Konu: Cuma Suresi
Tekil Mesaj gösterimi
Alt 9. August 2010, 12:02 AM   #1
Taner
Site Yöneticisi
 
Üyelik tarihi: Jan 2009
Bulunduğu yer: Istanbul
Mesajlar: 234
Tesekkür: 60
55 Mesajina 155 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
Taner will become famous soon enoughTaner will become famous soon enough
Standart Cuma Suresi

110 (62). Cuma Suresi


https://youtu.be/6-MFYZzCyOE Hakkı Yılmaz Kuran ve İslam 482. Bölüm. Cuma Suresi 1. Bölüm.
MEDENÎ, 11 ÂYET

GİRİŞ

Adını 9. âyetteki الجمعة[el-cumu‘a] sözcüğünden alan sûrenin, Medîne'de 110. sırada indiği kabul edilir. Âyetlerde gönderme yapılan konulara göre ilk 8 âyetin, hicrî 7. yılda ve muhtemelen Hayber fethinde yahut biraz sonra nâzil olduğu, son 3 âyetin de hicretten kısa bir zaman sonra nâzil olduğu söylenebilir.

Bu sûre ilk önce Allah'ın sübhân oluşu; evrendeki her varlığın, Allah'ın eksikliklerden münezzeh olduğunu bildirdiklerinin beyânıyla başlamakta, ardından peygamberlerin sonuncusu Muhammed'in peygamber olarak gönderilişi, Yahûdilerin tutarsızlıkları ve aşağılık konumları açıklanmakta, sonra da hakk dinin olmazsa olmazı olan salât ve salâtın ikâmesi konu edilmektedir.


RAHMÂN, RAHÎM ALLAH ADINA

MEAL:

1. Göklerde ve yeryüzünde olan şeyler, melik, kuddûs, azîz ve hakîm Allah'ı tesbih ederler.

2-3. O, Ümmiler [Anakentliler] içinde, kendilerinden olan ve onlara [Anakentlilere] ve henüz onlara katılmamış olan onlardan başkalarına Allah'ın âyetlerini okuyan, onları arındıran, onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir elçi gönderendir. –Onlar, önceden apaçık bir sapıklık içinde olsalar da.– Ve O, azîz'dir, hakîm'dir.

4. Bu [elçi gönderimi], Allah'ın, dilediği kişiye verdiği lütfudur. Ve Allah, büyük lütuf sahibidir.

5. Kendilerine Tevrât yükletilip de sonra onu taşımayan kimselerin durumu, kitaplar taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah'ın âyetlerini yalanlayan toplumun misali ne kötüdür! Ve Allah, zâlimler toplumuna hidâyet etmez.

6. De ki: “Ey Yahûdileşmiş kimseler! Eğer insanlar arasında yalnız kendinizin Allah'ın velîleri olduğuna inanıyorsanız, eğer doğru kimseler iseniz hemen ölümü isteyin.”

7. Oysa onlar, ellerinin önden gönderdiği şeyler yüzünden, onu [ölümü] asla istemezler. Ve Allah, zâlimleri çok iyi bilendir.

8. De ki: “Şüphesiz sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, mutlaka size kavuşacaktır. Sonra görünmeyeni ve görüneni bilene döndürüleceksiniz. O, size yapmış olduğunuz şeyleri haber verecektir.”

9. Ey iman etmiş kişiler! Toplantı günü salât için seslenildiği zaman, Allah'ın anılmasına hemen koşun, alış-verişi bırakın. Eğer bilirseniz, işte bu, sizin için daha hayırlıdır.

10. Sonra da salât gerçekleştirildiğinde hemen yeryüzünde dağılın ve Allah'ın lütfundan arayın. Ve felâh bulmanız [zafer kazanmanız, durumunuzu korumanız] için Allah'ı çok anın.

11. Ve onlar bir ticaret ve eğlence gördükleri zaman ona gittiler ve seni ayakta bıraktılar. De ki: “Allah'ın yanında bulunan şeyler, eğlenceden ve ticaretten hayırlıdır. Ve Allah, rızık verenlerin en hayırlısıdır.”

TAHLİL:

1. Göklerde ve yeryüzünde olan şeyler, melik, kuddûs, azîz ve hakîm Allah'ı tesbih ederler.

2-3. O, Ümmiler [Anakentliler] içinde, kendilerinden olan ve onlara [Anakentlilere] ve henüz onlara katılmamış olan onlardan başkalarına Allah'ın âyetlerini okuyan, onları arındıran, onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir elçi gönderendir. –Onlar, önceden apaçık bir sapıklık içinde olsalar da.– Ve O, azîz'dir, hakîm'dir.

4. Bu [elçi gönderimi], Allah'ın, dilediği kişiye verdiği lütfudur. Ve Allah, büyük lütuf sahibidir.

Sûrenin girişini oluşturan, Göklerde ve yeryüzünde olan şeyler, melik, kuddûs, azîz ve hakîm Allah'ı tesbih ederler. O, Ümmiler [Anakentliler] içinde, kendilerinden olan ve onlara [Anakentlilere] ve henüz onlara katılmamış olan onlardan başkalarına Allah'ın âyetlerini okuyan, onları arındıran, onlara kitabı ve hikmeti öğreten bir elçi gönderendir. –Onlar, önceden apaçık bir sapıklık içinde olsalar da.– Ve O, azîz'dir, hakîm’dir. Bu [elçi gönderimi], Allah'ın, dilediği kişiye verdiği lütfudur. Ve Allah, büyük lütuf sahibidir paragrafıyla, Allah Kendisini ve Elçisi'ni tanıtmaktadır.

Buradaki Ümmiler, ifadesi “Anakentliler” demek olup bununla “Mekkeliler” kastedilmektedir. Mekke'ye, “el-Ümm” (aslı, ümmü'l-kura'dır) denilmesiyle ilgili detaylı açıklama yapmıştık.[1]

Âyetteki, Ve henüz onlara katılmamış olan onlardan başkalarına ifadesiyle de, Rasûlullah'tan sonraki insanlar kastedilmektedir. Çünkü Rasûlullah'ın elçiliği, muayyen bir zaman, mekan/coğrafya ve insanlarla sınırlı olmayıp evrenseldir:

Onlar ki, onlara iyiyi emreden ve onları kötülüklerden alıkoyan, temiz ve hoş şeyleri kendilerine helâl kılan, murdar ve kötü şeyleri de üzerlerine haram kılan, sırtlarından ağır yükleri, üzerlerindeki bağları ve zincirleri indiren, yanlarındaki Tevrât ve İncîl'de yazılmış bulacakları o Ümmî Peygamber, o Elçi'ye uyarlar. O hâlde, o'na iman eden, o'na kuvvetle saygı gösteren, o'na yardımcı olan ve o'nun ile birlikte indirilen nûru izleyen kimseler var ya, işte onlar kurtuluşa erenlerin ta kendileridir. De ki: “Ey insanlar! Şüphesiz ben, göklerin ve yerin mülkü Kendisinin olan, Kendisinden başka hiçbir ilâh bulunmayan, hem dirilten hem öldüren Allah'ın, size, hepinize gönderdiği elçiyim. O hâlde doğru yolu bulmanız için Allah'a ve O'nun sözlerine iman eden, Ümmî Peygamber olan Elçisi'ne iman edin ve o'na uyun.” (A‘râf/157-158)

De ki: “Tanıklık bakımından hangi şey daha büyüktür?” De ki: “Benimle sizin aranızda Allah tanıktır. Ve sizi ve ulaşan herkesi kendisiyle uyarayım diye bana bu Kur’ân vahyolundu. Allah'la beraber gerçekten başka ilâhlar olduğuna siz gerçekten tanıklık eder misiniz?” De ki: “Ben etmem.” De ki: “O, ancak ve ancak bir tek ilâhtır ve kesinlikle ben, sizin ortak tuttuğunuz şeylerden uzağım.” (En‘âm/19)

Biz seni de ancak, âlemler için bir rahmet olarak/rahmet için gönderdik. (Enbiyâ/107)

Âlemlere uyarıcı olsun diye kuluna Furkân'ı [ayırıcı'yı] indiren ne cömerttir [ne bol nimet verendir]! (Furkân/1)

Ve Biz seni ancak bütün insanlara müjdeleyici ve uyarıcı olarak gönderdik; velâkin insanların çoğu bilmiyorlar. (Sebe/28)

4. âyette ise, elçiliğin Allah'ın bir lütfu olduğu, kimsenin kendini veya bir başkasını elçi tayin etmesinin mümkün olmadığı vurgulanmaktadır. Bunun bir benzeri daha evvel de geçmişti:

Yine onlar, “Bu Kur’ân, şu iki şehirden bir büyük adama indirilmeli değil miydi?” dediler. Rabbinin rahmetini onlar mı paylaştırıyorlar? Şu basit hayatta [dünya hayatında] onların geçimliklerini aralarında Biz paylaştırdık Biz. Birbirlerine işlerini gördürsünler diye Biz onların bir kısmını bir kısmının üzerine derecelerle yükselttik. Ve Rabbinin rahmeti onların biriktirdikleri şeylerden daha hayırlıdır. (Zuhruf/31-32)

5. Kendilerine Tevrât yükletilip de sonra onu taşımayan kimselerin durumu, kitaplar taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah'ın âyetlerini yalanlayan toplumun misali ne kötüdür! Ve Allah, zâlimler toplumuna hidâyet etmez.

6. De ki: “Ey Yahûdileşmiş kimseler! Eğer insanlar arasında yalnız kendinizin Allah'ın velîleri olduğuna inanıyorsanız, eğer doğru kimseler iseniz hemen ölümü isteyin.”

7. Oysa onlar, ellerinin önden gönderdiği şeyler yüzünden, onu [ölümü] asla istemezler. Ve Allah, zâlimleri çok iyi bilendir.

8. De ki: “Şüphesiz sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, mutlaka size kavuşacaktır. Sonra görünmeyeni ve görüneni bilene döndürüleceksiniz. O, size yapmış olduğunuz şeyleri haber verecektir.”

Bu âyetlerde, elçi göndermenin Allah'ın bir lütfu olduğu vurgulanarak, bu hususta hevâları doğrultusunda beklentiye giren Yahûdiler kınanmaktadırlar: Kendilerine Tevrât yükletilip de sonra onu taşımayan kimselerin durumu, kitaplar taşıyan eşeğin durumu gibidir. Allah'ın âyetlerini yalanlayan toplumun misali ne kötüdür! Ve Allah, zâlimler toplumuna hidâyet etmez.

Âyetlerden anlaşılacağı üzere Allah Yahûdilere Tevrât'ı indirmiş ve onun içindeki ilkeleri uygulamalarını emretmiş; onlar ise Tevrât'ı uygulamamış; böylece de, içinde ne olduğunu bilmeden kitap taşıyan eşek konumuna düşmüşlerdir.

Bundan sonra da kendilerine, Ey Yahûdileşmiş kimseler! Eğer insanlar arasında yalnız kendinizin Allah'ın velîleri olduğuna inanıyorsanız, eğer doğru kimseler iseniz hemen ölümü isteyin diye meydan okunmuş, onların, ellerinin önden gönderdiği şeyler yüzünden ölümü asla istemeyecekleri beyân edilmiştir. Sonra yine onlar, Şüphesiz sizin kendisinden kaçtığınız ölüm, mutlaka size kavuşacaktır. Sonra görünmeyeni ve görüneni bilene döndürüleceksiniz. O, size yapmış olduğunuz şeyleri haber verecektir diye uyarılmıştır.

Yahûdilerin mesnetsiz iddiaları değişik sûrelerde zikredilmiştir:

Bir de onlar [inananları Yahûdileştirmek, Hristiyanlaştırmak isteyenler], “Yahûdi ve Hristiyanlardan başkası asla cennete giremeyecek” dediler. Bu, onların kendi kuruntularıdır. De ki: “Eğer doğru kimseler iseniz, delilinizi getirin.” (Bakara/111)

Ve onlar dediler ki: “Sayılı birkaç gün dışında ateş bize asla dokunmayacaktır.” De ki: “Allah'tan bir ahit [garanti] mi aldınız? Allah, ahdine asla ters düşmez. Yoksa siz Allah'a karşı bilmediğiniz şeyleri mi söylüyorsunuz?” (Bakara/80)

Bu, onların, “Ateş bize sayılı birkaç gün dışında asla dokunmayacaktır” demeleri nedeniyledir. Onların uydurmuş oldukları şeyler de, dinlerinde kendilerini aldatmaktadır. Peki, kendisinde hiç şüphe olmayan o günde onları bir araya topladığımız ve hiç kimseye hakksızlık edilmeden herkese kazandıkları şeyler tamamen ödendiği zaman nasıl olacaktır? (Âl-i İmrân/24-25)

Ve Yahûdiler, Hristiyanlar, “Biz Allah'ın oğullarıyız ve O'nun sevgilileriyiz” dediler. De ki: “Madem öyle niçin günahlarınız sebebiyle O [Allah] size azap ediyor?” Bilakis, siz O'nun yaratıklarından birer beşersiniz. O dilediği kişiyi bağışlar, dilediğine azap eder. Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunan her şeyin mülkü de Allah'ındır. Dönüş de yalnızca O'nadır. (Mâide/18)

Onların durumu, eşeklerin durumundan daha kötüdür. Zira, eşeğin akletme ve tefekkür etme gücü yoktur. Bunlara ise Allah akıl, fikir, zeka ve anlayış lütfetmiş, fakat onlar bu nimetleri kullanmamışlardır:

Ve andolsun ki, cinnden ve insten [tanıdığınız-tanımadığınız] bir çoğunu cehennem için yarattık; onların kalpleri vardır, onlarla anlamazlar. Gözleri vardır, onlarla görmezler. Kulakları vardır, onlarla işitmezler. İşte onlar dört ayaklı hayvanlar gibidirler. Hatta daha da sapıktırlar. İşte onlar gâfillerin [duyarsızların] ta kendileridir. (A‘râf/179)

Bu âyetlerdeki Yahûdi karakteri, Bakara sûresi'nde deşifre edilmiş ve Rasûlullah'ın bu kitlenin gerçek yüzünü tanıması sağlanmıştı:

Ve hani Biz, sizin mîsâkınızı almıştık: Kanlarınızı dökmeyeceksiniz, kendilerinizi yurtlarınızdan çıkarmayacaksınız. Sonra siz tanıklık ederek ikrar verdiniz. Sonra siz, işte o kimselersiniz; nefislerinizi öldürüyorsunuz ve sizden bir grubu yurtlarından çıkarıyorsunuz. Onların aleyhinde günah ve düşmanlıkta yardımlaşıyorsunuz. Eğer onlar size esir olarak gelirlerse de onlar için fidyeleşirsiniz. Hâlbuki o, onların çıkarılmaları size harâmlaştırılmıştır. Peki, siz Kitab'ın bir kısmına inanıp da bir kısmını inkâr mı ediyorsunuz? Şu hâlde içinizden böyle yapanların alacağı karşılık, dünya hayatında bir rüsvaylıktan başka nedir? Kıyâmet günü de azabın en şiddetlisine uğratılırlar. Allah, yaptıklarınızdan gâfil [duyarsız] değildir. İşte onlar, âhiret karşılığında basit yaşamı satın almış kimselerdir. Artık bunlardan azap hafifletilmez, onlar yardım da olunmazlar. Ve andolsun ki, Mûsâ'ya Kitab'ı verdik. Ve o'ndan sonra birbiri ardı sıra elçiler gönderdik. Meryem oğlu Îsâ'ya da açık açık deliller verdik ve kendisini Rûhu'l-Kudüs ile güçlendirdik. Peki siz, bir elçinin size, nefislerinizin hoşlanmadığı bir şey getirdiği her seferinde büyüklük tasladınız mı?! Sonra da bir kısmını yalanladınız, bir kısmını da öldürüyorsunuz. Ve onlar, “Bizim kalplerimiz kılıflıdır [örtülüdür]” dediler. Aksine; Allah, inkârlarından dolayı onları lânetlemiştir. Bundan dolayı pek azı iman eder! Onlara Allah katından kendileri ile birlikte olanı tasdik eden bir kitap gelince de –ki bunlar daha önceleri inanmayanlara karşı zafer kazanmak istemişlerdi de o tanıdıkları kendilerine gelmişti– onu inkâr ettiler. Artık Allah'ın lâneti kâfirler üzerinedir. Onların, kendilerini karşılığında sattıkları şey, Allah'ın kullarından dilediğine Kendi lütfundan indirmesini kıskanarak, Allah'ın indirdiği şeyleri inkâr etmeleri ne çirkindir! İşte bu yüzden gazap üstüne gazaba uğradılar. Küçültücü azap da yalnızca kâfirler içindir. Ve onlara, “Allah'ın indirdiğine iman edin” denildiği zaman, onlar, “Biz, kendimize indirilene iman ederiz” dediler. Ve onlar, o [Allah'ın indirdiği], kendilerinin beraberindekileri doğrulayan bir hakk olmasına rağmen, ondan [kendilerine indirilenlerden] ötesini inkâr ediyorlar. De ki: “Peki eğer mü’minler idiyseniz, niçin daha önce Allah'ın peygamberlerini öldürüyorsunuz?” Ve andolsun ki Mûsâ size açık-seçik kanıtlarla gelmişti. Sonra siz, zâlimler olarak arkasından buzağıyı [altının ilâhlığını] edindiniz. Ve hani sizden mîsâk almış ve Tûr'u üstünüze yükseltmiştik: “Size verdiğimizi [Kitab'ı] kuvvetlice alın ve dinleyin.” Demişlerdi ki: “Dinledik ve isyan ettik/iyice sarıldık.” Ve inkârları yüzünden buzağı [altının ilâhlığı] kalplerine içirilmişti. De ki: “Eğer inananlar iseniz, inancınızın size emrettiği şey ne çirkindir!” De ki: “Allah yanında ‘son yurt’ başkalarının değil de yalnızca sizin için ise, eğer doğrulardan iseniz haydi hemen ölümü temenni ediniz.” Hâlbuki elleriyle işledikleri yüzünden onu ebediyyen temenni etmezler. Allah ise o zâlimleri çok iyi bilendir. Ve sen kesinlikle onları insanların yaşamaya en hırslısı; şirk koşmuş olan kimselerden de daha hırslı bulacaksın. Onların her biri bin sene ömürlendirilmeyi arzular, oysa ömürlenmek kendisini azaptan uzaklaştırıcı değildir. Allah, onların yapmakta oldukları şeyleri çok iyi görücüdür. De ki: “Kim cibrîl'e düşmansa, bilsin ki şüphesiz Allah onu [cibrîl'i], Kendisinin bilgisi gereği, iki eli arasındakiler doğrulayıcı, inananlar için bir yol gösterme ve müjde olarak, senin kalbine indirmiştir. Kim ki, Allah'a, meleklerine, elçilerine, cibrîl'e, mîkâl'e düşman olursa bilsin ki, şüphesiz Allah da inkârcılara düşmandır.” Ve andolsun ki, Biz sana açık açık âyetler indirdik. Bunları da fâsıklardan başkası inkâr etmez. Onlar [fâsıklar], ne zaman bir ahd üzerine antlaşma yapsalar, onlardan bir grup onu atıvermedi mi? Aslında onların çoğu iman etmiyorlar. Ve ne zaman Allah tarafından onlara, yanlarındaki kitabı tasdik edici bir elçi geldi, daha önce kendilerine kitap verilen kimselerden bir grup, sanki bilmezlermiş gibi Allah'ın kitabını sırtlarının arkasına attılar. (Bakara/84-101)

Ve Allah, o küfreden kişileri herhangi bir hayra ulaşmadan kinleriyle geri çevirdi. Ve Allah, mü’minlere savaşta kâfi geldi. Ve Allah kavî'dir [çok güçlüdür], azîz'dir [mutlak üstün olandır]. (Ahzâb/25)

İşte siz öyle kimselersiniz ki, onları seversiniz, oysa onlar sizi sevmezler, siz kitabın hepsine inanırsınız, onlarsa sizinle buluştukları zaman “İnandık” derler, başbaşa kaldıkları zaman da size olan kinlerinden dolayı parmaklarının uçlarını ısırırlar. De ki: “Kininizle ölün [geberin]!” Şüphesiz ki Allah göğüslerin özünü [gönülleri] en iyi bilendir. (Âl-i İmrân/119)

Bu gerçekler karşısında dayatanlara çeşitli âyetlerde meydan okunmuştur:

Sana bilgiden geldikten sonra artık kim bu konuda seninle tartışırsa hemen, “Gelin, oğullarımızı ve oğullarınızı, kadınlarımızı ve kadınlarınızı, kendimizi ve kendinizi çağıralım, sonra da lanetleşelim de Allah'ın lanetini yalancılar üzerine kılalım” de. (Âl-i İmrân/61)

De ki: “Kim sapıklık içinde olursa, Rahmân ona uzattıkça uzatır [mühlet verir].” Nihâyet kendilerine vaat edileni; amma azabı, amma Sâ‘at'i [kıyâmetin kopuşunu] gördükleri vakit, artık onlar kimin makamca-mevkice daha şerli ve askerce [destekçe, kuvvetçe] daha zayıf olduğunu bilecektir. (Meryem/75)

Kendilerine, “Elinizi çekin, salâtı ikâme edin, zekâtı verin” denilenleri görmedin mi? Sonra savaş üzerlerine yazıldığında, onlardan bir grup, Allah'ın haşyeti gibi yahut haşyetçe daha şiddetli olarak insanlara haşyet duyarlar. Ve “Rabbimiz! Ne diye savaşı üzerimize yazdın, bizi yakın bir zamana ertelemeli değil miydin?” dediler. De ki: “Dünyanın kazanımı, çok azdır. Âhiret ise muttakiler için daha hayırlıdır ve siz ‘bir hurma çekirdeğindeki ipince bir iplik kadar’ bile hakksızlığa uğratılmayacaksınız. Her nerede olursanız olun ölüm size yetişir, son derece sağlam kaleler içinde bulunsanız bile.” Ve onlara bir iyilik isabet ederse, “Bu, Allah'tandır” derler, bir kötülüğe uğrarlarsa, “Bu, sendendir” derler. De ki: “Hepsi Allah'tandır.” Bunlara rağmen bu topluma ne oluyor ki, hepten söz anlamaz olayazıyorlar? (Nisâ/77-78)

9. Ey iman etmiş kişiler! Toplantı günü salât için seslenildiği zaman, Allah'ın anılmasına hemen koşun, alış-verişi bırakın. Eğer bilirseniz, işte bu, sizin için daha hayırlıdır.

10. Sonra da salât gerçekleştirildiğinde hemen yeryüzünde dağılın ve Allah'ın lütfundan arayın. Ve felâh bulmanız [zafer kazanmanız, durumunuzu korumanız] için Allah'ı çok anın.

Bu âyetlerde Müslümanlara, varlıklarını sürdürmenin yolu gösterilmektedir: Mü’minler, kendilerine bir toplantı günü belirlemeli; “toplantı günü” salât için seslenildiği zaman, da hemen Allah'ın anılmasına koşmalı, alış-verişi bırakmalıdırlar. Bu, mü’minler için en yararlı şeydir.

Burada alış-veriş ile, “tüm işler” kastedilmiştir. Alış-verişin zikredilmesi, insanların alış-verişi en önemli iş saymalarındandır.

Salât, ilâhî dinlerin olmazsa olmazıdır. İlk peygamberden son Peygamber'e kadar bütün peygamberler salâtı tebliğ etmiştir. O nedenle salâtın asla ihmal edilmemesi gerekir:

Allah'ın, yükseltilmesine, içersinde Kendi isminin zikredilmesine izin verdiği evlerde, sabah-akşam [sürekli] Kendisini tesbih eden öyle er kişiler vardır ki, ticaret ve alış-veriş Allah'ı anmaktan, salâtı ikâme etmekten ve zekât vermekten onları alıkoymaz. Onlar, Allah, kendilerine işledikleri amellerin en güzeli ile karşılık versin ve kendilerine lütfundan artırsın diye kalplerin ve gözlerin ters döndüğü bir günden korkarlar. Ve Allah, dilediği kişileri hesapsız rızıklandırır. (Nûr/36-38)

Ey iman etmiş kimseler! Mallarınız ve çocuklarınız sizi Allah'ı anmaktan alıkoymasın. Böyle bir şeyi kim yaparsa, artık işte onlar, hüsrana uğramışların ta kendileridir. (Münâfıkûn/9)

Buradaki salât, –daha evvel de açıkladığımız gibi– “namaz” değildir. Salât ile ilgili Ankebût sûresi'nin sonunda yaptığımız açıklamanın Cum‘a bölümünü aktarıyoruz:

EN HAYIRLI SALÂT

[ES-SALÂTU'L-VUSTÂ]:

CUM‘A

Salâtları ve en hayırlı salâtı muhafaza edin [el birlik koruyun] ve Allah için sürekli saygıda durarak kalkın [işe koyulun; eğitim-öğretim ve sosyal yardım kurumunu işletin]. Ama, eğer korktuysanız, o zaman yaya veya binekli olarak giderken işe koyulun. Sonra da güvene erdiğinizde bilmediğiniz şeyleri size öğrettiği gibi Allah'ı hemen zikredin [salâtlarınızı yine her zamanki gibi huşû ile ikâme edin]. (Bakara/238-239)

Bu âyette geçen الصّلوة الوسطى [es-salâtu'l-vustâ] ifadesi, Müslümanlar arasında çok tartışılmasına rağmen bugüne kadar net bir şekilde açıklığa kavuşturulamamıştır. Bu ifadenin, “orta namaz” olarak anlaşılmasında bir mutabakat olmasına karşılık, “orta namaz” ile hangi namazın kastedildiği hususunda 40 civarında rivâyet ve 19 farklı görüş ortaya çıkmıştır. الصّلوة الوسطى [es-salâtu'l-vustâ], kimine göre “sabah namazı”, kimine göre “öğle namazı”, kimine göre de “ikindi namazı”dır. Sonuç olarak, es-salâtu'l-vustâ hususunda, ne salât'ı “namaz” olarak değerlendiren klâsik anlayışla, ne de sorgulayıcı zihniyetin mantıkî yaklaşımlarıyla, herkesin kabul edebileceği bir sonuca ve gerçeğe ulaşılamamıştır.

Biz de, derin bir araştırma yapmadığımız bu konuda, mevcut görüşlerden en sağlamını doğru olarak kabul etmek durumunda kalmıştık. Ancak, Kur’ân ve dil yönünden yaptığımız çalışmalar, meseleyi daha iyi anlamamıza sebep oldu ve ulaştığımız sonucu burada paylaşıyoruz.

Şunu hemen belirtelim ki biz, Peygamberimizin ve ilk Müslümanların salâtu'l-vustâ'nın ne olduğunu gâyet iyi bildikleri kanaatindeyiz. Çünkü salâtu'l-vustâ hakkında Peygamberimiz ve sahabe döneminde ne Peygamberimize bir soru yöneltilmiş, ne de bir tartışma meydana gelmiştir.

Konunun tahliline başlarken, öncelikle âyetlerdeki ifadelerle ilgili olarak iki hususun göz önüne alınması gerekir:

1) Âyetteki الصّلوة الوسطى [es-salâtu'l-vustâ], muarref [belirtili] bir sıfat tamlamasıdır. Bir başka ifade ile sıfat ve mevsuf, lam-ı tarifli olup nekre [belgisiz] değildir. Yani, muarref bir ifade olan salâtu'l-vustâ, özel isim konumunda olup herkesin bildiği bir salâttır.

2) Âyetteki, Salâtları ve salâtu'l-vustâ'yı koruyun ifadesinde, iki mef‘ul [tümleç; belirtili nesne] bulunduğundan, salâtu'l-vustâ'nın, bildiğimiz salâtlardan başka bir salât olduğu anlaşılmaktadır. Bu yüzden, salâtu'l-vustâ'yı, günlük salâtlardan biri olarak kabul etmek bir hatadır.
Taner isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla