Konu: Feth Suresi
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 9. August 2010, 12:03 AM   #2
Taner
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Jan 2009
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 234
Tesekkür: 60
55 Mesajina 155 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
Taner will become famous soon enoughTaner will become famous soon enough
Standart

Şüphesiz Allah ve melekleri Peygamber'i destekliyorlar [yardım ediyorlar]. Ey iman etmiş kimseler! Siz de o'na destek olun [o'na yardım edin] ve o'nun güvenliğini tam bir güvenlikle sağlayın! (Ahzâb/56)

10. Şüphesiz, şu, sana bağlılık yemini eden kimseler, ancak Allah'a biat etmektedirler. Allah'ın eli [gücü; nimetleri, yardımları] onların ellerinin [güçlerinin; yardımlarının, hizmetlerinin] üzerindedir. O nedenle, kim sözünden dönerse, artık sadece kendisi aleyhine olmak üzere dönmüştür. Kim de Allah'a verdiği ahde vefa gösterirse, Allah ona hemen büyük bir ödül verecektir.

Bu âyette, Hudeybiye'de gerçekleşen biat –ki, ölüm ve savaş meydanından kaçmamak üzere biat edilmişti– ve onun önemi vurgulanmakta; Elçi'ye bağlılık yemini edenler, Allah'a bağlılık yemini etmiş sayılmaktadır. Biatla ilgili ifade, Kim Elçi'ye itaat ederse, artık o, Allah'a itaat etmiş olur. Kim de yüz çevirirse; artık Biz seni onlara koruyucu [bekçi] olarak göndermedik (Nisâ/80) ifadesine benzemektedir. Çünkü Rasûlullah, ilâhî mesajlar dışında herhangi bir talepte bulunmamaktaydı. Rasûlullah'ın biat almasıyla ilgili bir örnek de Mümtehine sûresi'nde yer almıştı:

Ey Peygamber! İnanmış kadınlar sana Allah'a hiçbir şeyi ortak koşmamaları, hırsızlık etmemeleri, zinâ etmemeleri, çocuklarını öldürmemeleri, elleri ile ayakları arasında bir iftira uydurup getirmemeleri, ma‘rûfta sana isyan etmemeleri üzerine biat ederek [bağlılık yemini ederek] gelirlerse, hemen onların biatlarını al ve onlar için Allah'tan mağfiret dile. Şüphesiz Allah çok bağışlayan, çok merhamet edendir. (Mümtehine/12)

11. Bedevî Araplardan geri bırakılmış olanlar, sana yakında, “Mallarımız ve ailelerimiz bizi meşgul etti [alıkoydu]. Hadi Allah'tan bizim bağışlanmamızı dile” diyeceklerdir. Onlar, kalplerinde olmayanı dilleriyle söylerler. De ki: “Allah size bir zarar dilediyse veya bir fayda dilediyse O'na karşı kimin bir şeye gücü yetebilir? Bilakis Allah, yaptıklarınıza haberdardır.”

12. Aslında siz Elçi ve mü’minlerin, ehllerine [ailelerine, yakınlarına] ebediyyen geri dönmeyeceklerini sanmıştınız. Bu sizin gönüllerinize de güzel göründü. Ve siz kötü zannda bulundunuz ve helâk olmuş bir toplum oldunuz.

13. Ve kim Allah'a ve Elçisi'ne iman etmezse, bilsin ki şüphesiz Biz, kâfirler için saîr'i [çılgın bir ateşi] hazırlamışızdır.

14. Ve göklerin ve yeryüzünün hükümranlığı Allah'ındır. O, dilediğini bağışlar dilediğini azaplandırır. Ve Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir.

15. Siz ganimetleri almak için gittiğinizde o geri kalanlar, “Bırakın bizi de sizi izleyelim” diyeceklerdir. Onlar, Allah'ın sözünü değiştirmek isterler. De ki: “Siz, asla bizimle gelemeyeceksiniz. Allah daha önce böyle buyurmuştur.” Sonra onlar, “Bilakis, siz bizi kıskanıyorsunuz” diyeceklerdir. Bilakis onlar, pek az bir şey dışında anlamazlar.

16. Bedevî Arapların geri bırakılmış olanlarına de ki: “Siz yakında çok kuvvetli bir kavme karşı çağırılacaksınız; onlarla savaşırsınız veya onlar, Müslüman olurlar. Artık, eğer itaat ederseniz, Allah size güzel bir mükâfât verir. Ama önceden yan çizdiğiniz gibi yine yan çizecek olursanız sizi acıklı bir azap ile azaplandırır.

Bu âyetlerin ifadeleri gâyet açıktır. Burada, zor koşullarda Hudeybiye'ye giden mü’minler ile, gitmekten kaçınıp bahaneler uyduran, tehlike arzetmeyen bol ganimetli seferlere katılmak isteyen, izin verilmeyince de, “Siz bizi kıskanıyorsunuz” diyerek mü’minleri suçlayan iki yüzlülere dikkat çekilmekte, onların sırları ifşa edilmekte ve onlara karşı nasıl bir tavır takınılacağı bildirilmektedir.

11. âyette, Allah size bir zarar dilediyse veya bir fayda dilediyse O'na karşı kimin bir şeye gücü yetebilir? Bilakis Allah, yaptıklarınıza haberdardır buyurularak onlara yapılan uyarı, şu âyetlerdeki mesajlarla daha iyi anlaşılabilir:

O sırada o kentin en uzak yerinden bir adam koşarak geldi. Dedi ki: “Ey kavmim! Uyun o gönderilmişlere [elçilere]! Uyun sizden hiçbir ücret istemeyen o kişilere ki, onlar hidâyete ermişlerdir. Bana ne oluyor da kulluk etmeyecekmişim O beni yaratana? Siz de sadece O'na döndürüleceksiniz. Ben, hiç ben O'nun astlarından ilâhlar edinir miyim? Eğer Rahmân bana bir zarar dileyecek olsa, onların [ilâhların] şefaati benden yana hiçbir fayda vermez ve onlar [ilâhlar] beni kurtaramazlar. Şüphesiz ki ben, o zaman [ilâhlar edindiğim takdirde] apaçık bir sapıklık içindeyimdir. Şüphesiz ki ben, Rabbinize iman ettim. Haydi, kulak verin bana!” (Yâ-Sîn/20-25)

Ve sen gerçekten onlara, “O gökleri ve yeri kim yarattı?” diye sormuş olsan, kesinlikle “Allah!” diyeceklerdir. De ki: “Öyleyse gördünüz mü Allah'ın astlarından çağırdıklarınızı! Eğer Allah bana bir zarar vermek istediyse, onlar O'nun zararını giderebilenler midirler? Yahut bana bir rahmet dilediyse, onlar O'nun rahmetini tutanlar mıdırlar?” De ki: “Allah, bana yeter. Tevekkül edenler, yalnızca O'na tevekkül ederler.” (Zümer/38)

Ve eğer Allah sana bir zarar dokundurursa, onu Kendisinden başka açacak yoktur. Ve eğer O sana bir hayır dokundursa da kuşkusuz O, her şeye gücü yetendir. Ve O, kullarının üstünde kâhir'dir. Ve hakîm'dir ve habîr'dir. (En‘âm/17-18)

De ki: “Eğer Allah size bir kötülük dilediyse veya size bir rahmet dilediyse, sizi Allah'tan kim korur?” Hem onlar kendilerine Allah'ın astlarından bir velî bulamazlar, bir yardımcı da. (Ahzâb/17)

Bu tip insanları Tebük seferi sırasında da sahnede görüyoruz:

Eğer Allah, seni onlardan bir tâifenin yanına döndürür de onlar çıkmak için senden izin isterlerse, de ki: “Artık siz hiçbir zaman benimle beraber asla çıkmayacaksınız. Ve hiçbir zaman benimle birlikte düşmanla savaşmayacaksınız. Şüphesiz siz ilkinden oturup kalmaktan hoşlanıyordunuz. Artık geride kalanlarla beraber oturup kalın!” Ve onlardan ölen biri için destek olma, onun kabrinin üzerine dikilme. Şüphesiz onlar, Allah'a ve onun Elçisi'ne küfredenlerdir. Ve onlar, fâsık olarak ölmüşlerdir. Onların malları ve evlatları da seni imrendirmesin. Allah, ancak onları dünyada bunlarla cezalandırmayı ve onlar kâfir iken canlarının güçlükle çıkmasını istiyor. (Tevbe/83-85)

Bu pasajın iniş sebebiyle ilgili nakiller şöyledir:

Bedevîlerden geri bırakılanlar sana diyecekler ki:... Mücâhid ve İbn Abbâs dedi ki: “Bununla Gıfar, Müzeyne, Cuheyne, Eslem, Eşca ve Dîl bedevîlerini kastetmektedir. Bunlar Medîne çevresinde bulunan bedevîlerdi. Rasûlullah (s.a) fetih [Hudeybiye] yılı Mekke'ye gitmek üzere yola çıkmak isteyince, onların da kendisi ile birlikte yola çıkmalarını istemiş; ancak onlar Kureyş'ten çekindikleri için Rasûlullah'tan geri kalmışlardı. İnsanların, o'nun savaşmak niyeti taşımadığını bilmeleri için umre maksadıyla ihrama girmiş ve hediyelik kurbanlarını beraberinde götürmüştü. Bedevîler ise işi ağırdan alarak o'na katılmamış ve işlerini mazeret olarak göstermişlerdi. Bunun üzerine bu âyet-i kerîme nâzil oldu.”[2]

15. âyette, Onlar, Allah'ın sözünü değiştirmek isterler. De ki: “Siz, asla bizimle gelemeyeceksiniz. Allah daha önce böyle buyurmuştur” ifadesindeki “Allah'ın sözü” ile, Tevbe/83'de zikredilen şu husus kastedilmiştir:

Eğer Allah, seni onlardan bir tâifenin yanına döndürür de onlar çıkmak için senden izin isterlerse, de ki: “Artık siz hiçbir zaman benimle beraber asla çıkmayacaksınız. Ve hiçbir zaman benimle birlikte düşmanla savaşmayacaksınız. Şüphesiz siz ilkinden oturup kalmaktan hoşlanıyordunuz. Artık geride kalanlarla beraber oturup kalın!” (Tevbe/83)

Paragrafın sonunda, Siz yakında çok kuvvetli bir kavme karşı çağırılacaksınız; onlarla savaşırsınız veya onlar Müslüman olurlar. Artık, eğer itaat ederseniz, Allah size güzel bir mükâfât verir. Ama önceden yan çizdiğiniz gibi yine yan çizecek olursanız, sizi acıklı bir azap ile azaplandırır buyurularak, kendilerine gelmeleri için bu kişilere ümit veriliyor.

17. Kör için bir vebal yoktur, topal için de bir vebal yoktur, hasta için de bir vebal yoktur. Bununla beraber kim Allah'a ve Elçisi'ne itaat ederse, O [Allah] onu, altından ırmaklar akan cennetlere girdirir. Kim de yan çizerse, onu acıklı bir azap ile azaplandırır.

Yukarıda Hudeybiye seferi'ne katılmayanlar kınanmıştı. Burada ise, bir mü’mini seferden alıkoyacak gerçek mazeretler bildirilmektedir. Buna göre; kör, topal ve hasta için bir vebal yoktur; dolayısıyla bu mazeretleri nedeniyle savaşa katılmayanlar sorumlu tutulmaz ve kınanmazlar. Çünkü bunların savaşması zor, hatta imkânsızdır. O nedenle, bunlardan savaşa katılmalarını istemek hakksızlık olur. Bu ilke Kur’ân'da değişik yerlerde konu edilmiştir:

Allah ve Elçisi için samimi oldukları takdirde, zayıflara, hastalara ve de infak edecek bir şey bulamayan kimselere, bir de kendilerini bindiresin diye sana geldiklerinde, “Sizi üzerine bindirecek bir şey bulamıyorum” dediğin zaman, infak edecekleri bir şey bulamadıklarından dolayı üzülüp gözlerinden yaş döke döke geri dönüp giden kimselere bir günah yoktur. Muhsinler [iyilik, güzellik üretenler] aleyhine bir yol yoktur. Allah çok bağışlayandır, çok merhamet edendir. (Tevbe/91-92)

Mü’minlerin, önlem almaları için, hepsinin birden topyekun ayrılmaları da olmazdı. Öyleyse, dinde derin bilgi elde etmeleri, toplumları kendilerine döndükleri zaman onları uyarmaları için onlardan her kesimden bir tâifenin, ayrılmaması gerekmez miydi? (Tevbe/122)

Âmâya suç yoktur; topala suç yoktur; hastaya suç yoktur; sizin içinde kendi evlerinizden veya babalarınızın evlerinden veya annelerinizin evlerinden veya erkek kardeşlerinizin evlerinden veya kız kardeşlerinizin evlerinden veya amcalarınızın evlerinden veya halalarınızın evlerinden veya dayılarınızın evlerinden veya teyzelerinizin evlerinden veya anahtarlarına mâlik olduğunuz yerlerden yahut dostunuzun evlerinden yemenizde bir sakınca yoktur. Toplu hâlde veya ayrı ayrı yemenizde de bir sakınca yoktur. Artık evlere girdiğiniz zaman Allah tarafından mübarek ve güzel bir yaşama dileği olarak kendinize güvenlik oluşturun. İşte Allah, aklınızı kullanasınız diye size âyetlerini böyle ortaya koyar. (Nûr/61)

18-19. Andolsun o ağacın altında sana biat ederlerken Allah, mü’minlerden razı olmuştur. İşte kalplerinde olanı bilmiş, onlara kalbi teskin eden, güven ve yatışma duygusu; moral indirmiş ve onları pek yakın bir fetih ve alacakları birçok ganimetler ile mükâfâtlandırmıştır. Ve Allah azîz'dir, hakîm'dir.

20-21. Ve Allah size, alacağınız birçok ganimetleri ve sizin güç yetiremediğiniz, ama Allah'ın sizin için kuşattığı başka şeyleri (siz yararlanasınız) ve mü’minlere bir alâmet olsun, O [Allah] sizi dosdoğru yola kılavuzlasın diye vaat etmiştir. İşte O [Allah], bunu size hemen vermiş ve insanların ellerini sizden çekmiştir. Ve Allah her şeye en iyi güç yetirendir.

22-23. Ve eğer küfretmiş kimseler, sizinle savaşsalardı, kesinlikle Allah'ın öteden beri gelen kanunu olarak arkalarına dönüp kaçarlardı. –Allah'ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.– Sonra bir dost ve yardımcı da bulamazlardı.

Bu âyetlerde de, mü’minlerden Hudeybiye'de alınan biata –ki Rıdvan biatı denilir– işaret edilmiştir. Burada Rasûlullah'a bağlılık yemini edenler övülmekte ve Allah'ın onlara vereceği nimetler bildirilmektedir. Söz konusu edilen ganimetler ise, başta Hayber ganimetleri olmakla birlikte değişik yer ve zamanlarda, Allah'ın mü’minler için müyesser kıldığı ganimetlerdir.

Ve insanların ellerini sizden çekmiştir ifadesiyle de, Kureyş ile Müslümanlar arasında olacak savaşın engellenmesi kastedilmiştir.

Ve Allah size, alacağınız birçok ganimetleri ve sizin güç yetiremediğiniz, ama Allah'ın sizin için kuşattığı başka şeyleri [siz yararlanasınız] ve mü’minlere bir alamet olsun ve O [Allah] sizi dosdoğru yola kılavuzlasın diye vaat etmiştir ifadesinde, birinci gerekçe hazfedilmiş ve bağlacıyla, ve mü’minlere bir alâmet olsun diye ikinci gerekçe yer almıştır. (Bir çokları ibareyi, ve bağlacını ihmal ederek çevirmişlerdir.) Biz, birinci gerekçeyi, paragraftaki söz akışına göre “siz yararlanasınız” şeklinde takdir ettik.

22-23. âyetlerde, Ve eğer küfretmiş kimseler, sizinle savaşsalardı kesinlikle Allah'ın öteden beri gelen kanunu olarak arkalarına dönüp kaçarlardı. –Allah'ın kanununda asla bir değişiklik bulamazsın.– Sonra bir dost ve yardımcı da bulamazlardı ifadesindeki, “Allah'ın kanunu”, birçok yerde zikredilen, Allah'ın mü’minlere ve elçilerine yardım edeceği, onları yücelteceği ilkesidir:

Ve gevşemeyin, üzülmeyin! Ve eğer inananlar iseniz, en üstün olan sizsiniz. (Âl-i İmrân/139)

Ve andolsun, sizler güçsüz iken, Allah, şükredesiniz diye size Bedir'de yardım etti: Hani sen inananlara, “Rabbinizin, indirilen/hulûl ettirilen üç bin melekle size yardım etmesi size yetmez mi?” diyordun. Eğer sabrederseniz ve takvâlı davranırsanız, evet (sizi Rabbiniz destekler). Ve eğer onlar, ansızın üzerinize gelseler, Rabbiniz size işaretlenmiş/eğiten/gönderilmiş beş bin melekle yardım eder. Ve Allah, bunu [yardımı] size sırf bir müjde olsun ve kalpleriniz bununla yatışsın diye yaptı. Ve bu yardım, sırf, O [Allah], küfretmiş olan kimselerden bir kısmının kökünü kessin yahut onları perişan etsin de kaybeden kimseler olarak dönüp gitsinler diye azîz ve hakîm Allah katındandır. Öyleyse Allah'a takvâlı davranın. (Âl-i İmrân/123-127)

Kendilerine savaş açılan kimselere kendileri zulme uğramaları; onlar, başka değil, sırf “Rabbimiz Allah'tır” dedikleri için hakksız yere yurtlarından çıkarılmaları nedeniyle izin verildi. Ve şüphesiz ki Allah onları zafere ulaştırmaya en iyi gücü yetendir. Eğer Allah, bir kısım insanları diğer bir kısmı ile defedip önlemeseydi, mutlak sûrette, içlerinde Allah'ın ismi bol bol anılan manastırlar, kiliseler, havralar ve mescitler yerle bir edilirdi. Allah, Kendisine yardım edenlere; eğer kendilerine yeryüzünde bir güç verilirse salâtı ikâme eden, zekâtı veren, ma‘rûfu emreden ve münkerden alıkoyan kimselere kesinlikle yardım eder. Hiç şüphesiz Allah, kavî'dir [çok güçlüdür], azîz'dir [mutlak gâliptir]. İşlerin sonucu da sadece Allah'a âittir. (Hacc/39-41)

Ey iman etmiş kimseler! Eğer siz Allah'a yardım ederseniz O da size yardım eder ve ayaklarınızı sâbit tutar. (Muhammed/7)

İnkâr eden ve Allah'ın yolundan alıkoyan kimseler; O [Allah], onların amellerini saptırttı. (Muhammed/1)

Allah, “Elbette Ben ve elçilerim gâlip geleceğiz” yazmıştır. Şüphesiz Allah kavî'dir, azîz'dir. (Mücâdele/21)

Ve andolsun ki gönderilen kullarımız [elçilerimiz] hakkında Bizim sözümüz geçmiştir: “Şüphesiz onlar, kesinlikle gâlip olanların ta kendisidir. Şüphesiz Bizim ordularımız kesinlikle gâlip gelenlerin ta kendisidir.” (Saffat/171-173)

Şüphesiz Biz elçilerimize ve iman etmiş kişilere şu basit yaşamda ve şâhitlerin kalktığı [şâhitlik edecekleri] günde [kıyâmette] kesinlikle yardım ederiz. (Mü’min/51)

24-25. Ve O [Allah], sizi onlara karşı muzaffer kıldıktan sonra Batn-ı Mekke'de [Mekke'nin vâdisinde; Hudeybiye'de], Allah'ın dilediği kimseyi rahmetine girdirmesi için, onların ellerini sizden, sizin ellerinizi de onlardan çekendir. Ve Allah, yaptıklarınızı en iyi görendir. Onlar, inkâr eden ve sizi Mescid-i Harâm'dan ve ayarlanmış hedylerin yerlerine ulaşmasını engelleyen kimselerdir. Eğer kendilerini henüz tanımadığınız, bilmeyerek ezmek sûretiyle kendilerinden sorumluluğunuz olacak mü’min erkekler, mü’min kadınlar olmasaydı, eğer onlar, birbirinden ayrılmış olsalardı, kesinlikle onlardan inkâr eden kimseleri acıklı bir azapla azaplandırırdık.

26. Hani o inkâr eden kimseler, hamiyeti; câhiliyenin hamiyetini [gurur ve soy asabiyetini, tutuculuğu] kendi kalplerinde alevlendirip kışkırttıkları zaman, hemen Allah; Elçisi'nin ve mü’minlerin üzerine kalbi teskin eden güven ve yatışma duygusunu; morali indirmiş ve onları “takvâ” sözüne ilzam etmişti [sâdık kalmalarını sağlamıştı]. Zaten onlar, buna lâyık ve ehil idiler. Allah, her şeyi en iyi bilendir.

Bu âyet grubunda mü’minler ve müşrikler arasında meydana gelebilecek büyük felaketlerin engellendiği beyân edilmektedir. Bu hâdisenin târihsel anlatımı şöyledir.

Mekkelilerden 80 kişi silahlı olarak Peygamber'i (s.a) ve ashâbını gâfil avlamak isteği ile Tenim dağı'ndan aşağıya indiler. Bize herhangi bir zarar veremeden onları teslim aldık ve hayatta bıraktık [öldürmedik]. Bunun üzerine yüce Allah, O sizi kendilerine karşı muzaffer kıldıktan sonra Batn-ı Mekke'de onların ellerini sizden, sizin ellerinizi onlardan çekendi buyruğunu indirdi.[3]

Abdullah b. Muğaffel el-Müzenî dedi ki: Hudeybiye'de Peygamber (s.a) ile birlikte yüce Allah'ın Kur’ân-ı Kerîm'de sözünü ettiği ağacın dibinde bulunuyorduk. Biz bu durumda iken üzerimize silahlı 30 genç delikanlı çıkıverdi. Yüzümüze doğru hücum ettiler. Peygamber (s.a) onlara beddua etli, yüce Allah onların gözlerini aldı. Rasûlullah (s.a) onlara, “Sizler herhangi bir kimsenin ahdine [emanına] sığınarak mı geldiniz? Yoksa herhangi bir kimse size bir eman mı verdi?” diye sordu. Onlar, “Hayır, öyle bir şey yok” dediler. Peygamber de onları serbest bıraktı. Bunun üzerine yüce Allah, O sizi... onların ellerini sizden... çekendi âyetini indirdi.[4]

Seleme b. el-Ekva dedi ki: “Henüz barış görüşmeleri yapılıyorken Ebû Süfyân geliverdi. Vâdi silahlı adamlarla dolup taşıyordu.” (Seleme) devamla dedi ki: Kendilerine ne bir fayda, ne de bir zarar vermek imkânını bulamayan silahlı 6 müşriği önüme katarak getirdim ve onları Rasûlullah'ın (s.a) huzuruna çıkardım. Ömer ise yolda, “Ey Allah'ın Rasûlü! Biz bizimle savaş hâlinde olan bir topluluğun üzerine gidiyoruz. Bizim ise beraberimizde silah da yok, savaş araç-gereci de yok” dedi. Rasûlullah (s.a) bunun üzerine yoldan Medîne'ye haber gönderdi de, oradaki bütün silahları, savaş araç ve gereçlerini getirdiler, Rasûlullah'a (s.a), Ebû Cehl'in oğlu İkrime senin üzerine 500 atlı ile birlikte geldi” diye haber verildi. Rasûlullah (s.a) Hâlid b. el-Velîd'e, “İşte bu senin amcan oğlu, üzerine 500 kişi ile birlikte geliyor”' dedi. Hâlid, “Ben Allah'ın ve Rasûlü'nün kılıcıyım” dedi. Bunun üzerine o gün kendisine ‘Allah'ın kılıcı’ adı verildi. Beraberinde bir grup atlı ile birlikte yola çıktı, kâfirleri bozguna uğratarak Mekke bahçelerine sığınmak zorunda bıraktı. (Bu rivâyet daha sahihtir. Aralarında çarpışma taşlarla olmuştu. Oklarla ve yayların uçlarıyla çarpıştıkları da söylenmiştir.)[5]

25. âyetteki, Eğer kendilerini henüz tanımadığınız, bilmeyerek ezmek sûretiyle kendilerinden sorumluluğunuz olacak mü’min erkekler, mü’min kadınlar olmasaydı ifadesiyle kastedilenler, Mekke'de müşriklerin arasında bulunan hicret edememiş mü’minlerdir. Bunlardan ismi bilinenler şunlardır: Seleme b. Hişâm, Ayyaş b. Ebî Rebia, Ebû Cendel b. Süheyl.

27. Andolsun ki Allah, Elçisi'ne o görüntüyü; “Siz, Allah dilerse kesinlikle, güven içinde başlarınızı tıraş etmiş ve kısaltmış kişiler olarak, korkmadan Mescid-i Harâm'a gireceksiniz”i hakk ile doğru çıkardı. Öyleyse O [Allah], sizin bilmediğinizi bilir. Sonra da size bundan ast yakın bir fetih kıldı.

Bu âyet, Rasûlullah'ın yıllar önce Mekke'de gördüğü bir vizyonun gerçekleşmesine işaret etmektedir. İsrâ ve Yûsuf sûrelerinde bu konuya değinilmişti. Burada işaret edilen rüya değil, vizyondur. Âyetten anlaşılacağı üzere Rasûlullah, Mekke'yi feth ve hacc için Mekke'ye girdiğini görmüştür, ki bu, Yûsuf peygamberin çocuk iken anne-babası ve kardeşlerinin kendisine secde etmelerini [teslim olmalarını] görmesi gibidir.

Vizyonun gerçekleşmesinin ötesinde bu âyette, Mekke'nin fethinden ast/aşağı olan bir başka fethin de yakın olduğu müjdelenmektedir. Henüz Mekke fethedilmeden inen bu âyetteki fetih, “Hayber'in fethi”dir. Zira Hayber'in fethi her açıdan Mekke'nin fethinden aşağı seviyededir.

28. O [Allah] hakk dini bütün dinlere üstün kılmak için, Elçisi'ni hidâyet ve onunla [hakk din ile] gönderendir. Şâhit olarak da Allah yeter.

29. Muhammed, Allah'ın Elçisi'dir. Onunla beraber olan kimseler, O'nun [Allah'ın], kendileriyle, düşmanları öfkelendirmesi için kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler. Sen onları, Allah'ın fazlından ve bir hoşnutluk isteyerek rükû edenler, secde edenler olarak görürsün. Onların secde izinden [Allah'a teslimiyetlerinden] nişanları, yüzlerindedir [tüm varlıklarındadır]. Bu, onların Tevrât'taki örnekleridir. Onların İncîl'deki örnekleri de, filizini yarıp çıkarmış, sonra onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, sonra da gövdesi üzerine dikilmiş bir ekin gibidir. Bu, ziraatçıların da hoşuna gider. Allah, onlardan iman eden ve sâlihâtı işleyen kimselere mağfiret ve büyük bir mükâfât vaat etmiştir.

Mü’minler ve insanlık için bir beyânname niteliğinde olan bu âyetlerde, başta Hudeybiye seferi hususunda gevşek davranan mü’minler uyarılmakta; ayrıca Rasûlullah ve mü’minlerin geçmişteki örnekliği konu edilmektedir:

• Allah, hakk dini bütün dinlere üstün kılmak için Elçisi'ni hidâyet ve hakk din ile göndermiş ve şâhit olarak da Allah yeter.

• Muhammed, Allah'ın Elçisi'dir.

• Onunla beraber olan kimseler, Allah'ın, kendileriyle düşmanları öfkelendirmesi için kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler.

• Rasûlullah ile beraber olan mü’minler, Allah'ın fazlından ve bir hoşnutluk isteyerek rükû ederler [şirk koşmazlar], secde ederler [Allah'a teslimiyet gösterirler].

• Onların secde izinden [Allah'a teslimiyetlerinden] nişanları, yüzlerindedir [tüm varlıklarındadır]. Onların Müslüman olduğu her hallerinden belli olur.

• Bu, onların Tevrât'taki örnekleridir.

• Onların İncîl'deki örnekleri de, filizini yarıp çıkarmış, sonra onu kuvvetlendirerek kalınlaşmış, sonra da gövdesi üzerine dikilmiş bir ekin gibidir. Bu, ziraatçıların da hoşuna gider.

• Allah, onlardan iman eden ve sâlihâtı işleyen kimselere mağfiret ve büyük bir mükâfat vaat etmiştir.

Allah'ın dinini mutlaka ortaya çıkaracağı, daha evvel zikredildiği gibi Tevbe sûresi'nde de zikredilecektir:

O [Allah], ortak koşanlar hoşlanmasa da, kendisini, din'in; onun [dinin] hepsinin üzerine ortaya koyması için Elçi'sini hidâyetle ve hakk din ile gönderendir. (Tevbe/33)

O [Allah], müşrikler hoş görmese de Elçisi'ni, hakk dini bütün dinlerin üzerine çıkarması için hidâyet ve hakk dinle gönderendir. (Saff/9)

İnsanlardan sefihler [aklı ermeyenler], “Bunları, üzerinde bulundukları kıbleden [hedeften, stratejiden] çeviren nedir?” diyecekler. De ki: “Doğu ve batı yalnız Allah'ındır. O, dilediği/dileyen kimseyi dosdoğru yola kılavuzlar.” (Bakara/142)

Âyette mü’minler, “kâfirlere karşı çetin, kendi aralarında merhametlidirler” şeklinde nitelenmiştir, ki vahiy terbiyesi alan insan bu nitelikte olmak zorundadır:

Ey iman etmiş kimseler! Sizden kim dininden dönerse, bilsin ki Allah yakında mü’minlere karşı yumuşak, kâfirlere karşı da onurlu ve şiddetli bir toplum getirir ki, O [Allah] onları sever, onlar da O'nu [Allah'ı] severler; onlar Allah yolunda çaba harcarlar ve hiçbir kınayıcının kınamasından korkmazlar. Bu, Allah'ın dilediğine verdiği bir lütfudur. Allah, vâsi'dir, çok iyi bilendir. (Mâide/54)

Ey iman etmiş kimseler! İnkârcılardan tehlike oluşturan kişiler ile savaşın ve sizde bir sertlik bulsunlar. Ve şüphesiz Allah'ın, takvâ sahipleri ile birlikte olduğunu biliniz. (Tevbe/123)

Ve eğer onlar barış için yanaşırlarsa, sen de ona [barışa] yanaş! Ve Allah'a tevekkül et. Şüphesiz O [Allah], en iyi işitenin, en iyi bilenin ta kendisidir. (Enfâl/61)

Sakın onlardan bazı kimselere verip de kendilerini onunla yararlandırdığımız şeylere [mal ve servete] heveslenip gözlerini dikme. Onlar hakkında üzülme de... Sen kanatlarını mü’minler için indir. Ve, “Şüphesiz ben apaçık bir uyarıcının ta kendisiyim” de. (Hicr/88-89)

Ve mü’minlerden sana uyan kimselere kanadını indir. (Şu‘arâ/215)

Ve senin Rabbin kesin olarak şunları gerçekleştirdi [karar altına aldı]: Kendisinden başkasına kul olmayın, anne ve babaya iyi davranın. Onlardan biri veya her ikisi senin yanında ihtiyarlığa ererse, sakın onlara “Öf” deme, onları azarlama. Ve ikisine de kerîm [onurlu, tatlı ve güzel] söz söyle. Ve merhametinden dolayı onlar için alçak gönüllülük kanatlarını indir. Ve de ki: “Rabbim! Onların beni küçükten terbiye ettikleri gibi, onlara rahmet et.” (İsrâ/23-24)

Bu âyetlerde Rasûlullah ile birlikte olan sahabe övülmüş, Allah'ın onlardan razı olduğu bildirilmiştir. Kendilerini Allah yolunda feda edecek olanlar başka yerlerde de övülmüşlerdir:

Andolsun ki, Allah Elçisi'nde, sizin; Allah'ı ve son günü uman ve Allah'ı çokça anan kimseler için güzel bir örnek vardır. (Ahzâb/21)

Allah'ın, o kent halkından, Rasûlü'ne verdiği fey'ler, içinizden yalnız zenginler arasında dolaşmasın diye Allah'a, Elçi'ye yakınlık sahiplerine; göç eden fakirler –ki onlar, Allah'ın lütuf ve rızasını ararken yurtlarından ve mallarından çıkarılmışlardır, Allah'a ve Elçisi'ne yardım ederler. İşte onlar, doğruların ta kendileridir–, yetimlere, miskinlere, yolcuya aittir. Elçi, size ne verdiyse onu hemen alın. Sizi neden alıkoyduysa ondan geri durun. Allah'a da takvâlı davranın. Şüphesiz Allah, kovuşturması/azabı çok çetin olandır. Onlardan önce o yurda ve imana yerleşen kimseler de, kendilerine göç edenleri severler ve onlara verilenlerden ötürü göğüslerinde bir ihtiyaç duymazlar. Kendilerinin ihtiyaçları olsa dahi, onları kendilerine tercih ederler. Kim de nefsinin cimriliğinden korunursa, işte onlar, başarıya erenlerin ta kendileridir. (Haşr/7-9)

Andolsun o ağacın altında sana biat ederlerken Allah mü’minlerden razı olmuştur. İşte kalplerinde olanı bilmiş, onlara kalbi teskin eden, güven ve yatışma duygusu; moral indirmiş ve onları pek yakın bir fetih ve alacakları birçok ganimetler ile mükâfatlandırmıştır. Ve Allah, azîz'dir, hakîm'dir. (Fetih/18-19)

Burada övülenler, asıl anlamıyla sahabedir, daha sonraki geniş anlamıyla sahabe değildir.

Âyetteki, Onların secde izinden nişanları yüzlerindedir ifadesi, kaynaklarda genellikle “çok secde etmeleri sebebiyle mü’minlerin alınlarında meydana gelen durum” veya “geceleri namaz kılan ve secde edenlerin yüzlerinde oluşan güzellik nûru” olarak namaza endeksli olarak açıklanmıştır.

Hâlbuki burada konu edilen bunlar değildir. Hatırlanacağı üzere secde'nin, “kişinin bilinçli olarak bir başkasına –kendisinden daha güçlü olduğunu kabul ederek– teslim olması, boyun eğmesi, onun otoritesi dışına çıkmaması” demek olduğunu; vech/yüz sözcüğünün de “kişinin tüm benliği”ni temsil ettiğini birçok yerde ifade etmiştik. O nedenle, burada maksat, onların Allah'a teslimiyetlerinin ve mü’min olduklarının her hâl ve davranışlarından belli olduğudur:

Görmedin mi, Allah nasıl bir misal verdi? Güzel bir söz, aslı [kökü], sabit, dalı-budağı gökte olan, Rabbinin izniyle her an ürün veren güzel bir ağaç gibidir. Ve onlar öğüt alsınlar diye Allah insanlara böyle misaller verir. (İbrâhîm/24-25)

Mü’minlerin önceki kitaplardaki örneği Kur’ân tarafından bildirilmiştir. Şimdi bu örneğin, muharref Kitab-ı Mukaddes'teki benzerine bir göz atalım:

Sonra Îsâ şöyle dedi: “Tanrı'nın Egemenliği, toprağa tohum saçan adama benzer. Gece olur, uyur; gündüz olur, kalkar. Kendisi nasıl olduğunu bilmez ama, tohum filizlenir, gelişir. Toprak kendiliğinden ürün verir. Önce filizi, sonra başağı, sonunda da başağı dolduran taneleri verir. Ürün olgunlaşınca, adam hemen orağı vurur. Çünkü ürünü biçme zamanı gelmiştir.” Îsâ sonra şöyle dedi: “Tanrı'nın Egemenliğini neye benzetelim, nasıl bir benzetmeyle anlatalım? Tanrı'nın Egemenliği, hardal tanesine benzer. Hardal, yeryüzünde toprağa ekilen tüm tohumların en küçüğü olmakla birlikte, ekildikten sonra gelişir, tüm bahçe bitkilerinin boyunu aşar. Öylesine dal-budak salar ki, gökte uçan kuşlar gölgesinde barınabilir.” [6]

Îsâ onlara bir benzetme daha anlattı: “Göklerin Egemenliği, bir adamın alıp tarlasına ektiği hardal tanesine benzer” dedi, “hardal tüm tohumların en küçüğü olduğu hâlde, gelişince bahçe bitkilerinin boyunu aşar, ağaç olur. Öyle ki, gökte uçan kuşlar gelip dallarında barınır.” Îsâ onlara başka bir benzetme anlattı: “Göklerin Egemenliği, bir kadının alıp tüm hamuru kabartmak için üç ölçek una karıştırdığı mayaya benzer.” Îsâ bütün bunları halka benzetmelerle anlattı. Benzetme kullanmadan onlara hiçbir şey anlatmazdı.[7]

Sonra Kuzu'nun Siyon dağı üzerinde durduğunu gördüm. Onunla birlikte, alınlarında kendisinin ve Babasının adının yazılmış olduğu 144.000 kişi vardı. Gökten, gürül gürül akan suların sesini, büyük bir gök gürlemesini andıran bir ses işittim. İşittiğim ses, çenk çalanların çıkardığı sese benziyordu. O 144.000 kişi, tahtın önünde, dört yaratığın ve ihtiyarların önünde yeni bir ezgi söylüyordu. Yeryüzünden satın alınmış olan bu kişilerden başka kimse o ezgiyi öğrenemedi. Kendilerini kadınlarla lekelememiş olanlar bunlardır. Pak kişilerdir. Kuzu nereye giderse o'nun ardından giderler. Tanrı'ya ve Kuzu'ya ait olacakların ilk bölümü olmak üzere insanlar arasından satın alınmışlardır. Ağızlarından hiç yalan çıkmamıştır. Kusursuzdurlar.[8]

Yâ Rabb! Halkları gerçekten seversin, Bütün kutsallar elinin altındadır. Ayaklarına kapanır, sözlerini dinlerler.[9]

Allah, doğrusunu en iyi bilendir.



[1] Tebyînu'l-Kur’ân; c. 9, s. 255-257.

[2] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[3] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[4] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[5] Kurtubî, el-Câmiu li Ahkâmi'l-Kur’ân.

[6] Markos, 4:26-32.

[7] Matta, 13:31-34.

[8] Vahiy, 14:1-5.

[9] Tesniye, 33:3.
Taner isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla