Tekil Mesaj gösterimi
Alt 28. January 2010, 03:13 AM   #4
dost1
Site Yöneticisi
 
dost1 - ait Kullanıcı Resmi (Avatar)
 
Üyelik tarihi: Sep 2008
Mesajlar: 3.016
Tesekkür: 3.567
1.083 Mesajina 2.384 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 100000
dost1 is on a distinguished road
Standart

Selamun Aleykum! Değerli Kardeşlerim!
Adını bilmediğimiz bu kardeşimiz “lâiklik” yazısında birtakım çıkarımlarda bulunmuş.

“Lâiklik, esas itibarıyla; din, akîde, düzen ve sosyal hayatın tümüyle Allah'tan alınması tezini teklif ve emreden İslâm'ın tam karşısında yer almaktadır… “

“Lâiklik, esas itibarıyla şeytana ibâdetin genel adıdır… “

“Lâiklik de, diğer beşerî rejimler gibi şeytana ibâdet yollarından bir yoldur…”

“Günümüzdeki lâiklerle Mekke devrindeki câhiliyye mensubu insanlar arasında temelde pek bir fark yoktur. Çağdaş lâikler, 14 asır önceki müşriklerin halefleridir… “

“Kur'an, hukuk belirleme konumunda başka birtakım varlıkların kabul edilmesini, o varlıkları Allah'a şirk koşmak olarak değerlendirmektedir… “

“İnsanın Allah'tan müstağnî olması, O'na şu ya da bu şekilde muhtaç olmadığının iddiası diye de ifade edilebilecek olan lâiklik, her bakımdan bir çıkmazdır, her yönüyle bir tutarsızlıklar yığınıdır…”

“Lâiklerin: "din gibi kutsal bir değeri, siyaset gibi bir çamura bulaştırmamak gerekir" şeklindeki dini himâye eden havârilikleri, en hafifinden bir riyâkârlık, iki yüzlülük olarak değerlendirilmelidir. Bu sahtekârlara demek gerekir ki: …”

Kardeşimizin bu yazısındaki çıkarımlarına göre Allah resulunun bu alemden ayrılmasından sonra iş başına geçen halifeler lâik,müşrik oluyorlar. Neden mi?
Birinci Halife Ebubekir Kur’an’daki açık hükümlere rağmen Peygamberin evladını mirasdan mahrum bırakmışdır.
İkinci halife Ömer Kur’an’ın açık hükmüne rağmen boşanma ile ilgili yeni hükümler getirmiş,Zina yapana zina cezasını uygulamamış ,hırsızlık yapanın ellerini kestirmemiştir. Emevi ,Abbasi,Selçuklu,Osmanlı vb dönemlerdekileri hiç saymıyorum.
Yazıyı yazan kardeşimize göre bunlar hem Lâik hem müşrik oluyorlar. Öyle midir?

Değerli Kardeşlerim Laiklik üzerine yapılan akademik bir çalışmayı sizlerle paylaşmak istiyorum.

TÜRKiYE CUMHURiYETiNiN DEVLETiNiN MESRUiYETi TEMELi OLARAK LAiKLiK
Secularism as a Legitimate Base of Turkish Republic
Prof. Dr. Zeki HAFIZOĞULLARI

Bana Türkiye Cumhuriyeti devletinin niteliklerini anlatma fırsatını veren
siz seçkin kisilere gönülden tesekkür ederim.
Türkiye Cumhuriyeti basta tarihi olmak üzere birçok açıdan değerlendirilebilir.
Benim isim hukuk.
Madem beseri her faaliyetin içinde cereyan ettiği ortam hukuktur,madem hukuk toplumun üst yapısıdır, yahut toplumun kendisini bir ifadesi biçimidir, cumhuriyeti bu açıdan, yani kendisine vücut veren hukukunun niteliğine bakarak değerlendirmek istiyorum.

Bir toplumun, toplumun siyasal tezahürü devletin, devletin hukukunun kaynağı, yani mesruiyetini kazandığı temel değer ya ilahi irade ya da beseri irade olmaktadır.
Mesruiyetinin kaynağı ilahi irade olan toplumsal-siyasal-hukuksal düzenler teokratik düzenler, mesruiyetinin kaynağı beseri irade olan toplumsal- siyasal –hukuksal düzenler laik/seküler düzenlerdir.
İs bu metin, 27.10.2007 tarihinde, konferans olarak, huzurlarında düsüncelerimi açıklamak
fırsatını veren, bundan ötürü tesekkür borçlu olduğum çok değerli seçkin kisilere
sunulmustur.

Ankara Üniversitesi Hukuk Fakültesi Emekli Öğretim Üyesi; Baskent Üniversitesi Hukuk
Fakültesi Öğretim Üyesi.
HAFIZOĞULLARI AÜHFD Yıl 2008
316
Bunun ikisinin arası, karması yoktur.
Günümüzde teokratik düzenler, genel olarak hanedancı parlamenter düzenlerden, cumhuri parlementer düzenlere giden bir çizgi izlemektedirler.
Bu akıs içerisinde, aksi söylenmekle birlikte, Osmanlı İmparatorluğu devleti, 1876 anayasasına göre, padisahlığa dayalı teokratik- parlamenter bir devlettir.

Laik/seküler toplumsal-siyasal-hukuksal düzenler, kamu hürriyetlerinin,bugün insan haklarının düzeyi esas olmak üzere totaliter, otoriter, demokratik toplumsal-siyasal-hukuksal düzenler olarak tasnif edilebilmektedirler.
Toplumun akti bir veri olduğu esasına dayalı mesruti parlamenter düzenlere seküler düzenler denmektedir.
Bunun en bilinen örneği İngiltere’dir.

II
Bu iki kristalize toplumsal-siyasal-hukuksal düzen arasında Türk toplumunun, devletinin, hukukunun konumu onun niteliğini belirlemektedir.Bu açıdan bakıldığında Türkiye ahalisinin, bu ahalinin siyasal tezahürü olan Türkiye Cumhuriyeti devletinin, devletin hukukunun temelini hukuk devrimi olusturmaktadır.
Benzerleri arasında özgün bir kimlik olusturan Türkiye Cumhuriyetini anlamak hukuk devrimini anlamakla mümkündür.
Hukuk devrimi, kurtulus savasını baslatan, bitiren, düsmanları ile barıs anlasmaları yapan, cumhuriyet ilan eden, devrimleri gerçeklestiren temel kurucu bir iradedir.
Bu iradenin mesruiyet temeli laikliktir.
Köklerine antik çağda da rastlandığı ileri sürülmekle birlikte, bir çağı kapatarak bir çağı açan laiklik düsüncesi, ümanızma, rönesans, reform ve aydınlanma ikliminde olusmustur.
Toplumların hayatında laiklik insanlığın en büyük bir bulusudur.
Gerçekten, insanlar, il kez laiklikle birlikte; inanç, düsünce ve kanaatlerinde dokunulmaz kılınmıslardır.Ancak, laiklik, ülkemizde yeterince anlasılmamıs; esasen kisileri ortak
bir hürriyet ortamında birlestiren bir temel norm olmak yerine maalesef onları düsman kamplara ayıran belirsiz bir kavram haline getirilmistir.
Bugün, birçok kimse, birçok yerde, birçok nedenle laiklik, laikliğe uygunluk, laikliğe aykırılık tartısmaları yapmaktadır.
C.57 Sa.2 [315-323] Türkiye Cumhuriyetinin Devletinin…

317

Anayasanın 2. maddesi, cumhuriyetin mesruiyet temeli olan laikliği,hukuken korunması zorunlu mutlak bir değer yapmıs, kimden, ne adla gelirse gelsin, ihlalini yasaklamıstır.
Ancak, dün de, bugün de, her aklına gelen kisi, kurum ve kurulus,kendine göre, çıkarlarına göre laikliği tanımlamaya kalkısmakta, tanımından kendi çıkarına uygun sonuçlar çıkarmaya çalısmaktadır.
Bugün, laiklik, tabiri caizse, “körün fili tarifine” dönüstürülmüstür.
Oysa laiklik, hukukta uygulanmak zorunda olan ve uygulanagelen pozitif bir değerdir.
Madem uygulanmaktadır, uyulması mutlak zorunlu bir hukuk normudur.
Böyle olunca, bir sey hukukta uygulanıyorsa, normsa, o seyin tanımının yapılması, kapsamının ve sınırlarının gösterilmesi zorunludur.
Üzerinden nerede ise bir yüzyıl geçmis olmasına rağmen, hala her kafadan bir ses çıkması karsısında, laikliğin pozitif olarak tanımlanmıs,kapsamının ve sınırlarının gösterilmis olduğunu görmüyoruz.
Pozitif bir değer olan, ancak tanımlanmamıs yahut tanımlanamayan birsey, hukukta yoktur, yok hükmündedir.
Öyleyse, burada, konumuz, herkesin keyfine göre değil, yani öznel olarak değil, nesnel olarak, pozitif bir temele dayalı olarak, yani herkes için,hatta yargı yerleri için uyulması zorunlu bir davranıs normu olarak laikliğin ne olduğunun, kapsamı ve sınırlarının neden ibaret olduğunun belirlenmesi olacaktır.

III

Kimi anayasada laikliği tanımlayan bir tanım hükmünün bulunmadığını,mutlaka bir tanım hükmüyle tanımlanması gerektiğini ileri sürerken, kimi laikliğin herkes için geçerli bir tanımının yapılamayacağını ileri sürmektedir.Bu düsünceler geçersizdir.
Sadece Türk hukuk düzeninde değil laik / seküler diğer tüm hukuk düzenlerinde laikliği tanımlayan bir tanım hükmüne rastlanmamaktadır.
Hatta anayasasında laiklik sözüne yer veren Fransız hukuk düzeninde,böyle bir söze yer vermeyen laik diğer hukuk düzenlerinden farksız olarak,laikliği tanımlayan bir tanım hükmüne yer verilmemistir.
Esasen niteliğinin bir gereği olarak, laiklik, bir tanım hükmünün konusu yapılamamaktadır. Zaten buna gerek de yoktur. Laiklik, ait olduğu hukuk düzeninin kendisidir, özüdür,ruhudur.
Ancak hukukta bir seyin ihlal edildiği iddia ediliyorsa ihlal edilen o seyin ne olduğunun gösterilmesi kanunilik ilkesinin gereği olarak zorunludur.

HAFIZOĞULLARI AÜHFD Yıl 2008

318
Laikliği, kimi din ve vicdan hürriyeti olarak, kimi devletin dinlerin iç islerine karısmaması, onlara aynı mesafede olması, birini bir diğerine üstün tutmaması olarak, kimi din ve devlet islerinin ayrılması, dinin siyasete alet edilmemesi olarak tanımlamaktadır.
Bu tanımlar, her biri, bir tezahürüne isaret etmekle birlikte, laikliğin,hukuk düzenimizde, herkes için geçerli, pozitif bir temele oturtulmus bir tanımı değildir.
Gerçekten, din ve vicdan hürriyeti, devletin ülkesindeki dinlerin örgünlesmesine karısmaması, onlara aynı mesafede durması, din ve devlet islerinin ayrılması laikliğin pozitif olarak, bir davranıs normu olarak kullanılabilecek bir tanımı değildir.
Bunlar, laikliğin, hukuki değil, sadece siyasi bazı sonuçları olarak değerlendirilebilir

IV

Ümanızma, rönesans ve reform ve aydınlanma düsüncesinin yeniden olusturduğu hukuk düzenlerine baktığımızda pozitif bir esasa bağlı olarak laikliğin
- Evren ve evrende insanın akli algılanması,
- Devletin bir unsuru olan egemenliğin kaynağının mutlak olarak beseri irade olması,
- Hukukun maddi kaynağının yalnızca beseri irade, sekli kaynağının ülkesinin tarihi toplumsal olusumlarına göre kanun yahut örf ve adet olması olarak tezahür ettiğini görürüz.
Burada, bir çıkarımda bulunulursak,
Laiklik,
- Felsefi anlamda, evren ve evrende insanın akli algılanması,
- Siyasi anlamda, kim tarafından kullanılırsa kullanılsın, tüm kamusalerklerin kaynağının mutlak olarak beseri irade olması,
- Hukuki anlamda, beklenen kendiliğinden uymak olmakla birlikte,uyulması kamusal zor kullanılarak sağlanan toplumsal kurallar sistemi bütününün, yani bir ülkede yürürlükte olan hukuk düzeninin maddi kaynağının tek deney verisi olarak katıksız beseri irade, sekli kaynağının ülkesine göre örf- adet ve kanun olması veya kanun, hüküm olmadığında örf
ve adet olması o da yoksa hâkimin hüküm koyması olarak tanımlanabilmektedir.
1 Bu düsünceyle ilgili olarak bkz., 1876 Anayasası/Kanuni Esasi, m. 3, 4, 7, 8, 11, 15, 16, 17.
C.57 Sa.2 [315-323] Türkiye Cumhuriyetinin Devletinin…

319
Laikliğin tek tanımı budur.
Baska bir tanımı da yoktur.
Bu anlamda, laiklik, esasını olusturduğu aydınlanma çağından bu yana Avrupa devletlerinin, günümüzde Avrupa birliği devletlerinin, onlarınolusturduğu Avrupa birliği kamu düzeninin mutlak, değismez tek temelini olusturmaktadır.
Bunun açık kanıtı, Avrupa insan hakları sözlesmesi, ek protokolleri,sözlesmenin buyruğu olarak olusturulmus olan Avrupa insan hakları mahkemesi uygulamalarıdır.

V

1924 anayasasının ifadesiyle, Türkiye ahalisi, laikliğin siyası tanımını,ümmetten millet olmaya gitme sürecinde, ilk kez Amasya tamiminde tanımıstır.
Tamimde, milleti gene milletin azim ve kararı kurtaracaktır denirken, tek kurtarıcı olarak beseri iradeye isaret edilmek istenmistir.
1921 Anayasası “egemenlik kayıtsız sartsız milletindir” derken, kurtarılacak bir toprak üzerinde, kurtaracak bir halk tarafından kurulan Türkiye devletinin kurucu unsuru egemenliğinin mutlak kaynağının beseri irade olduğunu kabul etmistir.
Zorunlu olarak hilafet kaldırılmıstır.
Cumhuriyet ilan edilmistir.
1924 Anayasasında Türkiye Cumhuriyeti devletinin mesruiyetinin ifadesi egemenliğinin mutlak kaynağının beseri irade olduğu tekrar edilmistir.
Yanlıs anlasılmalara neden olduğundan anayasadan “devletin dini din-i islamdır” hükmü çıkarılmıstır.
1937 anayasa değisikliğiyle, ahalisinin çoğunluğunun inancına bakılarak Türkiye Cumhuriyeti devletine dinsel bir sıfat yakıstırılmasını önlemek,teokrasi özlemlerini engellemek için laiklik anayasaya bu kez “terim hükmü”olarak konmustur.
Bir terim hükmü olarak laiklik 1961 ve 1982 anayasalarında cumhuriyetin değistirilemez bir niteliği olarak tekrar edilmistir.
Laikliğin felsefi tanımı, evrenin evrende insanın akli algılanması,ifadesini ilk kez tehvid-i tedrisat kanununda bulmustur.
Daha sonraki yıllarda bu kanunun zorunlu sonucu olarak ülkede eğitimin tüm kurum ve kurulusları, evrenin ve evrende insanın akli algılanması esası gözetilerek düzenlenmistir.
HAFIZOĞULLARI AÜHFD Yıl 2008

320
Ancak, toplumsal eğitimin temeli akli kılınmakla birlikte, ahalinin inançları önemsenerek sırf meslek adamı yetistirmek için ülkede teoloji eğitimine de yer verilmistir.
İzmir iktisat kongresinden sonra, Lozan antlasması, cumhuriyetin ilanı,1924 Anayasasının kabulü “Türk Hukuk Devrimini” zorunlu kılmıstır.
Hukuk devriminin esası Türk toplumunun hukuk düzeninin maddi kaynağının mutlak surette beseri irade sekli kaynağının sadece kanun olmasıdır.
Gerçekten Türk hukukunun maddi kaynağının mutlak olarak beseri irade olduğu 1926 Türk Medeni Kanununun genel gerekçesinde açıkça ifade edilmistir.
Böylece, ilk kez, ülkede cari yegâne deney verisi hukukun, kaynağı beseri irade olan hukuk olduğu esası kabul edilmistir.
Ancak, her nedense, yeni Türk Medeni Kanununda, Mahmut Esat Bozkurt imzasını tasıyan bu mükemmel esere yer verilmesine ihtiyaç duyulmamıstır.
Türk hukukunun sekli kaynağı 1926 Türk Medeni Kanununun ve 1926 tarihli Türk Ceza Kanununun 1. maddesi gereğince kanundur.
Kanunda hüküm yoksa örf ve adettir.
Örf ve adet kaynağı mutlak surette beseri irade olan davranıs kurallarıdır.
Toplumda cari normatif bir düzen olarak dinin Türk hukukunda kaynaklık değeri yoktur.
Din toplumsal-kamusal hayatı düzenleyen değildir. Din toplumsal-kamusal hayatta düzenlenendir.
Bu demektir ki, din, din kuralları, hiçbir zaman, hiçbir ad ve maksatla,hiçbir kanunun, idarenin hiçbir düzenleyici isleminin, yargının hiçbir kararının kaynağı da, gerekçesi de olamaz. Toplumsal-kamusal hayatın düzenlenmesinde din kurallarının doğrudan veya dolaylı olarak yeri yoktur.

VI

Laikliğin zorunlu sonucu, kanun önünde esitlik, ayırımcılık yasağı, din ve vicdan hürriyeti, ferdi- toplumsal bir kurum olarak dinin düzenlenmesidir.
Gerçekten, kiminin iddia ettiğinin tersine, laiklik din ve vicdan hürriyetinin sonucu değildir, din ve vicdan hürriyeti laikliğin sonucudur.
Özünde “toplumsal sözlesme” fikrine dayanan 1924 Anayasası zorunlu olarak insanın insana esitliği esasını kabul etmistir.
C.57 Sa.2 [315-323] Türkiye Cumhuriyetinin Devletinin…

321
İnsanın insan karsısında bir farklılığı olan din, dini inanç, anayasada,temel bir insan hakkı olarak, hukuki himayenin konusu yapılmıstır.
Bu bağlamda, hukuk düzeni, o gün hem insanların dinlerini serbestçe seçmelerine imkân tanımıs, hem de din hürriyetini tehdit eden fiilleri suç sayılmıstır2.
Anayasa dini inancı mutlak dokunulmaz kılmıs, ibadeti kamu düzeni ile sınırlandırmıstır.

VII

1924 Anayasası, kendisi ile ulusal iradeye dayalı olarak olusmus olan herkes için zorunlu kamusal normatif bir düzen yanında, koyduğu kamusal düzene aykırı olmamak kaydıyla yaygın baska normatif düzenlerin varlığını kabul etmistir.
Teokrasinin bir ifadesi olan halifeliğin kaldırılmasının zorunlu bir sonucu olarak, kutsal din, siyasallastırılarak kazandırılmıs olan kamusal,örgün tüm niteliklerinden arındırılmıs; yaygın, ferdi-toplumsal bir kurum olarak özenle korunmustur.
Ancak teokrasi kalıntısı dinsel-kamusal kurumlar olan tekkeler,tarikatlar kaldırılmıs, esitliği bozan feodal, dinsel tüm unvanlar, dini kıyafetler yasaklanmıstır3.
Halkın her türlü dini ihtiyaçlarının, kamu hizmeti kuralları içinde, tam,doğru, ihtiyaca uygun olarak götürülmesinin sağlanması için basbakanlığa bağlı diyanet isleri baskanlığı kurulmustur.
Diyanet isleri baskanlığı kanununda daha sonra yapılan bir değisiklikle,baskanlık, “irsat” görevini yerine getirme görüntüsü altında örtülü bir “fetva” kurumu haline getirilmistir.
Bugün baskanlık teskilatı, kamu hizmetinden yararlanmada esitliğin sağlanmadığı ileri sürülerek, elestirilmektedir.
Ülkede, çoğunluk karsısında mensupları bakımından azınlık olusturan dinlere iliskin düzenlemeler uluslar arası boyutta Lozanla yapılmıstır. Ancak, bugün azınlık dinlerinin teskilatlanmasına iliskin ciddi tartısmalar mevcuttur.

2 1926 TARĐH 765 SAYILI Türk Ceza Kanunu, hükümleri arasında Din Hürriyetine Karsı
Suçlara yer vermis bulunuyordu. Buna karsılık, 5237 sayılı Türk Ceza Kanunu, hukuki
konusu “din hürriyeti” olan böyle bağımsız bir suç kategorisine yer vermis değildir.
3 Er kisilerden farklı olarak kadın kisilerin örtünmeleri düzenleme konusu yapılmamıs, bu
onların sağduyularına bırakılmıstır. Ancak öğrencilerin, memur kadın kisilerin is hayatına
iliskin kılık-kıyafetleri idarelerince düzenleme konusu yapılmıstır.
HAFIZOĞULLARI AÜHFD Yıl 2008

322

VIII
Bir kurtulus savası içinde ve sonrasında olusan Türk toplum, devlet, hukuk düzeni sürecinde, pozitif olarak, açıkçası normatif temellerinden giderek laikliği tanımlamıs, kapsamı ve sınırlarını göstermis olduk.
Gerçekten laiklik aydınlanmayla olusan toplum hukuk devlet düzenlerinde ve aydınlanmanın özgün bir eseri olan Türk toplum hukuk düzeninde evrenin, evrende insanın akli algılanması, egemenliğin kaynağının beseri irade olması, hukukun kaynağının tek deneysel veri olarak beseri irade olmasıysa, gerçekten laikliğin baska bir tanımı da yoksa, onu yeniden tanımlamaya kalkısmak saçmalamak değilse laik toplum, hukuk, devlet
düzenine truva atı sokmaya kalkısmaktır.
Laikliğin tanımı Ziya Gökalp’de, 1927 anayasa değisikliği gerekçesinde, 1926 Türk medeni kanununun genel gerekçesinde, beseri her olusum insan eseridir diyen büyük hukukçu Hirs’de varken, her nedense bunların hiç görülmemis ve islenmemis olması bir talihsizliktir.
Laikliğin ilk kez siyasi olarak ifadesini bulduğu yer Amasya tamimiykenhala laikliğin 1937 anayasa değisikliğiyle Türk hukukuna girdiğini ileri sürerek resmi mesajlar yayınlamak diğer bir talihsizliktir.
Cumhuriyetin mesruiyeti temelinin laiklik olduğunun farkında olmamdan TBMM’ni kastederek “isterse bu meclis seriati da getirir” demek Türkiye Cumhuriyeti devletinin temelini anlamamıs olmaktır.
Esasen dinin her türlü dini inanısın teminatı olduğunu görmeden, hiç ilgisi olmamasına rağmen, ülkede laiklikle dini karsı karsıya getirmek, tabiri caizse “ İsa ile Sezarı ” kapıstırmaya kalkısmak gafletten de öte hıyanettir.
Ancak, laik bir toplum, hukuk, devlet düzeninde, dinlerin olmaması gereken düzenlemelerinin düzeltilmesinin zorunlu olduğunu düsünüyoruz.
İnsanların tek veya örgütlü olarak dinlerini öğrenmeleri, öğretmeleri, yaymaları, belirtilen esaslar içinde sağlanmalıdır.
Laiklik, ne dinin karsıtıdır, ne de dine karsı olmaklıktır. Laiklik teokrasiye karsıdır, teokrasinin karsıtıdır.
Laiklik düzenler teokratik düzenleri yıkarak gelmislerdir.
Bugün, laiklik, uygar toplumların bir olmazsa olmazıdır.
Beni sabırla dinlediniz.
En içten saygılarımı sunuyorum.
Esenlikler dilerim.
C.57 Sa.2 [315-323] Türkiye Cumhuriyetinin Devletinin…
323
KAYNAKÇA
AFETİNAN, İzmir İktisat Kongresi, Ankara 1989.
ARSAL, Teokratik Devlet ve Laik Devlet, Tanzimat I, Yüzüncü Yıldönümü
Münasebetiyle, Đstanbul 1940.
BASGİL, Din ve Laiklik, İstanbul 1962.
BECCARİA, Dei Delitti e Della Penne, Halem, MDCCLXXX.
CROCE, Storia d’ Europa, Bari 1965.
DAVER, Türkiye Cumhuriyetinde Laiklik, Ankara 1955.
DEL VECCHİO, Hukuk Felsefesi Dersleri, Çev., S. Erman, İstanbul 1952.
GÖKALP, Türkçülüğün Esasları, İstanbul 1961.
HAFIZOĞULLARI, Ceza Normu, Ankara 1996.
HAFIZOĞULLARI, Laiklik, İnanç, Düsünce ve İfade Hürriyeti, Ankara 1997.
HAFIZOĞULLARI, Türk Hukuk Devrimi ve Laiklik, Atatürk Arastırma
Merkezi Dergisi, Ankara 1988, C. IV, S.12.
HİRS, Hukuk Felsefesi ve Sosyolojisi, Ankara 1949.
KANT, Metafisica dei Costumi, ÜTED 1956.
MOSCA, Storia Della Dottrine Politiche, Bari 1966.
ÖZBUDUN, Türk Anayasa Hukuku, Ankara 1986.
ÖZEK, Türkiye’de Laiklik, İstanbul 1962.
ÖZER, Hukuku Esasiye Dersleri, Hukuk Fakültesi Nesriyatı, Seri 2, Sayı 17,
Ankara 1939.
ROUSSEAU, Toplumsal Sözlesme, Can Yayınları, 1969.
TAPLAMACIOĞLU, Din Sosyolojisi, Ankara 1982.
YAYLA, Anayasa Hukuku Ders Notları, Đstanbul 1985.
__________________
Halil Ay
dost1 isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
dost1 Adli üyeye bu mesaji için Tesekkür Eden 3 Kisi:
kamer (29. January 2010), sabaha_dogru (4. April 2010), snobyx (28. January 2010)