Tekil Mesaj gösterimi
Alt 26. December 2009, 09:04 PM   #4
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

Önceki peygamberlerin de aynı muamele ile karşılaşmış olmaları olgusu Kur’an’da birçok kez konu edilmiştir:
Ve elbette ki senden önce de elçiler yalanlanmıştı da kendilerine yardımımız gelinceye kadar yalanlanmaya ve eziyet olunmaya sabretmişlerdi. Ve Allah’ın sözlerini değiştirecek hiçbir kimse yoktur. Hiç şüphesiz ki, sana, gönderilmişlerin [elçilerin] haberlerinden bir kısmı gelmiştir de. (En’am/34)
“Yeryüzünde gezip dolaşın da, O’nun yaratmaya nasıl başladığına bir bakın. Sonra Allah, son yapıyı inşa edecektir. Şüphesiz Allah, her şeye güç yetirendir” ifadesiyle insanlık ilk yaratılışı incelemeye davet edilmiş, ilk yaratılışı anlayabilenlerin ikinci yaratılışı da rahatlıkla kabullenecekleri bildirilmiştir.
Ve O, yaratmayı başlatan, sonra onu çevirip yeniden yapandır. Ve bu O'na çok kolaydır. Ve göklerde ve yerde en yüce örnek O'nundur. Ve O, Azîz’dir, Hakîm’dir. (Rum/27)
14 – Ve ant olsun ki Biz, Nuh’u kendi kavmine elçi gönderdik de, içlerinde elli yıl hariç bin sene kaldı. Sonunda, onlar zalimler iken tufan kendilerini yakalayıverdi.
15 – Böylece Biz, onu ve gemi halkını kurtardık ve onu [gemiyi/cezayı/kurtuluşu] âlemlere bir ayet kıldık.
Surenin bundan sonraki bölümünde fitnelendirmeye örnek olmak üzere kısaca geçmiş elçilerin kıssalarına değinilmiştir. İlk değinilen kıssa Nuh (as) ve kavmi ile ilgilidir. Bu kısa değini ile Resulullah’a ve inananlara moral verilmiş, inkârcılar tehdit edilmiştir.
Nuh’un (as) konu edildiği bu bölüm ile ilgili olarak klasik kaynaklarda şu nakiller görülmektedir:
Katade'nin Enes'ten rivayetine göre, Peygamber (sav) şöyle buyurmuştur: "İlk resul peygamber Nûh'tur."
Katade dedi ki: Nûh (a.s) el-Cezire'de peygamber olarak gönderilmiştir. Kaç yıl ömür sürdüğü hususunda farklı görüşler vardır. Yaşının, şanı yüce Al¬lah'ın Kitab’ında zikrettiği kadar olduğu söylenmiştir. Katade dedi ki: O kendilerini davete başlamadan önce aralarında üç yüz yıl kaldı. Onları üç yüz yıl davet etti, Tufan'dan sonra da üç yüz elli yıl yaşadı.
İbn Abbas dedi ki: Nûh (a.s) kırk yaşında peygamber oldu. Kavmi arasın¬da ise elli yıl eksiği ile bin yıl süreyle kaldı. Tufan'dan sonra ise insanlar ço¬ğalıp etrafa yayılıncaya kadar altmış yıl yaşadı. Yine İbn Abbas'tan şöyle de¬diği rivayet edilmiştir: İki yüz elli yaşında iken peygamber oldu, aralarında el¬li yıl eksiği ile bin yıl kaldı. Tufan'dan sonra da iki yüz yıl yaşadı. Vehb de¬di ki: Nûh (a.s) iki bin dört yüz yıl yaşadı. Ka'b el-Ahbar dedi ki: Nûh kavmi arasında elli yıl eksiği ile bin yıl kaldı. Tufan'dan sonra ise yetmiş yıl yaşa¬dı. Böylelikle onun toplam yaşı bin yirmi yıldır.
Avn b. Ebi Şeddad dedi ki: Nûh (a.s) üç yüz elli yaşında iken peygamber oldu. Kavmi arasında ise elli yıl eksiği ile bin yıl kaldı. Tufan'dan sonra ise üç yüz elli yıl yaşadı. Böylelikle toplam yaşı bin altı yüz elli yıl etmektedir. Bu¬na yakın bir rivayet de el-Hasen'den gelmiştir. el-Hasen dedi ki: Ölüm me¬leği Nûh (a.s)'ın ruhunu kabzetmek üzere geldiğinde “Ey Nûh!” dedi. “Dünya¬da kaç yıl yaşadın?” O: “Peygamberlikten önce üç yüz yıl, kavmim arasında el¬li eksiği ile bin yıl, Tufan'dan sonra da üç yüz elli yıl…” dedi. Ölüm meleği de¬di ki: “Dünyayı nasıl buldun?” Nûh dedi ki: “İki kapısı olan bir ev gibi. Bura¬dan girdim, öbüründen çıktım.”
Enes'in de şöyle dediği rivayet edilmektedir: Rasûlullah (sav) buyurdu ki: "Yüce Allah, Nûh (a.s)'ı kavmine peygamber olarak göndereceğinde o iki ¬yüz elli yaşında idi. Kavmi arasında elli yıl eksiği ile bin yıl kaldı. Tufan'dan sonra da iki yüz elli yıl kaldı. Ona ölüm meleği gelince: “Ey Nûh!” dedi, “Ey pey¬gamberlerin en büyüğü ve ey ömrü pek uzun, duası makbul olan kişi! Dün¬yayı nasıl buldun?” diye sordu. O şu cevabı verdi: Kendisine iki kapılı bir ev ya¬pılmış bir adamın, bir kapıdan girip diğerinden çıkması gibi" dedi. (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an)
Nûh (a.s)'ın geriye doğru soyu şöyledir: Nûh b. Lâmek b. Müteveşlih b. İdris -ki o Ahnûh'dur- b. Yered b. Mehlayil b. Kaynân b. Enuş b. Şit b. Âdem. Nuh'un ismi "es-Seken" idi. Ona es-Seken denilmesinin sebebi insanların Âdem’den sonra ona ulaşmaları, sakin olmalarıdır. O da onların babalarıdır. Onun Sam, Ham ve Yafes diye üç oğlu oldu. Sam'dan Araplar, Farslar ve Rum¬lar dünyaya geldi. Bunların hepsinde de hayır vardır. Ham'ın soyundan Kıptiler, Sudanlılar ve Berberiler dünyaya geldi. Yafes'in soyundan ise Türkler, İskitler, Ye'cuc ile Me'cuc dünyaya geldi. Bunlarda hayır yoktur.
İbn Abbas dedi ki: Sam'ın soyundan gelenler arasında beyaz tenlilikle, buğ¬day tenlilik vardır. Ham'ın soyundan gelenler ise siyahtırlar, beyaz tenliler azdır. Yafes'in çocukları -ki bunlar Türklerle, İskitlerdir- bunlarda sarı ve kırmızı ten¬lilik vardır. Onun dördüncü bir oğlu daha vardı ki, bu da suda boğulan Ken'an idi. Araplar da onu Yâm diye adlandırırlar.
Nûh’a bu ismin veriliş sebebi, onun elli yıl eksiği ile bin yıl süreyle kavmini Allah'a davet ederek nevhetmesi [feryad etmesi]'dir. Onların kâfir olmaları üzerine ağladı ve onlar için feryad etti.
el-Kuşeyrî Ebu'l-Kasım Abdu'l-Kerim "et-Tahbîr" adlı eserinde şöyle demektedir: Rivayet olunduğuna göre Nûh (a.s)'ın adı Yeşkur idi. Fakat güna¬hı için çokça ağladığından ötürü Yüce Allah ona: Ey Nûh, daha ne kadar ağ¬layacaksın, diye vahyetti. Bundan dolayı da ona Nûh denildi. Bunun üzeri¬ne: Ey Allah'ın Rasûlü, onun günahı neydi? diye soruldu. O da şöyle dedi: Yol¬da geçerken bir köpek gördü, kendi içinden ne kadar da çirkindir, diye ge¬çirdi. Yüce Allah ona: Haydi sen ondan daha güzelini yarat! diye vahyetti.
Yezid er-Rukaşî dedi ki: Ona Nûh adının veriliş sebebi, kendisi hakkın¬da çokça nevh [âhufîgân] etmesidir.
Burada niçin "Elli yıl eksik olmak üzere bin yıl" diye buyrularak, dokuz yüz elli yıl denilmedi?” diye sorulacak olursa, buna iki türlü cevap verilir:
1- Bundan maksat sayının çoğaltılmasıdır. Burada "bin" denilmesi hem la¬fız itibariyle hem de sayı itibariyle daha çok söylemeyi gerektirmektedir,
2- Rivayet olunduğuna göre, ona bin yıllık ömür verilmişti. O ömründen elli yılı çocuklarından birisine bağışlamıştı. Ölüm vakti gelince, bu sefer bi¬ni tamamlamaya döndü. Şanı yüce Allah bu eksiltmenin onun tarafından ol¬duğuna dikkat çekmek üzere bunu böylece zikretti. Doğrusunu en iyi bilen Allah'tır. (Kurtubi; el Camiu li Ahkami’l Kur’an)
Nuh peygamber ve kavmi ile olan mücadelesi daha evvel birçok surede detaylı olarak yer almıştı. Tavırları bakımından Nuh’un kavmi Mekke müşriklerine, Nuh’un (as) mücadelesi de Resulullah’ın mücadelesine benzemekte idi.
Nuh ile ilgili Al-i Imran/33-34, Nisa/163, En'am/84, A'raf/59-64, Yunus/71-73, Hud/25-48, Enbiya/76-77, Müminun/23-30, Furkan/37, Şuara/105-123, Saffat/75-82, Kamer/9-15, Hakka/11-12 ve Nuh suresinin tamamına bakılabilir.
Özellikle üzerinde duracağımız nokta, ayetteki “içlerinde elli yıl hariç bin sene kaldı” ifadesidir.
Bu ifade, Kitabı Mukaddes'in Tekvin IX, 28, 29'daki “Nuh tufandan sonra üç yüz elli yıl daha yaşadı. Toplam dokuz yüz elli yıl yaşadıktan sonra öldü” ifadesinin de desteğiyle Nuh’un 950 sene ömür sürdüğü veya daha fazla sürüp de 950 sene peygamberlik yaptığı şeklinde anlaşılagelmiştir.
Ayette “yıl” sözcüğü, “ عامam” ve “ سنةsene” diye iki ayrı kelime ile yer almıştır. Biz her ikisini de her ne kadar “yıl” diye çevirsek de bunların aslında anlamları ayrıdır.
السنةSENE
Bu sözcük aslında “şiddet, kıtlık, zorlu, iyiliğin azlığı” demektir. Ki, zorlu, meşakkatli geçen yıllara denir. (Lisanü’l-Arab; 4/720, “sene” mad.)
Kur’an’a baktığımızda da A’raf/130, Yusuf/42, 47, Ta Ha/40’ta da “sene” sözcüğünün “zorlu, sıkıntılı, kıtlıklı yıllar” anlamında kullanıldığını görmekteyiz.
العامÂM
Bu sözcük, “yaz ve kışı kapsayan dönem” olarak tarif edilir. (Lisanü’l-Arab; 6/530, “avm” mad.) Yani bizim bildiğimiz gerçek “sene” [on iki ay/365 gün], “âm” sözcüğüyle ifade edilir.
Burada üzerinde durulması gereken bir diğer nokta da “bin sene” ifadesidir. Bu ifade Kur’an’da birkaç kez yer almıştır.
Ve sen kesinlikle onları insanların yaşamaya en hırslısı; şirk koşmuş olan kimselerden de daha hırslı bulacaksın. Onların her biri bin sene ömürlendirilmeyi arzular, oysa ömürlenmek kendisini azaptan uzaklaştırıcı değildir. Allah, onların yapmakta oldukları şeyleri çok iyi görücüdür. (Bakara/96)
Ve senden azabı çabuklaştırmanı istiyorlar. Hâlbuki Allah sözünden asla caymayacaktır. Bununla beraber Rabbinin katında bir gün, sizin sayacaklarınızdan bin sene gibidir. (Hacc/47)
O [Allah], gökten yere işleri düzenler, sonra da o [işler], ölçüsü sizin saydıklarınızdan bin yıl olan bir günde O'na [Allah’a] yükselir. (Secde/5)
Melekler ve Ruh, miktarı elli bin yıl olan bir gün içinde O’na yükselir [yeryüzünden çekilir]. (Meariç/4)
Bu ayetlerde de görüldüğü üzere, “bin sene” ifadesi, sayısal değer itibariyle değil, “çok uzun süre” anlamında kullanılmıştır.
Bu açıklamalardan sonra diyebiliriz ki, ayet, Nuh’un 950 sene yaşadığını veya peygamberlik ettiğini değil, çok uzun süre sıkıntılı yaşadığını, ömrünün elli senesinin de normal koşullarda geçtiğini ifade etmektedir. Kanaatimize göre, normal koşullarda geçen bu elli sene de onun peygamber olmazdan evvelki sivil hayatıdır.
Bir de ayette “ve onu âlemlere bir ayet kıldık” ifadesi yer almıştır. Kur’an’daki işaretlerden hareketle, bu cümledeki “onu” zamiri ile gösterilenin “gemi”, “ceza”, “kurtuluş” gibi seçeneklerden her üçünü de kapsadığı kanaatine sahip olabiliriz.
Onu [Nûh'u] da, nankörlük edilen kişiye bir mükâfat olmak üzere, korumamız/gözetimimiz altında akıp giden levhaları [tahtaları] ve çivileri/urganları olan [sal] üzerinde taşıdık.
Ve and olsun Biz, bunu bir ayet olarak bıraktık. O hâlde var mı ibret alıp düşünen? (Kamer/13-15)
Bizim, şüphesiz onların zürriyetini [soyunu] dopdolu bir gemide taşımamız ve şüphesiz kendileri için onun gibi binecekleri şeyleri yaratmamız da onlar [duyarsız kavim] için bir delildir.
Ve eğer Bizden bir rahmet ve bir zamana kadar yararlanma yoksa, Biz dilersek onları suda boğarız da o zaman onların feryadına hiç yetişen olmaz. Onlar kurtarılamazlar da. (Ya Sin/41-44)
Şüphesiz Biz; onu size bir ibret yapalım ve belleyici kulaklar bellesin diye sular kabarınca sizi akanda [gemide] Biz taşıdık. (Hakka/11,12)
16, 17- İbrahim’i de [elçi gönderdik/kurtardık]. Hani o, kavmine: “Allah’a ibadet edin ve O’na takvalı davranın. Eğer bilirseniz bu sizin için daha hayırlıdır Şüphesiz siz Allah’ın astlarından bir takım taştan, ağaçtan putlara tapıyorsunuz ve yalan uyduruyorsunuz. Haberiniz olsun ki o, sizin Allah’ın astlarından mabut diye taptıklarınız, sizin için bir rızık vermeye güç yetiremezler. Onun için rızkı Allah yanında arayın ve O’na kulluk edin ve O’na şükredin. Yalnızca O’na döndürüleceksiniz.” demişti.
24 – Sonra onun [İbrahim’in] toplumunun cevabı, yalnızca: “Onu öldürün veya tahrik edin [yandırın]” demeleri oldu. Sonra da Allah onu ateşten kurtardı. Şüphesiz bunda, iman edecek bir toplum için ibretler vardır.
25 – Ve O [İbrahim], dedi ki: “Siz, sırf aranızdaki dünya hayatında sevgi için Allah’ın astlarından birtakım putlar edindiniz. Sonra kıyamet günü, kiminiz kiminizi tanımayacak, kiminiz kiminizi lanetleyecektir. Varacağınız yer de cehennemdir. Ve sizin için yardımcılardan da yoktur.”
26 - Bunun üzerine ona Lut inandı. Ve o [İbrahim] dedi ki: “Ben Rabbime hicret ediciyim. Şüphesiz O, Azîz ve Hakîm’in ta kendisidir.
27 – Ve Biz ona İshak’ı ve Yakub'u bağışladık. Ve soyu içinde Peygamberlik ve Kitap kıldık. Ve Biz ona dünyada ücretini verdik. Şüphesiz o, ahirette de salihlerdendir.
İkinci olarak surenin bu ayetlerinde İbrahim peygambere değinilmiştir. Bu değinide, İbrahim’in (as) kavmine yaptığı uyarılar ve bu uyarılara karşı kavminden gördüğü tepki nakledilmiştir. İbrahim peygamber kavmine akıllarını harekete geçirici sözler söyleyerek onları hakikate çağırdığı halde, onlar katı bir tutum takınarak İbrahim peygamber için ne kadar kötü planlar kurduklarını dile getirmişlerdir. Ancak kavmi hangi planları kurmuş olurlarsa olsun, Rabbimiz kendisi için hicret eden İbrahim’i korumuş ve ona birçok lütuflarda bulunmuştur:
Sonra o [İbrahim], onlardan [kavminden] ve onların Allah’ın astlarından ibadet ettikleri şeylerden uzaklaşınca, Biz ona İshak’ı ve Yakub’u ihsan ettik. Hepsini de peygamber kıldık [yaptık]. (Meryem/49)
Ve Biz ona İshak’ı, ilave olarak da Yakub’u bağışladık. Ve hepsini iyi kimseler yaptık. (Enbiya/72)
Ve onun [İbrahim'in] karısı ayaklanmıştı, gülüverdi. Sonra ona İshak'ı, İshak'ın arkasından da Yakub'u müjdeledik. (Hûd/71)
Yoksa siz Yakub’a ölüm hali gelip çattığı zaman, oğullarına: “Benden sonra neye ibadet edeceksiniz?” dediği zaman, onları; “Biz, bir tek ilah olarak senin ilahına ve ataların İbrahim, İsmail ve İshak'ın ilahına ibadet edeceğiz. Ve biz sadece O'na teslim olanlarız” dediklerine tanıklar mı idiniz. (Bakara/133)
Şüphesiz İbrahim içtenlikle Allah’a boyun eğen, hanif [dönmüş], O’nun [Allah'ın] nimetlerine şükreden başlı başına bir ümmet idi. Ve o, müşriklerden olmadı. Ve O [Allah], onu seçti ve dosdoğru yola kılavuzladı.
Ve Biz ona [İbrahim'e] dünyada iyilik-güzellik verdik. Ve şüphesiz o, ahirette de kesinlikle salihlerdendir. (Nahl/120-122)

İbrahim’in kavmine yaptığı uyarılar birçok ayette yer almıştır: Bakara/122-141, 258-260, Al-i İmran/64-71, En'am/71-82, Hûd/69-83, İbrahim/35-41, Hicr/45-60, Meryem/41-50, Enbiya/51-75, Şuara/69-104, Saffat/75-113, Zuhruf/26-35, Zariyat/24-46.
Burada İbrahim peygamber ile ilgili sadece birkaç ayeti hatırlatmakla yetiniyoruz:
Ve Biz ona [İbrahim'e] dünyada iyilik-güzellik verdik. Ve şüphesiz o, ahirette de kesinlikle salihlerdendir. (Nahl/122)
Ve İbrahim’in milletinden, kendini bilmezden başka kim yüz çevirir? Ve Biz onu dünyada seçkin birisi yaptık. Hiç şüphesiz o, ahirette de iyilerden biridir. (Bakara/130)
Biz: “Ey ateş! İbrahim'e karşı soğuk ve güvenli ol” dedik. (Enbiya/69)
Onlar: “Şunun için bir duvar yapın da bunu Cahim’in [çılgınca yanan ateşin] içine atın!” dediler.
Onlar, ona [İbrahim’e] tuzak kurmak istediler de Biz onları aşağılıklar kılıverdik. (Saffat/97-98)
26. ayette Lût’un (as) İbrâhîm'e (as) iman etmiş olduğundan bahsedilmektedir. Bu konu ile ilgili klasik kaynaklarda şu nakiller yer almaktadır:
Hz. Lût'un Hz. İbrahim'in kardeşinin oğlu olduğu söylenir. Söylendiğine göre onun nesebi şöyledir: Lût b. Hârân b. Âzer. Yani Hz. İbrâhîm'e kavminden onun ve Hz. İbrahim'in eşi Sâre'nin dışında kimse iman etmemişti. Sahih bir hadîste şöyle anlatılıyor: Hz. İbrahim, o zorba [kral]ın bulunduğu yere uğradığı zaman Hz. İbrahim'e Sâre'nin kim olduğunu sormuştu. Hz. İbrâhîm bu soruya: Kız kardeşimdir, diye cevap vermişti. Sonra Hz. İbrâhîm Sâre'ye gelip: Şüphesiz ben ona, o benim kız kardeşimdir, dedim. Beni yalancı çıkarma. Şüphe yok ki, yeryüzünde benim ile senin dışında inanan yok. Sen benim dinde kız kardeşimsin, demişti. İşte bu hadîs-i şerif ile bu âyetin arası nasıl bulunacak diye bir soru sorulacak olursa şöyle denebilir: En doğrusunu Allah bilir ama Hz. İbrahim'in hadîste Sâre'ye hitaben söylediği sözden maksadı şu olmalıdır. Yeryüzünde benimle senin dışında İslâm üzere olan bir çift daha yoktur. Hz. Lût (a.s), kavmi içinden Hz. İbrâhîm'e îmân etmiş ve onunla birlikte Şam ülkesine hicret etmişti. Sonra Hz. İbrâhîm Halil hayatta iken, Hz. Lût Sodom ve havalisi halkına peygamber olarak gönderilmiştir. Kavmi ile aralarında geçenler daha önce geçtiği gibi ilerde gelecektir. [İbni Kesir]
Katade der ki: İkisi birden [Hz. İbrâhîm ve Lût] Kûfe topraklarındaki Kûsâ'dan Şam'a hicret ettiler. Bize anlatıldığına göre, Hz. Peygamber (s.a) şöyle buyurmuş; Şüphesiz hicretten sonra hicret olacaktır. Yeryüzü halkı Hz. İbrahim'in hicret ettiği yere yönelecek ve yeryüzünde yeryüzü halkının sadece kötüleri kalacaktır. Nihayet yerleri onları atacak, Rûhullah onlardan hoşlanmayıp uzak duracak ve ateş onları maymunlar ve domuzlarla beraber toplayıp sürecektir. Ateş, onlar nerede gecelerse; onlarla beraber geceleyecek, onlar öğle istirahatine çekildikleri zaman onlarla beraber duracak, onlardan (arkada kalıp) düşenleri yiyecektir. İmâm Ahmed bu hadîsi müsned olarak daha uzunca ve Abdullah b. Amr b. Âs'dan rivayetle zikredip der ki: Bize Abdürrezzâk'ın... Şehr b. Havşeb'den rivayetinde o, şöyle anlatıyor: Yezîd b. Muâviye'nin bîatı [ona biat etmemiz emri] bize geldiğinde Şam'a geldim. Nef el-Bekâlî'nin durduğu yeri öğrendim ve oraya gittim. Bir adam geldi ve insanlardan ayrı bir yere oturdu. Üzerinde dört köşe siyah bir aba vardı. Bir de baktık ki, Abdullah b. Amr b. Âs göründü. Nef onu görünce, sözünü kesti. Abdullah dedi ki: Allah Rasûlünü (s.a) şöyle buyururken işittim: Muhakkak ki hicretten sonra hicret olacaktır. İnsanlar Hz. İbrahim'in hicret yerine yönelecekler (ve orada toplanacaklar), yeryüzünde sadece yeryüzü halkının en kötüleri kalacak. Yerleri onları atacak, Rahmân'ın nefesi onlardan hoşlanmayıp uzak duracak; ateş maymunlar ve domuzlarla beraber onları toplayıp sürecek, onlar geceledikleri zaman bu ateş onlarla beraber geceleyecek, onlar öğle istirâhatine çekildiği zaman onlarla beraber dinlenecek, onlardan geride kalanları yiyecek. Allah Rasûlünü (s.a) bir de şöyle buyururken işittim: Doğu tarafından ümmetim içinden birtakım insanlar çıkacak. Onlar Kur'ân'ı okuyacaklar da hançerelerinden aşağıya geçmeyecek. Onlardan ne zaman bir nesil çıksa arkası kesilecek. Onlardan ne zaman bir nesil çıksa arkalan kesilecek. Allah Rasûlü “onlardan her bir nesil çıktıkça arkaları kesilecek” sözünü yirmiden fazla tekrar etti ve sonunda şöyle buyurdu: Nihayet, onların kalıntıları içinde Deccâl çıkacaktır. İmam Ahmed, hadîsi Ebu Dâvûd ve Abdüssamed'den, bu ikisi Hişâm ed-Destevâî'den, o da Katâde’den rivayet etmiştir. Aynca Ebu Dâvûd, hadîsi Sünen'inin cihâd bölümünde rivayet etmiştir. Ebu Dâvûd burada der ki: Bize Ubeydullah b. Ömer'in ... Abdullah b. Amr'dan rivayetinde o, Allah RasûIünü (as) şöyle buyururken işitmiş: Hicretten sonra hicret olacaktır. Yeryüzü halkının hayırlıları, Hz. İbrahim'in hicret yerine sığınacaklardır. Yeryüzünde halkın en kötüleri kalacak ve yerleri onları atacak, Rahmân'ın nefesi onlardan hoşlanmayıp uzak duracak; ateş, maymunlar ve domuzlarla beraber onları toplayıp sürecektir. (İbni Kesir)
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla