Tekil Mesaj gösterimi
Alt 26. December 2009, 09:09 PM   #8
ÖmerFurkan
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 450
Tesekkür: 33
85 Mesajina 163 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
ÖmerFurkan will become famous soon enoughÖmerFurkan will become famous soon enough
Standart

Hatırlanacağı üzere, surenin başından bu yana ısrarla tevhid ilkesi vurgulanmıştır. Bu ısrarın bir devamı olarak bu ayetlerde de bazı zorbaların baskısıyla tevhidi yaşayamayanlara başka yerlere göç etmeleri mesajı verilerek kesinlikle tağuta itaat etmemeleri emredilmektedir
Müminlere Ehlikitap ile nasıl mücadele edeceklerini emreden 46, 47. ayetlerde olduğu gibi, bu ayetlerde de Mekke’de sıkıntı içindeki Resulullah’a ve arkadaşlarına üstü kapalı olarak hicret işaret edilmektedir. Bir bakıma Müslümanlara: “Sizler bulunduğunuz yerde imanınızı açıkça ortaya koymakta sıkıntı çekiyor ve zorlanıyorsanız, o takdirde başka ülkelere gidiniz! Oralarda şirk koşmadan yaşayınız. Emeğiniz, gayretiniz boşa gitmeyecek; her nefis ölümü tadıp Bize dönecektir” denilmektedir. Gerek bu ayetten, gerekse aşağıdaki ayetlerden de anlaşıldığı gibi, şirk için hiçbir mazeret söz konusu değildir:
Şu, kesinlikle meleklerin, kendilerine zulmederlerken vefat ettirdikleri kimseler; Onlar [melekler], "Ne işte idiniz?" derler. Onlar: "Biz yeryüzünde güçsüzleştirilmiş kimselerdik." derler. Onlar [Melekler]: "Allah'ın yeryüzü geniş değil miydi, siz orada hicret etseydiniz ya?" derler. Artık, -erkeklerden, kadınlardan ve çocuklardan göçe güç yetiremeyen, yol bulamayan kimseler hariç- işte bunların varacakları yer cehennemdir. Ve o ne kötü gidiş yeridir. (Nisa/97, 98)
Ve zulme uğradıklarından sonra Allah yolunda hicret eden kişiler; kesinlikle Biz onları; şu sabretmiş ve sadece Rablerine tevekkül eden kimseleri bu dünyada güzel bir şekilde yerleştireceğiz. Ötekinin [ahiretin] ücreti ise daha büyüktür. Keşke onlar, bilselerdi. (Nahl/41, 42)
58 ve 59. ayetlerde ise, Allah yolunda yokluğu, kıtlığı, her türlü sıkıntıyı ve ölümü göze alarak ve sonucu Allah’a havale ederek yola çıkan o “inanan ve salihatı işleyen” kimseleri bekleyen ödül açıklanmaktadır. O nedenle Allah’ın mesajlarını dünyaya ulaştırmaya çalışan yiğitler, hiçbir dünya sıkıntısını göz önünde bulundurmaksızın, hayatlarını sadece Allah'a emanet edip tevekkül ederek yola koyulmalıdırlar. Zafer sabırdadır.
Bu ayetlerde konu edilen ödülü Duhan suresinde de görmüştük:
Şüphesiz ki takvalı davrananlar Rabbinden bir lütuf olarak güvenli bir makamdadırlar; Bahçelerde ve pınardadırlar. Onlar karşılıklı oturarak ince ipekten ve parlak atlastan elbiseler giyerler. İşte böyle! Biz onları iri siyah gözlülerle eşleştirdik. Onlar orada güven içinde her çeşit meyveyi isteyebilirler. Onlar orada ilk ölümden başka bir ölüm tatmazlar. Ve O [Allah] onları cehennem azabından korumuştur. İşte bu, büyük kurtuluşun ta kendisidir. (Duhan/51-57)
Çok enteresandır ki, bu pasajda yer alan İslami öğreti eldeki İncillerde de yer almakta ve İsa peygamberin ağzından insanlığa iletilmektedir:
19- Yeryüzünde kendinize hazineler biriktirmeyin. Burada güve ve pas onları yiyip bitirir, hırsızlar da girip çalarlar.
20- Bunun yerine kendinize gökte hazineler biriktirin. Orada ne güve ne pas onları yiyip bitirir, ne de hırsızlar girip çalar.
21- Hazineniz neredeyse, yüreğiniz de orada olacak.
22- Bedenin ışığı gözdür. Gözünüz sağlamsa tüm bedeniniz aydınlık olur.
23- Gözünüz bozuksa tüm bedeniniz karanlık olur. Buna göre, içinizdeki `ışık' karanlıksa, ne korkunçtur o karanlık!
24- Hiç kimse iki efendiye kulluk edemez. Ya birinden nefret edip öbürünü sever, ya da birine bağlanıp öbürünü hor görür. Siz hem Tanrı'ya, hem de paraya kulluk edemezsiniz.
25- Bu nedenle size şunu söylüyorum: `Ne yiyip ne içeceğiz?' diye canınız için, ya da `Ne giyeceğiz?' diye bedeniniz için kaygılanmayın. Can yiyecekten, beden de giyecekten daha önemli değil mi?
26- Gökte uçan kuşlara bakın! Ne eker, ne biçer, ne de ambarlarda yiyecek biriktirirler. Göksel Babanız yine de onları doyurur. Siz onlardan çok daha değerli değil misiniz?
27- Hangi biriniz kaygılanmakla ömrünü bir anlık uzatabilir?
28- Giyecek konusunda neden kaygılanıyorsunuz? Kır zambaklarının nasıl büyüdüğüne bakın! Ne çalışırlar, ne de iplik eğirirler.
29- Ama size şunu söyleyeyim, tüm görkemine rağmen Süleyman bile bunlardan biri gibi giyinmiş değildi.
30- Bugün var olup yarın ocağa atılacak olan kır otunu böyle giydiren Tanrı'nın sizi de giydireceği çok daha kesin değil mi, ey imanı kıt olanlar?
31- Öyleyse, `Ne yiyeceğiz?' `Ne içeceğiz?' ya da `Ne giyeceğiz?' diyerek kaygılanmayın.
32- Uluslar hep bu şeylerin peşinden giderler. Oysa göksel Babanız tüm bunları gereksindiğinizi bilir.
33- Siz önce O'nun egemenliğinin ve O'ndaki doğruluğun ardından gidin, o zaman size tüm bunlar da verilecektir.
34- O halde yarın için kaygılanmayın. Yarının kaygısı yarının olsun. Her günün derdi kendine yeter. (Matta; 6.Bab; 19-34. Cümleler)
22- İsa öğrencilerine şöyle dedi: «Bu nedenle size şunu söylüyorum: `Ne yiyeceğiz?' diye canınız için, ya da `Ne giyeceğiz?' diye bedeniniz için kaygılanmayın.
23- Can yiyecekten, beden de giyecekten daha önemlidir.
24- Kargalara bakın! Ne eker, ne biçerler; ne kilerleri, ne ambarları vardır. Tanrı yine de onları doyurur. Siz kuşlardan ne kadar daha değerlisiniz!
25- Hangi biriniz kaygılanmakla ömrünü bir anlık uzatabilir?
26- Bu küçücük işe bile gücünüz yetmediğine göre, öbür konularda neden kaygılanıyorsunuz?
27- Zambakların nasıl büyüdüğüne bakın! Ne çalışırlar, ne de iplik eğirirler. Ama size şunu söyleyeyim, tüm görkemine rağmen Süleyman bile bunlardan biri gibi giyinmiş değildi.
28- Bugün var olup yarın ocağa atılacak olan kır otunu böyle giydiren Tanrı'nın sizi de giydireceği ne kadar daha kesindir, ey imanı kıt olanlar!
29- Ne yiyeceğiz, ne içeceğiz?' diye düşünüp tasalanmayın.
30- Dünya ulusları hep bu şeylerin peşinden giderler. Oysa Babanız, bunları gereksindiğinizi bilir.
31- Siz O'nun egemenliğinin ardından gidin, o zaman size bunlar da verilecektir.
32- Korkma, ey küçük sürü! Çünkü Babanız, egemenliği size vermeyi uygun gördü.
33- Mallarınızı satın, sadaka olarak verin. Kendinize eskimeyen keseler, göklerde tükenmeyen bir hazine edinin. Orada ne hırsız ona yaklaşır, ne de güve onu yer.
34- Hazineniz neredeyse, yüreğiniz de orada olacak.
35- Kuşaklarınız belinizde bağlı ve kandilleriniz yanar durumda hazır olun.
36- Düğün şenliğinden dönecek olan efendilerinin gelip kapıyı çaldığı an kapıyı ona hemen açmaya hazır bekleyenler gibi olun.
37- Efendileri geldiğinde uyanık bulunan kölelere ne mutlu! Size doğrusunu söyleyeyim, efendileri beline kuşağını bağlayacak, kölelerini sofraya oturtacak ve gelip onlara hizmet edecek.
38- Efendi gecenin ister ikinci, ister üçüncü nöbetinde gelsin, uyanık bulacağı kölelere ne mutlu!
39- Ama şunu bilin ki, ev sahibi, hırsızın hangi saatte geleceğini bilse, evinin soyulmasına fırsat vermez.
40- Siz de hazır olun. Çünkü İnsanoğlu, ummadığınız bir saatte gelecektir.»
41- Petrus, «Rab» dedi, «bu benzetmeyi bizim için mi anlatıyorsun, yoksa herkes için mi?»
42- Rab da şöyle dedi: «Efendinin, uşaklarına yemek paylarını vaktinde vermek için üzerlerinde yetkili kılacağı güvenilir ve akıllı kâhya kimdir?
43- Efendisi eve döndüğünde işinin başında bulacağı o köleye ne mutlu!
44- Size gerçeği söyleyeyim, efendisi onu tüm malının üzerinde yetkili kılacak.
45, 46- Ama o köle kendi kendine, `Efendim gelmekte gecikiyor' derse ve kadın erkek diğer hizmetkârları dövmeye, yiyip içip sarhoş olmaya başlarsa, efendisi, onun beklemediği bir günde, ummadığı bir saatte gelecek, onu şiddetle cezalandıracak ve imansızlarla bir tutacaktır.
47- «Efendisinin isteğini bilip de hazırlık yapmayan, onun isteğini yerine getirmeyen köle çok dayak yiyecek.
48- Oysa bilmeden köteği hak eden davranışlarda bulunan, az dayak yiyecek. Kime çok verilmişse, ondan çok istenecek. Kime çok şey emanet edilmişse, kendisinden daha fazlası istenecektir.
49- «Ben dünyaya ateş yağdırmaya geldim. Keşke bu ateş daha şimdiden alevlenmiş olsaydı!
50- Katlanmam gereken bir vaftiz var. Bu vaftiz gerçekleşinceye dek nasıl da sıkıntı çekiyorum!
51- Yeryüzüne barış getirmeye mi geldiğimi sanıyorsunuz? Size hayır diyorum, ben ayrılık getirmeye geldim.
52- Bundan böyle bir evde beş kişi, ikiye karşı üç, üçe karşı iki bölünmüş olacak.
53- Baba oğluna karşı, oğul babasına karşı, anne kızına karşı, kız annesine karşı, kaynana gelinine karşı, gelin kaynanasına karşı olacaktır.» (Luka; 12. Bab, 22-53. Cümleler)

61 – Yine ant olsun ki, onlara sorsan: “Gökleri ve yeri kim yarattı, Güneş’i ve Ay’ı kim kontrol altına aldı?” Kesinlikle, “Allah” diyeceklerdir. O halde nasıl çevriliyorlar?
62 - Allah, kullarından dilediğine rızkı genişletir ve onun için ayarlar. Şüphesiz Allah, her şeyi en iyi bilendir.
63- Ve Ant olsun, eğer onlara sorsan: “Kim gökten suyu indirip de onunla yeryüzünü ölümünden sonra diriltti?” Kesinlikle, “Allah” diyeceklerdir. De ki: “Hamd Allah’a özgüdür.” Bilakis onların çoğu akıllarını kullanmazlar.
Bu ayetlerde Rabbimiz müşrikleri ilzam ederek evreni yaratanın, güneş ve ayı kontrol edenin, gökten su indirerek yeryüzünü onunla canlandıranın Allah olduğunu kabul etmelerine rağmen onların tevhidden yüz çevirmiş olmalarını hayret edilecek bir akılsızlık olarak ayıplamaktadır. Hayret ifadeleriyle yapılan bu kınama, tevhidden uzak olan ve tevhide karşı duran müşrikleri ikna etmek içindir.
62. ayette ise Rabbimiz rızkın da Kendi kontrolünde olduğu, onu da istediği gibi ayarladığı mesajını vermektedir.
Ve daha dün onun yerinde olmayı isteyenler, “Demek ki Allah kullarından dilediğine rızkı genişletiyor ve daraltıyor. Şayet Allah bize lütufta bulunmuş olmasaydı, bizi de yerin dibine geçirirdi. Ve demek ki inkârcılar felâh bulmuyorlar” diyerek sabahladılar. (Kasas/82)
64 – Ve bu iğreti yaşam, sadece bir eğlence ve oyundur. Şüphesiz son yurt ise kesinlikle hayatın ta kendisidir. Keşke onlar, bilmiş olsalardı.
Bu ayette, hâlihazırdaki statü ve çıkarlarını kaybetme endişesiyle tevhid inancına yönelmekten kaçınanlara açık bir uyarı mesajı vardır: Sımsıkı sarıldıkları basit hayatın gerçek yüzü hatırlatılarak insanlara dünya hayatının bir oyun ve oyalanmadan ibaret olduğu anlatılmaktadır. Dünya hayatı geçici olduğu gibi, değersizdir de… İçinde bulunulan iyi ya da kötü hallerden hiç biri ebedi değildir. Makamlar, mevkiler, zenginlik, sağlık, fakirlik, hastalık, hepsi geçicidir.
Bu ayetle insanlığa dünya hayatının sanki tiyatro sahnesiymiş gibi algılanması gerektiği; rollerin ve hallerin sürekli değişeceği; hangi rol ve halde olunursa olunsun hepsinin bir gün sona ereceği mesajı verilmektedir.
“Bilin ki, iğreti yaşam ancak bir oyun, ‘[eğlence türünden] tutkulu bir oyalama’, bir süs, kendi aranızda bir övünme [süresi ve konusu], mal ve çocuklarda bir çoğaltma yarışıdır. Bir yağmur örneği gibi; onun bitirdiği ekin ekicilerin [veya kâfirlerin] hoşuna gitmiştir, sonra kuruyuverir, bir de bakarsın ki sapsarı kesilmiş, sonra o, bir çer-çöp oluvermiştir. Ahirette ise şiddetli bir azap; Allah’tan bir mağfiret ve bir hoşnutluk [rıza] vardır. İğreti yaşam, aldanış metaından [malından, malzemesinden] başka bir şey değildir.” (Hadid/20)
Ve basit hayat [dünya hayatı], sadece eğlence ve oyundur. Son Yurt [Ahiret yurdu] ise, takvalı davrananlar için kesinlikle daha hayırlıdır. Hâlâ aklınızı kullanmaz mısınız? (En’am/32)
Ancak dinleyenler icabet eder. Ölüleri; onları da Allah diriltir. Sonra yalnızca O'na döndürülürler. (En’am/36)
De ki: “Kendinizi gördünüz mü [düşündünüz mü], Allah’ın azabı size ansızın veya açıkça gelirse, zalimler kavminden başkası mı helake uğratılmış olur?” (En’am/47)
Dünya hayatının misali, “Bizim gökten indirdiğimiz su gibidir. Ki gökten indirdiğimiz suyla insanların ve hayvanların yediği bitkiler birbirine karışmıştır. Nihayet yeryüzü süslerini takınıp süslendiği, sahipleri de kendilerinin ona gücü yetenler olduklarına inandıkları bir sırada, geceleyin veya gündüzün ona emrimiz gelivermiştir de ansızın, sanki dün orada hiçbir şenlik yokmuş gibi onu ta kökünden biçivermiştir.” Biz ayetlerimizi düşünecek bir toplum için işte böyle detaylandırırız. (Yunus/24)
Şüphesiz şu, basit hayat [Dünya hayatı] ancak bir oyun ve eğlencedir. Eğer iman eder ve takvalı davranırsanız o [Allah], size ödüllerinizi verir, sizden mallarınızı da istemez.
Eğer O [Allah], sizden onları [mallarınızı] isteyip de sizi zorlasaydı cimrilik ederdiniz. Sizin kinlerinizi de çıkarırdı.
İşte sizler, Allah yolunda harcamaya çağrılan kimselersiniz. Öyleyken sizden kimileri cimrilik ediyor. Ve kim cimrilik ederse kendi benliğinden cimrilik ediyordur. Ve Allah zengindir, siz ise fakirlersiniz. Eğer siz yüz çevirirseniz O [Allah], yerinize sizden başka bir toplum getirir. Sonra onlar, sizlin benzerleriniz olmazlar. (Muhammed/36- 39)
İşte, verilen herhangi bir şey basit hayatın kazanımıdır. Sadece dünya hayatının geçici bir menfaatidir. Allah katında bulunanlar ise; iman etmiş ve sadece Rablerine tevekkül eden kimseler, günahın büyüklerinden ve hayâsızlıktan kaçınan ve öfkelendikleri zaman bağışlayan kimseler, Rablerinin çağrısına cevap veren, salâtı ikame eden, işleri de kendi aralarında Şura [görüşme, danışma] olan, kendilerini rızıklandırdığımız şeylerden infak eden kimseler ve kendilerine bağy [bir zulüm ve saldırı] isabet ettiği zaman birbirleriyle yardımlaşan/ intikam alan kimseler için daha hayırlı ve daha kalıcıdır. (Şura/36)

Ve sen onlara basit hayatın misalini ver: O [basit hayat], gökten indirdiğimiz bir su gibidir ki, bu su sebebiyle yeryüzünün bitkileri birbirine karışmış sonra da rüzgârın savurup durduğu bir çöp kırıntısı oluvermiştir. Ve Allah her şeye muktedirdir.
Mal ve oğullar, basit hayatın süsüdür. Bakî [kalıcı] salihat ise, Rabbinin katında sevapça daha hayırlıdır, ümit bağlama yönünden de daha hayırlıdır. (Kehf/45, 46)
Kadınlara, oğullara, kantar kantar yığılmış altın ve gümüşe, salma güzel atlara, hayvanlara ve ekinlere duyulan tutkulu şehvet insanlara süslü ve çekici kılındı. Bunlar basit hayatın kazanımıdır [Zâlike metâu’l-hayati’d-dünya]. Ve Allah, varılacak güzel yer kendi katında olandır.
De ki: “Size bundan daha hayırlı olanı bildireyim mi? Takva sahibi olan kişiler için Rablerinin katında, içinde temelli kalacakları, altından ırmaklar akan cennetler, tertemiz eşler ve Allah’tan hoşnutluk vardır. Allah kulları en iyi görendir.” (Ali Imran/14, 15)
Ve Allah, dilediği kimseye rızkı genişletir de ölçülendirir de. Onlar ise basit hayat ile ferahladılar. Oysa basit hayat, ahrette sadece bir kazanımdır. (Ra’d/26)
65, 66- İşte onlar, gemiye bindiklerinde, dini yalnız Allah’a özgü kılarak O’na yalvarırlar. Sonra ne zaman ki onları karaya çıkarıp kurtardı, bir de bakarsın ki onlar, kendilerine verdiklerimize nankörlük etmek ve kazançlı çıkmak için şirk koşuyorlar. Artık onlar, yakında bilecekler.
Bu ayetlerde müşriklerin kaypaklık, nankörlük ve döneklik özelliklerine vurgu yapılarak ortak koşanların bu psikolojik zaafların pençesine çarçabuk düştükleri açıklanmaktadır. Şöyle ki: Müşrikler tehlikelerle dolu deniz yolculuklarının riskini azaltma endişesiyle gemide dini yalnız Allah’a özgü kılarak O’na yalvarırlar. Ne var ki, ayakları karaya değip kendilerini güven içinde hisseder hissetmez, çıkarları uğruna nankörlüğü tercih edip Rabblerine şirk koşmaya başlarlar. Müşrik inkârcıların deniz yolculuklarındaki bu tavırlarıyla dünya hayatlarındaki temel davranışları arasında her zaman bir paralellik vardır. “Gemideki mümin halleri” ile “karaya çıkar çıkmaz şirke yönelmeleri” arasındaki bu geçişkenlik, inkârcıların “korku” ve “menfaat düşkünlüğü” gibi iki psikolojik etken yüzünden hayattaki ahlakî savrulmalarına da işaret eder niteliktedir.
Putperestlerin denizdeki ve karadaki bu iki farklı tavırları başka ayetlerde de konu edilmiştir:
Ve denizde size bir zarar dokunduğunda, o yalvardığınız kişiler kaybolup giderler. O, müstesna [kaybolmaz]. Sonra O, sizi karaya çıkararak kurtarınca, yüz dönersiniz. Ve insan, çok nankördür! (İsrâ/67)
Ve insana sıkıntı dokunduğu zaman, yan yatarken, otururken, dikilirken Bize yalvardı. Kendisinden sıkıntısını gideriverdik mi de sanki kendisine dokunan o sıkıntı için Bize hiç yalvarmamış gibi aldırmadan geçip gitti. Haddi aşanlara yaptıkları şeyler işte böyle süslenmiştir. (Yunus/12)
Ve iyilik olarak sahip olduğunuz ne varsa, işte Allah’tandır. Sonra size bir zarar dokunduğunda, hemen yalnız O’na sığınırsınız.
Sonra, zararı sizden giderince, sizden bir gurup, kendilerine verdiklerimizi inkâr etmek/verdiklerimize nankörlük etmek için Rabblerine şirk koşarlar. – Hadi şimdi faydalanın! Fakat yakında bileceksiniz.- (Nahl/53-54)
O, sizi bir candan yaratan ve ondan da kendisine ısınsın diye eşini yapandır. Ne zaman ki o, onu örtüp bürüdü, o zaman o hafif bir yük yüklendi. Ve bununla gidip geldi. Ne zamanki zevce ağırlaştı o zaman onlar [o ikisi] Rabblerine dua ettiler: “Eğer bize sâlih [bir çocuk] verirsen, and olsun ki [kesinlikle] şükredenlerden olacağız.”
Ne zaman ki onlara [o ikisine] sâlih [bir çocuk] verdi, o ikisine verdiği şey hakkında O'nun için ortaklar kıldılar. Onların ortak koştuğu şeylerden Allah münezzehtir, yücedir. (Araf/189, 190)
67- Yoksa kıyılarında, insanların zorla kapılıp götürülmesine rağmen, orayı [Mekke’yi] güvenli harem [dokunulmaz] yaptığımızı da görmediler mi? Hâlâ batıla mı inanıyorlar ve Allah’ın nimetine nankörlük mü ediyorlar?
68- Ve Allah’a karşı yalan uyduran yahut kendisine geldiğinde, hakkı yalanlayandan daha zalim kim olabilir? Kâfirler için cehennemde bir yer mi yok!
Rabbimiz Mekkeli müşrikleri bu ayetlerde de kınamaya devam etmektedir. Çünkü onlar Rabblerinin kendilerine verdiği nimetlerin bilincinde değilmiş gibi davranmaktadırlar. Çevrelerindeki hiçbir kentin güvenliği ve bereketi yokken, ilahi program gereği Mekke “dokunulmaz” kent yapılmış, bu sayede orası hem güvenli, hem de ticaret ve ziyaret merkezi olmuştur. Bu sayede oraya bolluk ve bereket akmıştır. Bütün bunları görmezden gelmeleri hayret edilecek bir nankörlüktür.
Bu konu, İslam’ın ilk yıllarında Kureyş suresinde de gündeme getirilmişti:
Kureyş’in güvenliği esenliği için -kış ve yaz seferlerinde güvenlik esenlikleri-… Öyleyse kendilerini açlıktan kurtararak beslemiş olan ve her korkudan onları güvene kavuşturmuş olan bu Beyt’in Rabbine kulluk etsinler. (Kureyş/1-4)
Cahiliye döneminde hiçbir kabilenin güvende olmadığı bir ortamda, Mekke’deki Kureyşliler bütün bu tehlikelerden tamamen emindiler. Çünkü Mekke’ye bir düşman saldırısı olması söz konusu değildi. Kureyşliler “Kâbe’nin hizmetçileri” sıfatıyla ülkenin her tarafında serbestçe dolaşırlar, büyük veya küçük kafilelerle gittikleri herhangi bir bölgede hiçbir tacizle karşılaşmazlardı. Hatta tek başına seyahat eden bir Kureyşlinin “Ben Haremliyim” ya da “Ben Allah’ın haremindenim” demesi bile, saldırılardan kurtulması için ona yeterli bir güvence sağlardı.
Kureyşliler, Kâbe’ye hacc ve umre için gelen binlerce insana verilen hizmetleri kendi aralarında paylaşmışlardı. Her sülâlenin belirli bir görevi vardı. Kâbe’nin bekçiliği, bakıcılığı, hacılara su dağıtımı, hacılara yardım, hacılara para toplama, yemek yedirme, hacıların mahkemeleşmesi gibi birçok iş Kureyş tarafından yapılmaktaydı. Bu kutsal turizm, Kureyşlilere tarifi zor bir üstünlük ve saygınlığın yanında, bol kazanç da sağlıyordu. Ne var ki, Kureyşlilerin Mekke’de sürdükleri bu sefa onların kendi gayretlerinin değil, Allah’ın Kâbe ile ilgili plânlarının bir sonucuydu.
Bu konu daha evvel Kureyş suresinin tahlilinde ele alındığından, detayın oradan (Tebyinü’l-Kur’an; c: 1, s: 581-585) okunmasını öneriyoruz:
69 – Ve Biz, Bizim yolumuzda gayret gösterenleri, elbette Kendi yollarımıza kılavuzlayacağız. Ve şüphesiz Allah muhsinlerle [iyilik-güzellik üretenlerle] beraberdir.
Bu ayet, surede verilen mesajların tümünü içermektedir. Allah yolunda gayret sarf edenler, Allah’ın nimetlerine ulaşan yollara mutlaka kılavuzlanacaktır. Allah iyilik güzellik üretenler ile beraberdir. Onlara dünyada ve ahirette rahmet edecektir.
Bunun üzerine Rableri onlara karşılık verdi: "Şüphesiz Ben, sizden erkek olsun, kadın olsun -Ki bazınız bazınızdandır [hepiniz aynısınızdır]- çalışanın amelini zayi etmem. Binaen aleyh göç edenler, yurtlarından çıkarılanlar, Benim yolumda eziyet edilenler, savaşanlar ve öldürülenler; elbette onlardan kötülüklerini örteceğim ve Allah katından bir sevap olarak, onları altından ırmaklar akan cennetlere koyacağım. Ve Allah, sevabın güzeli Kendi katında olandır. (Al-i Imran/195)
“Kuşkusuz şu inanan ve hicret edenler, Allah yolunda mallarıyla, canlarıyla savaşanlar ve barındırıp yardım edenler, evet işte bunlar, bazısı bazısının velisi olanlardır. İnanan ve hicret etmeyenlere gelince, hicret edene kadar, onlara yakınlık söz konusu değildir. Ve din uğrunda yardım isterlerse, aranızda antlaşma bulunan bir halk zararına olmaksızın, onlara yardım etmeniz gerekir. Ve Allah yaptıklarınızı çok iyi görür.” (Enfal/72)
Ve zulme uğradıklarından sonra Allah yolunda hicret eden kişiler; kesinlikle Biz onları; şu sabretmiş ve sadece Rablerine tevekkül eden kimseleri bu dünyada güzel bir şekilde yerleştireceğiz. Ötekinin [ahiretin] ücreti ise daha büyüktür. Keşke onlar, bilselerdi. (Nahl/41)
Sonra şüphesiz senin Rabbin, eziyet edildikten sonra hicret eden, sonra cihad eden ve sabreden kimseler içindir. Şüphesiz senin Rabbin bundan sonra kesinlikle çok bağışlayıcıdır, çok merhametlidir. (Nahl/110)

Allah, doğrusunu en iyi bilendir.
ÖmerFurkan isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla