Tekil Mesaj gösterimi
Alt 15. August 2009, 02:39 PM   #5
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

Ayetteki “tandır kaynayınca” ifadesi, tufanın başlamasını mecazen ifade eden bir “iş kızıştı” anlamında bir deyim olabileceği gibi, tufanın başlama saatini bildiren “şafak söktüğü zaman” anlamında bir deyim de olabilir.


31 – Sonra Biz onların ardından başka bir nesil var ettik.
32 – Sonra da onların içinde, "Allah'a kulluk edin; sizin için O'ndan başka bir ilah yoktur. Hâlâ takvalı davranmayacak mısınız?” diye kendilerinden bir elçi gönderdik.
33 -38- Ve onun [elçinin] kavminden, kâfir olmuş, ahirete ulaşmayı yalanlamış ve şu basit yaşamda kendilerine refah verdiğimiz; mütref [kodaman] kişiler: “Bu, sadece sizin gibi bir beşerdir; sizin yediğiniz şeylerden yiyor, sizin içtiğiniz şeylerden içiyor. Ve eğer, kendiniz gibi bir beşere itaat ederseniz, şüphesiz o zaman siz, kesinlikle ziyan edenlersiniz. Size, gerçekten siz öldüğünüz, toprak ve kemik olduğunuzda, mutlak surette sizin çıkarılacağınızı mı vaat ediyor? Tehdit olunduğunuz şey, uzaktır da uzaktır [hiç olmayacak bir şeydir]! Sadece basit hayatımız! Biz, ölürüz, yaşarız. Ve biz, diriltilecekler değiliz. Bu [elçi], sadece Allah hakkında yalan uyduran bir adamdır ve biz ona inanmıyoruz” dediler.
39 - O [elçi]: "Rabbim, beni yalanlamalarına karşı bana yardım et!" dedi.
40 – O [Allah]: "Çok az bir zaman sonra onlar kesinlikle pişman olacaklar!" dedi.
41 – Sonra da Çığlık onları hak ile yakalayıverdi. Böylece kendilerini süprüntü kıldık. Artık uzaklık, zalimler topluluğunadır.
Bu ayet grubunda da yine verilen bir örnek üzerinden geçmişteki müşrik toplumlar ve onlara gönderilen elçiler konu edilerek inkârcı toplumların elçilere dirençle karşı koymaları ve ahirete yönelik uyarıları ukalaca alaya almaları nakledilmektedir. Söz konusu inkârcıların pasajda nakledilen şu söylemleri, çağımızdaki ateist, dünyevî ve hazcı inançsızların bugünkü yaklaşımlarını da ifade eder niteliktedir:
Size, gerçekten siz öldüğünüz, toprak ve kemik olduğunuzda, mutlak surette sizin çıkarılacağınızı mı vaat ediyor? Tehdit olunduğunuz şey, uzaktır da uzaktır [hiç olmayacak bir şeydir]! Sadece basit hayatımız! Biz, ölürüz, yaşarız. Ve biz, diriltilecekler değiliz.
Diğer surelerdeki pasajlardan anlaşıldığına göre, Nuh kavminin helakinden sonra gelen nesil Âd kavmi, daha sonra da Semud kavmi idi. Hatta sayha [çığlık] ile helakleri dikkate alınırsa, Şuayb’in kavmi de bunların içine girer.
42 - Sonra onların ardından bir başka bir nesil var ettik.
43 - Hiçbir ümmet, kendi ecelini öne alamaz, erteleyemez de.
44 - Sonra Biz birbiri ardından elçilerimizi gönderdik. Her ne zaman bir ümmete elçileri geldi, onlar bu elçiyi yalanladılar da Biz onların bir kısmını bir kısmına izlettirdik ve onları öyküler yaptık. —Artık iman etmeyen kavm için uzaklık [canı cehenneme]!-
Bu pasajda da daha sonra gelen nesiller isim verilmeden konu edilmişlerdir. Rabbimiz her toplumdan sonra bir başka toplumu var etmiştir. Her topluma elçi göndermiş, elçileri yalanlayan toplumları da tarih sahnesinden silmiştir.

45, 46 - Sonra da Musa ve kardeşi Harun’u ayetlerimizle ve apaçık bir güç ile Firavun'a ve ileri gelenlerine gönderdik [elçi yaptık]. Bunun üzerine onlar kibire kapıldılar [kendilerinin büyüklüğüne inandılar] ve ululuk taslayan bir kavim oldular.
47 – Sonra da: “Bu ikisinin kavimleri bize kulluk ederken biz, bizim benzerimiz olan bu iki beşere inanacak mıyız?” dediler.
48 - Böylece ikisini yalanladılar da onlar, helâk edilenlerden oldular.
49 - Ve ant olsun Biz, Musa’ya onlar hidayete ersinler diye o kitabı verdik.
Bu ayetlerde, Musa ve Harun peygamberlerin Firavun ve ileri gelenlerini uyarmak için elçi gönderilişleri, Firavun ve ekibinin bu iki elçiye karşı ortaya koydukları küstah ve müstekbirce tavır nakledilmektedir. Firavun ve ileri gelen kadrosu iki elçiye “Bu ikisinin kavimleri bize kulluk ederken biz, bizim benzerimiz olan bu iki beşere inanacak mıyız” diye karşı çıkmış, bu kibir ve küstahlıkları yüzünden Allah’ın helak etme cezasına uğramışlardır.
Kur’an’dan öğrendiğimize göre, Firavun kendisini toplumunun ilahı ve rabbi olarak görüyor, İsrailoğulları’nı sosyal statü, hukuk ve ekonomik açılardan kul olarak kullanıyordu.
Daha evvel birçok surede uzun uzadıya anlatılan Musa-Firavun ilişkilerine hatırlatma amacıyla burada çok kısa olarak değinilmiştir. Musa ile Firavun arasında geçenlerin tüm ayrıntıları Bakara/49-50, A'raf/103-136, Yunus/75-92, Hud/96-99, İsra/101-104, Ta-Ha/9-80. ayetlerde geçmektedir.
Burada Musa’ya verildiği belirtilen Kitap Tevrat’tır. Musa ve Harun’a verildiği belirtilen “ayetler ve apaçık bir güç” ise Tevrat’taki ayetler ve “asa”, “elin beyazlaşması”, “çekirge salgını” ve diğer mucizelerdir.
Ve ant olsun ki, Musa ve Harun'a Furkan’ı ve gaybde Rabblerine haşyet duyan, Saat’ten [kıyametin kopmasından] içleri titreyen takva sahipleri için bir ışığı ve öğüdü verdik. (Enbiya/48)
Ve Ant olsun ki Biz, ilk nesilleri helâk ettikten sonra Musa’ya, öğüt alırlar diye, insanlar için apaçık deliller, kılavuz ve rahmet olarak Kitap'ı [Tevrat'ı] verdik. (Kasas/43)
50 – Ve Biz, Meryem’in oğlunu ve annesini bir ayet kıldık; ve ikisini onları, yerleşmeye uygun, suyu olan bir tepeye yerleştirdik.
Bu ayette geçmişe yönelik olarak İsa peygambere değinilmiş, İsa’nın (as) ve annesi Meryem’in bir ayet kılındığı ve her ikisinin de yerleşime uygun, suyu olan bir tepeye yerleştirilip orada hayat sürdükleri bildirilmiştir.
Rabbimiz, Meryem ile İsa’yı (as) bizzat doğumları itibarıyla birer ayet [mucize] kılmıştır. Çünkü İsa (as) babasız doğmuş; Meryem de onu ersiz doğurmuştur.
Meryem ile İsa’nın (as) yerleştirildiği yer üzerinde fikir yürütenler, ayetteki tanıma Şam, Ramela, Kudüs ve Mısır gibi birkaç yerin uyduğunu ileri sürmüşlerdir.
Bir önceki sure olan Enbiya suresinin 91. ayeti tahlil edilirken Meryem ve İsa’nın ayet oluşları ile ilgili açıklama yapıldığından, detayın oradan okunmasını öneriyoruz.
51 - Ey elçiler! Tayyibattan [temiz, hoş, yararlı şeylerden] yiyin ve salihi işleyin. Şüphesiz Ben sizin yaptıklarınızı çok iyi bilenim.
52 - Ve işte bu, bir tek ümmet olarak sizin ümmetinizdir. Ben de sizin Rabbinizim. O halde Bana takvalı davranın.
Bu ayetlerde “İltifat” sanatı yapılarak tüm elçiler muhatap alınmış, onlara “Ey elçiler! Tayyibattan [temiz, hoş, yararlı şeylerden] yiyin ve salihi işleyin. Şüphesiz Ben sizin yaptıklarınızı çok iyi bilenim. Ve işte bu, bir tek ümmet olarak sizin ümmetinizdir. Ben de sizin Rabbinizim. O halde Bana takvalı davranın” denilmek suretiyle tevdid yolundan başka bir yol olmadığı ve olmayacağı vurgulanmıştır.
Demek oluyor ki, Rabbimiz, ilk elçisinden son elçisine kadar “Tayyibat”ı; temiz, hoş, nefis ve yararlı şeylerin yenilmesini kullarına helal kılmıştır.
Sana, kendilerine neyin helal kılındığını soruyorlar. De ki: “Size tayyibat [iyi ve temiz şeyler] helal kılındı.” Allah’ın size öğrettiğinden öğreterek yetiştirdiğiniz avcı hayvanların sizin için tuttuklarını yiyin ve üzerine Allah’ın adını anın [besmele çekin], Allah’a takvalı davranın. Hiç şüphesiz Allah, hesabı çabuk görendir. (Maide/4)
Ey iman edenler! Allah'ın size helal kıldığı temiz-nefis şeyleri haram saymayın. Ve aşırı gitmeyin. Çünkü Allah aşırı gidenleri sevmez. (Maide/87)
Ey Âdemoğulları! Her mescidin yanında süslerinizi alın, yiyin-için fakat savurganlık etmeyin; kesinlikle Allah savurganları sevmez. De ki: “Allah'ın kulları için çıkardığı ziynetleri ve tertemiz rızıkları kim haram etmiş?” De ki: “Bunlar, iğreti hayatta inananlar içindir –kıyamet gününde yalnız onlar için olmak üzere–.” İşte böylece Biz, ayetleri bilen bir topluluğa ayrıntılı olarak açıklıyoruz. (A’raf/31, 32)
Onlar ki, onlara iyiyi emreden ve onları kötülüklerden alıkoyan, temiz ve hoş şeyleri kendilerine helâl kılan, murdar ve kötü şeyleri de üzerlerine haram kılan, sırtlarından ağır yükleri, üzerlerindeki bağları ve zincirleri indiren, yanlarındaki Tevrat ve İncil'de yazılmış bulacakları o Ümmî Peygamber, o Elçi'ye uyarlar. O hâlde, o'na iman eden, o'na kuvvetle saygı gösteren, o'na yardımcı olan ve o'nun ile birlikte indirilen nuru izleyen kimseler var ya, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. (A’raf/157)
52. ayetteki “Ve işte bu, bir tek ümmet olarak sizin ümmetinizdir. Ben de sizin Rabbinizim. O halde Bana takvalı davranın” ifadesiyle geçmiş peygamberlerin hepsinin tevhid inancını yerleştirmek için mücadele verdikleri; verilecek benzer mücadelelerin de mutlaka tevhid merkezli, Allah’a karşı sorumluluk bilinciyle donanmış ekiplerle olması gerektiği mesajı verilmiştir.
53 - Sonra insanlar kendi aralarındaki işlerini parça parça böldüler. Her grup, kendinde bulunan ile sevinip böbürlenmektedir.
54 - Sen şimdi onları bir zamana kadar sapkınlıkları ile baş başa bırak!
55, 56 – Onlar, kendilerini hayırlarda koşturalım diye, kendilerine maldan ve oğullardan bir şeyler vermekte olduğumuzu mu sanıyorlar? Bilakis, işin farkına varamıyorlar.
Bu ayetlerde Rabbimiz, elçileri tek bir ümmet halinde [tevhid ehli] olmaları için gayret göstermiş olmalarına rağmen insanların kendi aralarındaki işlerini parça parça bölerek ve her grubun kendinde bulunan ile sevinip böbürlenerekhak yoldan ayrıldıklarını beyan edip Resulullah’a bu tür gruplarla zaman kaybetmemesini ikaz etmiştir: “Sen şimdi onları bir zamana kadar sapkınlıkları ile başbaşa bırak!
Ve ayetlerimiz hakkında boşa uğraşanları gördüğün zaman, onlar ondan başka söze dalıncaya kadar hemen onlardan yüz çevir! Ve eğer şeytan bunu sana terk ettirse de, hatırladıktan sonra o zalimler topluluğu ile beraber oturma! (En’am/68)
Ve O [Allah] size Kitap’ta [Kur'an’da]: "Allah'ın ayetlerinin inkâr edildiğini ve onlarla alay edildiğini işittiğiniz zaman, başka bir söze dalmadıkları sürece onlarla beraber oturmayın. Aksi halde siz de onlar gibi olursunuz" diye indirdi. Şüphesiz Allah, münafıkların ve kâfirlerin hepsini cehennemde toplayandır. (Nisa/140)
53. ayetin sonundaki “Her grup, kendinde bulunan ile sevinip böbürlenmektedir” ifadesi, insanların cahilce taasuplarına [bağnazlıklarına, fanatizmlerine] işaret etmektedir. Dinde tefrikaya düşenler, mezhep ve meşreplere ayrılanlar; ölçmeden, biçmeden kendi guruplarıyla övünmekte, futbol fanatikleri gibi en büyük mezhebin veya meşrebin kendilerininki olduğu fikrisabitine kapılmaktadırlar. Bu sabit fikirleri ise onları kendi mezheplerinin, tarikatlarının, meşrebindekilerin cennete gidecekleri; diğer gurupların ise cehennemi boylayacakları iddiasına sürüklemektedir.
Kendilerine kitap indirilmesine, elçi gönderilmesine rağmen bu duruma düşen ve böbürlenen müşrikler, Onlar, kendilerini hayırlarda koşturalım diye, kendilerine maldan ve oğullardan bir şeyler vermekte olduğumuzu mu sanıyorlar? Bilakis, işin farkına varamıyorlar” diye kınanmakta ve tehdit edilmektedirler.
Bu ifadeden, mal-mülk ve evlat sahibi olmuş bazı müşriklerin bunu kendilerine Allah’ın hayırlar yapsın diye verdiğini ileri sürdükleri anlaşılmaktadır. Ne var ki, ilahî mesaj onları yalanlamakta, mallarının ve evlatlarının kendilerini kurtaramayacağı ihtar edilmektedir.
Peki, ayetlerimizi inkâr eden ve “Elbette mal ve çocuk verilecektir” diyen kimseyi gördün mü?
O [inkârcı kişi], gaybe muttali oldu ya da Rahman katında bir söz mü aldı? Hayır... Hayır... [Onun zannettiği gibi değil...] Biz onun söylediği şeyleri yazarız ve onun için, azaptan uzattıkça uzatırız. Ve o söylediği şeylere Biz mirasçı olacağız ve o, Bize tek başına gelecektir. (Meryem/77- 80)
Her kim aceleciyi [çarçabuk geçen dünyayı] isterse, istediğimiz kimseye, dilediğimiz şeyi çabuklaştırırız. Sonra onun için cehennemi kılarız [hazırlarız]; kınanmış ve kovulmuş olarak oraya girer.
Kim de ahireti isterse ve mümin olarak ona [ahirete] yaraşır bir çaba ile onun [ahiret] için çalışırsa, işte öylelerinin çalışmalarının karşılığı verilir.
Hepsine; onlara [dünyayı isteyenlere] ve bunlara [ahireti isteyenlere] Rabbinin ihsanından veririz. Rabbinin ihsanı kısıtlanmış değildir. (İsra/18- 20)
Derken kendilerine hatırlatılanı terk ettiklerinde, onların üzerlerine her şeyin kapılarını açtık. Öyle ki, kendilerine verilen şeylerle ‘sevince kapılıp şımarınca’, onları apansız yakalayıverdik. Artık onlar, umutları suya düşenler oldular.
Böylece zulmeden topluluğun kökü kesildi. -Ve hamd, âlemlerin Rabbi Allah'adır.- (En’am/44, 45)
Öyleyse onların malları ve evlatları seni imrendirmesin. Ancak Allah, bunlarla, onları basit yaşamda cezalandırmak, onlar kâfir iken benliklerini çıkarmak istiyor. (Tevbe/55)
57- 61- Şüphesiz şu, Rabblerinin haşyetinden [Rabblerine duydukları derin hayranlık ve saygı sonucu O’ndan uzaklaşma korkusundan] tir tir titreyen kimseler, Rablerinin ayetlerine inanan kimseler, Rablerine ortak tanımayan kimseler, şu, şüphesiz kendileri, Rablerine dönecekler diye verdiklerini kalpleri ürpererek veren kimseler; işte onlar, iyiliklerde yarışanlardır ve onun [iyilikler] için önde gidenlerdir.
Bir önceki ayet grubunda Resulullah’ın izinde bir tek ümmet olma yolunu bırakıp paramparça olanlar kınanmışlardı. Burada ise “tevhid”e sarılarak bir tek ümmet olma yolunda gayret edenler konu edilmiş ve ortaya koydukları bilinç, tavır ve niteliklerden dolayı övülmüşlerdir.
Pasajda geçen “Rabblerinin ayetlerine inanan kimseler” ifadesindeki “ayetler” sözcüğünden hem peygambere gelen vahiyler [Kur’an ayetleri], hem de kişinin afak ve enfüste gördüğü tekvini ayetler anlaşılabilir.
89, 90 – Ve Zekeriya; hani o, Rabbine: “Rabbim! Beni tek başıma bırakma, sen varislerin en hayırlısısın.” diye seslenmişti de Biz, onun için icabet etmiştik. Ve kendisine Yahya’yı ihsan ettik. Ve onun için eşini düzelttik [doğum yapmaya elverişli hale getirdik]. Şüphesiz onlar hayırlarda yarışıyorlar, umarak ve korkarak Bize yalvarıyorlardı. Ve Bize karşı derin saygı duyuyorlardı.
62 – Ve Biz hiç kimseyi, gücünün yettiğinden başkası ile yükümlü kılmayız. Nezdimizde de hakkı konuşan bir kitap vardır ve onlar, haksızlığa uğratılmazlar.
Tek bir ümmet olanlar “iyiliklerde yarışanlardır ve onun [iyilikler] için önde gidenlerdir” diye taltif edildikten sonra;bu ayette de,böyle olmanın zor bir şey olmadığı; bu durumun herkesin yapabileceği ölçülerde olduğu ve bunun [kimseye çekemeyeceği bir yükü yüklememenin] ilahi bir ilke olduğu vurgulanmıştır.
İman edenler ve sâlihâtı işleyenler; –ki Biz hiç kimseye gücünün üstünde bir şey yüklemeyiz– işte onlar cennet yâranlarıdır ve onlar, orada ebedî olarak kalıcılardır. Ve göğüslerinde gıll'den [kinden, hınçtan, kıskançlıktan, hileden, hainlikten, garazdan] ne varsa çıkarıp atarız. Onların altlarından ırmaklar akar. [Ve onlar,] “Bize bunun için kılavuzluk eden Allah'a hamdolsun. Eğer Allah bize kılavuzluk etmeseydi biz doğru yola erişemezdik. Şüphesiz Rabbimizin peygamberleri bize gerçek ile gelmiştir” derler. Ve onlara seslenilir: “İşte size cennet! Yapmış olduklarınızla buna vâris oldunuz.” (A’raf/42, 43)
Yetimin malına da yaklaşmayın; yalnız erginlik çağına erişinceye kadar [malına] en güzel biçimde hariç [bu şekilde yaklaşabilir ve uygun şekilde harcayabilirsiniz]. Ve ölçüyü, tartıyı hakkaniyetle tastamam yapın. Biz kimseyi gücünün yettiğinden başkası ile yükümlü kılmayız. Söylediğiniz zaman da, yakınınız da olsa adil olun ve Allah'a verdiğiniz sözü tastamam tutun. İşte bunlar öğüt alıp düşünesiniz diye O’nun [Allah’ın] size vasiyet ettikleridir. (En’am/152)
Anneler, -çocuklarını, emzirmenin tamamlanmasını isteyenler için- tam iki yıl emzirirler. Çocuk kendisine ait olan babaya da emzirenlerin yiyecekleri ve giyecekleri maruf üzere, bir borçtur. Kişi sadece gücüne göre mükellef olur. Ve çocuğu sebebiyle bir anne, çocuğu sebebiyle bir baba da zarara sokulmasın. Varise de bunun aynı borçtur. Eğer ikisi [ana ve baba] birbirleriyle istişare edip, her ikisinin de rızasıyla çocuğu sütten ayırmak isterlerse kendilerine bir günah yoktur. Eğer çocuklarınızı emzirtmek isterseniz vereceğinizi maruf ile verdiğiniz zaman bunda da size bir günah yoktur. Ve Allah'a takvalı davranın ve Allah’ın yaptıklarınızı çok iyi gören olduğunu bilin. (Bakara/233)
Geniş imkânları olan, nafakayı geniş imkânlarına göre versin. Rızkı kısıtlı tutulan da, artık Allah’ın kendisine verdiğinden versin. Allah, hiçbir nefse ona verdiğinden başkasıyla yükümlülük koymaz. Allah, bir güçlüğün ardından bir kolaylık kılacaktır. (Talak/7)
Elçi [Muhammed], kendi Rabbi'nden kendisine indirilene iman etti, müminler de. Hepsi Allah'a, meleklerine, kitaplarına ve elçilerine iman ettiler: “Biz Allah'ın elçileri arasında ayırım yapmayız.” Ve “biz duyduk ve itaat ettik. Rabbimiz, bağışlamanı dileriz, dönüş ancak sanadır” dediler.
Allah hiç kimseye gücünün yeteceğinden başka yük yüklemez. Herkesin kazandığı kendi yararına ve kendi yaptığı zararınadır. Ey Rabbimiz, eğer unuttuk ya da yanıldıysak bizi tutup sorguya çekme! Ey Rabbimiz, bize bizden öncekilere yüklediğin gibi ağır yük yükleme! Ey Rabbimiz, bize gücümüzün yetmeyeceği yükü de yükleme! Ve bağışla bizi, mağfiret et bizi, rahmet et bize! Sen bizim Mevla’mızsın. Ve de kâfir kavimlere karşı yardım et bize. (Bakara/285- 286)
63 - Bilakis, onların kalpleri bu hususta örtü içindedir. Ve onların bundan aşağı birtakım kötü işleri vardır ki, onlar bunları [kötü işleri] yapar dururlar.
64- Nihayet, onların konfor içinde olanlarını azapla yakaladığımızda hemen feryadı basıverirler.
65- 67 - Bugün feryat etmeyin! Şüphesiz siz, Bizden yardım göremezsiniz. Şüphesiz ayetlerimiz size okunurdu da, buna karşı siz kibirlenerek ve geceleyin hezeyanlar savurarak arkanızı dönüp gidiyordunuz.
68 – Onlar, Sözü [Kur'ân'ı] hiç düşünmediler mi? Yoksa kendilerine, daha önce geçmişteki atalarına gelmeyen bir şey mi geldi?
69 – Ya da elçilerini tanıyamadılar mı da onu [kendilerine gelen elçiyi] inkâr ediyorlar?
70 – Yoksa, ‘Onda bir delilik var’ mı diyorlar? Aksine o [elçileri], kendilerine hakkı getirmiştir. Onların çoğu da hak için hoşlanmayan kimselerdir.
71 – Ve eğer hak, onların tutkularına uysaydı, kesinlikle gökler, yeryüzü ve bunlarda bulunan kimseler bozulup giderdi. Aslında, Biz onların şanını/öğütlerini getirdik; sonra da onlar, kendi şanlarından/ öğütlerinden yüz çevirenlerdir.
72 - Yoksa sen onlardan bir vergi mi istiyorsun? İşte, Rabbinin vergisi daha hayırlıdır. Ve O [Rabbin], rızık verenlerin en hayırlısıdır.
73, 74- Ve şüphesiz sen, kesinlikle, onları dosdoğru bir yola çağırıyorsun. Şu, ahirete inanmayan kimseler ise, bu yoldan kesinlikle sapanlardır.
75 – Ve eğer onlara acıyıp da için de bulundukları sıkıntıyı giderseydik, kesinlikle iyice körleşerek azgınlıklarında büsbütün direnirlerdi.
76 – Ve ant olsun, Biz onları azap ile yakaladık; buna rağmen Rablerine boyun eğmediler ve zillete bürünerek yakarmadılar.
77 – Ta ki üzerlerine, azabı çok şiddetli bir kapı açtığımız zaman, bir de bakarsın ki onlar orada ümitsiz kalmışlardır!
Bu ayet gurubunda, bir tek ümmet olmaya yanaşmamış olanların durumları ve Allah’ın onlara karşı olan tavırları sergilenmiş, daha sonra da bu hakikat düşmanlarının akıbetleri nakledilmiştir. Onlar kalplerini, gönüllerini imana ve İslam’a kapatmış kişilerdir. Onlar sürekli kötülük işlerler.
Ne var ki, böyleleri Allah’ın cezasına çarpılacak, pişman olup feryat edeceklerdir. Buna rağmen kendilerine müsamaha edilmeyecektir. Çünkü bunlar Kur’an üzerinde hiç tefekkür etmemişlerdi. Ellerinde kendi inançlarının doğru olduğunu beyan edecek bir belgeleri de yoktu. Kendilerine gelen elçi de onlardan bir çıkar sağlamayı düşünmemiş, buna rağmen onu ve getirdiği mesajı yalanlamaktan geri durmamışlardı. Oysa elçilerin gelişi onlar için açık bir onurdu. Kendilerine fırsat verilse yine eski hallerini sürdürmeye yönelirlerdi. İşte bu nedenle cezalandırıldılar. Şimdi de ümitsiz ve çaresiz bir haldedirler.
Klasik kaynaklarda bu pasajın inişi ile ilgili şu olay nakledilmektedir:
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla