân âyetleri, yalnızca Rabbinin emri ile ineriz. Bütün geçmiş ve gelecek şeyler ve bunların arasındakiler yalnızca O’nundur. Ve senin Rabbin unutmuş değildir. 65.O, göklerin, yerin ve aralarındakilerin Rabbidir. Öyleyse, O’na kulluk et ve O’na kulluk etmekte sabret. Hiç sen O’nun ismiyle isimlenen birini bilir misin?

Bu ayetler ile önceki ve sonraki ayetler arasında herhangi bir bağlantı kurulamaması sebebiyle klâsik tefsirlerde 64. ayetteki “Biz … ineriz” ifadesinin kime ait olduğu konusunda farklı izahlar yapılmıştır. Ancak bu izahlarla ne konuya makul ve mantıklı bir cevap getirilebilmiş, ne de ayetler iyi anlatılabilmiştir.

Kimine göre bu ayetlerin özel bir nüzûl sebebi vardır ve ayetleri anlayabilmek için bu iniş sebebinin bilinmesi gerekmektedir. İniş sebebi olarak kaydedilen olay şöyledir:

“Kureyşliler, Hz. Muhammed (s.a.s)’in sıfatlarını sormaları ve onun, kitaplarında bulunup bulunmadığını öğrenmeleri için Medine Yahudilerine beş kişi göndermişti. Bu hususu Hıristiyanlara sorduklarında Hıristiyanlar onu duymadıklarını iddia ettiler. Yahudiler ise şöyle dediler: “Biz onu kitabımız Tevrat’ta bulmaktayız. İşte şimdi, onun gelme zamanıdır. Biz, kendisine “Rahmanu’l-Yemame” diyen kişiye üç hususu sorduk, ama bilemedi. Binaenaleyh, siz bunları o Muhammed’e sorun. Eğer o, size bunlardan ikisini haber verirse, o zaman ona uyun. Ona, Ashâb-ı Kehf’in delikanlılarını, Zülkarneyn’i ve Nuh’u sorunuz.” Ravi sözüne devamla şöyle der: “Onlar geldiler, Hz. Muhammed [s.a.s]‘e bunları sordular. Fakat o, nasıl cevap vereceğini bilemedi. Derken onlara daha sonra cevap vereceğini söyledi, fakat burada “inşaallah” demeyi unuttu. İşte bunun üzerine kendisine 40 gün vahiy gelmedi. Bu sürenin 15 gün olduğu da söylenmiştir. Bu kısım, Hz. Peygamber (s.a.s)’e çok ağır geldi. Müşrikler, Rabbinin Hz. Muhammed (s.a.s)’i yalnız bıraktığını ve öfkelendiğini söylemeye başladılar. Bunun üzerine, Cebrail (a.s) indi. Hz. Peygamber (s.a.s) Cebrail (a.s)’e “Geciktin, neredeyse sû-i zanna kapılacaktım. Seni özledim” dedi. Cebrail de: “Ben de seni özledim; ne var ki ben emre uyan bir kulum. Gönderildiğimde geliyorum, alıkonulduğumda da gelemiyorum” diye cevap verdi.”[37]

Kimisi bu ayetleri şöyle açıklamıştır:

Ayetteki “Biz senin Rabbinin emri olmadıkça inmeyiz” ifadesi, cennetlikler tarafından söylenmiş bir söz de olabilir. Buna göre ayetin manası: “Biz cennete ancak senin Rabbinin emriyle gelir ve konaklarız. Bizim önümüzde yani gelecekte cennette olanlar ile bizim dünyada iken arkada bıraktığımız şeyler ve bu iki vakit arasında bulunanlar O’na aittir. Rabbin, yarattığı hiçbir şeyi de unutmaz ki, böylece onu yeniden hayata döndürmeyi ihmal etsin. Çünkü O, gaybı bilendir. Zerre dahi ondan gizli kalamaz” demektir.[38]

Mevdudî gibi kimileri, gerçek manasından hareketle ayetlere aşağıdaki şekilde bir açıklama getirmiş ve bu açıklamalarına İbn-i Cerir, İbn-i Kesir ve Ruhu’l-Meani’de nakledilen bazı zayıf rivayetleri destek göstermiştir:

“Bu konu bitip diğeri başlamadan araya sıkıştırılmış parantez içi bir konudur. Bundan anlaşılacağı üzere bu sure uzun bir aradan sonra nazil olmuştur. O dönemde Hz. Peygamber [s.a] ve ashabı çok zor günler geçiriyor ve kendilerine yol gösterip, teselli edecek bir vahiy gelmesini bekliyorlardı. Cebrail [a.s] bu vahyi meleklerle birlikte getirdiğinde, mesajın sadece çok acilen gerekli olan kısmını aktardı. Daha sonra devam etmeden önce, Allah’ın izni ile vahyin gecikmesinin nedenini onlara açıklamak, Allah tarafından teselli etmek ve sabır tavsiye etmek için, bu sözleri ekledi.”

Merhum Elmalılı gibi kimileri de Kur’an’dan onay almayan nakillere dayanarak aşağıdaki şekilde bir açıklama yapmışlardır:

“Biz senin Rabbinin emri olmadıkça inmeyiz.” Buradaki vav harfi istinafiye vav’ıdır. Yani bir soruya cevaptır ki, bu soru ayetin iniş sebebinden anlaşılıyor. Nitekim İmam Ahmed, Buharî, Tirmizî, Nesaî ve daha birçok kişi rivayet etmiştir ki, “Resulullah (s.a.v): ‘Ey Cebrail! Senin bizi [şimdiki mutad] ziyaretinden daha çok ziyaret etmeye engel nedir?’ demişti de bu ayet nazil oldu. Demek ki bu ayet Cebrail’in o soruya verdiği cevabı anlatmaktadır. Nüzul sebebi ile ayetin bizzat taşıdığı anlam buna delil olabileceği gibi, surenin baş tarafında [19/17] diye Cibril’in zikri geçmiş olmasından dolayı, biraz önce de hatırlattığımız gibi fasılasının tekrarıyla nazar-ı dikkatin oraya çekilmesi de buna ince bir işaret olmuştur.”[39]

64. ayetteki “Biz … ineriz” ifadesi fetrete, yani vahyin kesildiği bir dönemin varlığına yorularak bu konuda pek çok rivayet uydurulmuştur. Fakat gerek yukarıda örneklerini verdiğimiz türde yapılmış açıklamalar, gerekse bu konuyla ilgili olarak uydurulmuş rivayetler, konumuz olan ayetlerin yapısına ve Kur’an’ın genel anlayışına uymamaktadır.

Bize göre burada bir parantez açılmış ve “İntak” sanatı sergilenmiştir. Bu sanat edebiyatta konuşma yetisi olmayan bir şeyi konuşturmak suretiyle icra edilir. Burada konuşturulan Kur’an ayetleridir; vahydir. Yani, “biz” zamiri ile başlayan ifadeyi Kur’an ayetleri dile getirmiştir.

Bu sanat Kur’an’da yüzlerce kez kullanılmış olup Kur’an’ın dile getirilmesinin iki örneği Hud ve Zariyat surelerindedir:

1-4.Elif/1, Lâm/30, Râ/200. Bu Kur’ân, Allah’tan başkasına kulluk etmeyin; sadece Allah’a kulluk edin diye, âyetleri,

şirk koşarak yapılan yanlışı; kendi zararlarına işi ve kargaşayı engellemek için konulmuş kanun, düstur ve ilkeler içertilmiş/bozulması engellenmiş,

bir de en iyi yasa koyan, bozulmayı iyi engelleyen/sağlam yapan, her şeyin iç yüzünü/gizli taraflarını da iyi bilen tarafından ayrıntılı olarak açıklanmış bir kitaptır: “Şüphesiz ben sizin için O’nun tarafından bir uyarıcı ve bir müjdeciyim. Ve Rabbinizden bağışlanma isteyin, sonra O’na tevbe edin ki, sizi adı konmuş bir süre sonuna kadar güzelce yararlandırsın. Ve her fazilet sahibine armağanlarını versin. Ve eğer yüz çevirirseniz, ben sizin aleyhinize olan büyük bir günün azabından korkarım. Dönüşünüz yalnızca Allah’adır. Ve O her şeye gücü yetendir.”(Hud/ 1–4)

50.Öyleyse Allah’a kaçın, Allah’a kaçın!!! Şüphesiz ki ben, sizin için O’ndan apaçık bir uyarıcıyım.

51.Ve Allah ile beraber başka bir tanrı oluşturmayın. Şüphesiz ben, sizin için O’ndan apaçık bir uyarıcıyım.(Zariyat/ 50, 51)

164-166.Ve “Bizden her birimizin kesinlikle belli bir makamı vardır. Ve biz kesinlikle saf saf dizilenlerin/ dizenlerin ta kendisiyiz. Biz, Allah’ı noksanlıklardan arındıranların da ta kendisiyiz”.(Saffat/ 164-166)

Sonuç olarak, burada inen, indirilen, uyarıcı ve müjdeci olan, kısacası bunları söyleyen Kur’an ayetleridir.

66.Ve o insan: “Ben öldüğüm zaman, ileride gerçekten diri olarak çıkarılacak mıyım?” diyor.

67.Ve o insan, daha önce o hiçbir şey değilken, gerçekten Bizim kendisini oluşturduğumuzu düşünmez mi?

Diğer surelerde olduğu gibi, surenin bu bölümünde de din gününe inanmayan insan tipi ele alınıp onlara akıllarını kullanmaları ve kendilerini kurtarmaları uyarısı yapılmaktadır.

Ayetteki “el insan” sözcüğü tekil ve belirtili olduğundan, bu sözcükle belli bir kişinin kastedilmiş olması muhtemel olmakla birlikte, sözcükteki “el” takısını istiğrak anlamında alarak bu ifade ile tüm inançsızların kastedildiğinin anlaşılması da mümkündür.

Esbab-ı Nüzul kayıtlarında bu ayetlerdeki “ الإنسانel insan” sözcüğüyle kastedilen insanın Ubey b. Halef el-Cumahî olduğu nakledilmiştir. Bu insan gerçekten Ubey b. Halef el-Cumahî bile olsa, bize göre buradaki uyarı onun şahsında Rabbini tanımayan, öldükten sonra dirilmeye, yeni bir yaratılışla yaratılmaya inanmayan tüm anlayışsızlara yapılmıştır.

Rabbimiz bu kişi veya kişiler tarafından ileri sürülen tezi Kur’an’da birçok kez nakletmiş ve reddetmiştir:

77.Ve o kişi, kendisini bir nutfeden/ bir damla sudan oluşturduğumuzu görmedi mi de şimdi o apaçık bir düşmandır.

78.Ve kendi oluşturuluşunu dikkate almayarak Bize bir örnekleme yaptı: Dedi ki: “Kim diriltecekmiş o kemikleri? Onlar çürümüş iken!”

79,80.De ki: “Onları ilk defa oluşturan onları diriltecektir. Ve O, her oluşturmayı çok iyi bilendir. O, size o yemyeşil ağaçtan bir ateş/oksijen yapandır. Şimdi de siz oksijenden yakıp duruyorsunuz.(Ya Sin/ 77–80)

5.Ve eğer sen şaşıyorsan, asıl şaşırtıcı olan, onların: “Biz toprak olunca mı, biz gerçekten yeni bir oluşturuluşta mıyız?” sözleridir. İşte bunlar, Rablerine inanmamış kimselerdir. Ve işte bunlar, boyunlarında demir halkalar bulunanlardır. Ve işte bunlar, Ateş’in yâranıdırlar, onlar orada sürekli kalıcıdırlar.( Ra’d/ 5)

68Bunun için, Rabbine andolsun ki Biz onları ve şeytanları kesinlikle toplayacağız. Sonra onları dizleri üzerine çökmüş hâlde cehennemin dış kenarında/toplanma alanında kesinlikle hazır bulunduracağız.

69.Sonra her gruptan, Rahmân’a [yarattığı bütün canlılara dünyada çokça merhamet eden Allah'a] karşı kafa tutmada daha şiddetli davrananlar her kimselerse, onları kesinlikle ayıracağız.

70.Sonra elbette ki Biz, oraya atılmaya kimlerin daha lâyık olduğunu daha iyi biliriz.

71.Ve Rabbinin üzerine almış olduğu kesinleşmiş bir hüküm olarak, içinizden cehennemin dış kenarına/toplanma yerine uğramayacak hiç kimse yoktur.

72.Sonra Biz, Allah’ın koruması altına girmiş kişileri kurtarırız. Şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanları da cehennemin dış kenarında/toplanma alanında dizleri üzerine çökmüş hâlde bırakırız.

Bu ayet gurubunda insanların haşr esnasında ne ile karşılaşacakları bildirilmektedir. Allah’ın bu bildirime yemin ile başlaması, yapılan açıklamaların ne kadar ciddî olduğunu göstermektedir. Buna göre, peygamberler de dâhil olmak üzere tüm insanlar, şeytanlarıyla [kendi iblisleriyle] birlikte, cehennemin dış kenarında bulunan mahşer alanında toplanılacaktır. Peygamberler de dâhil herkesin bu toplanmada hazır bulunacağı, 71. ayetteki “Oraya uğramayacak hiç kimse yoktur” ifadesinden anlaşılmaktadır. Cehennemin dış kenarındaki bu toplanma Rabbimize hesap vermek için olacak, takva sahipleri bir an evvel oradan kurtarılıp cennete gönderilirken, müşrikler orada diz üstü, perişan bir hâlde azap çekmeye başlayacaklardır. Müşriklerin daha cehenneme bile girmeden orada azap çekmeye başlamaları dikkat çekicidir.

Haşre dair Kur’an’da pek çok ayet vardır:

22,23.Toplayın o şirk koşarak yanlış; kendi zararlarına iş yapanları, eşlerini ve Allah’ın astlarından tapmış oldukları şeyleri. Sonra da onları cehennemin yoluna kılavuzlayın.24,25Ve durdurun onları, şüphesiz onlar sorguya çekilecekler: “Ne oldu sizlere de yardımlaşmıyorsunuz?”(Saffat/ 22, 23)

28,29. Ve her önderli toplumu, diz çökmüş görürsün. Her önderli toplum, kendi kitabına çağrılır: “Bugün, yapmış olduğunuz amellerin karşılığı size verilecektir. İşte bu, yüzünüze karşı hakkı konuşan kitabınızdır. Şüphesiz Biz, sizin yaptıklarınızı yazdırıyorduk.”(Casiye/ 28)

31.Sonra şüphesiz siz kıyâmet gününde Rabbinizin huzurunda tartışacaksınız.(Zümer/ 31)

Haşr, Allah’ın kesin olarak aldığı, asla değişmez bir karardır. Ne var ki, bu ürpertici tablo müminleri asla korkutmamalıdır. Çünkü Yüce Allah müminlerin mahşer alanında güvende olacaklarını bildirmektedir:

101,102.Şüphesiz tarafımızdan kendilerine “En Güzel” hazırlanan kimseler; işte onlar, cehennemden uzaklaştırılmışlardır. Onlar, cehennemin uğultusunu duymazlar. Onlar, nefislerinin istediği şeyler içinde sürekli kalıcıdırlar.(Enbiya/ 101, 102)

89.Kim bir iyilik-güzellik getirirse, onun için getirdiğinden daha hayırlısı/getirdiğinden dolayı bir hayır vardır. Ve onlar o gün korkudan güvende olanlardır.(Neml/ 89)

Rabbimizin ifadeleri gayet açık olmasına rağmen Müslüman ve müminlerin zihinlerinde bu konudaki Kur’an ayetlerine aykırı düşen yanlış bir anlayış yerleşmiş, bu anlayış zamanla genel geçer bir inanç haline dönüşmüştür. Bu anlayışa göre; bütün insanlar dünyada işlemiş oldukları günahları sebebiyle önce cehenneme atılacaklar ve orada belli bir süre azap çektikten sonra günahlarından arınmış olarak cennete gireceklerdir. Dirayetsiz müfessir ve mealciler ile “öncekiler”i körü körüne izlemeyi ilim yapma zanneden taklitçi ulema tarafından aslı astarı olmayan rivayetlere dayandırılarak topluma yerleştirilen bu inanç, Kur’an’a tamamen ters ve maalesef Yahudi zihniyetine uygun bir inançtır.
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla