Tekil Mesaj gösterimi
Alt 10. January 2009, 10:10 PM   #20
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

ALLAH İLE ALDATMANIN ARAPÇILIK AYAĞI
Araplara ve onların oluşturduğu Kur’an dışı fıkha göre, Arapça okuma ve yazma bilmeyen herkes ‘ümmî’ sayılır. Yâni böyle birisi birkaç dili bilse, okuyup yazsa bile o ümmîdir. Yâni okuma yazma bilmeyen biridir.
Arapların ve Arapçanın üstünlüğü ve kutsallığı yolundaki bu Kur’an, akıl ve insanlık dışı iddia, ne yazık ki yüce Peygamber alet edilerek sahnelenmiştir. Bu iddia sahiplerine göre, mâdem ki Hz. Peygamber en son ve en büyük Peygamberdir, o halde onun mensup olduğu ırk da en yüce ırktır.
Kur’an, herhangi bir ırkın üstünlüğünü ileri sürmeye asla izin vermez. Söz konusu ırktan bir nebi gelmiş olması bu ölçüyü değiştirmenin gerekçesi yapılamaz. Üstünlük, niyet ve gayret iledir. Kur’an’ın beyanlarına göre, içinden nebi gelmemiş hiçbir ırk yoktur. Eğer bir ırktan nebi gelmesi bir üstünlük vesilesi ise bilinmelidir ki, tüm ırklardan bir veya birkaç nebi gelmiştir. Arap ırkı bu bakımdan tek değildir.
Dine saygı ve bunun oluşturduğu duygusal zemini, Arapların üstünlüğüne basamak yapan aldatma, Arapları sevmenin bir din emri olduğunu da iddia etmiştir.
Kur’an-ı Kerim’in açıkça bildirdiğine göre, her peygamber, hitap ettiği toplumun diliyle konuşmuş, vahiy almıştır. Bunun sebebi, peygamberin getirdiği mesajın, hitap ettiği toplum tarafından rahatça anlaşılmasını mümkün kılmaktır. (İbrahim, 4)
Bunun din bahsinde zorunlu sonucu şudur: Hiçbir dil dinsel anlamda, ötekine göre daha kutsal veya daha üstün değildir. Kutsal olan, Allah’ın gönderdiği buyruklar, vahyettiği gerçeklerdir.
Bizim peygamberimiz, kendisi esasen Arap ırkından olmamakla birlikte (dedesi Hz. İbrahim aslen Sümerli idi. Araplar böylelerine ‘Araplaşmış Arap: Arab müsta’rebe’ derler) aldığı tanrısal vahyi, çekirdek toplum ve ilk muhatap olarak Arapça konuşan insanlara iletti.
Tedebbür, yâni okunan metinlerin anlaşılması ve anlamları üzerinde derin derin düşünülmesi. Bu tedebbür kavramı Kur’an’ın altını ısrarla çizdiği bir kavramdır. Öyle ki, Kur’an’a göre, Kur’an okumak, esas anlamıyla tedebbür etmektir. Tedebbür yoksa Kur’an okumaktan söz etmek mümkün değildir. Tedebbür için, okunan metnin dilini bilmek ilk şart olduğuna göre, Arapça bilmeyen bir Müslüman’ın, tedebbür emrini yerine getirmesi için, Kur’an’ı anladığı dildeki çevirisinden okuması kaçınılmazdır. Kur’an, tedebbür ilkesinin, Müslümanların temel ibadetleri olan namazda da korunmasını istemektedir. Bunun içindir ki, ne dediğini anlamadan namaz kılmak yasaklanmış (Nisa, 43), ne dediğini anlamadan namaz kılanlar ağır biçimde kınanmıştır. (Mâûn, 4-5)
O halde, namazlarında Kur’an’dan bâzı bölümler veya ayetler okuyacak kişilerin, bunları anladıkları dilde okumaları Kur’an’ın açık emridir.
Osmanlı İmparatorluğu da, görünüşte Arapları yönetiminde tutmasına rağmen, bu kutsallaştırılmış Arabizmin kültür hegemonyası altında, farkında olmadan Arap esaretine girmiştir. Osmanlı, kendine âdeta bir self-emperyalizm uygulamıştır.
Kendilerine kutsal ırk diye hizmet ettiğimiz Araplar bizi emperyalist olarak suçlarken biz onların kültürlerinin, dillerinin köleleri olduk. Bu köleliğin yaşatılması için hep yozlaştırılan din kullanıldı. Böylece ne İslam’dan yararlanabildik ne de kendi varlığımız ve kültürümüzden. Bu durum, dinî ve kutsal duyguları sömürülerine araç yapmak isteyen zihniyetlerin de işine geldiği için, onlar da Kur’an’ın büyük halk kitlelerince okunmaması yolunda gayret sarf etmişlerdir.
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır