Tekil Mesaj gösterimi
Alt 19. November 2014, 07:30 AM   #4
galipyetkin
Uzman Üye
 
Üyelik tarihi: Sep 2011
Mesajlar: 1.458
Tesekkür: 105
574 Mesajina 958 Tesekkür Aldi
Tecrübe Puanı: 24
galipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud ofgalipyetkin has much to be proud of
Standart

Bolüm-2.

“Halife Hasan’ın halifeliği bırakması ve Ebu Vakkas oğlu Sa’d gibi ümmetin büyük bir adamının biat etmesi, onun(Maviye) hükümetini meşru bir hale getirdi. Fakat hükümeti zor ve kuvvet ile kurulmuş Mülk ve Saltanat çeşidinden olduğu için, Ebu Vakkas oğlu Sa’d ona, ”Ey Melik” diye hitap etmiş ve kendisi böyle bir emirliğe gelmek istemediğini söylemiştir.” Aynı sayfanın “özet” başlığı ile tertip edilmiş kısmında da;

”Cahilliye zamanında Arap kabile ve aşiretlerinin toplanma, birlik, anlaşmazlık ve ayrılıkları sırf kavim ve akrabalık üzerine kurulu iken, Hz.Muhammed’in Peygamberlik nuru iç ve dışı aydınlatınca, halkın kalpleri İslam nuru ile doldu. Cahilliye gelenek ve görenekleri unutuldu. Irkçılığın (Kabilecliğin ve asabiyetin) yerini İslam kardeşliği aldı. O zaman herkesin zikri ve fikri Allah idi. Müslümanlar hep kardeştiler, şeriat gözünde hepsi eşitti.

Fakat İslam'da ilerleme, güzel işler, üstün hizmetler aralarında fazilet ve üstünlük sebepleri idi.” Yani erdem haricinde hiçbir şey insanı farklı kılmıyordu.

Yukarıdaki paragrafta çıkartılan sonuca aynen katılıyorum. Yine yaşam ve üretim biçim ve alışkanlıklarının üst yapıyı etkilemesi çıkarımını da destekler niteliktedir. Bu da bize, dine uygun ve kitapla gönderilmiş sosyo-ekonomi-politik terk edilirse, hak dinin hiçbir doğru ilkesi korunamaz gerçeğini hatırlatır. Şimdi, sosyo ekonomik sapma ve yozlaşma ile İslam öncesi yaşama irtica ya iltica edilince, kitabın da ona uydurulması gerekiyordu. Bunu harfler ve kelimelerin yeri değiştirilerek yapma imkânı yoktu. Çünkü Kuran halkın hafızasında ezberlenmiş idi. Yani hahamların çok eskiden yaptıkları gibi dini metinlerin aslı halktan uzak ve kendi aralarında sır değildi. Onlar da bunu yapmadılar zaten. Ama delilleri iğdiş ettiler. Vera ve Takvayı hatta infakı nafile ibadet olarak gösterip, yaşanması ve tam temizlenme için çok önemli olduğunu unutturdular. Bunun için de kitabın zor anlaşılır hale gelmesi, tekleştirdikleri kıraatin suya sabuna dokunmaz halde olmasını yeğlediler. Bunun için de noktalanması ve harekelenmesi gerekiyordu, çünkü harekesiz ve noktasız orijinal metin insanları düşündürüyor, arka palanı araştırır hale getiriyor ve işi kaynaktan öğrenmeye teşvik ediyordu. Zaten ilmin sebebi meraktır. Çok anlamlı kelimelerden hangi anlam ve mânânın "daha yakın ve uygundur" araştırması merak kaynağı oluşturur. Yani ayette geçen kavramlar oluşum koordinatları içersinde kişileri derin bir incelemeye tabi tutmaya zorluyordu.

Yani feraiz yapılması ve ayetin ve geçen kavramların sebep ve sonuçları ile öğrenilip, tam özümsenmesine götürüyordu. Kur'an herkese gelmişti ve ne onun Şarii, ne de Resulü, dinin müçtehitlerden öğrenilmesini mecbur kılmamıştı. Apaçık bir kitap, herkes tarafından anlaşılır ve yine çeşitli lehçelere göre incelenen her eski metin, daha iyi anlaşılırdı. Bunun için ipliğin uçları yakılmamalı, kökler budanmamalıdır ki, yeni filizler salsın. Fiilleri bir nevi mastar halinde gibi düşünülerek çeşitli ihtimali anlamlar düşünülür, fiiller tüm çekimlerine göre akıl edilerek, gerçek her yönü ile anlaşılır ve toplumu aldatmak zorlaşırdı.

Yine eski metinlerde, ta milattan önce de bu böyle olduğu için felsefede çeşitli tartışmalar olmuştur. Lehçelerin tümünün göz önünde tutulması, fillerin çeşitli zamanlara göre çekimlerinin yapılması ve hem aynının, hem benzerinin hem de zıttının da bilinip göz önüne alınarak, düşünülüp anlaşılması gerekenin en güzel kavranma yolu olarak düşünmüş buna diyalektik denilmişti.

Ta ki bunun anlamını kısırlaştırıp niteliğini zedeleyen Hegel ve onu tamamen içeriğinden çıkartıp ters çeviren Karl Marks'a kadar bu böyle idi. Gerçektende DİE(diye) kavramının kırılma tarihinden geriye doğru gidildiğinde yine bir Hint-Avrupa kökenli bir dil olan Pers dili(Farsça-Pehlevice) bize bir tarihi kolaylık sunar. Bu dilde “Dia” şahadet parmağı anlamındadır. Bu parmağın parmaklar içindeki konumu ise en uzun olan orta parmağın tam bitişiğinde ve uzunlukça da ona en yakınıdır. Orta parmağın, serçe parmak ve başparmaktan uzun olduğu hemen fark edilecek bir durumdadır. Onlar da mukayese edilmeye gerek bile yoktur.

Demek ki, insan birbirine yakın kavram ve mânâlar arasında mütereddit ise, bir kararsızlık ve şüphe durumu devam eder. Kesin veya makul bir sonuca varmak için, bu birbirine çok yakın durum, konum, mâna v.s arasında iç rahatlatıcı;”Hah işte bu daha güzel oturdu” sonucana varabilmek için, dilin bütün şivelerinden o cümleye en çok oturan mânâyı bütünleyen, onun daha iyi idrak edilmesini sağlayan en uygun ve en yakın kavram ve anlamını bulup oturtmak, ikinci derecede kalanların tümünü reddedip “geri çevirmek” işinin adıdır diyalektik. Ama nokta ve harekelerle bu metni bağlamak, bu imkânı ve bilinçlenmeyi dumura uğratır. Düşünen düşünmüş, onu kalıplaştırmıştır. İnsanlara feraiz yapacak bir şey kalmamıştır. İnsan bu kanıya varınca da her şey donar kalır. Bu ise Hak din vahisini gönderen iradenin maksadı dâhilinde olamaz. Hayat hareket, değişim ve dönüşüm üzerine olunca, onun ilkeleri aynı kalmak şartıyla değişip dönüşmesi kadar doğal ne olabilir. Tıpkı ağaçların doğadaki uydukları yasa gibi. Baharda çıkan yapraklar sadece bir mevsimliktir. Sonbaharda dökülür. İlkbaharda tekrar benzeri çıkar ortaya. Vahi yorumları da öyle olmalıdır. İlim arttıkça yeni yapraklar çıkmalıdır. Ama gelenek bunun aksini iddia etmiş ve yorumları dahi dondurup Resulullah’ın tecdit edin emrine dahi aldırmamıştır…

Devam edecek.
Saygılarımla.
Galip Yetkin

Konu galipyetkin tarafından (21. September 2015 Saat 12:49 PM ) değiştirilmiştir.
galipyetkin isimli Üye şimdilik offline konumundadır   Alıntı ile Cevapla
galipyetkin Kullanicisina Bu Mesaji Için Tesekkür Edenler:
dost1 (19. November 2014)